Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Davos’ta İki Hayalet

27 Ocak 2014 Pazartesi

Dünya Ekonomik Forumu’na (WEF) katılmak için gelen “dünyanın efendileri”, kendilerine uzatılan mikrofonlara, “krizden çıktık” mesajları veriyorlar. Bu iyimserlik mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benziyor. Bu sırada başlarının üzerinde iki hayalet dolaşıyor: Savaş ve devrim.

Küresel 10 riskten 6’sı siyasi WEF’nin yayımladığı
“Küresel Riskler 2014” raporuna bakarak başlayabiliriz. Rapor 2014 yılı için en çok kaygı yaratan 10 riski önem sırasına göre şöyle sıralıyor: 1) Önemli ekonomilerde kamu maliyesi krizi. 2) Yapısal yüksek işsizlik. 3) Su krizi. 4) Ağırlaşan gelir eşitsizliği. 5) İklim değişikliğine karşı önlem almakta ve uyum sağlamakta başarısızlık. 6) Daha sık aşırı hava durumu olayı (su baskını, kasırga, yangın). 7) Küresel yönetişim başarısızlıkları. 8) Gıda krizi. 9) Önemli bir mali kurumun ya da mekanizmanın çökmesi. 10) Derin siyasi, toplumsal istikrarsızlık.
Dikkatle bakınca bu risklerden 1, 3, 5, 7, 8 ve 10’uncusunun siyasi, doğrudan yönetmeye ilişkin olduğu görülüyor. 2, 4 ve 9’uncusu ekonomik- yapısal, ama dolaylı da olsa yine yönetişimle ilişkili; 6. risk de hem 5 ile hem de 4’le, nedenleri ve etkileri bağlamında bağlantılı. Kısacası, risklerin hepsini tek bir başlıkta, “yönetme başarısızlığı” riski adı altında toplayabiliriz.
WEF’nin raporu da zaten, risklerin birbiriyle bağlantılı olduğunu saptıyor; üç başlık altında yeniden değerlendiriyor: Çok kutuplu dünyada istikrarsızlık (jeopolitik). İş ve gelecek konusunda ufku karanlık bir “kayıp gençlik” kuşağı. Siber uzayın (internetin), giderek artan güven sorunundan dolayı parçalanmaya başlama riski.
Raporun, tüm bu risklerin bütünleşmesinden doğan “sistemik risk” bölümünde riskler bu kez ekonomik, çevre sorunları, jeopolitik, toplumsal, teknolojik olarak yeniden tasnif ediliyor. Sistemik risk, tek bir ülkenin veya kurumun çözüm üretemeyeceği çapta, güven ve işbirliği ortamı gerektiren bir risk. Bir sonraki bölümde sistemik riske daha yakından bakınca, karşımıza çeşitli küresel ağlarıyla, ilişki zincirleriyle küreselleşmenin kendisi çıkıyor: Çok sayıda eğilim kesişerek küresel çapta sistemik risk yaratmaya başlamış! Ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla toplumsal bütünlüğün zayıflamasıyla, toplumlar da kendi (yerel) sistemik krizlerini üretebilirlermiş. Rapora göre, kriz ortamında her yıl iş piyasasına girmekte olan genç nüfusun karşı karşıya kaldığı karanlık tablo özellikle önem kazanıyor.
Rapor güvene, uzun dönemli düşünmeye, farklı çıkar gruplarının arasında işbirliği gereksinimine vurgu yaparak bitiyor. Ancak işbirliği bir yana, savaş riski var insanların aklında: Japonya Başbakanı, Davos’ta 1914’ün A l m a n y a - İ n g i l t e r e rekabetiyle bugünün Çin-Japonya rekabeti arasında bir paralellik kurarak izleyicilerin tüylerini ürpertmiş.

Seçkinlerin başarısızlığı
Raporun saptadığı riskler esas olarak, yönetici sınıfların işlerini yapamadıklarını ortaya koyuyor. Financial Times’in ekonomi editörü Martin Wolf da aynı görüşte; “Seçkinlerin başarısızlığı geleceğimizi tehdit ediyor” diyor.
Wolf, “vasat kafalarına büyük maaşlar ödediğimiz seçkinlerin beceriksizliklerinin ve aptallıklarının” 1914’te, iki savaşa yol açan küresel ekonomik sistemi çökerten, dünyayı on yıllarca sürecek felaketlerin içine attıklarını anımsatıyor (14/01/14).
Wolf, günümüzde de ekonomik, finansal, entelektüel ve siyasi seçkinlerin finansal serbestleşmenin sonuçlarını yanlış anladıklarını, her birinin kendi alanında iflas ettiğini savunuyor. Dahası Wolf’a göre mali seçkinlerin “kurtarılmak durumunda kalması”... “Siyasi seçkinlerin vergi mükellefini bu kurtarmaya kurban etmesi”, her demokrasinin dayandığı en önemli uzlaşmayı yıkmaya başlamış: Seçkinler seçkin olma ayrıcalıklarına karşılık halkın da durumunun iyileşmesini sağlamakla yükümlüdürler. Halk, ceplerini böyle aşırı miktarda doldurmaya devam eden seçkinlerin başarısızlıklarını gördükçe öfkelenmeye, seçkinlerle halk arasındaki bağ kopmaya başlıyor.
Wolf, “Eğer seçkinler bu bağı yeniden kurmazlarsa bu öfke dalgası hepimizi altına alacak” diyor. Wolf’un bıraktığı yerden Financial Times’ın jeopolitik editörü Gideon Rachman’ın “Popülizm küresel seçkinleri alarma geçirdi” yazısıyla devam edebiliriz (21/01).
Rachman, Occupy Wall Street, Madrid’de Indignados, Hindistan’da yolsuzluk karşıtı harekete, İstanbul’da Gezi olaylarına göndermeyle bu öfkenin artık su yüzüne çıktığını, bu yıl Davos’ta “yükselen popülizm kaygıları” bağlamında, seçkinlerin dikkatini çekmeye başladığını vurguluyor. Popülizmin yükselmesinin arkasında, gelir dağılımındaki bozulmalarla, yolsuzlukla orta sınıfların tepkisi yatıyormuş.

Yine ‘orta sınıf’
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) son araştırmasında, günlük geliri 3 -13 dolar arasında olanları orta sınıf olarak tanımlamış. Bu kesimin nüfusu 25 yılda 600 milyondan 1.4 milyara yükselmiş. Peki, kimlerden oluşuyor “bu orta sınıf” diye sorduğumuzda, bizzat orta sınıfı anlatan yazıların içinde karşımıza “çalışanlar”, “emek gücü”, “vasıflı işçiler”, “bilişim işçileri” gibi tanımlamalar çıkıyor, bunların esas olarak sanayide değil hizmet sektöründe çalıştığı vurgulanıyor. (Paul Mason, The Guardian, 29/01). Dahası gelir ve tüketimi ölçü alsak bile bunlar geçen yüzyıl orta sınıf diye bildiğimiz kesimlerin tükettiği malları bugün tüketecek gelir düzeyine sahip görünmüyorlar. Ayda 90 ila 390 dolar gelir dilimi içinde ne tüketebilirsiniz ki temel ücret mallarından öte... Kısacası “orta sınıf” tanımı artık yeni işçi sınıfını gizleyen bir ideolojik gösterge olma özelliğini korumakta zorlanıyor.
Mali sermaye ve uluslararası şirketler gibi zenginlik ve yoksulluk da küreselleşirken, gelişmiş ülkelerle yükselen ülkelerdeki ücret düzeyleri birbirine yaklaşma eğilimi sergilerken “sakın Marx’ın kapitalizm analizleri doğrulanıyor olmasın?
Charles Kenny, Foreign Policy dergisindeki “Marx Geri Döndü” başlıklı yazısında, “hayır dönmedi” diyebilmek için çok uğraşıyor. Sığındığı kavram da yine “orta sınıf”. “Proletaryanın hayaleti” (yazarın bilinçaltı, proletarya ile komünizm ilişkisini kurmuş) değil gündemde olan, “proletarya devrimi” yok, “küresel çapta ortak çıkarlarının farkına varmaya” (sınıf şekillenmesi yaşamaya-E.Y), “hakkını almak için mücadeleye başlayan orta sınıf var”; “zaten orta sınıf, devrimcilerin hiçbir zaman en ateşlisi değildi, (1789’a ne demeli -E.Y) ama en beceriklisiydi” diyor.
Kısacası, “seçkinler” yönetemiyorlar, yeni işçi/orta sınıf da bu beceriksizlik karşısında öfkelenmeye başlayınca, “seçkinler” halkçılığı, proletarya korkusunu anımsıyorlar. Gerçekten de pratik, teoriyi mistisizme sürükleyen tüm ideolojik saplantıları yıkabilir. Kendini “orta sınıf” sananlar da bir gün, aslında ne olduklarını kavrayarak yönetme sırasının kendilerine geldiğini görebilirler.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları