Hikmet Çetinkaya

Gülümse...

13 Mayıs 2018 Pazar

Çocuklar yaşamaz, yaşamaya hazırlanır...
Bir Rus atasözü akşamın karanlığında doldurdu odanın içini. Bir genç kadın çocukluk düşlerini anımsadı o anda. Soğuk kış gecelerini düşündü, sevdanın kaçışını durdurmaya çalıştı...
Yağmur yağıyordu... O ise yapayalnızdı...
Her şey ölümdür, karada ve denizde; fakat daha da acımasızdır insanın yazgısı; o bilmek zorundadır, daha doğduğunda; hakkında verilmiş ölüm kararını...
Acaba o genç kadın yaşamın hızlı akışını kavrayabilmiş miydi?
Hayır düşünmüyordu bunları...
Samuil Marşak’ı tanır mıydı?
Hiç sanmıyorum...
Voronej’ın adını duymamıştı, Samuil’in barış ve savaş şiirlerini okumamıştı hiç...
Burns, Shakespeare, Byron, Heine, Petöfi’den çevirilerini biliyor muydu?..
Genç kadın “boş ver” dedi saçlarını yana atarak... Adam ise gülümsedi...
Bir sevda bulutu mavilerini giymişti o saatlerde bilinmeyen bir ülkede...
Üstünde yeşil vadinin, günbatımında gümüşlenen ırmakların pembeleşen enginliğinde sevişme çanları çalardı...
Hiç yazılmamış aşk öyküleri o bilinmeyen ülkenin kadınları üzerine kurulurdu...
Düşler gerçeğe dönüşür müydü hiç orada? Bir genç kız şiirler okur muydu erkeğine? Maviler çoğalır mıydı hüznün üzerine çöken grilerde? İvanov ya da Fyodor Sologup bir şeyler fısıldar mıydı kulaklarına?
Bir erkek ellerini tutsun istiyordun zamana yenik düşen sabahlarda; bir kadın gülümsesin, kollarında uyutsun diyordun gözlerini yumduğun gecelerde...
Her şey yitip gitti aşklarımız gibi...
Eğer dünyaya Madagaskar’da gelseydim, bir dil konuşurdum ‘a’ sesiyle dolu; aşkın ateşini çağırırdı şiirim, çıplak dilberlere, Samoa’lı...

***

Çocuklar yaşamaz, yaşamaya hazırlanır...
Uzun uzun çocuk yıllarını düşündü, yoksulluğunu, hüznünü, yalnızlığını anımsadı yıllar sonra...
Sonra bir şeyler mırıldanmaya başladı:
Sık sık gel al götür beni gene
Güzelim duygu sık sık gel gene
Beden uyanınca bellekte
O bilinen istek coşturur kanınızı
Anımsar dudaklar yeniden teni
Duyar gene ellerin buluşmasını.
Sık sık gel gene, al götür beni gecelere
Anımsasın dudaklar, anımsasın tenim...”
Yağmur camlara vuruyordu...
Yerinden kalktı ve geniş koltuklar bulunan salona geçti...
Acaba her şey ölüm müydü?
Butler Yeats’ın “Leda ile Kuğu”su aklına geldi...
Bir sigara yaktı, ocakta kaynayan sudan kahve fincanına döktü... Artık kahvesi hazır sayılırdı, poşeti fincanın içine boşalttı...
Yeniden bir gün başlayacaktı...
Gözlerini yumdu, olduğu yerde dakikalarca kaldı...
Belki o saatlerde bilinmeyen ülkede, mızıka çalıyordu erkekler...
Anıların selinde bir çocuk gibi ağlıyordu tüm kadınlar geçmişin özlemiyle...
Lawrence’nin dizelerinden çıkan bir kadın gecenin karanlığında şarkı söylüyordu sevdiğine...

***

Çocuklar yaşamaz, yaşamaya hazırlanır...
Büyüklerin yüreklerinde hep büyümemiş çocuklar vardır...
Geceler boyu yalnızlar o çocuksu düşlerle birleşir, aşkın kaçışı o zamanlar yoğunlaşır...
Doğanın türküsünü söylermiş eskiler; ırmak, dağ, duman, kar, çiçek, ay ve rüzgâr; sevdanın ateşiyle yanarmış eskiler kendi bedenlerini çoğaltarak...
Sen bilir misin, aşk hiçtir, korku her şey!
O çocuk parmaklarınla dokunduğunda mevsimler yaz oluyor hiç farkında olmadan...
Fotoğraflarda gördüğüm, kitaplarda okuyup sonra da kaybettiğim sen kumruların üstünde dörtnala koşan gök gibiydin...
Nasılsa sonradan tanıdığım Şilili şair Vicente Huidobro anlattı olup bitenleri bana...
Hani yıldızlar kumru gibi seslenirken tepemizde, hani ayın boğuluşuna baktığım yıllarda olduğu gibi...
Sırtında alev alev bir gömlek vardı, gözlerinse bir deniz fısıltısıydı...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları