Celal Üster

Savaş karşıtı bir başyapıt

26 Mart 2015 Perşembe

Çanakkale Savaşı’nın 100. yılında Peter Weir’in ‘Gelibolu’sunu anımsarken

Büyük savaşların ardındaki gerçeği açığa vuran, önyargılardan uzak, İngiliz emperyalizmine acımasız eleştiri okları saplayan bir filmdi ‘Gelibolu’. Gel gör ki, Archy ile Frank’in vuruldukları kare beyazperdede donduğunda salonda patlayan alkış tufanı karşısında ben de donakalmıştım.  

Birinci Dünya Savaşı başlayalı bir yıl olmuştur. 1915 yılının Mayıs ayı. Batı Avustralya. Archy Hamilton, 18 yaşında bir sığır çobanı ve ödüllü bir sürat koşucusudur.
Amcası Jack, onu, Rudyard Kipling’in “Cangıl Kitabı”ndan bir bölüm okuyarak çalıştırır. Hindistan’da bir ormanda kurtların büyüttüğü Mowgli’nin ne kadar hızlı koştuğunu anlatan bir bölüm.
Frank Dunne, işsiz kalmış bir demiryolu işçisidir. Meteliksizdir. Umudunu, atletizm şenliğindeki koşunun ödül parasına bağlamıştır.
Yarışta Archy Frank’i geçerek onun tüm umutlarını kırar, ama çok geçmeden dost olurlar. Archy, yarıştan kazandığı parayı hocası Jack’e verir.
Serüven uğruna
Beş parasız iki emekçi delikanlı, sonunda, Anzac birliklerine gönüllü yazılırlar. İngiliz Uluslar Topluluğu’nun ikinci sınıf üyeleri olarak görülen Avustralya ve Yeni Zelanda’nın askerlerinden oluşan Anzac birliklerine.
Kendilerini hiç ilgilendirmeyen savaşa sırf serüven ve heyecan yaşamak, dahası dünyayı görmek için katılmışlardır. Ne ki, dünyada olup bitenlerden habersizdirler.
Ve kendilerini önce Mısır’daki bir eğitim kampında, sonra da “Çanakkale cehennemi”nde bulurlar.
İngiliz komutanın buyruğuyla, siperden fırlayıp hücuma geçtiklerinde kendilerini memleketlerinde bir sürat koşusunda sanmalarına bakılırsa, bir serüvenin içinde değil, büyük bir savaşın içinde, yurdunu savunan Türk askerlerinin müthiş direnişi karşısında olduklarının hâlâ farkında değildirler.
Ta Avustralya’dan kopup gelen iki gencin macera hayalleri, filmde ilk kez görünen Türk askerlerinin açtığı ateşle son bulduğunda artık çok geçtir…
Sonradan, “Tehlikeli Bir Yıl”, “Ölü Ozanlar Derneği” gibi sorgulayıcı, insancıl filmlerini izlediğimde daha da büyük bir hayranlık duyacağım Peter Weir’in, gencecik Mel Gibson’ı üne erdirecek “Gelibolu”sunu 1982’de Site Sineması’nda seyretmiştim. Gerçekten de, büyük savaşların ardındaki gerçeği açığa vuran, önyargılardan uzak, İngiliz emperyalizmine acımasız eleştiri okları saplayan, savaş karşıtı bir filmdi “Gelibolu”.
Son kare
Gel gör ki, Archy ile Frank’in Türk askerlerinin siperinden açılan ateşle vuruldukları kare beyazperdede donduğunda salonda patlayan alkış tufanı karşısında ben de donakalmıştım!..
O denli hümanist, onca yansız, daha doğrusu barıştan yana bir öyküyü perdede iki saat boyunca izledikten sonra…
Kalabalığın arasında kendimi bir “yabancı” gibi hissederek salondan çıkarken, Mustafa Kemal’in, Çanakkale’de ölen Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektuptan satırlar geçiyordu aklımdan:
“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.’’  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları