Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kanal İstanbul Mavi Vatan’ın Karşıtıdır - Cem GÜRDENİZ
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Mavi Vatan savaşı, Türk Boğazları’nın tam egemenliğini geri almak içindi. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz liderliği, öngörüsü ve dönemin seçkin devlet kadroları tarafından şekillendirilen süreç sonunda, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle 20 Temmuz 1936’da İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın tam egemenliği geri alındı. Türk Boğazları’nın askersizleştirilmiş statüsü ile Uluslararası Boğazlar Komisyonu’na son verildi.
20 Temmuz 1936 tarihli Akşam gazetesinin manşeti şöyleydi: “Dün geceden itibaren Akdeniz kapımızı emniyete aldık.”
Aslında emniyete alınan sadece Akdeniz kapısı değildi. Sadece Boğazlar bölgesinin tam egemenliği geri alınmamıştı. Karadeniz kapısı da emniyete alınmıştı. Zira yeni sözleşme, gemi tiplerine, tonajlarına, kalma sürelerine getirdiği pek çok kısıtlamayla Lozan Antlaşması’na ek Boğazlar Sözleşmesi’ne nazaran, Karadeniz’de dünyada eşi benzeri olmayan bir deniz güvenlik rejimi yaratıyordu.
Bu yönüyle dünya tarihinde ilkti. Dünya okyanuslarının yüzde yarımından bile küçük Karadeniz’de, deniz ortamında aşırı silahlanma ve dışarıdan müdahaleleri önleyecek bir rejim kuruluyordu. 29 Ekim 1914’te Alman emrivakisiyle Türklerin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine neden olan kışkırtma örneklerine set çekiliyordu.
Bugün Karadeniz’de istikrar ve dengeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Zira Karadeniz, Avrasya güçleri ile Atlantik güçleri arasında fay hattına dönüşmüştür. Bu fay hattının kırılmasının yaratacağı deprem, en ağır Türkiye’de hissedilecektir.
Bu nedenle Kırım, Donbas, Osetya, Abhazya, Transdinyester gibi sorun alanları varken, çok yönlü kışkırtmalara açık olan bu ortamda Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açması, çok tehlikeli ve düşündürücüdür. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, kuzey jeopolitik eksende Cumhuriyet ve Mavi Vatan için büyük güvencedir, beka aracıdır.
KARADENİZ’DE İSTİKRARIN ÖNEMİ
Mavi Vatan’ın üç sacayağı eşit önemdedir. Üçü birbirini tamamlar. İlki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle bütünlük arz eden Boğazlar bölgesidir. İkincisi, her üç deniz alanındaki deniz yetki alanlarımızdır. Üçüncüsü de KKTC’dir.
Boğazlar, yüzyıllardır Anadolu coğrafyasına küresel jeopolitikte en büyük değeri veren unsurdur. Bu değeri savunmak için Osmanlı İmparatorluğu, Romanov Rusyası’yla ondan fazla savaş yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na girişimizi tetikleyen olaylar zinciri, Boğazlar’da ve Karadeniz’de sahneye konulmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda gerek Mihver gerek Müttefik Devletler’in Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmak istemelerinin, bu konuda büyük baskı yapmalarının asıl nedeni Boğazlar’dır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye’nin Atlantik kampında, yani kenar kuşakta kalmasına neden olan notalar süreci, yine Boğazlar meselesiyle başlamıştır. Ancak Cumhuriyet, bir daha bu tuzaklara, Kanal İstanbul konusu gündeme gelinceye dek düşmemiştir.
Türkiye, Soğuk Savaş dönemindeki hassasiyetle Montrö rejimini sürdürmek zorundadır. Bu bir seçenek değildir, beka sorunudur. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ortadan kalkması, Karadeniz’de büyük karmaşa yaratır.
Bugünün küresel konjonktüründe, silahlı çatışma seviyesine çıkabilecek tırmanma koşulları doğurur. Değil kendi içimizde Montrö Boğazlar Sözleşmesi karşıtı söylemler, uluslararası ilişkilerimizde sözleşmeyi zora sokabilecek gelişmelere, emrivakilere karşı da dengeli politikalar sürdürülmelidir.
Montrö’yü tartışmak, ortadan kaldırmak emperyalizme hizmet etmektir. Montrö’nün ortadan kalkmasının yaratacağı sonuçlar, KKTC’den, Mavi Vatan’dan vazgeçmekle veya güneyimizde kukla Kürt devletinin kurulmasına izin vermekle eşdeğerdir.
JEOPOLİTİK İNTİHAR
Kanal İstanbul, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni en azından tartışmaya açacak fırsatlar sunmuştur. Tarihimizin en büyük yerli ve uluslararası rant projesi olan Kanal İstanbul’a, içinde bulunduğumuz jeopolitik, ekonomik, finansal, toplumsal konjonktüre rağmen ısrarla, inatla devam edilmesi her yönüyle risklidir, tehlikelidir. Ulusal çıkarlarımıza aykırıdır.
Yüksek bürokrasinin iddia ettiği gibi İstanbul Boğazı’nda artan tanker ve tehlikeli yük trafiğine güvenli seçenek sunmaz. Tersine, Süveyş Kanalı’nda yaşandığı gibi çok daha büyük tehlikeler yaratır. Unutulmamalıdır ki Süveyş’te petrol tanker trafiği SUMED boru hattı nedeniyle son derece azdır. Kanal İstanbul’un yapılma gerekçesi ise petrol taşımacılığıdır. Nedense iktidarın aklına SUMED benzeri Samsun-Ceyhan boru hattı projesi gelmemiştir. Çünkü bu projenin rantı yoktur.
Kanal İstanbul’un gerekçe örneklerinden olan 1979’daki Romen Independenta kazası da gerçekçi değildir. Zira bu gemi, çektiği su ve yaratacağı squat (çökme) etkisiyle, kanal hazır olsa da kanalı kullanamazdı. Ayrıca Ever Given konteynır gemisinde yaşandığı üzere, dar bir kanalın ne şekilde olursa olsun, ister kaza ister kasten meydana gelen olaylar sonucunda kapanması, büyük ekolojik ve ekonomik zararlara neden olabilecek süreci tetikler. Süveyş’te dip kumdu.
O nedenle gemi, yumuşak bir şekilde karaya oturdu. Kanal İstanbul’da beton. Burada geminin parçalanması olasılıklara dahildir. Diğer yandan Kanal İstanbul gibi dar, beton bir kanalda oluşacak makine ve dümen arızaları ile seyir tehlikelerine müdahale etmek, İstanbul Boğazı’na nazaran çok daha zor ve seçenekleri az bir süreçtir.
2020’de İstanbul Boğazı’nda onlarca makine ve dümen arızası yaşanmış, ancak manevra alanı genişliği ve Boğazlar Tüzüğü ile uygulanan etkin önlemler sayesinde kazaya dönüşmemişlerdir.
Kanal İstanbul’da yaşanacak her makine ve dümen arızası, ciddi kaza ile sonuçlanacak şartları oluşturacaktır. Zira alan dar ve akıntılıdır, manevra için seçeneksizdir.
MONTRÖ’YÜ TARTIŞMAK TÜRKİYE’YE KAYBETTİRİR
İşin lojistik ve ekonomik yönü de muğlaktır. Yüksek bürokrasinin bakan düzeyinde iddia ettiği gibi kanal Orta Koridor’a büyük katkı sağlamayacaktır. Zira Orta Koridor, tren yoludur. Gemi ulaştırması tren yoluyla kıyaslanamaz. Ever Given üzerinde 18 bin 500 konteynır vardı. Orta Koridor’u kullanacak tren katarında azami 100 kadar konteynır olacaktır. Kanal İstanbul’un tarihimizde örneği görülmemiş boyutlarda belirli devletlere, yerel zümrelere rant geliri getirisi dışında, hiçbir gerçekçi, akla yakın gerekçesi yoktur.
Böylesine akıl ve bilim dışı bir projeyle, iç politika kaygılarıyla Türkiye’nin jeopolitik geleceğini, bekasını ilgilendiren vazgeçilemez çıkarlarımızın olduğu Karadeniz, Türk Boğazları ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi tehlikeye atılıyor. Girit, Dedeağaç, Güney Kıbrıs, Akdeniz, Romanya ve Bulgaristan’da her geçen gün emperyalist çevreleme artarken kendi elimizle yeni bir cephe açıyoruz.
21. yüzyılda Türk jeopolitiğinin ağırlık merkezi Mavi Vatan’dır. Mavi Vatan, tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene, Atlantik çağından Asya çağına geçiş döneminin yaşandığı bugünkü küresel süreçte; Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren doktrinin adıdır. Deniz yetki alanlarımızda jeopolitik hâkimiyeti savunur. Kanal İstanbul gibi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne zarar verecek girişimlere karşıdır.
Kanal İstanbul, Mavi Vatan’ın karşısındadır.
Kanal İstanbul ve Mavi Vatan aynı cephede değildir.
CEM GÜRDENİZ
EMEKLİ TÜMAMİRAL
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- Ölüm nedeni belli oldu
- AKP döneminde ne kadar harcanmıştı?
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- AKP ve CHP döneminin harcama raporu!
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- Süper Lig'de yayın geliri dağılımı belli oldu!
- 'Vız gelir tırıs gider'
- 'O saraya, ben davaya’