Barış Doster

Tarikat, cemaat ve demokrasi

10 Aralık 2022 Cumartesi

Türkiye günlerdir, kamuoyunda “üç harfliler” olarak da bilinen market zincirlerinden birinin (BİM) uzantılarını ve gazeteci Timur Soykan’ın gündeme taşıdığı altı yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesini konuşuyor. Her iki olayda da tarikat ve cemaat bağlantıları, bu yapıların siyasetteki ve bürokrasideki etkileri dikkat çekiyor. O nedenle siyasetçiler, dostlar alışverişte görsün misali zoraki demeçlerle konuyu geçiştirmeyi tercih ediyorlar. Bu büyük yarayla yüzleşme cesaretini gösteren çok az kişi çıkıyor maalesef. İşin vahim tarafı, tarikat ve cemaat türü yapılar için, “Ne yapalım yani, toplumun gerçeği” gibi açıklamaları, sadece sağ siyasetin farklı tonlarındaki siyasetçilerden duymuyoruz. Benzer açıklamalar, ana muhalefet partisi içinden de geliyor. Üstelik CHP’nin sadece etnikçi, mezhepçi, dinci, numaracı Cumhuriyetçi gelenekten devşirdiklerinden değil, soldan gelen isimlerinden de geliyor bu tür yorumlar. Üzücü, düşündürücü...  

Tarikat ve cemaat yapılanmalarının ekonomik ve politik gücünü, akademideki ve bürokrasideki etkinliğini biliyoruz. Küreselleşmeyle birlikte, postmodernizmin artan nüfuzuna koşut olarak bilimin ideolojik boyutunu görmezden gelen, “Tarikatlar sivil toplum kuruluşlarıdır” diyen, aileden sosyal demokrat sosyoloji profesörüne de (Aydın Uğur) rastladık ülkemizde. Demokrasinin asgari koşullarını ıskalayıp işi sadece sandığa indirgeyen, hukuk devletini, iletişim özgürlüğünü, basın ve ifade hürriyetini, gelir düzeyini, eğitim düzeyini, bilinç düzeyini yok sayan yaklaşımlar, kerameti kendinden menkul bir “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” adına, bu türden yapıları adeta göklere çıkardılar. Bu akımın öncüsü şüphesiz Şerif Mardin’dir ve günümüzde akademinin, siyasetin çürümesinde büyük katkıları olan çok sayıda takipçisi vardır, sağda ve solda.  

BİLİNÇ VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ  

Bilginin olmadığı, bilincin güçlenip berraklaşmadığı, insanların özgür seçim yapabilmek için gerekli asgari koşullardan yoksun olduğu bir toplumda, demokrasiden söz edilemez. Bu nedenle demokrasi; yurttaşlardan oluşan toplumu feodalizm artığı, ortaçağ kalıntısı kimlikler üzerinden bölüp parçalamak; bireyi, yurttaşı mürit, müşteri yapmak; halkı yığınlaştırmak; milleti güruh haline getirmek için de kullanılabilir pekâlâ. İnsanların cehaletinden, yoksulluğundan, çaresizliğinden, kimsesizliğinden yarar sağlayanlar, bunu demokrasi olarak yutturabilirler. Kaldı ki bunu yaparken serbest piyasadan, liberal, neoliberal ekonomi politikten en küçük bir itiraz da gelmez. Tersine destek gelir.  

Orta sınıfın güçlü, eğitimli, bilinçli, örgütlü, uyanık olması, demokrasi için zorunludur. Gerçek, katılımcı, toplumcu demokrasi seçimden ibaret değildir çünkü. Kanun devleti ve hukuk devleti arasında nasıl ki büyük bir fark vardır; anayasası olan devlet ve anayasal devlet nasıl ki aynı değildir; eşitlik nasıl ki ille de adalet doğurmaz; kendisini demokrasi olarak tanımlayan her rejim de mutlaka ve gerçekten demokrat değildir. Çünkü gelir dağılımının, siyasal katılımın, toplumsal ve sınıfsal örgütlenmenin eşit olmadığı bir düzende, oylar da eşit olmaz, siyasi partiler de eşit koşullarda yarışmaz. O nedenle, hukuk metinlerinde yazılanın aksine, seçilme hakkı da yönetme hakkı da eşitlikten çok uzaktır.   

Tüm bu sorunların çözümü için, laik, demokratik, tam bağımsız, kamucu ve toplumcu bir Cumhuriyet, yani Atatürk Cumhuriyeti gerekir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları