Müjdat Gezen

‘Bu nasıl tatil?’

18 Nisan 2022 Pazartesi

Dedim ki: “Sevgili Arif kardeşim... Ben her 1 Nisan’da tatile çıkarım. Yazılarıma bir süre ara vereyim, beni izinli sayın...” “Tamam abi” dedi. Bir baktım yedek yazım yayımlanmış. Telefon ettim Arif kardeşime, “Abi ara vermeyelim” dedi. Hem mutlu oldum hem kendi kendime “Bu nasıl tatil?” dedim. Devam... Tıpkı bizim tiyatro işleri gibi... Mayısta turnelerim var. Kızım Hollanda’dan geliyor ve biz yine yollara düşüyoruz... Güzeldir tiyatro turneleri. Aracımızın içinde kişi bulmaca, sessiz sinema, kültür bilmecesi gibi oyunlar oynarız. Yolun nasıl geçtiğini, çoğu zaman anlamayız. Gece oyundan sonra uyukladığımız veya televizyon izlediğimiz de olur... Güzeldir mesleğim... Bu arada kısa tatilimde, canım kardeşim Uğur Dündar F.B. Kulübü’nde girdiği seçimi kazandı. Onu kutluyorum...

Diğer can kardeşim, dostum İlker Başbuğ yeni kitabını bitirdi. 

Kitabın adı: “Savaş ve Barış, M. Kemal Anlatıyor”

Kitabın son paragrafı çok hoşuma gitti. Aynen alıyorum: 

Mustafa Kemal askerliğe âşıktı. Ama hiçbir zaman militarist olmadı. Mustafa Kemal’e göre savaş, zorunlu ve yaşamsal olmalıydı. Mustafa Kemal’i en iyi anlatacak kişi Mustafa Kemal idi: ‘Savaşçı olmam çünkü savaşın çok acıklı durumlarını herkesten çok iyi bilirim.’ İlker Başbuğ bu kitaba çok emek verdi. Şu anda baskıda. Çıkar çıkmaz edinmenizi salık veririm. 


Martialis’in şu sözü çok hoşuma gidiyor:

“Ne son gününü hatırla ne de ondan kork.”

Gerçekten kimilerinin iktidardaki, son günleri yaklaşmakta. Diyorum ki: “Korkmayın, her şeyin bir son günü var. İstanbul seçimlerinde de oldu bu.” 


MASAL

Hadi bir masal uyduralım... Bebek doğuyor. Daha bir yaşına gelmeden annesinin söylediği ninniye eşlik etmeye başlıyor. Sesi inanılmaz güzellikte. Sekiz yaşında ilk konserini veriyor ve herkes ayakta alkışlıyor. Bu işleri bilenler, “Bu çocuğu harcamayın, iyi bir müzik eğitimi aldırın” diyorlar. Aile buna gerek görmüyor. Çünkü çocuğun sesi o kadar güzel ki. Gittikçe ünlü olmaya başlıyor ve konserlerine yer bulunmaz oluyor. O artık on sekiz yaşında ve ülkenin en ünlü sanatçısıdır. Ara sıra sesinin kısıldığı oluyor ama ilaçlarla, iğnelerle, ne yapıp yapıp konserlerine çıkıyor. Artık bileğini bükecek bir rakibi yoktur ülkede. Büyük bir servete kavuşuyor. Yatları, katları, dükkânları, ne isterseniz hepsi oluyor. Artık o, ülkenin en zengin ve en çok iş yapan sanatçısıdır...

Ama bu sadece masallarda olur... Bir de bizim ülkemizde.

MÜZİKALLER

Asıl mesleği gazetecilik olan Egemen Bostancı, Erol Simavi ve Erdoğan Şenay gibi dostlarının da yüreklendirmesiyle, Şan Sineması’nı bir müzikhol haline getirerek müzikli oyunlar oynatmaya başladı. Kendisi yapımcıydı. Tiyatroyla bir ilgisi yoktu. Ama dünyadaki iyi insanlardan biriydi. Çok efendiydi. İşin kötü yanı, bilmediği bir işe soyunmuştu. 

İşe temelinden bakmamız gerekirse, ülkemizde müzikallerin bir geçmişi yoktur. Eğer işi kategorize etmemiz gerekirse şöyle bakmalıyız: opera, opera komik, operet, müzikal, müzikli oyun. Eski yıllarda operetler vardı. Müzikli, danslı komedilerdi. Ara ara müzikal adı altında müzikli komediler de oldu. Ama gerçek müzikaller oyunun pek çok repliğinin şarkı biçiminde söylenmesiyle olur. Bizim yerli oyunlarımızın pek azı böyledir. Diğerleri (benim de yaptığım, yazdığım, yönettiğim, oynadığım oyunlar gibi) müzikli oyunlardır. Yani klasik Amerikan, İngiliz müzikalleriyle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Biz onu da kendimize uydurup öyle yaptık müzik işini. Egemen Bostancı o işe çok para yatırdı. Hayattan ayrıldığında borçlarını dostu Erdoğan Şenay ödedi. 

Bana bir oyun yaptırmak istedi: “Artiz Mektebi” GÜM ekibi olarak özellikle Kandemir ve ben oyunu yazdık. Sadık abi şarkı sözlerinin bir bölümünü yazdı. Güzel bir kadro yaptık. Perran Kutman, Savaş Dinçel, ben başrolleri paylaştık. İyi iş yaptı oyun. Sonra bizim aynı ekip yine başta Kandemir’le ben, Devekuşu Kabare Tiyatrosu’na “Beyoğlu Beyoğlu” müzikli oyununu yazdık. Ben yönettim. Kapalı gişe oynadı Zeki ile Metin ve kadroları.

Egemen Bostancı’nın aramızdan ayrılmasıyla ve Şan Tiyatrosu’nun bir yangında tamamen yanmasıyla o işler bitti. Ben üç tiyatro sezonu TİM’de üç müzikal yaptım. Artık yapmama kararı aldım. Astarı yüzünden pahalı olan bu yapımlar iyi iş yapmasına karşın 2 bin kişilik salonda ancak haftada bir kez oynayabiliyordu. Ülkemizdeki müzikallerin, doğru deyimle müzikli oyunların kısa tarifi böyledir. Bilginiz olsun istedim.

TÜRK MİZAH TARİHİ

GÜM ekibi olarak böyle bir oyun hazırlığına giriştik. Ekibimizi ikiye böldük. İlk ekipte Haldun Taner, Kandemir Konduk, ben dönemleri yazacaktık. Önceki dönemi ise Sadık Şendil, Aziz Nesin, Altan Erbulak. Bu iki ayrı grup ayrı ayrı çalışmaya başladı. Biz Haldun Taner’in evinde buluşuyorduk. Diğer grup GÜM’de çalışıyordu. Kısa bir süre sonra Haldun Hoca’yı kaybettik. Bu güzel proje böylece yapılamadan bitti. Başarabilseydik iyi bir belgesel oyun çıkmış olabilirdi. Saydığım isimlerden kala kala sadece Kandemir’le ben hayattayız. İkimizin bu işi ele alıp bitirmesine olanak yok. Çünkü başımızdaki büyük ustaların oyuna katacağı çok önemli belgeler ve gözlemler o işi büyük iş yapabilirdi ancak. Hepsi nurlar içinde yatıyor olsunlar. Çok büyük sanatçılardı. 

ÇOCUKLARIMIZ

Önce ailelere sesleneyim: Çocuklarımıza biz neler öğretiyoruz aile içinde? Çünkü çocuk gözünü açtığında annesiyle, babasıyla, varsa diğer yakın akrabalarıyla karşılaşıyor. Onlardan öğrendikleri hayatını şekillendiriyor. Anne ve baba bu konuda en öndeki iki kişi. Ağabey, abla, dede, babaanne, anneanne daha sonraki sıralamada bulunuyorlar. Anne en önemlisi. Ne demiş Nâzım: “Analardır adam eden adamı.” Hiç kuşkusuz baba da burada en önemli rolü oynayanlardandır. Çocuk rol model olarak bu iki kişiyi öncelikle benimser. Genellikle kız çocuklar anneyi, erkekler babayı seçebilir. Okuldaki eğitim bunlardan sonra başlayan bir olaydır. Çünkü yuva ve anaokulu her çocuğa nasip olan bir şey değildir toplumumuzda. Bir kere paralıdır ve pahalıdır. Her aile bunu yapamaz. Ama aile içinde verilen eğitim endirekt bir eğitimdir. Çocuk gördükleriyle biçimlenir. İyi ve doğru anne babadan kötü bir çocuğun çıkması düşük bir olasılıktır. Örneğin anne ve babanın hayvansever olduğunu varsayalım. O çocuğun hayvanları sevmeme olasılığı çok düşüktür. Hayvan sevmekle işe başlayan çocuğun insanları sevme ve tanıma konusunda daha avantajlı olduğu söylenebilir. “İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum” söylemi genellikle insanlardan umduğunu bulamayanların uydurduğu bir kötü yaklaşımdır. İnsandır her işin başı ve sevgiyle yoğrulduğunda işler iyi gider. Çocuğa önce sevgi ve saygı doğal olarak gösterilmelidir. Yani ana babanın davranışları buradan çocuğa geçer. Ben pedagog değilim ama okulum ve tiyatrom hep bu işlerle ilgili. Yaşadıklarımdan edindiğim şeyleri size aktardım. Bu kadar. Bir şey öğretmek amacım yok. Anne babalar bu işleri benden daha iyi bilirler çünkü onlar genç ve gençler bizden ileriler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk mavisi 16 Aralık 2024
Elif 9 Aralık 2024
Hastaneler 2 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları