Olaylar Ve Görüşler

14-28 Mayıs’ın ardından üç gözlem - Dr. Mustafa Bayram Mısır

06 Haziran 2023 Salı

Otoriter rejimin destekçilerinin, otoriter rejimin demokratikleşmesine vesile olacak “yeni demokratik çoğunluklara” katılması için muhalefetin etkin güvenceler sağlaması gerekir. Türkiye’de anayasasızlaşma süreci kurumların (anayasa mahkemesi vb.) etki ve kapasitesini azaltmış olduğundan demokratik güçlerin bu kurumları güçlendirme vaadi yanında “ek” güvencelerden söz etmesi gerekirdi. Altılı masanın varlığı ve dizaynında bu amacın gözetildiğini söyleyebiliriz. Bu doğruydu ama tersine, “ortak liste” bu yönden son derece olumsuz bir işlev gördü. Muhalefet (bir bütün olarak), iktidarla birlikte kaybedeceklerini düşünen mülk sahibi ya da mülksüz (zengin ya da yoksul) toplumsal kesimleri, gelecek demokrasinin onları ve hukuk içinde edindikleri ayrıcalıklarını koruyacağına ikna edemedi.

Muhalefet bunu başaramadığı için seçimli otoriterizmin kaynağı ve dayanağı olan toplumsal kutuplaşmanın iktidar sahipleri tarafından kültür savaşları içinde yönetilmeye devam ettiği “adil olmayan” bir seçim dönemi yaşadık. Seçimin adil olmaması bir “gerçek” ama muhalefetin yenilgisinde sığınabileceği bir “gerekçe” değil maalesef. Muhalefetin bir yandan seçimin TBMM kararı olarak alınmasına rıza göstermeyerek hukuksal meşruiyet zeminini güçlendirmemesi öte yandan seçimin meşruiyeti bakımından güçlü itirazlarla “hukukun üstünlüğü” mücadelesi yürütmemesi, YSK’nin daha sonra alacağı kararlara baştan rıza göstermesi sonucunu doğurdu ve bu kararların önünü açtı: Cumhurbaşkanının üçüncü kez adaylığı, bakanların istifa etmeksizin aday olabilmesi, milletvekili seçimi sonuçlarının ilan edilen takvimde açıklanmaması...

Muhalefeti karartma

Muhalefet, sandığın meşruiyetini, kurulmasındaki hukuka aykırılıkları bir mücadele alanı olarak görmeksizin kabullendi. Öyle olunca, TRT başta tüm kamu kurumları ve görevlileri muhalefete karşı aynı “karartma” tutumunu izledi, “devlet partisi” ile “muhalefet bloku”, aslında “devlet” ve “toplum”, kuralları “tek adam devletinin koyduğu” adil olmayan bir seçimde yarışmak zorunda kaldı.

Muhalefetin “nerede farklılaştığı” da anlaşılamadı. Köpürüp sönen Muharrem İnce olayı, özellikle aydınlanmış gençler tarafından muhalefetin “yok birbirlerinden farkları” diye algılanmasına vesile olduğunun göstergesi. Neredeyse iktidar kadar yüzü eskiyen muhalefet adayı ve altılı masa liderleri, iktidar tahterevallisinin parçası olarak görüldü. Muhalefet kampanyasının pozitif yönü çok güçlüydü ama içeriği hem bu tahterevalli algısıyla hem de devlet partisinin yürüttüğü kültür savaşlarıyla baş edemedi. Daha önce İngiltere’de güçlü sendikalara dayanan İşçi Partisi lideri Corbyn’in bölüşüm ilişkilerini öne çıkaran kampanyası da benzer şekilde, kültür savaşlarına yenilmesine engel olamamıştı. “418 milyar” söylemi, kültür savaşları içinde “binlerce şirkete kayyum atayacak bunlar”a; “300 milyar temiz kaynak” söylemi, “IMF’ci bunlar”a yenildi. “Terör, Diyanet vb.”, iktidar yalanlarının taşranın devlet merkezli ekonomi politiği içinde yaşayan seçmen tarafından hele de kültür savaşları içinde cepheleşen iktidar seçmeni tarafından kabul görmesinin önüne geçilemedi. Sonuçta seçim, iktidar ve muhalefetin birlikte “milliyetçi popülizme” teslimiyeti ile şekillenen ikinci turda bitti: Halk bir kez daha kaybetti, parti devleti “kazandı”.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları