Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Deniz Gezmiş’in banka memuru öldü!

05 Kasım 2022 Cumartesi

Kayınpederim Kemal Bahri Atalay’ın her uzun oturuşta, yaşayarak anlattığı başlıca anısı Deniz Gezmiş’lerin 11 Ocak 1971’de Ankara’da İş Bankası Emek şubesini soymalarıydı. 

16.30 sıralarında Deniz Gezmiş, elinde silahla en önde içeri girmiş...

Devamını şöyle anlatırdı:

“Sırtında o meşhur parkasıyla vezneye yakın bir yerde durdu; ‘Kimse hareket etmesin, elini telefona götürmesin, alarma basmaya kalkmasın. Size hiçbir şey olmayacak. Zarar vermeye niyetimiz yok’ dedi. Ben refleksle telefona uzanırken müdür, ‘Bırak telefonu Torullu’ dedi. Bıraktım... Veznedeki paraları torbaya koyun dediler. Ben, Ferhan, Muammer, Yaşar, Türkan kıpırdamadan bekledik. Deniz Gezmiş atletik yapılıydı. Bir şey oldu, bir çırpıda masanın üzerinden atladı... Yüzlerini gizlemiyorlardı. İlk duruşmada ben de bulundum. Kimlik tespitinde Torullu olduğumu öğrenince bana gülümseyerek döndü, ‘Torul’dan Muhammet diye esaslı bir arkadaşım vardı’ dedi. Çok cesur adamdı çok. Mahkemede yüzü hiç düşmedi...”

Bu anısını sanki Deniz Gezmiş’e borcu var gibi anlatırdı.

***

Kimliğinin iki ayrılmaz parçası vardı: Torullu olmak ve İş Bankalı olmak. 

Erzincan’daki askeri okuldan ayrılıp Trabzon’da lise, sonrasında üniversite ve çalışma için Ankara’ya gelince yurtta kalmış. Yurtta nasıl başkan olduğunu, Demirel’in karşısına çıkıp nasıl kömür istediğini, o anı yaşar gibi anlatırdı. 

Başbakan Demirel’in kapısına dayanmış. Demirel, bırakın gelsin demiş. İçeri girer girmez, “Yurda kömür almadan bir yere kıpırdamam” demiş. Demirel de gülerek “Verdim gitti, çay içmeden de bırakmam” karşılığını vermiş. 

1990’lı yılların sonunda kızı iletişim fakültesini bitirirken Aydın Doğan’ın eşi Sema Doğan’la bir dönem aynı okulda okumanın getirdiği hemşeriliği kullanıp iş isteyecek olmuş. O yıllardaki haber kaynaklarımdan müfettiş Arif Kutlutuna, “Cumhuriyet’in Ankara temsilcisini tanıyorum” demiş. O tanışmadan sonra Gülşah’la evlendik. Yeri geldikçe takılırım:

- Seni bana baban getirdi...

Bu anı gündeme geldiğinde, “Ben de Melek’le evlenmemi anlatayım” der, devam ederdi...

Silivri mahpusluğunda ilk ziyarette, “Ev size emanet” dedim. Kendi evlerini bırakıp bize yakın bir eve taşındılar. Tutukluluğun birinci yılında seslendi:

- Oğlum bu mahkeme, mahkeme değil. Süreç uzayacak. Sen sağlığını koru yeter!

Silivri’de hazmedemediği 3-4 kişi vardı. Onları her anlatışta sözü şöyle bağlardı:

- 14’lü yanımda olsa vururdum!

Tutuklandığımda oğlum Deniz 8 aylıktı. Özgürlükte 6 yaşına gelmişti. 2 yıl, “Dede... Affedersin baba” diye seslendi bana. Bebeklikten çocukluğa evrilişini yaşayamadım ama “dede” bu açığı kapatmak için her şeyi yapmıştı. 

Torunu Yağmur’a daha hukuk fakültesi birinci sınıftayken şöyle seslenmeye başladı:

- Genç hukukçu geldi!

***

Başkent Hastanesi’nde büyük sevgi, saygı duyduğum, hürmet beslediğim Prof. Dr. Mehmet Haberal ve ekibinin olağanüstü çabası, ömrünü hayli uzattı ama 3-4 organ birden yetmezleşince 30 Ekim günü kalbi durdu.

Hastanede bilincinin yerinde olduğu son gün Bektaş’la birlikte konuşurken o çok sevdiği Nâzım Hikmet şiirini okumasını rica ettik. O halde mırıldandı:

“Bir tanem!/ Son mektubunda/ Başım sızlıyor/

Yüreğim sersem,/ diyorsun...”

Şimdi, 1977’de 4 yaşında kaybettiği oğlu Barış’la aynı yeri paylaşıyor. Sohbet için muhtemel gençlik arkadaşı Ümit Yaşar Oğuzcan’a gidiyordur.

Yazılarımda, konuşmalarımda en çok ne yapmam gerektiğini şu sözle ifade ederdi:

- Hakikat, çıplak gezmeyi sever!

Her şey için sağ olasın kayınpeder...

Minnettarım!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Umut ve mücadele! 21 Kasım 2024
Yine yeniden BOP! 20 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları