Barış Terkoğlu

Hitler’in saflarındaki sarıklı

04 Ocak 2021 Pazartesi

İnsan yüzünün, aklın bile tarif edemediği duyguları anlatan bir dili mi var? Mutluluğu ya da acıyı önce yüz mü dışa vuruyor?

Sinemaya sesin henüz girmediği yıllarda, Maria Falconetti sadece yüzüyle Jan Dark’ın çilesini anlatmıştı. Kilisenin yaktığı ateşler içindeki Aziz Jan Dark’ın sureti, insana uzanıp dokunma isteği uyandırıyordu.

İlber Ortaylı’nın Hüsrev Gerede’nin anılarına yazdığı önsözü okuyunca aklıma geldi. Ortaylı, “Yarı efsane olarak anlatılan, aslında oldukça gerçeği yansıtan bir olay vardır” diye başlıyor söze. Milli Mücadele’ye karşı ayaklanmaları bastırmaya çalışan Hüsrev Gerede’nin öyküsüne devam ediyor: “Gerede’de ayaklananlar kendisini yakaladığı zaman, bu seçkin zatı, güzel sıfatlı insanı, ‘asalım mı asmayalım mı’ münakaşasını yapmışlar. Bu arada Hüsrev Bey’in yüzüne sabah güneşi vurduğunda yakışıklılığından ötürü asmaya kıyamamışlardır.”

Atatürk’ün Bolu ve Düzce isyanlarının bastırılmasındaki rolü nedeniyle Gerede soyadını verdiği Hüsrev Rıdvanbegoviç, yüz güzelliğini belki de Bosnalı tarafından alıyordu.

İnönü’nün sözleri

Balkan Harbi’nde 7. Tümen’de, 1. Dünya Savaşı’nda Kafkas Ordusu’nda, Mayıs 1919’da Bandırma vapurunda Atatürk’ün yanında olan Gerede’nin söz ettiğim anıları, II. Dünya Savaşı’nın ikinci gününde göreve gittiği Berlin Büyükelçiliği (1939-1942) günlerini kapsıyor. (Hitler Almanyası’nda Berlin Sefirliği Hatıralarım - İş Bankası Yayınları - Eylül 2020)

Kuşkusuz güncel politikayla bir ilgisi var. Zira başta Erdoğan olmak üzere Saray’ın önde gelenleri, Türk Dış Politikası’nın bu dönemi üzerinden, devleti yönetenlere sık sık ağır yakıştırmalarda bulunuyor.

Okuyunca meselenin hiç de öyle olmadığını anlıyoruz.

740 sayfalık anı kitabının özeti Gerede’nin şu sözlerinde gizli:

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bana, aşağı yukarı Türkiye’nin bir savaşa girmeye henüz hazır durumda olmadığını, savunma hazırlıklarını tamamlamadan, savaş yangınına tutuşmaktan çekinmemiz gerektiğini bildirmiş, ‘Almanya ile mevcut iyi münasebetleri devam ettirmek istediğimizden, bunu kolaylaştırmaya çalışmam’ için direktif vermişti.

Gerçekten de işgalden yeni kurtulmuş, ordusunu henüz organize etmiş, yakın dönemde savaşlarda bütün birikimini yitirmiş bir devlet için savaş, yeni bir felaket demekti. Öte yandan Sevr’i yırtıp Lozan’a ulaşmış bir Türkiye için savaşın anlamlı bir nedeni de yoktu. Büyük dünya devletlerinin savaştığı koşullarda, en rasyonel politika savaşın dışında kalmaktı. Daha da önemlisi, Sovyetler Birliği dahil birçok devlet, savaşın kendi topraklarına sıçramaması için çalışıyordu. Türkiye, tarafsızlık politikasını bütün büyük başkentlere gönderdiği “tesadüfen seçilmemiş” elçiler ile kurdu.

Hitler’le ilk görüşme

Büyükelçi Gerede, Hitler ile ilk resmi görüşmesini şöyle anlatıyor:

I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki sıfatıyla dört savaş cephesinde askeri tetkik seyahati yapmış, Balkan Savaşı’ndan önce de Von der Goltz’un ülkemize gönderdiği değerli öğretmenlerle çalışma fırsatı bulmuş, Alman milleti ve ordusuna karşı samimi sevgi ve dostluk hissi taşıyan, yüksek meziyetlerini bilen eski bir asker olduğumu hatırlattım(…) Bir Akdeniz devleti olmanın ve Boğazlar çevresinde bulunmanın yarattığı nazik jeopolitik durumun zorlaması ile İngiltere ile ittifak ettiğimizi, fakat bu ittifakın sırf tamamiyet-i ülkiyemizi (bütünlüğümüzü) koruma amacına yönelik olduğunu, tarafsızlık politikası takip edeceğimizi, hangi taraftan gelirse gelsin, tecavüze karşı meşru savunmamızı yapmakta tereddüt etmeyeceğimizi…”

Gerede, Türkiye’yi II. Dünya Savaşı’ndan koruyan dış politikayı Hitler’e bu şekilde özetliyordu. 3 yıllık görev süresi boyunca bütün görevini “Almanya’nın Türkiye’ye saldırmasını engellemek” olarak tarif ediyordu. İşin esası, bunu da başarıyordu.

Peki ayrılık?

Türkiye, savaşın yön değiştirmesiyle beraber Almanya ile denge kuran bütün politikacıları geri çekti. Gerede de bu sürecin kurbanı olarak 28 Haziran 1942’de aldığı telgrafla merkeze çağrıldı. Ortaylı durumu şöyle açıklıyor:

Savaş talihinin Almanya’nın aleyhine döndüğü zamanda, merkezi hükümet bir politik manevra yapmıştır. Bilhassa askerler arasında Mareşal Fevzi Çakmaka olduğu gibi, birtakım askerler ve birtakım diplomatların geri hizmete çekilmesi gibi bir politika takip edilmiştir.

Gerede’nin anılarında yer alan mektuplarından okuduğumuz; Naziler, bugün Saray’ın anlattığının aksine, Türkiye’deki Alman aleyhtarlığından oldukça rahatsızdı. Gerede, Hitler’le son görüşmesini şöyle aktarıyor:

Eski savaş müttefikleri dost Türkiye’nin kararsız tutumuna üzüldüklerini belirten Hitler, ‘Türkiye ile Almanya birlikte savaşa girmiş olsalardı, savaş çoktan biterdi’ dedi.

Bu geri çekilme, Gerede için acı bir kadere dönüştü. Tam 4 yıl 7 ay devletten uzak tutuldu. Hem ekonomik sıkıntılarla boğuştu hem de 24 yaşındaki oğlunu askerde kazara patlayan bir bombayla şehit verdi. Son görevi Brezilya elçiliği gibi önemsiz bir görevdi. Türkiye’nin hamurunda suyu olan savaş ve diplomasi adamı, öldüğünde kiralık bir evde oturuyordu. Eşi, evlerindeki eşyaları satmak zorunda kalmıştı.

Hitler’in saflarındaki müftü

Peki, siyasal İslamcılar?

20. yüzyılda, bir büyük devletin kucağından öbürüne savrulan siyasal İslamcılar, Nazileri de es geçmedi. Müslüman Kardeşler’in fikir babası, bir zaman İngilizler için çalışırken Yahudilere karşı Nazilerin hizmetine giren Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni de Gerede’nin anılarında yer buluyor:

Hitler, Reichstag’a (Alman Meclisi) Nazilerin bir ağızdan söyledikleri şarkı sesleri arasında, 6 Ekim günü mağrur ve muzaffer bir eda ile girmişti. O gün orada, gözüme ilişen bir sarıklının kim olduğunu sormuş, Kudüs Müftüsü olduğunu öğrenmiştim.”

Sakalını keserek sahte pasaportla Kudüs’ten kaçan, Hitler’in “Haydar” adında gizli bir Müslüman olduğunu savunarak Nazi saflarında savaşa çağıran Hüseyni ile Gerede daha sonra da karşılaşıyor:

Hüseyni’nin, dünyanın bu bölgesinde, politika alanında hayalperest olmaktan çok, gerçekçi bir adam olarak belirdiğini söyleyen Hitler, müftünün ince bedeni ve fare gibi haline rağmen, sarı saçlı ve mavi gözlü oluşunun, ecdadı arasında Aryen bulunduğunu gösterdiğini söylüyordu.”

Hayal kırıklığı mı çile mi? Bir zaman düşmanlarının kıyamadığı Gerede’nin fotoğraflarında zaman içinde derin çizgiler belirmiş gibi. Eminim o yüz, bugünden geçmişe parmak sallayanlara çok şey anlatıyor. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları