Müjdat Gezen

Darağacında üç fidan

06 Mayıs 2024 Pazartesi

Radyo dinliyordum. Canlı yayındı. TBMM’de: “Rövanşı aldık...”, “Üçe üç” naraları duyuldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan idam edilmişlerdi. Devrin hükümeti infazı alkışlarla kutları. Üç gencin asılması, Menderes ve iki arkadaşına yapılan çirkin hareketin rövanşı olarak sunuldu.

Sağ, kindar ve intikamcıdır. Menderes’e ne kadar üzüldümse o üç gence misliyle üzüldüm. Acıları hâlâ içimdedir.

ŞEYDA...

Şeyda, mahallenin en güzel kızlarından biriydi. O zamanlar ikimiz de on üç on dört yaşlarındayız. Şeyda ile bakışıyoruz. O bana bakıyor, ben ona bakıyorum. O kadar. Konuşma bile yok. Platoniğiz enikonu. Sonra büyüdük, ben mahalleden ayrıldım, o ne oldu bilmiyorum. Kadıköy Fenerbahçe’ye taşındım. Tek başıma yaşıyorum. İlk sözünü ettiğim Şeydalı yıllar 1956 falan. Yıl oldu 1985. Bir gün evimin telefonu çaldı, açtım. “Müjdat nasılsın? Ben Şeyda” dedi. “İyiyim, sen nasılsın, nereden arıyorsun?” “Kadıköy’den. Seni görebilir miyim?” “Tabii çok isterim” dedim. Adresimi verdim. Biliyormuş zaten. Geldi. Geldi ama bu gelen kırk yaşın üzerinde olgun bir kadın. Şeyda ise on üç on dört yaşlarında olması lazım. Akşama kadar eski günleri konuştuk. Birer kadeh içki içtik. Geceye doğru kalktı, izin istedi gitti. Şeyda kırklı yaşlarda olmuş, nasıl olur yahu? Aynanın karşısına geçtim. Yüzüme baktım. Sonra nüfus kâğıdım geldi aklıma. Aynı yaşlardaydık. Hiç şüphe yok ben de Şeyda için eski minik çocuk değildim. Yıllar geçmiş gitmiş. Sonra hiç görüşmedik. Keşke o bir günlük görüşme olmasaydı da ben güzel Şeyda’yı hep o minik haliyle hatırlasaydım. O da beni tabii. Ama onun bir avantajı vardı. Beni takip ettiği için fiziki durumumun nasıl olduğunu biliyordu. Hafif kırlaşan saçlarımdan haberi vardı. Hayat ne tuhaf...

Atatürk diyor ki: Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.

AKP - CUMHURİYET

AKP sıkı bir Cumhuriyet okuru. Gazeteyi sadece okumakla kalmayıp “Neresinde AKP karşıtı haber var, hangi yazar hücum ediyor ona” bakıyorlar. Bulmacamızı çözen yok. Gelelim AKP’nin Cumhuriyetle olan sorununa...

Yerim dar, bunu tefrika yapmayı düşünüyorum

TRABZON

Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda konuk yönetmen olarak oyun koyuyorum sahneye. Deniz kıyısında güzel bir otel tutmuşlar bana. Kuzenim Mehmet yalnız bırakmadı, geldi sağ olsun. Boş zamanlarda karşımızda bulunan bot, sandal, kano gibi deniz taşıtları satan mağazadan küçük bir sandal kiraladık ve denize açıldık. Üç dört kez yaptık bunu. İş sahibine, “Borcumuz ne?” diye sordum. Müjdat Gezen şehrimize gelmiş, bize tiyatro oyunu hazırlayacak, biz de ondan para alacağız. Yakışmaz Trabzon’a” dedi. Ne tatlı adamdı. Unutmuyorum. Yan tarafta da tatlıcı vardı. Her gün Laz böreği gönderirdi otele. (Laz böreği tatlıdır, bilmeyenler için.) ona da para veremedik. Çok sıcak, çok tatlı, çok esprili insanlardır Trabzonlular. Bir ay kaldım, hiçbir ters hareketlerini görmedim. Onları hep sevgi ve saygıyla anacağım. Ev ziyafetlerini, gezmelerimizi saymıyorum bile.

BULMACALAR

Bulmaca çözmeden evden çıkmam. En az iki bulmacam vardır. Çok zor bulmacaları çözüp kendimi strese sokmam. Çok kolay olanları da pek sevmem. Orta karar olacak. Benim hayatım gibi. Bulmaca bunamayı önler, diye bir söz var. Umarım doğrudur. Çünkü son zamanlarda bulmacanın gerçekten bu işleri önleyip önleyemeyeceği konusunda şüphelerim var. Ama ben yine çözüyorum. Özellikle uçak yolculuklarında en güzel limandır bulmacalar. Biriktirip çantamda götürdüklerim biterse uçak dergilerinde bulunan bulmacaları çözerim.

Dürdane benim yengem. Bize emanet o. Ağabeyim aramızdan ayrıldıktan sonra yengemizi bir dakika yalnız bırakmadık. Bulmacacıdır. Yazları birlikte oluruz aylarca. Ben bulmacalarımın orta sayfalarını çözmem ona bırakırım. Eksik kalan sözcükleri sonra beraber tamamlarız ve ömürler böyle geçer. Bulmacalar çözülür, arada ağabeyimi anar üzülür. Ve hayat devam eder.

KRİSTAL GAZİNOSU

Taksim Meydanı’nın en güzel binalarından biri Kristal Gazinosu idi. Babam orada çalışırdı. Sünnetimi orada yaptık. Hamiyet Yüceses devrin en popüler assolistlerinden biriydi. Şarkılar okudu, misafirlerimizi eğlendirdi ve giderken yastığımın altına bir zarf bıraktı. Açtık baktık, elli lira. O zaman ev kiramız elli liraydı. Çok güzel sesi ve kalbi vardı Hamiyet ablanın. Çok sevilirdi. Bir “Her yer karanlık” attırırdı, salonlar inlerdi. Mikrofonsuz okurdu bu gazeli. “Geceler” şarkısını o meşhur etmişti. Türk sanat müziğinden bir Hamiyet geçti ve öyle gür bir ses bir daha gelmedi. Şimdi burada Savaş (Dinçel) geldi aklıma. Derdi ki: “Ulan elli lira verdi diye övüyorsun bu kadar, demek yüz lira verseydi dünyada ondan büyüğü yoktu.” Hepsi akan sular gibi berrak, tertemiz akıp gittiler. Bizi böyle öksüz bırakarak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sofi 13 Mayıs 2024
Darağacında üç fidan 6 Mayıs 2024
İktidar 29 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları