Barış Terkoğlu

Nedir bu yargıdaki ‘İstanbul Grubu?’

23 Kasım 2020 Pazartesi

Gece uyanıyorsun. Karnın zil çalıyor. Sessizce mutfağa yöneliyorsun. Buzdolabının kapısında simsiyah giyinmiş bir adam. “Bir dakika burası artık bizim” diyor. Bari salonda iki dakika televizyona bakayım derken, orada da başkası. Evin her yerini siyah adamlar parsellemiş. Hepsinin kendi hukuku, kendi kuralları var. En önemlisi hepsi belindeki silahın gücüne dayanıyor. Böyle bir ev artık senin olabilir mi?

Timur Soykan’ın “Baronlar Savaşı” kitabını okurken, istemsizce “Devlet çöküyor mu” dedim. Üstelik en çok devlet, vatan, millet, din, iman diyenler eliyle. Kitabın içeriğindeki olaylar zinciri açıkça gösteriyor. Devlet gömleğini taşıyanlar güçlerinin bir bölümünü mafyaya devrediyor. Onlar da toplumun değerlerini kendilerine kalkan ederek her türlü kirli işi sürdürüyor. Arkadan uyuşturucu gemilerini yürütürken, ağızları kutsal şarkılarla yıkanıyor.

Alan Minc, Soğuk Savaş’ın bitişinin ardından “yeni ortaçağ”ı ne kadar güzel anlatmıştı:

Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, raslantı, bulanıklık. Zengin toplumların mafyalar ve yolsuzluklarla kemirilmesinden Rus kargaşasına varıncaya dek, her türlü otoritenin dışında sayıları giderek artan gri alanların gelişimi. Aklın, kurucu ilke olarak, uzun zamandan beri kaybolduğu sanılan ilkel ideolojilerin ve boş inançların yararına silinip yok oluşu. Krizlerin, sarsıntıların ve spazmların sanki günlük yaşamımızın dekorları gibi geri gelişi...

Mafyaya hizmet edenler

Sürekli İrani isimli Türk mafyasıyla karşılaşıyor olmamız tesadüf değil. Uyuşturucunun üç ana güzergâhından biri, Afganistan kaynaklı İran-Türkiye-Balkanlar hattı. Avrupa’da uyuşturucu pazarının yıllık hacmi 30 milyar Avro. Afganistan’da kalan kısmı 1 milyar Avro’nun bile altında. Ulaşımı sağlayan İran-Türk mafyası aslan payını topluyor. Haliyle rant savaşını da onlar veriyor. Her yakalanan uyuşturucunun ardından üçüncü sayfaya düşen “silahlı saldırı” haberlerinin sırrı da bu. Avını kaptıran vahşi doğa canlıları gibi, mafya birbirinden güçle hesap soruyor.

İşte devletin rolü de burada başlıyor. Zira her mafya, devletin içinde kendisi için çalışacak adamları çok kolay buluyor. Adları, bir hiziple anılır hale geliyor. Timur Soykan, şehrin göbeğinde birer birer öldürülen insanların hikâyelerini birbirine bağlıyor. Bu sırada kimi polislerin ellerindeki dinleme aletlerini mafya için kullandığını, kimi hâkimlerin ve savcıların mafyanın işini kolaylaştırmak için karar verdiğini, devletin “gizli” soruşturma dosyalarının gün gün mafyaya rapor edildiğini okuyoruz.

Muz cumhuriyeti mi?

Şaşıracaksınız ama son günlerde konuştuğumuz “yargı reformu” kavgasının ipucu bile kitapta var.

Nasıl mı?

Uyuşturucu baronu” olarak anılan, bir dizi cinayetle suçlanan, yargının isteksizce tutuklamasının ardından Burhan Kuzu’nun bir telefonuyla bırakılan Zindaşti’yi hatırladınız mı? Onu bir dönem FETÖ’cü Zekeriya Öz Ergenekon davasında gizli tanık yapmıştı. FETÖ karşıtı hâkimler onun ifadeleriyle tasfiye edilmişti.

Devlet el değiştirdi. Ama yenileri eskileri aratmadı.

Timur Soykan’ın kitabından, mafya hesaplaşmasında kızı ve yeğeni katledilen Zindaşti’nin intikamı için devletin tüm olanaklarının seferber edildiğini okuyoruz. Gazeteci tutuklarken dakikalarla yarışan kimi savcılar, iş Zindaşti’ye geldi mi yıllarca dosyayı süründürüp sonunda cinayetlerin faili meçhul kalmasından pek de rahatsız olmuyorlar. Zindaşti ile birlik olup, rakip mafya grubundan Orhan Ünğan’ı tutuklatabiliyorlar.

Kitapta akılalmaz bir ayrıntı var. Ünğan’ın yargılamasında öyle şeyler oluyor ki “Burası muz cumhuriyeti mi” diyorsunuz. Avukatı duruşmada kalkıp “Beni yakında öldürecekler” diyor, öldürülüyor. Mahkeme, Zindaşti’nin dosyasını savcılıktan ısrarla istediği halde “gizli, gönderemeyiz” denilince, Ünğan “Durun ben size vereyim” deyip, mahkemeye veriyor. Bu acayip davada Ünğan öyle şeyler söylüyor ki ne oluyorsa duruşmanın kayıtları adliyenin koridorlarında kaybediliyor. Haliyle merak ettim. Savcının “Suç duyurusunda bulunulsun” dediği o sözler neydi acaba?

Timur Soykan, o “kaybedilen” konuşmayı bulup yayımlamış:

Yargı içerisinde FETÖ gibi bir çete vardır (...) R.K. (Eski Adalet Komisyonu Başkanı), hakkımdaki tahliye kararlarını kaldıran 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı M.Y’ye emeklilik kartını almaya geldiğinde neden tahliye kararlarını kaldırdığını sormuş. Hâkim M.Y., İstanbul Grubu’nun kendisine baskı yaptığını, Burhan Kuzu’nun defalarca aradığını söylemiş. R.K. avukatlarıma ‘Ben mahkemeye kesinlikle müvekkilinizin aleyhinde baskı yapmadım. Müvekkilinizin tutuklu kalması için mahkemeye her türlü baskıyı yapan, yargı camiası içinde ayyuka çıkmış İstanbul Grubu. Yargı içinde bu grup, HSK’ye atama, terfilere dayatma, müdahale etmek ve özellikle İstanbul’daki önemli davaların tamamına müdahale ve etki etmektedirler’.”

‘Yeni bir tasfiye başlayacak’

İstanbul Grubu” denilen ve adı son dönem iktidar içindeki bir hiziple anılan yapılanmayı işaret eden konuşmanın “sakıncalı” olması sürpriz değil. Bakan Berat Albayrak’ın istifasıyla neredeyse eşzamanlı konuştuğumuz “yargı reformu”nun ipucu ise Ünğan’ın bir sonraki duruşmadaki sözlerinde:

Bana haber gönderiyorlar. Aman şöyle konuşmasın da hesabını düreriz. (...) Eğer adamsan o cübbeyi çıkaracaksın, sokağa çıkacaksın o zaman benle hesaplaşacaksın. (...) Bunlarla ilgili devlet büyüklerimiz gerekli çalışmaları yapıyorlar. Adalette yeni bir tasfiye süreci başlayacaktır, bunu not edin sayın başkanım. Geçen duruşmada söylediğim ‘İstanbul Grubu’yla ilgili adalette yeni bir tasfiye süreci başlayacak.”

Yargı içinde son dönemde okuduğumuz kavgayı, bizim “yargı reformu” diye tartıştığımız şeyin arka planındaki hesaplaşmayı, bir mafya babası duruşmada böyle anlatıyor.

Devletin yerine mafyanın gücü

İktidara yakın siyasetçilerin mafya babalarına kadın ayarlaması, kadınlar yetişmeyince kendilerinin ilişkiye girmesi, marifetmiş gibi mafya babalarının kucağına oturduğu pozları sosyal medyada paylaşması, iki mafya grubunun İstanbul’un göbeğinde gündüz vakti bu fotoğraf için çatışması...

En kötüsü tüm bunların üstünün; dinle, vatanla, milletle ya da Cumhurbaşkanı’nın posteriyle örtülmeye çalışılması...

Bir tanım değil. Ama kesin olan bir şey var ki devlet kendi gücünü, kendi sınırları içinde başka gruplara devrettiğinde artık devlet olmaktan çıkıyor. Kutsalların ardına saklanarak kendi gücünü kuranlar, 20 yaşındaki çocukların ellerine verdikleri silahlarla kendi hesaplarını görenler, savcıhâkim-polis üniformasını mafyanın önüne serenler aslında sadece hukuku, adaleti değil, devleti de bitiriyor.

İdeolojisi “akıldışılık” olan “yeni ortaçağ” düzeni bu. Mutfağımızı, banyomuzu, salonumuzu siyah kıyafetli adamlara terk edecek miyiz? Unutmayın, bu ev bizim!

Not: Maalesef virüsün pençesine ben de düştüm. Göğsündeki sıcaklığı yollayanlar sağ olsun.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları