Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Şehir ve Şehir’ üzerine spekülatif düşünceler

25 Mart 2021 Perşembe

Bir haftadır yaşanan (İstanbul Sözleşmesi, Merkez Bankası Başkanı, HDP, Gezi Parkı, Kanal İstanbul… Boğaziçi öğrencilerinin davasındaki iddianame) “garip gelişmelerle” ilgili yorumları okurken bir “bilişsel uyumsuzluk” içine düşer gibi olduğumu fark ettim. Bir taraftan kimilerine göre siyasal İslamın AKP rejimi hata üstüne hata yapıyor, yönetemiyor, “kendi ayağına sıktı”. Öbür taraftan AKP rejimi 19 yıldır giderek artan bir rahatlıkla her istediğini yapıyor, sürekli yeni siyasi, kültürel mevzileri ele geçiriyor, kısacası iktidardadır, sözcüleri kendilerinden çok emindir. Ben iki önermeye de katılıyorum “bilişsel uyumsuzluk” da bundan kaynaklanıyor. 

Bu uyumsuzluğun ayırdına vardığımda, China Melville’in “The City and the City” (Şehir ve Şehir) başlıklı bilimkurgu romanını anımsadım.

İKİ REALİTE TEK MEKÂN

Melville’in romanında, tek bir coğrafi mekân üzerinde, kültürleri, teknolojik gelişmişlik düzeyleri ve lisanları, kısacası realiteleri birbirinden farklı Besz´el and Ul Qoma adlı iki şehir var. Bu iki şehir ve iki farklı realite, aynı coğrafi mekânı paylaşıyor ama birbirine karışmıyor. Çünkü birinin sakinleri öteki şehri görmeyerek yaşıyorlar. 

Melville’in kitabının izleği olmasa bile izleğinin yaşandığı ortam Türkiye’nin durumuna benziyor. Artık aynı coğrafi mekânı paylaşan farklı “şehirler” olarak yaşıyor Türkiye’nin sakinleri. Birinci realitede yaşayan Aydınlanmacı, Modern, Cumhuriyetçi şehrin (Kürtleri de tüm sorunlarıyla ve talepleriyle birlikte bu şehrin içinde görüyorum) sakinlerinin “bilişsel haritasında” siyaset ve kültür, ekonominin türevidir. İkinci realitede yaşayan siyasal İslamcı şehrin bireylerinin “bilişsel haritasında” ekonomi, siyasetin ve kültürün türevidir. Diğer bir deyişle birinin dünyasında toplumu ekonomi belirler, şekillendirir, öbürünün dünyasında siyaset ve kültür. 

Siyasal İslamcı rejimin uygulamaları, Cumhuriyetçi (muhafazakâr, liberal demokrat, neo-liberal ve hatta sol) şehrin “yaşam dünyasını” sistemli biçimde bozuyor, çözüyor, o şehrin sakinleri de bu uygulamalardan, “bunlar yanlıştır”, “yönetemiyorsun”, “demokrasilerde böyle şeyler olmaz” açıklamalarıyla biteviye yakınıyorlar. Buna karşılık, siyasi İslamcı şehirde yaşayanlar için,“yaşam dünyaları” bütünleşiyor, iç tutarlılığı gittikçe artıyor. Onlar için bu sürecin “mimarı” olarak gördükleri liderleri, partiler başarılıdır, hareketin yönü de siyasi ve kültürel olarak gayet doğrudur

BU, SÜRDÜRÜLEMEZ BİR DURUMDUR

Bu iki şehrin aynı coğrafyada var olmaya devam etmesi artık olanaklı değildir. Siyasal İslamın şehrinde yaşayanlar bunu anlamış görünüyorlar. Rejimin gittikçe hızlanan uygulamaları, öbür şehri yok etmeye, coğrafyanın tek “şehri” olmaya yöneliktir.

Cumhuriyetçi şehrin sakinleriyse (Türkler, Kürtler, Aleviler ne kadar kaldıysa Museviler, Hıristiyan azınlıklar) hâlâ tek bir şehir, yalnızca kendi şehirleri var sanıyorlar (sanırım kadın hareketi ve LGBTQ+, farklı bir algıya sahiptir), aynı coğrafyada var olan öbür şehri ve harekete geçirdiği dinamikleri görmemeye devam etmekte ısrar ediyorlar (en ısrarlı olan da CHP’dir). Bu görmezlik, hatta inkâr içinde üretilen tepkiler sonuç vermiyor, süreci durdurmak bir yana, ne şekillendirebiliyor ne de yavaşlatabiliyor.

Gerçekteyse ortak coğrafyanın üretken teknolojisi, üretim bilgisi ve bilinci Cumhuriyetçi şehre aittir. Öbür şehir rant, komisyon, haraç vb., yoluyla bu üretimin teknolojisinin ürünlerinden, bu ürünlerin türevlerinden besleniyor. Bir canlının bedenine yapışmış asalak gibi… 

Bundan sonra sürecin yönüne ilişkin çok fazla olasılık yok: Ya canlı beden bu asalağı beslemeye son verecek, o asalak da bedenden düşecektir ya da bu asalak bedeni, tümüyle tüketene kadar büyümeye, kaplamaya devam edecektir. O noktada, ana beden yok olurken asalağın da yaşam koşullarının ortadan kalkacağını, onun da öleceğini düşünmek olanaklıdır.

Cumhuriyetçi şehrin, kendini tek şehir sanmaktan, öbürünü ve karşısındaki yaşamsal tehlikeyi görmemekte ısrar etmekten vazgeçmesi aynı coğrafyada iki şehir paradoksunu, “kendi şehrinin” gereksinimleri bağlamında çözecek, bu asalak ilişkiye son verecek önlemleri ve eylemleri düşünmesi gerekiyor, hem de acilen. Çünkü Cumhuriyetçi şehir, tüm toplumsal, kültürel zenginlikleriyle birlikte hızla yok oluyor…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump! Nasıl yani? (2) 14 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları