Müjdat Gezen

Teknik direktör

12 Ağustos 2024 Pazartesi

Toplumumuzda erkeklerin yüzde sekseni futbol teknik direktörü, yüzde doksanı ekonomist, yüzde şu kadarı bakandır. Yüzdelerde ufak tefek oynamalar olabilir ama şu tümcede oynama olamaz: “Ben teknik direktör olsam takımı hücum oynatırım, ayrıca Arda mutlaka ilk on birde olmalı.” Şu tümce de değişmez: “Memleketin ekonomisini batırdılar, ben olsam önce şunu bunu hallederim.” 

Toplum olarak severiz bilmediğimiz konularda fikir sunmayı. Ben de yaparım ara sıra: “Kardeşim, orta sahayı neden kuvvetli kurmuyorsun? Koysana ortaya Sadullah’ı.” Kim bu Sadullah?... Fark etmez. Burada aslolan benim futbolu ne kadar çok iyi bildiğimdir. Hiç düşünmeyiz ki: “Yahu adamlar hayatlarını bu işe vermişler. Hayatları futbol ya da politika.” Burada önemli olan bizim ne düşündüğümüzdür. Tam da burada canım dostum Uğur Mumcu’nun sevdiğim sözü gelir aklıma: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak.” Ama doğrusuyla yanlışıyla biz de böyle bir halkız işte. Ne yapalım, bizi böyle kabul etsinler. Etsinler, ben de öyle istiyorum. Ama olmuyor bir türlü.

İMAM BAYILDI...

Ama millet ayıldı. Artık karnı doydu yemiyor. Sabırsızlanmayın. Kötü söz söyleyecek değilim. Dedim ya, bu yazıyı kimsenin kirletmesine izin vermeyeceğim. Ara sıra haberlere baktığım için böyle oluyor. Adam konuşuyor. Kanal değiştiriyorum. 

Fıkralar uydururum zaman zaman. Anlattıklarını duydukça mutlu olurum. Biri şuydu: 

-Adın ne?

-İbrahim Orak.

-Senin adın?

-Kamil Çekiç.

-Yan yana durmayın lan. 

Artık demode oldu. Şimdi başka şeylere takıyorlar. “Cumhur, nasılsın kardeşim?” Cumhurbaşkanına hakaret etti, dava açın. 

Tavlada en büyük zar: Grand düşes.

***

Martıların kahkahasından anlarım yazın geldiğini. Yeryüzü çiçek olur. Aklıma sen gelirsin. Düşünürüm seni nasıl sevdiğimi. 

Tabii ki Leyla’ya demişim.

ROMANLAR

31 Ekim 2006 diye not almışım. İz TV’de bir belgesel izliyorum. Çingenelerin yaşamlarıyla ilgili. Benim bazı Roman dostlarım kendilerine “çingene” denmesini ister, bazıları “Roman” densin ister. İkisi de olur. İz TV’de “Göçebe Romanlar” var. Küçük çocuk annesine soruyor: 

“Biz şimdi gidiyoruz ya, nereye gidiyoruz?” Bu benim içimi çok burkmuştu. Yerleşik Romanların bile güçlük çektiği bu ülkede göçer Romanların çektiklerini varın siz düşünün. Pandemi döneminde tamamen işsiz kalan Roman müzisyenler büyük sıkıntıya uğradılar. Tarihimiz boyunca ikinci sınıf muamelesi gören bu insanlar, önce insandır, sonra vatandaştır, sonra bizim gibi tüm haklara sahip ülkenin yurttaşlarıdır. Romanları seviyorum.

KÜS

MSM’de ders yapıyorum. Baktım hepsi ayrı bir havada. Dersine kimse çalışmamış. Bizimki öğretmen-öğrenci ilişkisinden çok usta çırak ilişkisidir. Konservatuvarlar her ne kadar tiyatronun bilimsel yönünü anlatsalar da asıl mesele usta-çırak meselesidir. Onu yakaladın mı işler kolaylaşır çünkü kısa bir süre sonra artık sizin meslektaşlarınız olacaktır. Çok büyük olasılıkla da aynı sahneyi, aynı ekranı paylaşacaksınızdır. Dediğim gibi verdiğim derse çalışmamışlar. Sınıftan usulca çıktım ve evime geldim. Kırıldım doğrusu. Bu yaşta gidip onlara yararlı bir şeyler anlatmaya çalışıyorum, ilgilenmemişler bile. Aradan birkaç saat geçti, bizim sokakta bir koro sesi duydum: “Biiir şarkısın seeen, ömür boyu süreceeek.” Leyla geldi: “Seninkiler kapının önünde” dedi. “Boş ver” dedim. “Çıkman lazım” dedi. Çıktım balkona. Başlarında İlker Ayrık. Kalabalık bütün sınıf. Bir tabelacıya o arada kocaman bir döviz yazdırmışlar: “Geri dön hocam” yazıyor. “Tamam, mahalleyi ayağa kaldırmayın, ayrıca sesleriniz çok çirkin, detone oluyorsunuz” dedim. Gülüşerek gittiler. Ben onlarla arkadaşım. Aramızda yaş farkı falan da yok. Ben onların yaşında olmaya çalışıyorum, o kadar. Hepsi gözbebeklerim. Bizi hiç mahcup etmediler. Tiyatroda, sinemada, televizyonda almadıkları ödül kalmadı. Bir de üstüne üstlük Şevket (Çoruh) borç harç tiyatro binası yaptı. Gidip görün, kendinizi Paris’te bir tiyatroda sanırsınız. İlker nefis şeyler yapıyor. (Kendi tuzağıma kendim düştüm. Şimdi hepsinin tek tek nelere imza attıklarını söylemem gerekecek.) Bakarız.

Gözümün yaşısın sen, hüznümsün. 

Oysa güzel günler görsek seninle

Ufukta güneş görünsün.


Ihlamur çiçekleri açsa

Sokak mis gibi ıhlamur koksa

Mevsimler mi değişti

Burnum koku mu almıyor?

Çiçekler mi açmadı?

Yaşlanıyor muyuz yoksa?

2007

Birilerini mutlu ettiğinde mutlu olduğun mesleğe “Oyunculuk” denir. Bir şiircik ve bir değiş. Bu ne iş? Bir daha düşün. Yazarken de yaparken de yaşarken de bir daha düşün.

Atatürk diyor ki: Bir dinin tabii olması için, akla, bilime, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ottoman 21 Ekim 2024
Dümbüllü 14 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları