Montrö Boğazlar Sözleşmesi nedir, ne zaman imzalandı? İşte Atatürk'ün Montrö sözleri

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Anlaşması'ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin en başarılı diplomasi hamlesi olarak kabul ediliyor. Zira, Montrö sayesinde İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolü, Sevr Anlaşması'nın imzalandığı 1920'den sonra yeniden Türk milletine geçiyordu. Mustafa Kemal Atatürk tarafından da 'makul' bulunan Montrö Anlaşması, 2022 yılında geçerliliğini sürdürüyor. İşte, Montro Boğazlar Sözleşmesi'nin maddeleri...

Montrö Boğazlar Sözleşmesi nedir, ne zaman imzalandı? İşte Atatürk'ün Montrö sözleri
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 25.03.2022 - 16:40

Mustafa Kemal Atatürk'ün Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili görüşleri, bir kez daha gündeme geldi. 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması'nda İstanbul ve Çanakkale boğazlarının statüsü, 1936 yılında yürürlüğe giren Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile yeniden belirlendi. Türkiye Cumhuriyeti için bir başarı olarak kabul edilen Montrö Boğazlar Sözleşmesi dolayısıyla büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, dönemin Dışişleri Bakanı Rüştü Aras'ı tebrik etti.

RUS VE UKRAYNA GEMİLERİ TÜRK BOĞAZLARINDAN GEÇEBİLİR Mİ?

Rusya'nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna'ya karşı başlattığı işgal hareketinin ardından Montrö Boğazlar Sözleşmesi gündeme geldi.

Sözleşmeye göre, savaş zamanında Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin savaş gemileri İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı'ndan geçebiliyor.

Buna göre savaş halindeki Rusya ve Ukrayna'nın savaş gemileri halihazırda Türk Boğazlarından geçebilirken, NATO ülkelerine ait savaş gemileri Boğazlardan geçemiyor.

Ukrayna Ankara Büyükelçisi Vasyl Bodnar, Türkiye'den yardım isteyerek, İstanbul ve Çanakkale Boğazı'nın Ruslara kapatılmasını istedi. Bu konudaki karar, Türkiye'nin inisiyatifinde bulunuyor.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ NEDİR?

Türkiye'ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı veren Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 20 Temmuz 1936 tarihinde İsviçre'nin Montreux (Montrö) kentinde imzalandı.

Sözleşme, Türkiye'ye Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkı verdi ve barış zamanı sivil gemilerin özgürce geçişini garantiledi.

Sözleşme, Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin geçişini sınırladı. Sözleşmenin şartları, özellikle Sovyetler Birliği Donanması'na Akdeniz'e erişim hakkı sağlaması yıllar boyunca tartışma konusu oldu.

1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerine geçti. Bu sözleşmeyle birlikte Uluslararası Boğazlar Komisyonu'nun da görevi sonlandı.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ÖNEMİ

Türkiye, Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin getirdiği kısıtlamalardan dolayı kaygı içindeydi.

Sözleşmenin imzalandığı tarihlerde güncelliğini koruyan silahsızlanma ümitlerine güvenen Türkiye'nin silahlanma yarışının tekrar başlamasıyla duyduğu huzursuzluk giderek artırdı. Türkiye, bu rahatsızlığını ve Boğazlar'ın statüsünde değişiklik yapılması yolundaki teklifini konuyla ilgili imzacı devletlere duyurduğunda farklı kutuplarda yer almaya başlayan bu devletlerin hemen hepsinden ortak bir anlayış gördü.

İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında konu hakkında şu görüşlere yer verildi: "Türkiye'nin Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı kabul edilmektedir."

Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimi ile her zaman yakından ilgilenen İngiltere'nin Türkiye'yi desteklemesine paralel olarak Balkan Antantı Daimi Konseyi'nin 4 Mayıs 1936'da Belgrad'da yaptığı toplantıda Türkiye'nin teklifini destekleme kararı alındı.

MONTRÖ ANLAŞMASI HANGİ ÜLKELER ARASINDA İMZALANDI?

Türkiye'nin girişimi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin diğer akitleri tarafından da kabul edilince boğazların rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montrö kentinde toplandı.

2 ay süren toplantılardan sonra 20 Temmuz 1936'da Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edildi ve boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye geçti.

Türkiye daha önce Sovyetler Birliği ile yaptığı saldırmazlık antlaşması uyarınca Sovyetler Birliği'nin de desteği aldı. Sözleşme, 9 Kasım 1936'da yürürlüğe girdi ve Milletler Cemiyeti Sözleşme Serisi'ne 11 Kasım 1936'da kaydedildi. 2022 yılı itibarıyla yürürlüktedir.

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ MADDELERİ

Ticari Gemilerin Geçiş Rejimi

* Barış zamanında, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, hiçbir işlem (formalite) (sağlık denetimi hariç) olmaksızın boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır.

* Savaş zamanında Türkiye, savaşan değil ise bayrak ve yük ne olursa olsun boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.

* Savaş zamanında Türkiye savaşta ise, Türkiye ile savaşta olan bir ülkeye bağlı olmayan ticaret gemileri, düşmana hiçbir biçimde yardım etmemek koşuluyla boğazlarda geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler boğazlara gündüz girecekler ve geçiş, her seferinde Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.

* Türkiye'nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumunda, boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır; ancak gemilerin boğazlara gündüz girmeleri ve geçişin her seferinde Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir. Kılavuzluk, bir durumda zorunlu kılınabilecek; ancak ücrete bağlı olmayacaktır.

Savaş Gemilerinin Tâbi Olacağı Yaptırımlar ve Geçiş Rejimi

1. Barış Zamanı

* Karadeniz'e kıyıdaş devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, tezgaha koyuştan ya da satın alıştan Türkiye'ye vaktinde haber verilmişse, deniz üslerine katılmak üzere boğazlardan geçirme hakkına sahip olacaklardır. Söz edilen devletlerin denizaltıları, bu konuda Türkiye'ye ayrıntılı bilgiler vaktinde verilmek koşuluyla, bu deniz dışındaki tezgahlarda onarılmak üzere de boğazlardan geçebileceklerdir. Gerek birinci gerek ikinci durumda, denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve boğazlardan tek başlarına geçmeleri gerekecektir.

* Savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi için, Türk hükümetine diplomasi yoluyla bir ön bildirimde bulunulması gerekecektir. Bu ön bildirimin olağan süresi sekiz gün olacaktır; ancak, Karadeniz kıyıdaşı olmayan devletler için bu süre on beş gündür.

* Boğazlardan geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonajı 15 bin tonu aşmayacaktır.

* Herhangi bir anda, Karadeniz'in en güçlü donanmasının (filosunun) tonajı sözleşmenin imzalanması tarihinde bu denizde en güçlü olan donanmanın (filonun) tonajını en az 10 bin ton aşarsa diğer kıyıdaş ülkeler Karadeniz donanmalarının tonajlarını en çok 45 bin tona varıncaya değin arttırabilirler. Bu amaçla, kıyıdaş her Devlet, Türk Hükûmetine, her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihlerinde, Karadeniz'deki donanmasının (filosunun) toplam tonajını bildirecektir; Türk Hükûmeti de, bu bilgiyi, kıyıdaş olmayan diğer devletlerle Milletler Cemiyeti nezdinde paylaşacaktır.

* Bununla birlikte, Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize, insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, bu kuvvetin toplamı hiçbir varsayımda 8 bin tonu aşamaz.

* Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaklardır.

2. Savaş Zamanı

* Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri yukarıda belirtilen koşullar içinde, boğazlarda tam bir geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır.

* Saldırıya uğramış bir devlete ve Türkiye'yi bağlayan bir karşılıklı yardım antlaşması gereğince yapılan yardım durumları dışında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi yasak olacaktır.

* Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da olmayan devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, kendi limanlarına gitmek maksadıyla boğaz geçişi yapabilirler.

* Savaşan devletlerin savaş gemilerinin boğazlarda herhangi bir el koymaya girişmeleri, denetleme (ziyaret) hakkı uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır.

* Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir.

* Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karsısında sayarsa, Türkiye savaş durumu geçiş rejimini uygulamaya başlayacak ancak; Milletler Cemiyeti Konseyi Türkiye'nin aldığı önlemleri 3'te 2 çoğunlukla haklı bulmazsa Türkiye bu önlemlerini geri almak zorunda kalacaktır.

Genel Hükümler

* Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.

* Türk hükümeti, sözleşmenin, savaş gemilerinin boğazlardan geçişine ilişkin her hükmünün yürütülmesine göz kulak olacaktır.

Fesih Şartları

* Sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, 20 yıl sürecektir. Bununla birlikte, sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır.

* 20 Temmuz 1956'da sözleşmenin süresi bitmiş, sözleşmeyi imzalayan devletler Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirmek için girişimlerde bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır.

* Uluslararası Deniz Hukuku kuralları ve fesih şartlarında da belirtildiği gibi gemilerin uğraksız geçiş (transit değildir) hakkı gereği sözleşmenin değişmesi durumunda dahi Türk boğazlarından geçecek hiçbir gemiden zorunlu ücret talep edilemeyecektir.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN MONTRÖ ANLAŞMASI SÖZLERİ

Mustafa Kemal Atatürk, Sözleşme'nin imzalanmasından bir gün önce Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'a dikkat çeken bir tebrik mesajı gönderdi. Atatürk şöyle yazıyordu:

"Dr. Aras

Türkiye Cumhuriyeti Dış Bakanı - Montreux (Montrö)

Tebrik ederim; Montreux Konferansı’nı pek parlak demeyeceğim, makul neticelendirebildiğinden dolayı. Ümit etmek isterim ki, dünya medeni ve insani alemi bizim Türklük namına aldığımız uysallığı, fedakarlığı takdir edeceklerdir.

Yukarıda vermek istediğim parlaklığı, bu muvaffakiyetinizi zafer haline getirecek bundan sonraki yüksek neticeler almanıza saklıyorum. Türkiye ve Türk milleti, Türk’ün yüksek haklarını dünya devletleri karşısında muvaffakiyetle müdafaa edebilen ve neticelendirebilen senin gibi yüksek diplomatlarıyla kıvanç duyar.

Bu işte sizinle beraber çalışan, size büyük zeka ve gayretleriyle yakından yardım eden güzide arkadaşlarımızın ayrı ayrı ve senin gözlerinden öperim. Bu tebrik telgrafımı sana yazmamı, mesele ile ve seninle çok alakalı olarak meşgul olan hükümetimizin, bana sizin muvaffakiyetinizi müjdelemelerine borçluyum. Onlara da ayrıca teşekkür ederim."

"HAK, CANLI CENAZELERİN DEĞİL, DİRİLERİN VE GÜÇLÜLERİNDİR"

Genç Cumhuriyet'in ideologlarından, Mustafa Kemal Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı Mahmut Esat Bozkurt da Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalanmasının ardından 17 Ağustos 1936 tarihinde bir yazı kaleme aldı. "Montrö'yü ve bütün sözleşmeleri korumanın anahtarı: Ordu, Yine Ordu, Hep Ordu!" [2] başlığıyla yayımlanan yazıda Bozkurt, şunları söylüyordu:

"[…] Tarihi okuyorum. Ve onun bize anlattığı zaferleri düşünüyorum. Fakat bunlardan hangisi sırtını silaha dayamadı? Hangisi galip bir kılıcın peşi sıra doğmadı?!

Büyük İskender'in Makedonya'sı mı? Sezar'ların Roma'sı mı? Cengiz'lerin, Timur'ların Asya imparatorlukları mı? Batı Türklerinin dünya hegemonyası mı? Napolyon'ların Fransa'sı mı? Modern İngiliz imparatorluğu mu? Emperyalist Fransız demokrasisi mi?! Japonya, Amerika mı? Sömürgeci İtalyan faşizmi mi? Bunların hangisi lafla, nutukla, ukalalıkla elde edildi? Hangisi?!

Denebilir ki, bütün bunlar kuvvetin hakka galebesidir.

İşin felsefesiyle meşgul değilim. Zaferlerin yaradanını ve koruyucusunu arıyorum. Yaşamak isteyenlerin ve yaşayanların başvurduğu çareyi göstermek istiyorum.

"Tarihi okuyorum. Onun bize anlattığı büyük ihtilalleri, büyük fikir cereyanlarını düşünüyorum. İnsanlığı haklarına kavuşturan büyük dünya hareketlerini düşünüyorum.

Fakat bunların hangisi sırtlarını kuvvete dayamadan seslerini duyurabildiler? Hangisi elde kılıç hasmının başına vura vura onu yere sermeden, onu pıhtılaşmış kanında boğmadan yerini aldı ve kendini tanıtabildi?

Büyük Fransız İhtilali mi? Büyük Sosyalist İhtilali mi? Büyük Atatürk İhtilali mi? Hitler hareketleri mi?

İnsanlığa yeni bir yaşayış çağı açan bu hareketlerin hangisi lafla, hitabetle, ukalalıkla elde edildi?! Hangisi?!

Hangi hak ve hareket, en haklı bir varlık bile sıkıntılı bir günde tutunmak, varım, var olacağım diyebilmek için silahı ihmal edebilir?! Hangisi?!

"Tarihi okuyorum. Onun anlattığı realiteleri düşünüyorum.

Biz, 1856 Paris Antlaşması'yla Avrupa konserine [birliğine] girmiş bulunuyorduk. Daha o zaman, fiilen ve hukuken kapitülasyonlardan kurtulmuş olmamız lazımdı. Fakat bu elde edilen hak daha tatbikata girmeden öldü. Yazıldığı kâğıt ona bir kefen oldu. Paris Antlaşması'nı imzalayanlar o hakkı bize tatbik ettirmediler bile. Zaten Kırım Savaşı'na üç devletin yedeğinde canlı cenaze gibi girmiştik.

Demek ki, zaman oluyor, zafer bile hakkın yerini bulmasına az geliyor. Hak, canlı cenazelerin değil, dirilerin ve güçlülerindir.

Son Montrö Konferansı'nı bir lahzacık düşünebiliriz. Boğazlar'ı kapamak bizim her bakımdan söz götürmez bir hakkımızdı. Neden bu hak bugüne kadar kaldı? Ve ancak bugün yerini bulabildi? Boğazlar silahlandı. Neden? Sadece haklı olduğumuzdan mı?!

Fakat bir an korka korka düşünelim: Türk ordusu bugünkü kudretinde olmasaydı, bu hak bize belagatle, hitabetle, mantıkla teslim edilecek miydi?

Cevabını azıcık düşünenler versin!..

Hak silahla alınıyor ve mutlaka silahla bekleniyor [korunuyor]. Onu korumanın başka yolu yok.

Bütün bunlar için ordu, yine ordu, hep ordu. Böyle olmalı. Olup olacakla meşgul değilim; meşgul olmaya da vaktim yok. Ben, olanı söylüyorum.

"Tarihi okuyorum. Onun anlattığı realiteleri düşünüyorum.

İç ve dış bakımlardan haklarını kaybetmiş milletler günün birinde silaha sarılmak kabiliyetini göstermedikçe, sürüne sürüne bile yaşayamayacaklardır. Onlar, dünyaya armağan olarak korkunç esir mezarları bırakacaklardır. Ve bütün bir tarih içinde onların adı sanı birer mezar olarak kalacaktır.

İşte Asya Mançurya'sı, Afrika Habeşistan'ı vs.

"Tarihi okuyorum. Realiteleri düşünüyorum.

En medeni millet kimdir? Bunu kendi kendime soruyorum.

Aldığım cevap şudur: En medeni millet, en güçlü millettir. İnsan gibi, insan olarak yaşama hakkı güçlü milletlerindir; tıpkı şahıslar gibi…

Ölmüş büyük medeniyetlerin enkazı bana şu hakikatleri haykırıyor:

"Kuvvetli idik, âlemlere hâkim olduk; zayıf düştük, öldük!"

Bence modern medeniyetin tılsımı, modern bir orduyu bütün levazımıyla, maddî, manevî bütün ihtiyaçlarıyla aynı ülke içinde yaratabilmektedir.

Büyük savaş endüstrisi istiyoruz.

Atatürk büyük Nutuk'unda "Savaş iki milletin maddî, manevî bütün varlıklarıyla ayağa kalkarak birbirleriyle vuruşmasıdır" dedi.

"Tarihi okuyorum. Ve düşünüyorum:

Her gün her vesileyle çekilen silah aşınır. Zamanında kullanılmayanı paslanır. Hak ve şuur silahın bileğitaşıdır. Onun en iyi kestiği an işte bu andır; hakka dayandığı, şuurla kullanıldığı zamandır."

"KAPILARIM KAPALIDIR, İSTEDİĞİM GİBİ AÇARIM"

Mustafa Kemal Atatürk, Montrö tartışmaları sürerken Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi'ye bir yazı kaleme aldırdı. 10 Temmuz 1936 tarihli bu yazıda Türkiye'nin Boğazlar meselesine bakışı açık şekilde tarif ediliyordu:

"Boğazlar ve Boğaz suları Türk'ün tam hakimiyet ve istiklâlinin ifadesidir.

Biz Türkler, Boğazlar rejiminin Türkiye emniyeti için zamanla teşkil ettiği tehlikenin endişe ve heyecanlarını yaşadık. Kuvvetlerimizin derhal bu endişeleri bertaraf edecek tertib ve tedbir almağa müsaid olduğunda cihanın şüphesi yoktur.

Buna rağmen istedik ki bizim doğru görüşümüzü doğru gördüğünü zannettiğimiz bütün medenî âlemin tetkik ve mütaleasına arzedelim, ve onlar bizimle beraber, bizimle müştereken hakikati görmüş olduklarını ifade etsinler.

Biz bu tarzı hareketi öteden beri dünyaca tanınmış olan sulhseverlik politikamızın çok samimi bir icabı olarak düşündük; ve gene düşündük ki eğer cihanda medenî camialar sulh severseler -ki bunun böyle olduğunu hâlâ büyük saffetle kabul etmekteyiz- derhal bizim hüsnüniyetle dolu tezimizi kabul ve onu biran evvel tasdik edecekler ve mer'iyet mevkiine koyacaklardır.

Acaba aldandık mı? Türk efkârı umumiyesi bunu asla zannetmiyor. çünkü Türk efkârı umumiyesi mukadderatını tevdi ettiği Cumhuriyet Hükümeti'nin bu kadar bönlük edeceğini asla kabul etmemiştir ve etmez. Hakikati halde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Meclis'i, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Reisi hiçbir vakit öyle bir sıfatla tavsif olunmamıştır ve olunamaz.

Eğer Boğazlar meselesinde Türkiye'nin bu temiz ve insanî hareketi, olduğu temizliğinde, kabul olunmakla beraber onun bu temiz kalbliliği göstermiş olmasından dolayı alâkadarlardan herhangi biri ve diğerleri tarafından mantık oyunlarile istifadeye teşebbüs şemmesi olursa bunu Türk milletinin anlamamasına imkân yoktur. Bu takdirde dünya bilmelidir ki Türk milletinin şüpheli gördüğü bir işi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yapamaz.

Boğazlar meselesinde dostlarımıza açık sözümüz şudur: Türk milletinin, Türk vatanının tam emniyeti tedbirleri -ki bunlar hiçbir dost devleti ve hatta hiçbir devleti mutazarrır etmez- hakkile tahakkuk ettirilmedikçe yapılacak herhangi bir rejimin Türk milletime kabule lâyık görülemiyeceğine şimdiden inanmalıdır.

Türk milleti Boğazlar meselesinde düşündüklerini şöyle hulâsa eder:

a) Boğazlar ve Boğazlar suları Türk'ün tam hâkimiyet ve istiklâlinin ifadesidir. Orada yalnız Türk hâkimiyeti, kayıdsız ve şartsız, caridir ve cari olacaktır. Fakat,

b) Türkiye o kadar modern zihniyette içtimai bir heyettir ki medeni, insani ve ticari âleme kapılarımızı kapalı tutmak gibi bir düşünceden uzak ve yüksektir.

c) Ancak Türkiye'nin bu ulüvvü insaniyetinin tanınmış olduğunu görmek isteriz ve tanıyanların bunu bir formülle ifade eylemelerine intizar eyleriz. Yoksa,

d) Türkiye'nin evinin, hariminin kapıları olan Boğazlardan her istiyen istediği gibi geçebilmek hakkının istihsali yoluna giderse işte o zaman Boğazlar meselesi tam hallolunmuştur. Şu şekilde,

e) Bu takdirde Türk der ki: kapılarım kapalıdır. İstediğime istediğim gibi açarım, ve buna muktedirim."


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler