Prof. Dr. Yasin Çağatay Seçkin Cumhuriyet'e konuştu: ‘İstanbul’un kültürel dokusu geri kazanılabilir’
İBB Başkan Danışmanı Prof. Dr. Yasin Çağatay Seçkin, İstanbul’un kentsel dokusunun geri kazanılabileceğini ifade ederken, İBB olarak kültürel doku ve yeşil alan kazanımı hakkında yaptıkları çalışmalara dikkat çekti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanı ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasin Çağatay Seçkin İstanbul’un yeşil alanları ve kültürel dokusu hakkında açıklamalarda bulundu.
Seçkin İstanbul’un kentsel dokusunun geri kazanılabileceğini ifade ederken, İBB olarak kültürel doku ve yeşil alan kazanımı hakkında yaptıkları çalışmalardan da bahsetti. Seçkin yeşil alanlar bakımından önemli olan konunun her yurttaşın 10 dakika mesafede yeşil alana ulaşabilmesi olduğuna değinerek Yaşam Vadileri’nin bu konudaki önemine dikkat çekti.
‘İSTANBUL’UN YANINDA GELİP GEÇİCİYİZ’
İstanbul gibi kültürel olarak zengin bir şehrin kültürel dokusunun geri kazanılabilmesinin mümkün olduğuna dikkat çeken Seçkin, şunları kaydetti:
“Bir kentin kültürel dokusunu geri kazandırmak mümkündür. Hele de İstanbul gibi bir şehrin. Çünkü kültürel doku, kök salan bir ağaç gibidir, tarihsel süreç içerisinde kentin en derinlere işlemiştir. Öylesine işlemiştir ki, kenti ve imajını dönüştürmeye, geçmiş dokuları yok etmeye kararlı olanları bile bazen bilinçsizce yönlendirebilir. Her ne kadar küresel kentler rekabetinin yaşandığı çağımızda, kentsel yenileme, kimilerince bir şehrin farklı bir resmini çizmek gibi masum bir ifadeyle anlatılıyor, ya da bir kenti farklı ya da görkemli kılmayı vaat eden makyajlı hayalperest projeler bu yaklaşıma dayanıyorsa da, İstanbul gibi kadim şehirler için kültürel dokunun yok edilmesi o kadar kolay değildir. Bazen moral bozucu gelişmeler yaşanmıyor mu? Yaşanmıyor demek mümkün değil elbette.
Şehrin kolektif hafızasını şekillendiren sokaklar, meydanlar ya da parklar, İstanbul’u İstanbul yapan eşsiz kültürel dokusuna gözlerini kapamış kişilerce ve tırnak içinde “küresel kent” ambalajıyla paketlenmiş projelerle, kent hafızasından silinip gitme riskiyle karşı karşıya kalıyorlar. Ama İstanbul bir şekilde hepsine direniyor. Ne kadar kayıp verirse versin, yeniden ayağa kalkıyor, geçmiş sayfaların öğretileriyle dolu, pırıl pırıl yepyeni bir sayfa açabiliyor. Belki söylediklerim çok romantik gelebilir, ama söz konusu şairlerin mısralarına sığmayan kadim şehir İstanbul olduğunda, durum kayıtsız ve şartsız böyledir.
Çünkü İstanbul, sayfaları dopdolu bir kitap gibidir. Sayısız tarihi olay, hikaye ve efsanenin var olduğu; tarihiyle, doğasıyla, hatta tüm ekosistemleriyle büyük bir kültürel zenginliği var etmiş görkemli bir anlatı alanıdır. Ne hikayesi biter, ne tarihi tükenir. Bu nedenle de kültürel dokusunu geri kazanmak elbette mümkündür, yeter ki İstanbul’un direncine zamanında destek verelim. Yeter ki, en fazla bir asra sığan hayatlarımızla, İstanbul’un yanında ne kadar gelip geçici olduğumuzu unutmayalım ve onu değiştirmek yerine onun sahip olduğu zenginliğin bir parçası olmaya çalışalım.”
‘KENTLİLERE AİDİYET HİSSETTİRİLMELİ’
Kültürel dokunun korunması ve sürdürülmesi konusunda birçok paydaşın rolü olduğunu, bu bağlamda kentlilere aidiyet duygusunun hissettirilmesi gerektiğini ve burada en önemli rolün yerel yönetimlere düştüğünü söyleyen Seçkin, konu hakkında şöyle konuştu:
“Kültürel dokunun geri kazanımı, ya da daha kapsayıcı bir ifadeyle, kültürel dokunun korunması ve sürdürülmesi konusunda kentte söz sahibi olan sivil toplum kuruluşlarından bireylere kadar tüm paydaşların rolü bulunduğu gibi, yerel yönetimlerin de önemli görev ve sorumlulukları vardır.
Özellikle, kentlilerin yaşadıkları kenti anlamaları, nasıl bir kente sahip olduklarını, nasıl bir kentte yaşadıklarını fark etmeleri çok önemlidir. Bu da kent kültürel kimliğinin korunması ve geliştirilmesi ile mümkün olur. Kentlilere yaşadıkları kente dair bir aidiyet duygusu hissettirmek ve bu bilinçle kentin tarihinden doğasına tüm değerlerine sahip çıkmalarını sağlamak, ‘makyajlı hayalperest projelerle kent hafızasının silinip gitmesini engellemenin’ en temel yoludur. Ve bu yolda en büyük görev, tabii ki, yerel yönetimlere düşmektedir. Bu görevin yerine getirilmesinde, kentin maddi ve manevi kültür mirasını korumak, kentteki yapılaşmanın bu kültürel değerlere uygun olarak gerçekleştirilmesini sağlamak, yerel yönetimler açısından temel adımları oluşturmaktadır.”
‘GEÇMİŞİN KAZANIMLARI GERİ GETİRİLEBİLİYOR’
İstanbul’da kültürel dokunun geri kazanılması sürecinde İBB’nin projelerinden de bahseden ve Beşiktaş ile Eminönü meydanlarında yapılan çalışmalarla bu mekânların kimliklerine kavuştuğunu ifade eden Seçkin, şöyle devam etti:
“İstanbul gibi kendine özgü kültürel varlıklarıyla benzersiz bir kimliği olan kentlerin kollektif hafızalarını şekillendiren en önemli mekânlar, sokaklar, meydanlar, parklar, ve en geniş tanımıyla kentsel açık alanlardır. Kentsel açık alanlar, insanların bir araya geldiği, etkileşim kurduğu, sağlık bulduğu, sağlıklı kaldığı ve kentli kültürünü doğal biçimde üretebildikleri alanlardır. Bu özellikleriyle de kent kimliğinin şekillendiği ve güçlü bir biçimde görünür olduğu kentsel mekânlardır. Beşiktaş Meydanı böyledir mesela, veya Eminönü Meydanı. Yeni düzenlenmiş halleriyle, tekrar Boğazla Haliçle buluştu bu mekânlar. Araç ve toplu taşıma trafiğinden arındılar ve olması gerektiği gibi yaya öncelikli hale geldiler.
Yeniden tarihi kimliklerine kavuştular. Beşiktaş’ta Denizler Fatihi Barbaros Hayrettin Paşa, vasiyetine uygun biçimde, yeniden dalgaların sesini dinlerken, denizin mavisini izleyebiliyor. Yıllar sonra, Haliç’in manzarası Eminönü’nden, otoparktaki araçlar ya da duraklardaki otobüslerle kesintiye uğramadan izlenebiliyor. Demek ki, az bir çabayla, geçmişin kazanımları geri getirilebiliyor. Bu nedenle, İstanbul’un tüm sokakları, meydanları, kentsel açık alanlarına bu şekilde yaklaşmak, gerek yöneticiler gerek tasarımcıların projelerini hayata geçirirken başlangıç noktasını oluşturuyor.”
‘SARAYBURNU YAŞAMA DÖNDÜRÜLDÜ’
Sarayburnu’nun Marmaray inşaatıyla birlikte terk edilmesine değinen Seçkin buranın İBB tarafından yaşama döndürüldüğüne dikkat çekti ve şunları kaydetti:
“Sarayburnu başlı başına, Yeşil Miras alanlarının kente kazandırılması açısından önemli bir örnek. Kuruluşundan bu yana İstanbul’un tarihine tanıklık eden ve 1985’te UNESCO Dünya Mirası listesine eklenen Sarayburnu, ne yazık ki, 2008 yılında Marmaray Şantiyesi’nin kurulmasıyla tamamıyla terk edildi. 12 yıllık bir aranın ardından, 2019 sonunda, Gülhane’nin devamı olduğunu hatırlatacak biçimde yeniden ele alındı ve bir kent hafızası mekânı olarak yeniden yaşama döndü.
Ayrıca, proje kapsamında Yenikapı Kazılarında ortaya çıkan ve yıllardır bu alanda depolanan kalıntıların restorasyonun tamamlanarak sergilendiği bir arkeopark da hayata geçirildi. Sarayburnu’ndaki geri kazanımı kelimelerle anlatmak zor. Gülhane’den başlayarak Sarayburnu sahiline doğru bir yolculuk yapmak ve Sarayburnu’ndan Haliç’i ve Boğaz’ı seyretmek, bu kente olan aidiyetimizi güçlendirmek adına önemli bir deneyim. Her İstanbullunun, Ertuğrul Fırkateyni’nin hikayesinden, alfabenin ilanına kadar pek çok tarihi olayı yerinde okuyarak ve hissederek yaşaması gerekiyor.”
‘BÜYÜKDERE FİDANLIĞI BİZE ATATÜRK’ÜN EMANETİ’
İBB’nin geri kazanım projelerinden bahsetmeye devam eden Seçkin, şöyle konuştu:
“Kültürel dokunun geri kazanımı ile ilgili bir diğer kıymetli örnek de Büyükdere Fidanlığı. 1997-2019 yılları arasında tamamen bakımsız kalan ve doğanın koruması altında viran bir biçimde bugünlere ulaşan bu alanın geri kazanımının önemini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Büyükdere Fidanlığı, 1928 ile 1997 yılları arasında geçen yaklaşık 70 yıl boyunca tarımsal üretime ve peyzaj sektörüne yaptığı katkıların ötesinde, özellikle, her anlamda yaşamına dokunduğu, ekonomik ve sosyal hayata kazandırdığı nitelikli insanlarıyla çok değerli bir kurum. Cumhuriyetin ne kadar kıymetli bir hazine olduğunun açık delillerinden bir tanesi.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurup, yükseltmek ve yaşatmak üzere bizlere emanet ettiği Büyükdere Fidanlığının tekrar üretken yıllarına dönmesi için çalışmak, kent kültürü ve hafızasının canlandırılmasının ötesinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizlere düşen önemli bir sorumluluk ve görevdi. Gerçekten gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir değil pek çok hikayesi var Fidanlığın. Umarım tüm İstanbullular ziyaret edecek zamanı yaratırlar kendileri ve çocukları için. Örnekler o kadar çok ki bu konuda, geçmişi 17. Yüzyıla uzanan Küçük Çamlıca Korusundan, Florya Atatürk Ormanı’na, Gülhane’den Altın Boynuz Haliç’e kadar. Hepsinin ayrı hikayesi var ve hepsi kentin kültürel geçmişinde belirgin rolleri olan alanlar.
Geri kazanım süreçleri sonucunda kent ekosistemine, kent kimliğine ve kentlilerin yaşam kalitesine doğrudan katkı veren alanlar haline dönüştüler. Daha önce ifade ettiğim gibi, İstanbul sayfaları dopdolu bir kitap. Emek verilmesi gereken daha başka tarihi koruları, tarihi bostanları ve çayırları var. Hepsi kültürel mirasın ve kent hafızasının kıymetli birer örneği.”
‘YEŞİL ALANLARI ARTTIRMAK HAYAL DEĞİL’
Seçkin İstanbul’daki yeşil alanların yetersizliği konusunda her ilçenin farklı karakteristiği olduğunu, konuya bölgesel yaklaşılması gerektiğini belirtti ve konu hakkında şu ifadeleri kullandı:
“İstanbul’daki yeşil alan yetersizliği tartışması aslında bölgesel olarak değerlendirilmesi gereken bir konu. Genel olarak, kişi başına düşen metrekare üzerinden konuya yaklaşılsa da, İstanbul birbirinden farklı bölgelerde farklı karakterlere sahip bir şehir. Örneğin Sarıyer ve Beykoz gibi ilçelere baktığınızda, bu ilçelerde, hem kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarı açısından, hem de aktif yeşil alan büyüklüklerinin diğer ilçelere oranları bakımından, herhangi bir yetersizlikten söz etmek kolay değildir. Ama kuzeyden güneye doğru indikçe, plansız gelişen yoğun yapı stoğunun insanlara nefes alacak bir alan bırakmadığı gözle görülmektedir. Son 5 yılda sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hizmete açtığı 13 milyon m2 yi aşkın aktif yeşil alan sayesinde yaklaşık 8 m2 değerlerine ulaşmış olan kişi başı aktif yeşil alan miktarının daha da artırılması elbette önemli bir hedeftir.
4.5 yıl boyunca gerçekleştirilen çalışmalar ve yapılan planlamalar göstermektedir ki, kişi başı 10-11 m2 aktif yeşil alan hedefi İstanbul için erişilmeyecek bir nokta değildir. Nitekim, projeleri çalışılan ve yapımına başlanan Büyükçekmece, Terkos ve Ömerli Havzaları çevresindeki Doğal Yaşam Parkları, İstanbul’a 27 milyon m2 yeni aktif yeşil alan kazandıracaktır. Yine, Ümraniye, Sancaktepe, Maltepe, Çatalca, Eyüpsultan ve Avcılar’da planlanan yaklaşık 5.5 milyon m2 büyüklüğünde yeni kent ormanları…tek başına 7.7 milyon m2 büyüklüğündeki Kısırkaya Tabiat Parkı…Şu örneklerle bile 40 milyon m2 aşıldı ki, yapımı devam eden ve yeni başlanacak Yaşam Vadileri aracılığıyla elde edilecek 10 milyon m2 aktif yeşil alan yok bu hesabın içinde. Özetle kişi başı aktif yeşil alan miktarını artırmanın hesabı kitabı yapılabilir durumdadır, planlaması yapılmıştır ve kesinlikle bir hayal değildir.”
‘ÖNEMLİ OLAN YEŞİL ALANLARIN YURTTAŞLARA YAKIN OLMASI’
Yeşil alan kazanımı konusunda Yaşam Vadileri projesinin önemine değinen Seçkin, şunları kaydetti:
“Yeşil alan yetersizliği tartışmasının kilit noktası, kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarını artırmak değildir. Asıl hedef, evinizden çıktığınızda 10 dk içerisinde, yani 800 m ile 1 km aralığında bir mesafede bir yeşil alana erişmek olmalıdır. Yine, bir başka açıdan hedef, tüm çocukların sağlıkla fiziksel ve sosyal gelişimlerini gerçekleştirebilecekleri oyun alanlarına erişebilir mesafede olmalarıdır. Bu nedenle, hâlihazırda devam eden ve gelecek dönemde daha da hız kazanacak Yaşam Vadileri, bu hedefin gerçekleştirilmesinde hayati önem taşımaktadır. Çünkü Yaşam Vadileri, lineer yapıları gereği, özellikle İstanbul’da kuzey güney hattında gelişerek ve asıl ulaşılmak istenen güney ilçelerinin içinden geçerek, Marmara Denizi’ne ulaşan hatlar boyunca yeşil alan oluşturma imkânı sağlamaktadır.
Gözünüzün önüne getirebilirseniz, kuzeyden başlayıp güneye doğru yol alan birbirine paralel çok sayıda lineer yeşil koridor… Bu koridorlar aracılığıyla, nefes alınacak yer bulmakta zorlanılan kentsel dokuların derinliklerine inen yeşil alanlar tasarlamak mümkün. Güzelim İstanbul, yüzyıllardır doğal olaylara bağlı olarak, nakış nakış işlenmiş topoğrafyasıyla yine çözümü kendi üretiyor. İnsanın doğaya, tarihe, kültüre ihanetine karşılık, İstanbul topoğrafyasındaki zenginlikle yine yol gösteriyor. İlk adımı Beylikdüzü Yaşam Vadisi ile atılan, geçtiğimiz dönem ona eklenen 15 yeni yaşam vadisiyle devam eden bu süreç tamamlandığında, ya da adım adım yol aldıkça İstanbul’un her ilçesinde 10 dk içerisinde bir yeşil alana erişmek mümkün olacak. Bu noktada, yaşam vadisi hayalini başlatan, İstanbul’un yeşile ilişkin hedefleri arasına koyan, hayata geçiren ve bugün bunları konuşup tartışabilmemize imkan sağlayan Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nu özellikle anmak gerekir. Kendisine bu vesileyle, hem bir İstanbullu hem de bir çalışma arkadaşı olarak teşekkürü borç biliyorum.
Yaşam Vadilerinin yanı sıra cep parkları da, özellikle yapı stoğunun çok yoğun olduğu ve aktif yeşil alan miktarının İstanbul ortalamasının gerisinde olan ilçeler için kıymetli bir çalışma. Kolay bir iş değil, mülkiyetten tutun imar planı kararlarına kadar pek çok kısıtlayıcı etken var. Ama inat edince bu konuda da yol almak mümkün. Yeni dönemde İstanbul cep parkları ile belli bölgelerde nefes alma alanlarına; hatta nefes almanın ötesinde, yeni deprem toplanma alanlarına kavuşmuş olacak.”
‘OYUN İSTANBUL PROJESİ İSTANBUL SINIRLARINI AŞTI’
Seçkin, Oyun İstanbul projesine ilişkin ise, şu bilgileri aktardı:
"İstanbul’un rekreasyon alanlarında oyun ve fiziksel aktiviteyi odak noktası olarak benimseyen bir yaklaşımla 2019’dan bu yana faaliyet gösteren Oyun İstanbul, bu kentte çocuklar başta olmak üzere kentte yaşayan herkesin, oyun oynama hakkından tam olarak yararlanabilmesi üzerine çalışıyor. İstanbul’un oyun alanları olan bir kentten oynanabilir bir kente dönüşmesi için çaba gösteriyor. Ve yürüttüğü projelerden biri olan Hayal Gücü Oyun Parkı (HOP) araçları ile İstanbul’un oyun alanı az, sıkışık kent dokularına sahip ilçelerinde, günübirlik seyyar oyun alanları tesis ederek, mümkün olduğunca çok çocuğa ulaşmayı hedefliyor.
İfade ettiğim projeler aracılığıyla, bir yandan yeni yeşil alanlarda yeni oyun alanları üretim süreçleri devam ederken, bir yandan çocukların fiziksel sosyal gelişimlerine katkı sağlanması amaçlanıyor. Bu arada belirtmem gerekir ki, HOP Projesi, İBB’deki çalışma arkadaşlarımızın çabası ve inancı sayesinde, sadece İstanbulla sınırlı kalmadı. 6 Şubat 2023 günü yaşadığımız deprem felaketi sonrası, İstanbul’daki tüm çocuklarımızın oyun hakkından yararlanması amacıyla başlatılan projemiz, İstanbul sınırlarını aşarak deprem bölgesinde 10.000’ den fazla çocuğumuzla buluşmamızı sağladı.
O dönemde yaşadıklarımızı kelimelerle ifade etmek gerçekten zor. Sanırım yeşil ve oyun alanlarından herkesin yararlanabilmesine yönelik arayışların belki de topluma en fazla dokunanı, milletçe yaşadığımız bu acı olay sonrası Hatay’da gerçekleşti. Tüm bunlardan sonra, bir kez daha ifade etmek gerekir ki, İstanbul’un ortalama kişi başına düşen aktif yeşil alanını artırmaya yönelik çalışmalar ümit verici ve projelendirilmiş durumdadır.
Ama asıl hedef, özellikle burada Yaşam Vadilerinin öneminin anlaşılması açısından bir kez daha vurgulamak istiyorum, İstanbul’un yoğun yapılaştığı bölgelerinde yaşayan kentlilerin, dere yatakları boyunca oluşturulan yeşil koridorlar aracılığıyla, 10 dakika içerisinde bir yeşil alana ulaşılabilmesidir. Bu nedenle Yaşam Vadileri, bir yeşil alan ve rekreasyon projesinin ötesinde, yaşam hakkı ve kalitesinin tüm yurttaşlar açısından eşitlenmesi arayışında büyük öneme sahiptir.”
‘ÇEVRE VE EKONOMİK BÜYÜME BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ’
Ekonomik büyümenin kültürel dokunun korunmasına ve yeşil alanların arttırılmasına bir engel olmadığını, tam tersine sürdürülebilir kalkınma bağlamında bu kavramların iç içe olduğunu, doğru bir planlama yapıldığında kültürel dokuların ve yeşil alanların ekonomik kalkınmada rol oynayabileceğini söyleyen Seçkin, şu ifadeleri kullandı:
“Yeşil alan ve kültürel dokunun korunması kentlerin ekonomik büyümesinin gerek şartlarıdır. Aslında konuya sürdürülebilir kalkınmanın üç ayağı olan çevresel, ekonomik ve sosyal bileşenler açısından yaklaşırsak, zaten üç ayaktan ikisi olan çevre ve ekonominin birbirinin ayrılmaz parçaları olduğu görülecektir. Bunun yanı sıra, doğadan elde edilen ekonomik, sosyal ve sağlığa yönelik faydalar dikkate alınarak, doğanın paha biçilmez değerini tahmin etmek mümkün. Bu tahmin çerçevesinde ekonomik büyümeyi ve kişisel refahı iyileştirmek için, doğanın sağlayacağı katkıyı göz önünde bulundurmak zorunlu bir hal alıyor.
Konuya yeşil alanlar yönünden yaklaştığımızda, ekonomik tabanlı bir bakış açısıyla, bir mülkün değeri ile yeşil alanlara yakınlığı arasında önemli bir bağlantı olduğunu biliyoruz. Parkların fiziksel ve ruhsal sağlığımızı iyileştirdiğini biliyoruz. İklim direncini desteklediklerini ve hava kirliliğini azalttıklarını biliyoruz. Toplulukları bir araya getirdiklerini, her yaştan insanın sağlığı için önemini biliyoruz. Ama belki düzenli kullandığımız ya da soluklanmak üzere durduğumuz bir yeşil alanın sağlık harcamalarımız üzerindeki matematiksel etkisini bilmiyoruz. Bunu rakamlara dökmediğimiz için tanımlı bir değer halini almıyor. Doğal yeşil alanların dolayısıyla geçirgen yüzeylerin çokluğu, gerek altyapı yatırımları, gerek su tüketimi, gerekse afetler sonucu karşılaşılan yıkımlar düşünüldüğünde, kentimize ne kadar tasarruf sağlar? Ya da kimlikli aktif yeşil alanlar veya kentin kültürel dokusunu oluşturan diğer tüm bileşenler, bu kenti turistler için ne kadar çekici hale getirebilir? Çekime kapılıp gelen turistler, otel, restoran ve alışveriş için harcama yaptıklarında yerel ekonomiye ne kadar katkıda bulunurlar?
Yalnızca turistler değil, bu cazibeden dünyanın dört bir yanındaki yetenekli insanlar etkilenip burayı kendileri için bir yaşam alanı olarak tercih etmezler mi? İnsan kaynağı açısından zenginleşen kent, ekonomik anlamda da gelişmez mi? Tüm bunların kent ekonomisine sağladığı katkılar, kentin ekonomik bağlamda büyümesine katkı sağlayan unsurların sağladıklarına göre daha az mıdır? Yoksa bunlar olmadan zaten diğerlerinin katkısından söz etmek mümkün olmayabilir mi? Bu noktada, dikkat edilmesi gereken husus, bakım, koruma ve imar çalışmalarına harcanacak bütçe ile ilgili olabilir. Ancak doğru planlandığında yeşil alanlar ve kültürel dokular, hem kendi masraflarını karşılar, hem de ekstra gelir yaratabilirler.”
YABAN İSTANBUL PROJESİ
İBB olarak doğaya verdikleri öneme Yaban İstanbul projesi örneğiyle değinen Seçkin projeyi şu sözlerle anlattı:
“Yeşil alanlardan bu kadar bahsetmişken, İstanbul’un yeşil alanlarına bakış açımızın daha iyi anlaşılması adına, Oyun İstanbul gibi bundan 4.5 yıl önce başlatılan bir başka çalışmaya, Yaban İstanbul’a da kısaca değinmek istiyorum. Yaban İstanbul, insan ayak izini azaltarak, doğanın doğal süreçleri işletmesine izin vererek, zarar görmüş ekosistemlerin onarılması ve bozulmuş peyzaj alanlarını eski haline getirilmesini sağlamanın ve bu şekilde daha fazla biyolojik çeşitliliğe sahip habitatlar yaratmanın mümkün olduğuna inanan bir hareket. Bu nedenle; tarihi korularımız ve kent ormanlarımızdan başlayarak zaman içinde tüm İstanbul’a yayılacak biçimde yöreye özgü ekolojik tasarım, yapım ve bakım programlarını yeşil alanlarımıza adapte etmeye çalışıyoruz.
Örneğin; buraya ne dikmek istiyoruz sorusu yerine burada yaşamak isteyen bitkiler hangileridir sorusunu soruyoruz. Bu soruya cevap verebilmek için, İstanbul’u tüm ekosistemleri ile keşfetmek için uğraş veriyoruz. Hem de yalnız başımıza değil bize katılmak isteyen tüm gönüllülerimizle. Yunus ve kuş gözlemleri, doğa yürüyüşleri, oyun atölyeleri, seyyar oyun parkları, konuşan ağaç projesi, doğa dedektifi, üretken peyzaj etkinlikleri ve bahçıvanlık eğitimleri, hep bu uğraşın adım taşları. Bu yaklaşımla, ekolojik süreçlerin doğru işlediği alanlar yaratır ve korursak, uzun vadede hem insanlar hem de yaban hayatı fayda sağlayacaktır.”
‘KİMYASALLAR YERİNE DOĞADAN DERS ALIYORUZ’
Yaban İstanbul projesini anlatmaya devam eden Seçkin, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Örneğin; böcekler ekosistem içinde yaşam ağının temelidir. Çiçekleri tozlaştırırlar, diğer böcekleri kontrol ederler, toprağın yapısını korurlar ve diğer canlılar için yiyecek olurlar. Sağlıklı bir ekosistemde böcek yiyen kuşlar ve kurbağalar, böceklerin kontrolden çıkarak çoğalmasını engeller. Bu doğal biyoçeşitlilik sağlanmadığında, bitkilerimize zarar verebilecek tek bir türün saldırılarını yaşayabiliriz. İşte bu noktada, biz onları kimyasallarla tedavi etmek yerine doğadan ders alıyoruz.
Yöreye özgü biyoçeşitliliği artırarak, zararlı böcekleri kontrol altında tutacak daha fazla böcek ve kuş çeşitliliğine ulaşmayı hedefliyor; bu sayede daha fazla tozlayıcı böceğin polen taşıyacağını ümit ediyoruz. O nedenle, baharla birlikte uzayan çayırları ve yabani çiçekleri belli periyotlarda, diğer canlıların yaşamlarına saygı duyarak ve yaşam döngüsüne katkı sağlayacak biçimde kesiyoruz. İlkbahar kesimlerini en geç nisan sonuna kadar tamamlıyor, mayıs başında kesimlere ara veriyoruz. Bu, yeşil alanlardaki yabani bitkilerin büyüyüp çiçek açmasına, tozlayıcı böceklerin görevlerini yapmasına olanak tanırken; yaban hayatının da tüm unsurlarıyla sisteme girmesini sağlar ve bu şekilde ekolojik süreçler bir döngü içinde devam eder.
Haziran sonu itibariyle ana yaz budamasına başlıyoruz. Bu budama, hangi bitkileri teşvik etmek istememize bağlı olarak, Haziran sonu ile Ağustos sonu arasında gerçekleştiriyoruz. Bu budama döneminde, tohumların yere düşmesini ve toprakla buluşmasını sağlamak için kesilen malzemeyi birkaç gün yerinde bırakıyor ve ardından tırmıklayarak alandan uzaklaştırıyoruz. Daha buna benzer bir çok detay var program dahilinde, yeşil atıkları kompostlamak, alanları yaprak, çim artıkları ve ağaç kabukları ile malçlamak, sadece gerektiğinde budamak, yerel tohumları toplamak ve tohumdan üretmek, sulamaya gün doğmadan bitirmek, geçirimli yüzeylerle yüzeysel akışı azaltıp yağmurdan en üst düzeyde faydalanmak, korunmaya değer ve anıt ağaçları kent ekosisteminin hafızası olarak korumak ve sahiplenmek, tarakotu, ısırgan otu gibi yabani otları hızla ayıklamak yerine yaban hayatına nektar ve polen sağlamasına izin vermek, böcek otelleri yapmak, sürdürülebilir enerji kaynaklarından en üst seviyede yararlanmak, gece aydınlatma seviyelerini flora ve fauna isteklerine göre düzenlemek, ışık kirliliğini engellemek, doğaya saygı duymak, ondan öğrenmek, onu taklit etmek…
Hepsi de ekolojik süreçlerin sağlıklı işlemesine yönelik. Özetle, doğa sağlıklı olduğunda biz de sağlıklıyız. Su, yiyecek ve hava için doğal dünyaya güveniyoruz. Doğa ile bağlantı kurmanın bize iyi hissettirdiğine, bizi zihinsel ve fiziksel olarak iyi tuttuğuna inanıyoruz.”
En Çok Okunan Haberler
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi
- Beşiktaş'tan Talisca açıklaması: 'Karar verilmiştir'
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!