Örsan K. Öymen

Suriye bataklığı

16 Aralık 2024 Pazartesi

Suriye’de Beşşar Esad yönetiminin, ABD, Britanya, İsrail ve Türkiye’deki AKP hükümetinin lojistik ve stratejik desteğiyle, HTŞ adlı köktendinci terör örgütü tarafından devrilmesinden ve Suriye devletinin çökmesinden sonra, Suriye tamamıyla iki terör örgütünün kontrolüne geçti: İslamcı HTŞ ve Kürtçü PYD/YPG. 

Türkiye’nin Suriye ile yaklaşık 900 kilometrelik bir sınırının olması ve bu sınırın, komşuları içindeki en uzun sınır olması nedeniyle, Türkiye iki büyük ulusal güvenlik tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır: 1) HTŞ ve PYD/YPG terörü; 2) Yeni bir göç dalgası. 

El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi köktendinci terör örgütlerinden evrilen ve kendi içinde birçok alt terör örgütünü de içinde barındıran HTŞ’nin, Suriye’deki tüm kesimleri, örneğin sayıları milyonları bulan Alevi ve Şii Müslümanları, laiklik ilkesini benimsemiş Sünni Müslümanları ve Hıristiyanları kapsayan bir yönetime dönüşüp dönüşmeyeceği belirsizliğini koruyor. 

Suriye’de böyle bir yönetimin ve demokratik, laik bir hukuk devletinin kurulamaması durumunda, Suriye’den Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası başlayacak, bu sefer, HTŞ ile birlikte kurulan yönetimin zulümlerinden kaçanlar, Türkiye’ye, Avrupa Birliği ülkelerine, Britanya’ya ve ABD’ye göç etmeye başlayacaklardır. 

İç savaş döneminde Suriye’yi terk etmek yerine Esad yönetimi altında yaşamayı tercih eden en az 17 milyon Suriye vatandaşının durumu bu bağlamda belirsizliğini korumaktadır. 

Türkiye’de günümüzde yaşayan milyonlarca Suriyeli sığınmacıya ve göçmene yönelik, zorunlu bir geri dönüş ve sınır dışı etme planlamasının uygulanmaması; AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı gibi, “gönüllü” bir geri dönüşün öngörülmesi ve “isteyenin Türkiye’de kalması” durumunda, Türkiye bir yandan yeni bir göç dalgasıyla karşılaşırken, bir yandan da, Esad yönetiminin devrilmesinden önce gerçekleşen sığınmacı ve göçmen istilasından kurtulamayacaktır, bu nedenle ekonomik, siyasi, kültürel bir çöküş sürecine girecektir. 

Erdoğan’ın, Esad engeli ortadan kalktığı halde, Suriyelilerin Türkiye’de kalmasının yolunu açması, Suriyelilerin insani gerekçelerle değil, Türkiye’yi Araplaştırmak, Anadolu ve Trakya kültürünü asimilasyona uğratmak ve köktendinciliği, laiklik karşıtlığını, Araplar üzerinden ithal etmek amacıyla Türkiye’ye kabul edildiğinin açık bir kanıtıdır. 

*** 

Öte yanda Esad yönetiminin devrilmesinin ilk sonuçlarından birisi, İsrail’in Suriye’nin Golan bölgesindeki işgalini genişletmesi oldu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Esad yönetiminin devrilmesinin, İran’a, Suriye’ye ve Hizbullah’a karşı başlattıkları operasyonun bir sonucu olduğunu kamuoyuna açıkladı. 

Böylece, İsrail’deki Netanyahu hükümetine karşı mücadele ettiğini iddia eden ve Esad’ın devrilmesini “muhteşem bir devrim” diye nitelendiren Erdoğan bir anda, kendisini İsrail ile aynı kulvarda buldu. 

Esad’ın bir diktatör ve zalim olduğu konusunda kuşku yok. Ancak Ortadoğu’da Arap ve Pers coğrafyasında diktatörlükle yönetilmeyen tek bir ülke zaten bulunmamaktadır. Diktatörlük ölçütüne göre başka ülkelerle dış politikada iyi ilişkilerin kurulmasına karar verilecek olsaydı, Arap ülkelerinin tamamıyla ve İran ile ilişkilerin kesilmesi gerekirdi. 

Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, İran gibi ülkelerdeki diktatörlere karşı çıkmayan AKP’nin ve onun propaganda aygıtı olan sahte medyanın, Esad’ın diktatör olmasına vurgu yapması, samimiyetsiz, dürüstlükten uzak ve ikiyüzlü bir davranıştır. 

AKP, diktatörlüğün her türüne karşı çıkacağına, teokratik diktatörlükleri savunmaktadır, teokratik olmayan diktatörlüklere karşı çıkmaktadır, bu konuya da dinci ve mezhepçi bir açıdan yaklaşmaktadır. 

Çünkü AKP’nin kendisi de Türkiye’de teokratik ve anti-laik bir diktatörlük kurmak için mücadele etmektedir ve bu diktatörlüğü önemli bir ölçüde kurmuştur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Suriye bataklığı 16 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları