Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kürt sorununda AKP’nin yıkıcı adımları
Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kuruldu. 1924 Anayasası’nın (Md. 88) vatandaş tanımı açıktır: “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur.” Itlak olunmak Türk kabul edilmektir.
Ancak devletin zaman içerisinde ulus devlet gibi yönetilmediği dönemler oldu. Siyasi Türk kimliğini öncelemek yerine etnik Türk kimliği ya çok öne çıkarıldı ya da tamamen köreltilme süreçlerine maruz bırakıldı. Dolayısıyla siyasi Türk kimliği bu gelişmelerden zarar gördü.
2. Dünya Savaşı’na girilmese de beş yıl boyunca yüzde 80’i köylü olan bir toplumun 1 milyona varan sayıda kişiyi askere alması, üretimden tüketime aktarması çok pahalıya mal oldu. Savaş sonrası çok partili yaşama geçiş de Cumhuriyetin tekçi yapısını aşındırdı. Toprak ağalığı tasfiye edilemediği gibi, şeyhlik, şıhlık ve tarikatlar yeniden hayat alanı buldu. Köy Enstitüleri kapatıldı. Tam bağımsızlıktan ve Aydınlanma programından uzaklaşıldı. Çok partili yaşama geçiş bireyi özgürleştirmeyi amaç edinen Cumhuriyetin Aydınlanmacı yanını baltaladı.
1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı da ayrılıkçılığı besledi. Çeşitli sol gruplar demokratik devrim/sosyalist devrim programı ekseninde ayrıştı. Daha sonra gruplar içinde bu mesele daha farklı ele alındı. Öyle ki iş “halkların kardeşliği” adı altında halkın etnik kimliklere göre bölünmesini meşrulaştırmaya kadar geldi. Kürtçülük yeniden hayat buldu. Karşı tedbirler alındı. 1980 darbesi sonrası Kürtçe konuşmayı yasaklamak gibi hayatın akışına aykırı bir adım atıldı; bu, zihinsel düzlemde bölünmeye hizmet etti. Sola karşı olduğu kadar ayrılıkçılığa da panzehir olması adına devlette dinin etki alanı genişletildi. Bu yönelim laiklikten uzaklaşılmasına, özgür bireyin alanının daraltılmasına ve egemenliğin kaynağının halk iradesinin dışında, adeta dogmalarda aranmasına yol açtı. Bireyi, refahı ve huzuru tarikat ve cemaatlerde aramaya sevk etti. Bu tercih bir anlamda devletin gericilikle uzlaşmasını doğurdu ve buna paralel olarak Kürt ayrılıkçı hareketine karşı sertleşme mecburiyetini dayattı. Aynı dönemde büyük şehirlere göç, gecekondulaşma, üniversitelerde yurt sorununun çözümünün cemaat ve tarikatlara havale edilmesi, sorunu çok boyutlu hale getirdi. Bütün bunların sorumlusu olarak ikinci cumhuriyet fikri hayat alanı kazandı ve kötü yönetişimin sorumlusu “ulus devlet” olarak sunuldu. Oysa geldiğimiz nokta tam tersini söylüyor...
AKP, bu sarmalın ülkeye egemen olduğu koşullarda iktidara geldi. Programı açıktı: İslami kimliğe göre ülkenin anayasal düzenini farklı bir rotaya sokmak... Türk kimliği aşındırılacak, bir etnik kimlik düzeyine indirgenecek, İslami kimlik ülkenin çimentosu olacaktı. Tabii bu adımlar, ülkeyi etnik kökenlere, din ve mezhep hatta tarikat yapılanmalarına göre kolonlara ayırmaya hizmet etmeyi gerektiriyordu ki başarıya ulaşsın! Açılım bu yaklaşımın bir parçasıydı. Olmayacak duaya âmin denemezdi. Erdoğan dönmek zorunda kaldı. Ama o denli sert döndü ki birlikte iş gördüğü ortaklarını hapse yolladı. Bu kadarla da kalmadı; “Benim Kürdüm” söylemi kendinden olmayanları “terörist” ilan etme noktasına geldi.
Benzer tutum Suriye’deki gelişmeler esnasında da yaşandı. Esad’ı iktidardan uzaklaştırma politikasının parçası olarak kucakladığı Salih Müslim’i başka türlü anar hale geldi. Kuzey Irak ile kurduğu bağda, önce Bağdat’ı yok sayması, 2017 referandumu sonrası farklı bir ilişki arayışında bulunması yanında Suriye’nin etnik ve mezhep temelli olarak bölünmesine yol açabilecek politikası mevcut sorunu büyütmüştür. Zaten terör örgütleriyle mücadelede bitişik alan üslenmelerini sağlayan coğrafi yapıların mevcudiyeti özel öneme sahiptir ve merkezi devletlerle en üst düzeyde işbirliğini zorunlu kılar. Tersi yapılmıştır. Kuzey Irak’ta terörle mücadelede doğru adımlar atılıyorsa da mevcut Suriye politikası dillendirilenin aksine ayrılıkçılıkla mücadeleyi beslemektedir.
HAM HAYALE YER YOK
Elbette siyasi iktidarların sorunları çözme arayışına kapıyı kapatmak siyasetin doğasına aykırıdır. TBMM her türlü sorunun özgürce konuşulduğu bir mecra olmalıdır. Ancak bir şartla: Anayasal düzene saygı çerçevesinde ve kurucu değerleri aşındırmadan... Ötesi kayaya çarpmak, zikzak yapmaktır ki sorunu büyütür...
Sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte Kürt kökenli vatandaşların belki de yarısı farklı kökenlerden olan Türk vatandaşlarıyla evlidir. Yine çok büyük bir çoğunluğu ülkenin batısında yaşamaktadır. Ezici çoğunluğunun Türk kimliğiyle kavgası yoktur. Tarihi olarak iç içe yaşamış bu insanların önümüzdeki dönemde daha huzurlu yaşaması ulus devlet ilkelerinin doğru uygulanmasıyla mümkündür.
AKP’nin uyguladığı zikzaklı politikalar ülkeye pahalıya mal olmuş ve sorunu daha da büyütmüştür. Muhalefet ise sorunu Meclis çatısı altında konuşarak çözebileceğini ileri sürmektedir. Her ikisi de 1924 yerine 1921 Anayasası’na gönderme yapmaktadır.
Bu şartlar altında sorun konuşularak çözülebilir mi?
Ülkemizi parçalatmak gibi bir tercihimiz olamayacağına göre...
Ayrılıkçı terörle tavizsiz mücadele kaçınılmazdır. Ulus devlet, etnik temelli yapılanmalara kapı aralayamaz. Buna kapı aralandığında işin nereye varacağı meçhuldür. Karışık evliliklerin çokluğu, insanların farklı bölgelere dağılmış olması gibi nedenlerden dolayı özerklik vb. çözüm önerileri ham hayaldir.
SONUÇ
Anayasanın vatandaşlık tanımında Türklük yerine “Türkiye vatandaşlığı” koyarak sorunun üstesinden gelineceği savı gerçekçi değildir. Bu tercih ayrılıkçı Kürtleri tatmin etmeyecek; Türk kimliğini içten bir şekilde benimsemiş geniş çoğunluk tarafından da benimsenmeyecektir.
Elbette bireylerin etnik kökenleri, dinsel ve mezhepsel aidiyetleri, dilleri saygındır ancak hiçbir şekilde ülkenin tarihsel köklerinden doğan ortak kimliğine eşit veya onun üstünde değildir, olamaz da!
Genel arzu ve iradeye dönüşürse hukuki bağlamda yapılabilecek tek şey, her bir vatandaşı “Türk” kabul etmek koşuluyla; Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartına ek bir “köken” hanesi açılması suretiyle arzu edenin kendi kökenini yazdırması sağlanabilir. Ulus devlet herkesin etnik kimliğiyle barışık ancak ortak Türk kimliğini sonuna kadar korumak zorundadır. Dilin geliştirilmesi, üniversitelerin edebiyat fakültelerinde bölümlerinin olması gereklidir.
Bu sorun, teröre başvuranla savaşarak, bunu yaparken tamamen hukuk içinde kalarak, halkla gönül bağını asla zedelemeden ve komşu ülkelerle iç işlerine karışmadan işbirliği yaparak hafifletilebilir. Çözülebildiği ölçüde çözülür. Mesele sorunla yaşamasını bilmektir.
Eşit vatandaşlığa değil vatandaşların eşitliğine sarılmalıyız. Hiç kimse din, etnik köken, mezhep aidiyetinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılamaz; bu bağlarından ötürü de ayrıcalıklı konuma getirilemez.
Sadece kimlik bağlamında değil aynı zamanda tahrip edilen din-devlet ilişkileri açısından da geçmişten daha kuvvetli ama hatalardan ders çıkararak Cumhuriyet programına sarılmak mecburiyetindeyiz aksi halde ülke büyük sıkıntılara gebedir...
BİTTİ
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- Ölüm nedeni belli oldu
- AKP döneminde ne kadar harcanmıştı?
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- AKP ve CHP döneminin harcama raporu!
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- Süper Lig'de yayın geliri dağılımı belli oldu!
- 'Vız gelir tırıs gider'
- 'O saraya, ben davaya’