Çocuk işçiler...

27 Nisan 2024 Cumartesi

Sabahattin Ali’nin aklımda ellenmeden duran bir öyküsü vardır: “Ayran” Küçük Hasan, her yıl memeleri biraz daha kuruyan yaşlı keçisinden sağdığı sütle yoğurt yapar, yoğurtla da ayran. Onun küçücük dünyası, istasyonda ayran satmak ve aç kardeşlerini doyurmaktan ibarettir. Sıcak yaz günlerinde bol bol ayran satar Hasan. Kışın kara ayazında herkes yüz çevirir ona. Bir gün sattığı iki maşrapa ayranın parasını alamadan tren kalkar. Böylece beş parasız kalakalır ortada. Üstüne bir de tipi bastırır. Hasan, karanlığa kalma pahasına akşam trenini bekler. Ancak trenin pencereleri açılmaz. Gecenin bastıran karanlığında kurt ulumaları arasında direnmeye çalışan çocuğun trajik sonu bellidir. Bir süre sonra aç kurtlar etrafını sarar. Hasan, artık kara trenlerden hızlı trenlere geçtiğimiz bugünlerin uzak bir kahramanı. Öyle her durakta durmaya uzun uzadıya vakit yok. Hayat akıp gidiyor, teknoloji belki sınıfsal eşitsizliğin bu denli gözle görünür olmasına fırsat vermiyor. Geçtiğimiz günlerde gözüme çarpan üstelik eski tarihli bir haber şöyleydi: 

“Trafiğin yoğun olduğu ağustos ayında helikopter kiralamada artış gözlendi.”

“Ülkemizdeki hatırı sayılır şirket yöneticilerinin İstanbul trafiği çilesine katlanamadıkları için şehir içi ulaşımda da helikoptere yöneldiğini görüyoruz” diyordu altndaki satırda. Dolayısıyla artık eşitsiz uçlar birbiriyle karşılaşmadan hayatlarını sürdürüyor. Böylece zenginlerin o muhteşem hayatlarında “sinirleri bozacak” durumlarla karşılaşmalarına da set çekiliyor! 

***

Çocukken Ankara’dan İstanbul’a gitmek, meşhur mavi trene binmek demekti. Her yolculuk büyülü bir serüven duygusu yaratırdı bende. Bilet kontrolörünü beklerken uyuyakalmak. Sabahın ilk ışıkları vururken İzmit’te gözünü açmak ve denizi görmek. Bir yolculuğumda İzmit’e vardığımızda on, on bir yaşlarında bir çocuk çarçabuk adımlarla koşmuştu trene. Pişmaniye satıyordu. Pencereden bir el uzandı, elindeki paketi kaptı, parayı uzatamadan tren hareket etti. O gün bir daha hiç göremeyeceğim o çocuk benim için Ayran öyküsündeki Hasan’a dönüştü. 

***

Bir kesim, steril hayatlarını yaşarken çocuk işçilerin neredeyse olmadığına inanmak istiyor. Ne yazık ki Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) raporlarına göre, dünyada doksan yedi milyonu erkek, altmış üç milyonu kız olmak üzere, yüz altmış milyon çocuk çalışıyor. Bu ise her on çocuktan birinin halihazırda çocuk işçi olarak çalıştığını gösteriyor bize. Yine aynı rapora göre, bu çocukların yarısı sağlıklarını ve gelişimlerini etkileyen bedensel işlerde çalışmak mecburiyetinde kalıyor. Dahası çocuk işçi sayısının yarısından fazlasını oluşturan beş ila on bir yaşlarındaki çocukların sayısında ise her yıl çok büyük bir artış olduğuna dikkat çekiliyor. 2023 yılında TÜİK ülkemiz nüfusunun yüzde yirmi altısının çocukların oluşturduğu, çocuklarda işgücüne katılım oranının ise yüzde yirmi bire yükseldiğini duyurdu. Bu istemediğimiz kadar yüksek bir sayıyı gösteriyor bize. Üstelik bunların “açıklanan veriler” olduğu düşünüldüğünde ekonomik krizle birlikte çocuk işçi sayısında büyük bir artış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. 

***

Samed Behrengi’nin o çok sevdiğim “Püsküllü Deve” kitabında, Tahran’ın yoksul mahallelerinde yaşayan, babası pazarcılık yapan bir çocuğun hikâyesi anlatılır. Çocuğun tek hayali vardır: Bir gün oyuncakçı dükkânındaki püsküllü devenin sahibi olmak! Her gün oyuncakçı dükkânının önünde hayallere dalıp gider. Devenin oyuncak arkadaşlarıyla nice maceralar yaşar. Derken zengin ve şımarık bir çocuk deveyi kucağına koyar, gider. Yoksul çocukların düşleri bile yetim kalmaya mecburdur. 

***

Ülkemizde özellikle 80 sonrasındaki büyük toplumsal dönüşümlerle yeşilçamda da gördüğümüz çalışmaya mahkûm kederli çocuklara yapılan eziyetlerden çok çabuk sıyırdı kendini. Horlanmış ama kalbi tertemiz çocukları sadece melodramlarda seyrede seyrede sıkıldı onlardan. Çok geçmeden köyden kente taşınmış ama köylü ne de kentli olmayı başarabilmiş “acıların çocukları”na kapıldı. Küçük Emrah’tan Ceylan’a onların yanık seslerindeki hayatların zavallılığına ağladı. Oysa uzun zamandır toplum kendi çocuklarını unuttu! 

***

Artık ne edebiyatımızda var çocuk işlerin dramı ne de filmlerde... Oysa rakamlar gerçeğin ne kadar ağır olduğunu söylüyor bize. Ve her gün çocukların düşleri bile soluyor!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şiddet ve biz 16 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları