Hikmet Çetinkaya

Laiklik mi, demokrasi mi?

30 Mart 2017 Perşembe

20 yıl önce Türkiye bugün olduğu gibi laikliği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğü ilkesini, yargı bağımsızlığını, düşünceyi ifade ve basın özgürlüğünü tartışıyordu...
Laiklik karşıtlığını sivil toplumculuk adına savunan kimi liberaller o yıllarda bakın neler diyorlardı:
- Laiklikle demokrasi arasında doğrudan bağlantı yoktur... Türkiye, 1920’lerin başında laikliği kabul etti ama demokrasiye ancak 1950’de geçti.
- Cezayir, Libya, Suriye ve Irak az çok laik, ancak demokrasi yok.
- İsveç din ve vicdan özgürlüğünü 1869’larda tanıdı. Bugün bile devlet kilisesine din adamlarını hükümet atıyor.
- Laiklik süngüyle korunmaz. Cezayir’de de “Kemalist tek parti rejiminin laiklik anlayışı neredeyse tıpatıp vardı.”
Bazı küçük doğruları, büyük yanlışları gizlemek için kullananlar, laikliği din düşmanlığı, darbeci kafayla görenlerin sayıları bir hayli fazlaydı 20 yıl önce de...
Suriye, Irak, Libya ve gibi ülkelerin “az çok laik” olduğu savı doğru değildi. Bu ülkelerde baskı ve tek adam rejimi vardı. Ne laiklik ne de demokrasi hak getireydi.
Devleti, din adamlarının yönetmemesi ya da yönetirken din adamlarından fetva alınmaması, o devletin laik olduğu anlamına gelmez.

***

Türkiye dışında, halkının çoğunluğu Müslüman olan laik bir ülke yoktur. Artık Türkiye’nin de laikliğin su götürür olmadığını Ahmet Taner Kışlalı, Server Tanilli gibi yazarlar sık sık yazmışlardır.
Kışlalı, bir yazısında şöyle der:
“Cezayir’de bizdekinin aynı bir laiklik anlayışının olduğunu söyleyebilmek için insanın ya cahil ya da yalancı olması gerekir.
Siyasal muhalefete izin vermeyen Cezayir’in tek partisi, dinsel güçlere büyük destek veriyordu. Evlerinde şarap içen bakanlar, yabancı elçiliklerde içki içenlere yutkunarak bakmak zorundaydılar.
Cezayir yönetimi, muhalefete ‘cami’ dışında bir sığınak bırakmamanın bedelini ödediler ve ödüyorlar.”
Bunu Kemalizmle bağlantılı olarak görenler vardı ve Türkiye’de 20 yıl sonra da hâlâ var...
Nasıl ki İsveç’te krallığın olması demokrasinin olmadığı anlamına gelmiyorsa da... Bazı papazların hükümetçe atanması da laikliğin olmadığı anlamına gelmez.
Asıl önemli olan yasalar değil yaşananlardır.
Türkiye’ye önce laiklik geldi, sonra demokrasi.
Laikliği de içeren Aydınlanma Devrimi yaşanıncaya kadar, Hıristiyan dünyası karanlıktaydı. Geriydi. Çünkü inançlar ve düşünceler baskı altındaydı.
O koşullarda demokrasinin yeşermesine olanak var mıydı?

***

Laikliği savunmak demokrasiyi savunmak anlamına gelmez, diyenlere de bir çift sözümüz var...
Bir ölçüde haklılar!
Çünkü laiklik demokrasi değildir, ama “demokrasinin önkoşulu”dur. Olmazsa olmaz koşuludur.
Var mıdır, laikliği yadsıdığı halde demokrasiye ulaşabilmiş bir ülke? Var mıdır, düzeni, akla ve bilime değil de dine dayandığı halde demokrasiyi gerçekleştirebilmiş bir toplum?
Hiçbir toplumda önce demokrasi sonra laiklik gelmemiştir.
Demokrasi olduğu halde laiklik olmayan bir toplum gösterilebilir mi?
Demokrasi laikliğin önkoşulu değildir; laiklik demokrasinin önkoşuludur.
Çünkü laikliği kabul etmeyen bir düzende toplum halk adına yönetilmez; Tanrı adına yönetilir.
Her laik toplumda mutlaka demokrasi olmaz; ama laikliğin olmadığı bir toplumda da demokrasi olmaz.
Eğer laikliği koruyabilmişseniz; yitirdiğiniz demokrasiye bir gün yeniden kavuşabilme umudunu da koruyabilmişsiniz demektir.
Laikliği yitirmişseniz; zaten demokrasiyi de yitirmişsinizdir...
(Bu yazı Ahmet Taner Kışlalı’nın 18 Ekim 1996 tarihli yazısından bazı bölümleri içerir.)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları