Deniz Yıldırım

Değer mi hiç?

26 Mart 2022 Cumartesi

Türkiye’de gelenekçi sağın en fazla üzerinde durduğu olgulardan birisi kalkınmadır. Fakat kendi kalkınma söylemlerini diğer siyasetlerden ayırmak için sıklıkla maddi kalkınmanın yanında manevi kalkınmadan da söz ederler.

Söz konusu kalkınma söyleminin tüm gücü ele geçirdiği ve ütopya adı altında distopyasını uygulamaya koyduğu bir dönemi yaşıyoruz. Görüyoruz ki maddi olsun, manevi olsun, kalkınma söyleminin özünde, kapitalist değer ve sömürü teorisi yatmaktadır.

Kapitalist değer teorisinde herhangi bir şeyin kıymeti, onun paraya, mübadele edilen bir eşyaya, kısacası maddiyata dönüştürülebilir olmasıyla ölçülür. Bugün dereler, ormanlar, kıyılar ve insan canı dahil her şeyin kıymetini parayla, servetle ölçen bir anlayışla karşı karşıya olduğumuz şüphe götürmez. Manevi kalkınma adı altında ise gündelik siyasal çıkarlar için bir öyle bir böyle söylemler tutturmanın, bir gün önce yapılanı ertesi gün yalanlamanın, ilkeli görünüp de çıkara göre bunu yıpratmanın getirdiği bir değersizleşme süreci yürümektedir. Din, gelenekler, milli değerler de çoğu vakit, o kapitalist değer teorisinin gündelik sömürü mekanizmalarının meşru kılınması için ezenler lehine araçlaştırılmaktadır.

Bu noktaya kadar durum, iktidar cenahı için bir saptama niteliğindedir. Fakat bunun dışında bir “etik-politik” alternatif de zorunludur ve bu salt eleştiriyle mümkün değildir. Kapitalist değer teorisinin bugün Türkiye’deki uygulanma biçimi (maddi + manevi değerin özel çıkar etrafında belirlenmesi) karşısında alternatif bir değer teorisinin de salt maddi nitelikte olmaması gerekir. Başka alanlardaki “değer” biçimleri, kapitalist ve dinselleştirilmiş hegemonya karşısında yeni bir değer alanının yaratılması için yol açıcı modeller sunabilir.

Yine filmler, şarkılar üzerinden gidelim.

Bulgaristan yapımı, bizde Kol Saati adıyla bilinen film ile başlayalım. Petrov bir demiryolu işçisidir. Yukarıdan aşağıya yozlaşmış düzen karşısında kendi işini iyi yaparak direnmeye çalışmaktadır. Bir gün raylarda yüklü miktarda para bulur. Gider bunu yetkililere teslim eder. Çoğu kişinin gözünde kahramandan çok aptaldır bunu yaptığı için. Ama bir yandan da bakanlar, yönetenler bu fırsatı kaçırmaz. Petrov’u, kendi yozlukları ve karanlıkları içinde bir aklayıcı olarak kullanmak için halkın karşısına çıkarırlar, ödül verirler. Ödül de bir kol saatidir. Fakat Petrov’un kolunda zaten babasından kalan ve manevi değeri olan bir saat vardır. Tören öncesinde apar topar saati çıkarılır, bakanlık yetkilisi “Sonra benden alırsın” der ve törenle, iş görmez olduğu sonradan anlaşılacak bir saat takdim edilir kendisine. Asıl mesele bundan sonradır. Petrov babadan kalma, içinde adı yazılı saatin peşine düşer fakat görevli bu saati kaybetmiştir. Yılmaz, aramaya devam eder. Artık bir mücadele insanıdır. Onca yolsuzluk, yozlaşma, sömürü karşısında isyan etmeyen Petrov, şimdi bu kol saati için neredeyse ölümü göze almıştır. Manevi değerdir, yeri doldurulamaz, kapitalist piyasada hiçbir şeyle mübadele edilemez. Manevi değerin böylesi de kapitalist değer teorisinin etki alanının dışındadır ve harekete geçiricidir. Hepimiz için böyle değerler yok mudur?

MANEVİ DEĞER, ESTETİK DEĞER

Akış serisinde daha önce değinmiştim. Bizde “Esaretin Bedeli” adıyla gösterime giren filmde Andy Dufresne’in haksız yere hapse atılmasının hikâyesi anlatılır. Beni en çok etkileyen sahnelerden birinde Dufresne kendisini yönetim odasına kilitleyip bir plak seçer. Plağı yerleştirir, sesini açar ve bununla da kalmaz, insanlığını yeniden hissettiği bu sınırlı özgürlük/mutluluk anını/hazzını hapishanedeki herkesle paylaşmak için hoparlörü de açar. Şimdi bütün hapishane, Figaro’nun Düğünü’nden bir bölüm dinlemektedir. Şaşkındır herkes, biraz da büyülenmiştir. Estetik değerdir. Haksız yere hapis yatan Andy, bu kez ceza alacağını bile bile böyle bir eyleme girişmiştir. Karar iradesini sınırlı bir süre için bile olsa kendi eline geçirmiş (akışı sekteye uğratmış) ve bunu başkalarıyla da paylaşmıştır. Paha biçilemez bir haysiyet ve estetik haz anıdır bu. Kapitalist değer teorisinin, alınıp satılabilen şeyler dünyasının etkisinin dışındadır.

Hepimiz bir şekilde Özdemir Erdoğan’ın Sevdim Seni Bir Kere adlı şarkısını dinlemişizdir. Şöyle bir söz dizisi geçer şarkıda: “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir/ Bazen küçük bir an için ömür bile verilir. Aşkça değerdir, gönüllüdür, yücedir. Yine kapitalist mübadelenin dışındadır. Duygular dünyası, bir eşyanın alım satım bedelinden ya da ağaçları kesip güzelim doğayı tahrip ederek zevksiz binalar diken servet avcılarından burada da ayrılır. Kaldı ki “küçük bir an için ömür bile vermek”, kapitalist mübadelede, değişim sürecinde aşkça değer gibi işlemez; koşullar dayatmacıdır. Örneğin işçiler, hayatları için gerekli tedbirlerin alınmadığı aşırı üretim zorlaması koşullarında, küçük bir anda yaşadıkları kazayla ömürlerini vermektedir bugün. Maddi zorlamanın sonucudur fakat çoğunlukla kader gibi sunulur. Kapitalist değer teorisinin maneviyatı, işçiyi tevekküle, itaate yönlendirdiği oranda vardır.

Sözün özü: Bugün Türkiye’de hemen her alan, üniversitelerden gazetelere / yayın dünyasına, “aydın kamusu”ndan siyasal hareketlere kadar her mecra, bu iktidarla derinleşen bir büyük değersizleşme furyasından payını almaktadır. Sezen Aksu’nun bir şarkısına atıfla sorayım: “Değer mi hiç?” Başka türlü bir ülke, dünya için belki de burada örneklediğim manevi, estetik ve aşkça değer anlayışlarını (maddi, özel çıkara teslim olmayan) yaşamın içinde saklı halleriyle keşfetmek, yozlaşmanın ve sömürünün karşısında bunları harekete geçirebilmek gerekir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları