Olaylar Ve Görüşler

Atatürk, Ayasofya ve Kayser-i Rum - Prof. Dr. Salih ÖZBARAN

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, Fatih Sultan Mehmet’in egemenlik alanlarını yansıtırken “Sultanül berreyn” ve “Hakanül bahreyn” (Karaların ve Denizlerin Sultanı/Hakanı) sıfatlarının yanına “Kayser-i Rum” sıfatını ekleme gereği duymuştur ömrü boyunca; bununla da Doğu Roma (Bizans) mirasına el konulduğunu ifade ve ilan etmiştir. Cumhuriyet dönemi literatüründe Türk sanatı algılamalarında mihenk taşı sayılan Ayasofya, mimaride büyüklüğün, azametin, görkemin ölçütü olduğu kadar, Kanuni Sultan Süleyman’ın kültürel ve siyasal miras olarak algıladığı Romalılığı, “kitabe ve name-i hümayun”larda dünyaya ilan ederken, yanına “Roma topraklarının da kayserliğini” ekliyordu. Dervişler, “abdalan-ı Rum” idi, alimler “ulema-ı Rum”; şairler, “şuara-ı Rum”. “Türki söyle bize ki Rumiyüz / Rumiye hoş degül mi Türki söz” diye yazmıştı Rumuzi, Türkçeyi taçlandırmıştı, Yemen’in yeniden fethedilmesiyle ilgili yazdığı manzum eserinde. “Leşker-i Rum” Osmanlı askeriydi. Arabistan’ın Rum ülkesiyle kıyaslanması mümkün değildi.

UZAKDOĞU’YA UZANAN İMGE

Uzatmadan birkaç örnek daha vererek bitireyim Osmanlıların Doğu Roma kültürüyle olan ilişkisini: Osmanlı sultanı Malezya’da, Endonezya’da 16. yüzyılın görkemli bir hükümdarını (Raca Rum’u) simgeliyordu; Rum, Çin kaynaklarında “Lu-mi” (Rumi) anlamındaydı; Fas’ın Sadi hanedanı döneminde Osmanlı tüfenkçileri “Rumat” olarak betimlenmişti. Portekiz tarih literatüründe ise Osmanlıların “Turco”, “Turcos” (Türk, Türkler) yanında “Rume” (Rumi) ve “Rumes” (Rumiler) tanımları oldukça yaygındı.

Osmanlı divan edebiyatına gelince,1 “Rum”u Türk ve Türklükle eşdeğerde tutanların çoğunlukta bulunduğu dikkat çekmektedir. “Rum” Türk kökenli ya da başka etnik özelliğe sahip olanların, Osmanlı’yı temsil edenlerin cazibe dolu merkezidir; İstanbul (Kostantiniyye) ise tüm Rum ülkesinin baş tacıdır; görkemin sembolüdür. Ayasofya’yı içeren Osmanlı iktidarının içine sığındığı coğrafyadır. “Diyar-ı Rum’a gelüp ideli nazar / Görünmez oldu gözüme mülk-i Acem nim” diye seslenmiştir Ahdi. “Rum zürefası” veya “zarifan-ı Rum” ile yani zarif insanlarla dolu bölgelerden uzak kalmış olduğuna yakınmıştır Fuzuli. Türk tarihinin Orta Asya’da başlayıp İslamiyeti kabul etmeleriyle ve sonra Avrupa içlerine kadar yaptığı yolculukta bıraktığı etki kadar içselleştirdiklerini unutmamalıdır bizim “medya musahipleri”; Bizans kadar Anadolu uygarlıklarıyla tanışmalarını ve kazanımlarını da.

KISSADAN HİSSE

Ne demek istediğim anlaşılmıştır umarım. Ayasofya etrafından dolaşıp tarih bilgiçliğine soyunan medya, Fatih Sultan Mehmet’in taşımaktan şeref duyduğu “Kayser-i Rum” ya da “Sultan-ı Rum” sanlarını hatırlamalıdır. Dilerim, 18. yüzyıla kadar sultanların, tarihçilerin, şairlerin dillerinden düşürmedikleri bu aidiyet (bir tür kimlik) rütbeleri “Doğu Roma”nın Osmanlı tarihindeki yerinin, Atatürk tarafından nasıl bir tarih değerlendirmesiyle bağdaştırıldığının bilincindedirler. Dilerim, “tarih musahipleri” ve onları dayanak yapan “muktedirler”, Atatürk’e saygı göstererek ve tarihi enine boyuna okuyarak oturturlar tahtına Ayasofya’yı. Kontrol dışı bırakılan Ayasofya’nın son günlerde uğradığı tahribatı da.

PROF. DR. SALİH ÖZBARAN

EMEKLİ ÖĞRETİM ÜYESİ


1 Selim S. Kuru, “Rumi Edebiyat: Bir Yazınsal Geleneğin Oluşumu, 1450-1600”, Türkiye Tarihi, 1453-1603, ed. S. Faroqhi ve K. Fleet, çev. Handan Konar, Kitap Yayınevi, 2016, s. 653-702.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları