Barış Doster

Türkiye’ye kurulan tuzak neydi?

26 Kasım 2022 Cumartesi

Türkiye; Irak ve Suriye’ye yönelik hava harekâtından sonra, kara harekâtı için hazırlık yapıyor. Askeri hazırlıkların yanında, diplomatik düzlemde de ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın nabzını tutmak, muhtemel tepkilerini öngörmek gerektiğinden, konuyu bütüncül bir bakış açısıyla kavramak şart. Çünkü bölge merkezli bir dış politika izlemeden, asıl mücadelenin ABD’ye karşı verildiğini görmeden kalıcı siyasi sonuç almak olanaksız.    

Malum, ülkemizde ana akım siyaset, merkezin sağı ve soluyla ABD’nin gözüne girmeyi çok önemsediğinden, NATO ezberini aşamadığından, Türkiye dış politikada tutarlı bir yön saptayamıyor. Rusya’yla gerilim yaşayınca ABD’ye yöneliyor. ABD’yle sorun yaşayınca, yüzünü Moskova’ya çeviriyor. Avrupa’yla ilişkiler sadece ticaret ve Suriyeli sığınmacılar konularıyla sınırlanırken Gümrük Birliği’ni sorgulamayan Türkiye’de, ekonomik kırılganlık da dış politikaya yansıyor şüphesiz. Son günlerde Mısır’la verilen fotoğraf, Suriye’ye ilişkin açıklamalar, Suudi Arabistan ve Katar’dan istenen borç paralar, zaten gücümüzün sınırlarını gösteren gelişmeler. İç siyasette oy getiren hakaretler, küfürler, dış siyasette etkili olmuyor. 

NE YAPMALI? 

Oysa Türkiye’nin yapması gerekenler belli. Gücünün, olanaklarının sınırlarını bilerek, komşu ülkelerle karşılıklı saygı, ortak yarar, içişlerine karışmama temelinde ilişki kurmak, bölgesel ittifaklara öncelik vermek ve öncülük etmek, ilk atılacak adımlar olmalı. Bu adımlar, terörle mücadelede Türkiye’nin elini güçlendireceği gibi, dış politikada, savunma ve güvenlik politikalarında da etkinliğini artırır. İç siyasete ve ekonomiye de olumlu yansır. ABD’nin manevra sahasını daraltır, bölgeye müdahale araçlarını azaltır. Bunlar yapılmaz ise Mehmetçik’in cesareti, özverisi, kahramanlığıyla elde edilen askeri başarılara karşın, bu başarılara koşut, bu başarıları tamamlayan, taçlandıran siyasi, diplomatik başarılar elde edilemez.  

Unutmayalım ki ABD’nin Irak’ı ve Suriye’yi bölme projesi, IŞİD terör örgütünün Musul’u almasından hemen sonra, bunu fırsat bilen Mesut Barzani’nin güçlerinin Kerkük’e girmesi, zamanlama açısından tesadüf değildi. Asıl hedefin önce bir Kürt koridoru, sonra da Akdeniz’e sahildar kukla bir Kürt devleti kurmak olduğu en başından belliydi. Türkiye’de “açılım süreci” denilen bölünme, parçalanma, çözülme projesi, bunun gereğiydi. Barzani’den başka, PYD terör örgütü lideri Salih Müslim de yine o dönemde büyük sevgi gösterileriyle karşılanıp, ağırlanıp uğurlanmıştı. Türk milletini ikna etmek “Akil İnsanlar” heyetleri, yine o dönemin ürünüydü. Tüm bunlar, birbirinden bağımsız değildi. Aynı paket programın parçalarıydı.  

Sonucu hep birlikte gördük. PKK terör örgütü, silah bırakmayacağını açılım sürecinin ilk gününden itibaren belirtti. Sadece Türkiye’de değil tüm Ortadoğu’da ABD emperyalizminin emrinde olduğunu söyledi. Buna karşın ülkemizdeki liberallerden solda geçinen ve soldan geçinen siyaset esnafına, din tacirlerinden mezhep bankerlerine, yetmez ama evet korosundan FETÖ’cülere kadar geniş bir cephe, çözüm sürecini destekledi. PKK terör örgütü lideri Öcalan’ın şu sözleri ise emperyalizme sadakatinin kanıtlarından sadece biriydi: “Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var. İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var”.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları