Deniz Berktay ile Kuzeyden Notlar: Atatürk kimlerle savaştı
Kurtuluş Savaşı’nı anlatan film denince, çoğumuzun aklına, Turgut Özakman’ın senaryosunu yazdığı “Kurtuluş” dizisi gelir.
Gerek film gerekse bu filmin kâğıda dökülmüş hali olan “Şu Çılgın Türkler” romanı, son derece çapıcı, eğitici ve sürükleyicidir ama eksiktir. Zira gerek dizi gerekse roman, Kurtuluş Savaşı’ndaki bazı temel sorunların çözüldüğü 1921 yılından başlar. Savaşın ilk günlerindeki çaresizliği anlamak içinse İlhan Selçuk’un “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı” adlı belgesel kitabının ikinci cildine ve Rahmi Apak’ın (Yüzbaşı Selahattin’in arkadaşıdır) “İstiklal Savaşı’nda Garb Cephesi Nasıl Kuruldu” kitabına bakmakta fayda var.
Bu kitaplarda, işgal altındaki İstanbul’da kalmayı gururuna yediremeyen ve kurtuluş yolu arayan subayların Anadolu’ya geçişi anlatılır. Halkı direnişe çağırmak için Ege’ye geçen bu subaylar, bir de bakarlar ki o tarihte Yunanların askeri işgalinin İzmir ve çevresiyle sınırlı olmasına karşılık sahilden ta İç Ege’ye kadar geniş bir alan, Yunan’ın psikolojik işgaline girmiştir: Buradaki Rum eşraf, Türklere, “Yunan yarın buraya da geldiğinde size zarar gelmesini istemiyorsanız, Yunanistan’a bağlı görünün” der ve Türk eşrafın bazısı, dükkânına Yunan bayrağı çeker.
EN ZORLU AŞAMA
Yüzbaşı Selahattin ve arkadaşları, Albay Bekir Sami Bey’in (Günsav) komutasında, Ege’de büyük bir ilçeye geldiklerinde benzer bir durum görürler: Zengin takımı, Yunan’ı karşılamaya dünden razıdır ve pek sevmediği İttihatçı subayları çaresizlik içinde görmekten memnundur. Nihayet eşraftan biri ayağa kalkar ve şunu söyler: “Efendim, bizler karıyız, hükümetse bizim kocamız. Bu şartlada bizim dinimizi, namusumuzu İstanbul’daki hükümet düşünürse düşünür; düşünemezse biz canımızı tehlikeye atamayız.” Bir süreden beridir normalde canına okuyacağı adamlarla pazarlık yapmanın sıkıntısını yaşlayan Bekir Sami, bu söz üzerine köpürür ve onları ağır küfürlerle oradan kovar. Bu işbirlikçilerle uğraşmak, savaşın en zorlu, en acı safhasıdır. (Millici subayların işbirlikçi eşrafa nefretini en somut şekilde, Ömer Seyfettin’in Balkan Savaşları’ndaki tecavüzleri anlattığı “Beyaz Lale” hikâyesinde görürüz. Lale’nin babası, Serez’in zenginlerinden Hacı Hasan Efendi, Bulgarlar’ın medeniyet getireceğini düşündüğü için Serez’de kalır fakat Bulgar komutandan beklediği iltifatı göremediği gibi canını, malını ve bütün ailesini kaybeder.)
‘ONSUZ YAPAMAZDIK’
Derken binbir güçlükle düşman yenilir, Padişah Vahdettin’in de planları tepetaklak olur fakat şimdi başka bir sorun vardır: Mustafa Kemal Paşa’nın yola beraber çıktığı arkadaşları, padişaha baş kaldırmıştır ama padişahlık kurumuna sadıktır. Meclisin varlığını destekleseler de padişahlığın kalmasını savunmaktadırlar. Erdal Atabek’in dünkü yazısında belirttiği üzere bu, Atatürk’ün Rauf Orbay gibi arkadaşlarıyla yollarını ayırmasına neden olur. Fakat Rauf Orbay, yıllar sonra şunu söyeme olgunluğunu gösterecektir: “Biz hiçbirimiz olmasak, Mustafa Kemal yine başarırdı ama o olmadan biz onun yaptığını yapamazdık.” Gerçekten, Atatürk olmadan da kurtuluş girişimleri başlamıştı. Fakat bu girişimleri birleştirip Anadolu ve Trakya’yı bütün olarak kurtarmak ve cumhuriyeti ilan edebilmek, onun kişisel başarısıdır. Yarı sömürge halindeki Osmanlı’dan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş, 1. Dünya Savaşı’nın arattığı çalkantı ortamında mümkün oldu. Ancak o şartlardan böyle bir sonuca ulaşılmış olması da tarihte bir kişinin ne kadar etkili olabileceği sorusuna verilebilecek en güzel cevaptır.
denizberktay@yahoo.com
En Çok Okunan Haberler
- Ayşe’yi siz öldürdünüz!
- 'Erdoğan dönemi artık kapandı'
- AKP’li üyeler bütçe oturumunu terk etti
- Ölüm nedeni belli oldu
- İstanbul'da metro yangını
- AKP döneminde ne kadar harcanmıştı?
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne soruşturma!
- Bahçeli profil videosu, el yükseltme, şifre çözme
- Süper Lig'de yayın geliri dağılımı belli oldu!