Mehmet Ali Güller

Jeopolitikçiliğin çıkmazı

02 Ocak 2021 Cumartesi

Jeopolitiğin bugünkü halini alması, Alman Friedrich Ratzel’in onu 1897’de Politische Geographie başlıklı çalışmasında bir yöntem haline getirmesiyle başladı. Ortaya çıkışı, kapitalizmin emperyalizm aşamasının doğumundadır. Çünkü 19. yüzyılın sonunda gelişmiş kapitalist devletler emperyalist hedeflerine uygun olarak yayılmak, sömürgeler kurmak, sınırlarının ötesine müdahale etmek, rakiplerini ve komşularını istikrarsızlaştırmak istiyordu. Jeopolitik işte bu “ihtiyacı” karşılamaya yönelik bir yöntemdir. 

Alman emperyalizminin “yaşam alanı” ve ABD emperyalizminin “tehdidi kaynağında yok etme” diye sunduğu saldırganlıklar, jeopolitiğin tipik uygulamalarıdır. 

Kaçınılmaz yayılmacılık 

Bu uygulamaları jeopolitiğin “yanlış uygulamaları” diye değerlendirmek, jeopolitikçiliğin doğasındaki sorunları ortadan kaldırmaz. Çünkü jeopolitik, doğası gereği bir yöntem olarak benzer sonuçlara ilerler. 

İşte AKP hükümetinin Doğu Akdeniz politikası da bu gerçeği resmetmektedir. İktidar cephesinin Ankara’nın güvenliğini Afrin’e, Afrin’in güvenliğini İdlib’e, İskenderun’un güvenliğini Kıbrıs’a, Kıbrıs’ın güvenliğini Libya’ya bağlayan anlayışı tipik jeopolitikçiliktir.

Jeopolitikçi anlayış, kaçınılmaz olarak uygulayıcısını “sürekli yayılmaya” iter. Bu da en sonunda ya savaş ya geri çekilme doğurur.

Antalya Körfezi’ne çekilmek

Doğu Akdeniz’de Oruç Reis araştırma gemisini Antalya Körfezi açıklarına altı aylığına geri çekmek, jeopolitikçiliğin çıkmazının sonucudur. Çünkü bu yöntemi uygulayabilmek için askeri gücünüzün olması yetmez, ekonomik gücünüzün de yeterli olması gerekir.

Ancak öyle olmadığı için iddianızı gerçekleştiremiyorsunuz. Örneğin ilan ettiğiniz münhasır ekonomik bölgede (MEB) kalan alana araştırma gemisi gönderemiyorsunuz. Çünkü Yunanistan ve Mısır, Trablus’la ilan ettiğiniz MEB’inizi kesen bir anlaşma yapıyor, sizin “Mavi Vatan” içinde gösterdiğiniz bir alanı kendi MEB’i içinde ilan ediyor ama siz “Mavi Vatan”a araştırma gemisi gönderemiyorsunuz!

Bu köşede birkaç kez yazdık: Mavi Vatan’ı MEB’leri de dahil ederek 464 bin kilometrekarelik bir alan olarak ilan etmek doğru değil. Çünkü MEB’ler devletlerin “tam egemen” olduğu alanlar değildir, işletme hakkı aldığı bölgelerdir. Öyle olduğu için de iki devletin anlaşarak MEB ilan ettiği bölgede, üçüncü ülkeler boru hattı döşeme dahil pek çok hakka sahip olurlar.

Mavi Vatan’ı MEB’leri de dahil ederek genişletmek, jeopolitikçi anlayışın doğal bir sonucudur. Hatay’ı Suriye’den, Suriye’deki varlığınızı Doğu Akdeniz’den, Doğu Akdeniz’deki varlığınızı Trablus’tan koruma yaklaşımı, sizi sürekli “daha geniş alan” ihtiyacına götürür. Trablus’u da Tunus hattı üzerinde koruma ihtiyacı ortaya çıkar!

Atatürk anti-jeopolitikçiydi 

Jeopolitikçi anlayışın tersini, en iyi Mustafa Kemal Atatürk formüllendirmiştir: Yurtta barış, dünyada barış!

Jeopolitikçi anlayışa göre komşunun toprağına genişleyerek tehdit uzakta engellenir; Atatürk’ün dış politika anlayışında ise “Ülkendeki barış komşundaki barışa, komşundaki barış da ülkendeki barışa hizmet eder” görüşü hâkimdir.

Jeopolitikçilik, komşuna rağmen gelişmeyi, komşuna doğru genişleyerek büyümeyi, hatta komşunun toprağında “savunma hattı” kurmayı, dolayısıyla aslında sürekli savaşı getirir.

Atatürk’ün anlayışı ise barış kuşağı oluşturmayı, birlikte gelişmeyi hedefler ve sağlar. Atatürk, 1934’te Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya ile Balkan Dostluk ve İşbirliği Paktı’nı, 1937’de İran, Irak ve Afganistan’la dörtlü Sadabat Saldırmazlık Paktı’nı kurmuştur. Böylece Türkiye’nin batısında, güneyinde ve doğusunda bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturmuştur. Zaten kuzeydeki SSCB ile de 1921 tarihli dostluk ve kardeşlik anlaşması vardır.

İktidarın jeopolitikçi yaklaşımı ise ülkemizi komşularımızla karşı karşıya getirmiştir. Pek çok komşumuzla ve komşularımızın komşularıyla sorunlar yaşamaktayız bugün... 

Kısacası jeopolitikte çözüm değil, sadece sorun vardır. Çünkü jeopolitikçilik hem savaş doğurur hem de yalnızlaştırır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları