Cevap ve düzeltme hakkı uygulaması için hukuk rehberi
Cevap ve düzeltme hakkı ile ilgili verilen kararlar büyük çoğunlukla adil yargılama hakkına aykırıdır. Çünkü sulh ceza mahkemesi yayın sahibine delil sunma ve kendini savunma hakkı vermemektedir. Bu haksız uygulama yasadaki düzenleme biçiminden kaynaklanmaktadır. Cumhuriyet, 'cevap ve düzeltme hakkı uygulaması için hukuk rehberi' hazırladı. Ayrıntılı çalışmada önemli kaynaklara başvuruldu.
AV. TURAN KARAKAŞ
“Basın özgürlüğünün sınırlarını kişilik haklarının ihlali oluşturur.” Kişilik haklarını şöyle sayabiliriz:
- kişinin hayatı,
- sağlığı,
- vücut bütünlüğü,
- şeref ve haysiyeti,
- özel ve sır alanları,
- adı,
- resimleri,
- sesi
- kanaat özgürlüğü, haber ve görüş alma ve verme özgürlüğü,
- özel ve sır alanları
Kişilik hakları yukarıda sayılan unsurlardan oluşmuştur. Bu unsurlardan herhangi birinin zarar görmesi kişilik haklarının ihlali demektir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”)’in en önemli hükümlerinden biri olan 10. maddesinde “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve verme özgürlüğünü de kapsar”. denilmektedir. İfade özgürlüğü ve yukarıda açıklandığı üzere bunun bir uzantısı olan basın özgürlüğü, önemli bir özgürlük alanı olması nedeniyle uluslararası toplum tarafından tanınmış ve koruma altına alınmıştır.
Basın, toplumun bilinçlenmesi için gerçekleri objektif biçimde yansıtmak suretiyle haber vermek, toplumu ilgilendiren konularda kamuoyunun oluşması için çeşitli tartışmaları açmak, eleştiri yapmak, siyasal iktidarın denetlenmesini, eleştirilmesini ve politik olayların izlenerek değerlendirilmesini yaparak kamu görevi yapmaktadır.
Bu kamu görevleri şunlardır:
- haber verme görevi,
- denetim ve eleştiri görevi,
- kamuoyu oluşturma görevi,
- eğitim ve öğretim,
- kamuoyu için önem arz eden konularda halkı bilgilendirme
- özel olarak önemli hususlarda eleştiri yaparak kamuoyunu yönlendirme işlevi.
İsviçre Federal Mahkemesi’ne göre ise basının görevi; toplumu siyasi, ekonomik, bilimsel olaylar hususunda bilgilendirmek, edebi ve sanat olayları hakkında yönlendirmek, kamu yararının söz konusu olduğu meselelerde tartışma başlatmak ve çözümlerin bulunması için aracı olmak, devlet yönetimi ve özellikle kamu parasının harcanması konusunda bilgi talebinde bulunmak, kamu işlerindeki her türlü suiistimalleri araştırarak bunları ortaya çıkarmak ve bunu halka iletmektir. Yerine getirdiği bu görevler ve doğurabildiği bu etki nedeniyle basının büyük bir öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Bu görevler ,küçük ifade farklılıkları ile Yargıtay kararlarında defalarca şu şekilde dile getirilmiştir: “Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28. maddesiyle 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir.
Şeref ve Haysiyet, kişiye, toplum içerisindeki hal ve davranışlarına göre öncelikle çevresi ve ardından toplum tarafından atfedilen sosyal değer ve itibarı ifade eder. Bu yönüyle şeref ve haysiyet, nispi bir kavramdır. Kişinin, çevresinin kendisinden beklediği niteliklerin eksik olduğu izleniminin uyandırılması, şeref ve haysiyete saldırı anlamına gelmektedir. Yargıtay ise şeref ve haysiyet konusunda: “Şeref ve haysiyet, dahil olduğu toplumun gerekli saydığı ahlaki niteliklere sahip olduğu ya da böyle kabul edildiği için, kişiye verilen değeri ifade eder. Kişinin onuru (şerefi) ve saygınlığı onun toplum içindeki tüm manevi değerlerinden oluşur.”
Basın organları görevlerini yerine getirirken şeref ve haysiyet, özel ve sır alanları, resim, ses ve ad gibi çeşitli kişisel değerleri ihlal edebilirler. Bu gibi hallerde basının icra ettiği görev nedeniyle kamu yararı ile ihlal edilen kişilik değeri karşı karşıya gelmektedir. Bu noktada hangisine üstünlük tanınacağına karar vermek o kadar kolay olmayabilir. Kitle iletişim araçları nedeniyle meydana gelen bu zorunlu menfaat çatışmasının mevcudiyeti durumunda hâkim, kişilik hakkının korunmasına ilişkin menfaat ile kamunun haber alma ve bilgilendirilmeye ilişkin menfaatini somut olayın özelliklerini göz önüne alarak, tartarak olayda hukuka uygunluğun bulunup bulunmadığını belirler. Yargıtay da bu durumda genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerektiğini ifade etmiş ve ardından çeşitli ilkeleri ortaya koymuştur. Buna göre her somut olayda Yargıtay’ın ortaya koyduğu ölçütler ışığında değerlerin tartılması suretiyle bir sonuca varılması gerekir.
Yargıtay, basın yoluyla kişilik hakkı ihlali iddiasında bulunulduğu hallerde istikrarlı biçimde şu tespitte bulunmuştur: “Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir”.61 Yargıtay’a göre kişilik hakkının basın yoluyla ihlalinde izlenecek yol ise şu şekildedir: “Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır”. Somut olayda basın özgürlüğüne mi yoksa kişilik hakkına mı ağırlık verileceğini belirlemede kullanılacak ölçütler, şunlardır:
1. Gerçeklik: Yapılan yayının hukuka uygun olmasının birinci şartı gerçek olmasıdır. Gerçeklik ilkesi haber vermenin yanı sıra eleştiri, değerlendirme ve yorumlama hallerinde de aranır.
Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesi kararlarında anlaşılması gereken somut gerçek değil, görünür gerçekliktir. Görünür gerçeklik ise “o anda, yani yayının yapıldığı anda, belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları” ifade etmektedir. Zira “o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır”. Tersi bir yorum kabul edilerek basının somut gerçeğe ulaşmasını beklemek ve ancak ondan sonra yayımlanmasına izin vermek basının haiz olduğu haber verme ve diğer görevlerinin yerine getirmesinin kısıtlanmasına neden olur. Basının somut gerçeklik aranmadığı bahanesini öne sürerek gerekli özeni göstermeden görünür gerçek iddiasını gerekçe göstererek sorumluluktan kurtulması düşünülemez. Basın görünür gerçeğe ulaşmak için gerekli özeni göstermelidir. Kamu Yararı ve Toplumsal İlgi ölçütüyle aranan husus, söz konusu yayına ilişkin kamu yararı ve toplumsal ilginin olup olmadığıdır.
Öte yandan, kamuya mal olmuş kişilerin özel ve sır alanları dardır.Bu kimseler sıradan vatandaşların katlanmak zorunda olmadığı basın yoluyla müdahalelere maruz kalabilecektir. Güncellik, yayına konu olan olayın yakın zamanda gerçekleşmiş olması ya da yakın zamanda gerçekleşmiş olmasa bile olayın etkilerinin hala canlılığını koruyor olmasıdır.
“Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin “Özel Yaşam Hakkı”na ilişkin 1165 (1998) sayılı kararında kamuya mal olmuş kişi, politika, ekonomi, sanat, sosyal yaşam veya başka herhangi bir alanda kamusal yaşamda rol oynayan kişi şeklinde tanımlanmaktadır.
Basın haber verme, denetim, eleştiri ve kamuoyu oluşturma görevlerini yerine getirdiğinden basın özgürlüğü demokratik toplumlar için vazgeçilmez olup gerek anayasa ve kanunlarda gerek uluslararası metinlerde güvence altına alınmıştır. Basının özgürlüğü sınırsız olmayıp bunun en önemli sınırlarından birini “kişilik hakkı” oluşturmaktadır. Bir kimsenin insan olması sebebiyle kendisine tanınmış olan ve kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan doğuştan sahip olduğu haklara kişilik hakları ya da genel bir ifadeyle kişilik hakkı denir. Bu hakkın kapsamına giren başlıca kişisel değerler, kişinin hayatı, sağlığı, vücut bütünlüğü, şeref ve haysiyeti, özel ve sır alanları, adı, resim ve sesidir. Özellikle, şeref ve haysiyet, özel ve sır alanları (ya da bu çalışmada her ikisini birlikte ifade etmek üzere kullanılan özel yaşam alanı) ve resim, basın yoluyla en çok ihlal edilen kişisel değerlerdir. Basın yoluyla kişilik değerlerinin ihlal edilmesi sebebiyle basın özgürlüğü ile kişilik hakkının karşı karşıya geldiği pek çok durum yargı kararlarına konu olmuş; gerek Yargıtay gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu hallerde dengenin ne yönde ve hangi koşullarla kurulacağına ilişkin içtihat geliştirmişlerdir. Hem Yargıtay’ın hem de AİHM’nin özel yaşama saygı gösterilmesini isteme hakkı gibi kişilik hakkı ile ifade özgürlüğünün bir uzantısı olan basın özgürlüğünün çatıştığı durumlarda dikkatli bir inceleme gerçekleştirdikleri görülmektedir.
AİHM’nin yerleşik içtihadına göre basının ifade özgürlüğü ile özel yaşama saygı gösterilmesini isteme hakkının karşı karşıya geldiği durumlarda başvurulacak ölçütler,
i) yayının kamu yararının bulunduğu bir tartışmaya katkıda bulunup bulunmadığı,
(ii) ilgili kişinin ne kadar tanınır olduğu/ kamuya mal olmuş olup olmadığı ve yayının konusu,
(iii) ilgili kişinin önceki davranışları,
(iv) yayının içerik, biçim, ve sonuçları
(v) fotoğraf söz konusu ise, çekildiği koşullardır.
Yargıtay, basın yoluyla kişilik hakkının ihlalinde hukuka uygunluk sebeplerinden üstün nitelikte kamu yararını ise şu ölçütler ışığında açıklamaktadır:
(i) görünür gerçeklik
(ii) kamu yararı ve toplumsal ilgi
(iii) güncellik
(iv) öz biçim arasındaki dengedir..
Öncelikle yayının yapıldığı anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olgular şeklinde zikredilen “görünür gerçeklik” ölçütü çok önemli ve adil bir uygulama ilkesidir.
Öte yandan “kamu yararı ve toplumsal ilgi” biçiminde ifade edilen ölçütün öncelikle, “toplumsal ilgi” AİHM kararlarında olduğu gibi ayrı bir ölçüt olarak belirlenmeli ve bu kavramdan kamuda rol oynayan kimse olan kamuya mal olmuş kişi anlaşılmalıdır. Bu ölçüt özellikle, özel yaşam alanı ile kişisel değerlerinin ihlal edilip edilmediğini belirlemede büyük rol oynayacaktır.
Yargıtay’ın getirmiş olduğu bu ölçütler “üstün nitelikte kamu yararı” kenar başlıklı bir hukuka uygunluk sebebinin belirlenmesinde kullanılmaktadır. Hal böyle iken, bir alt başlık olarak bu derece belirsiz bir şekilde kamu yararı ifadesi kolaycılık olarak değerlendirilebilir. Bu noktada, “kamu yararının bulunduğu tartışmaya katkı” biçiminde bir ölçüt getiren ve çeşitli kararlarında bu ölçütün içini dolduran AİHM örnek alınabilir ya da Yargıtay kendi ölçütlerini kullanmak suretiyle bunu başka bir şekilde somutlaştırabilir. Yargıtayın kararlarındaki ölçüt şunlardır:
-Güncellik:Yayına konu olan olayın yakın zamanda gerçekleşmiş olması ya da yakın zamanda gerçekleşmiş olmasa bile olayın etkilerinin hala canlılığını koruyor olması.
-Konu ile ifade arasında düşünsel bağlılık biçiminde de dile getirilen, haberin içeriği ve şeklin birbirine uygun olması anlamına gelen “öz biçim arasındaki uyum
-Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin birbiriyle uyumlu “denge” ölçütleri de hakkın tespitine ışık tutacak niteliktedir.
Denge ve ölçütlerde AİHM İLE YARGITAY VE DANIŞTAY KARARLARI UYUM İÇİNDEDİR. ANCAK BU ÖLÇÜTLERİN UYGULANMASINDA BAZI SORUNLAR ÇIKMAKTADIR. HAKSIZLIKLAR VE YAKINMALAR DOĞMAKTADIR. MECLİSİN VE HUKUKÇULARIN BU ALANDA ÇALIŞMALAR YAPMASI ZORUNLU BİR İHTİYAÇ HALİNE GELMİŞTİR.
Düzeltme ve cevap
Madde 14 –
Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren on beş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.
Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin ölmesi halinde bu hak, mirasçılardan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık düzeltme ve cevap hakkı süresine bir ay ilave edilir.
SORU: 14. MADDENİN AMAÇLARI NELERDİR?
CEVAP:
“1- Yayınlarda kis¸ilerin s¸eref ve haysiyetini ihla^l edici veya kis¸ilerle ilgili gerc¸egˆe aykırı yayım yapılmasını önlemek.
2- Yapılması halinde, bundan zarar go¨ren kis¸inin yayım tarihinden itibaren iki ay ic¸inde düzeltme ve cevap yazısı go¨nderme hakkını düzenlemek.
3-Düzeltme ve cevap yazısı suc¸ unsuru ic¸ermeyen, u¨c¸u¨ncu¨ kis¸ilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan nitelikte olması zorunluluğunu uygulamak.
4-Basın özgürlüğünü korumak.
5-Cevap ve düzeltme hakkının kötüye kullanılmasını önlemek.
SORU:14. MADDENİN KAPSAMI NEDİR?
CEVAP:
14. maddenin Kapsamı aşağıdaki eylemlerin birlikte bulunduğu olgulardan oluşur:
a-İlgili kişinin şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesi,
b- İlgili kişiye yönelik gerçeğe aykırı yayın yapılması,
c- Bu kişinin kişinin zarar görmesi,
d-Yapılan yayının kamu yararı amacına yani toplumun iyiliği amacına uygun olmaması.
SORU:CEVAP VE DÜZELTME HAKKINI ANAYASAL TEMEL BİR HAK KAPSAMINDA NASIL AÇIKLAYABİLİRİZ?
CEVAP:
Söz konusu yayın, yasalarda bir suç ya da haksız fiil olarak tanımlanmasa bile, cevap ve düzeltme hakkı yoluyla etkin ve hızlı bir şekilde yayın sonucu ortaya çıkan yanlış anlaşılmalar ve kötü sonuçlar ortadan kaldırılabilir. Zaten cevap ve düzeltme hakkının temelinde diğer başvuru yollarına kıyasla daha etkin ve ivedi çözüm üretmesi yatar.
Söz konusu yayına karşı cevap ve düzeltme hakkının kullanılması diğer başvuru haklarını ortadan kaldırmaz ya da o başvurulara delil teşkil etmez.
Cevap ve düzeltme hakkı dayanağını doğrudan Anayasa’dan alır.
Buna göre Anayasa’nın 32. Maddesi’nde, Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.
Cevap ve düzeltmeye karar verecek yargılama makamının kararını kaç gün içinde vereceği hükmünü dahi belirleyen, Anayasa düzenlemesi, bu hakkın yasa koyucu tarafından ne derece önemsendiğinin göstergesi sayılabilir.
Cevap ve düzeltme hakkı yalnızca süreli/dönemsel yayınlar için öngörülen bir düzenleme olup süresiz yayınlarda örneğin kitap ya da el broşürü gibi basılı yayınlarda cevap ve düzeltme hakkı kullanılamaz.
Türk hukuk uygulamasında cevap ve düzeltme hakkı Basılı eserler için 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14 ve 18. Maddelerinde düzenlenmiştir.
(Av. Coşkun ONGUN’un İstanbul Barosu Dergisi 2012/1. Sayısından Yayımlanan Yazısı)
-kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası yoksa,
-daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar bulunmuyorsa,
-kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı değilse, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.
Basın kuruluşlarının bu hukuki gerçeği dikkate alarak özenle uygulamları çok önemli ve gereklidir.
SORU: SÜRELİ-BASILI YAYINLARDA CEVAP VE DÜZELTME İLE İLGİLİ GÖREV YETKİ VE YAPILMASI GEREKEN İŞLEMLER NELERDİR?
CEVAP:
Basın Yasası Düzenlemesi
Süreli yayınlar için cevap ve düzeltme hakkının düzenlenmesi Basın Kanunu’nda yapılmıştır. Basın Yasası’nın 14. maddesi cevap ve düzeltme hakkının ne şekilde kullanılacağını, sade bir biçimde açıklamaktadır.
Maddenin ilk paragrafında, ‘Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.’ Şeklindedir.
Yasa maddesinden de anlaşıldığı üzere düzeltme hakkının kullanılması için öncelikle ortada hukuka aykırı bir yayın olmalıdır. Buradaki hukuka aykırılığın koşulunu, yasa koyucu şeref ve haysiyeti ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayın şeklinde belirlemiştir. Bunun bulguları her olayın somut özelliklerine göre değişiklik gösterecektir. Hakkında yayın yapılan kişi, o yayından bir biçimde “incindiğini” düşünüyorsa, cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecektir.
Hakkında yayın yapılan kişi, yayım tarihinden itibaren iki ay içinde, bir düzeltme metnini yayın kurumunun sorumlu müdürlüğüne ulaştırmak zorundadır. Metnin doğrudan sorumlu müdür tarafından teslim alınması gerekmez. Tebligat Yasası hükümleri doğrultusunda kurumda sürekli çalışan birine de tebligat yapılabilir. Önemli olan cevap ve düzeltme metninin iki aylık süre içinde basın kuruluşuna ulaşmış olmasıdır. Eğer yayının künyesinde sorumlu müdür gözükmüyorsa, yayının sorumlusu olan Yazı İşler Müdürüne de ihtarname gönderilebilir.
Bazı yayın kuruluşlarının künyelerinde “sorumlu Yazı İşleri Müdürü” tanımı yerine “Tüzel kişi temsilcisi ve sorumlu müdür” ibaresi yer almaktadır. Bu tür durumlarda da ihtarname ile ekindeki cevap ve düzeltme metninin gönderileceği kişi burada yazandır.
SORU: CEVAP VE DÜZELTME METNİ İLE İLGİLİ UYGULAMADA HANGİ İŞLEMLER YAPILIR?
CEVAP:
Uygulamada, hazırlanan düzeltme metinleri, noterden bir ihtarname eşliğinde ilgili kuruma gönderilmektedir. Düzeltme yazısı, suç unsuru içermemeli ve de haberi yeniden düzeltme gerektirecek biçimde üçüncü kişilerin haklarını ihlal etmemelidir. Sorumlu müdür aldığı düzeltme metnini, günlük bir süreli yayında, aldığı tarihten itibaren üç gün içinde, günlük olmayan örneğin haftalık, aylık ya da iki aylık gibi süreli yayınlarda ise üç günden sonraki ilk sayıda haberin yayımlandığı sayfa ve sütun genişliğinde yani aynı ölçülerde yayınlamak zorundadır. Uygulamada sürmanşetten büyük puntolarla verilen bir haberin yayınlanmasına karar verilen düzeltme metni, genelde sürmanşetten değil, ilk sayfanın yakınlarında bir yerlerde yayınlanmaktadır. Kanımızca cevap ve düzeltme metninin bu şekilde yayınlanması yasaya uygundur. Ancak ilgili sayfada yayınlanması gereken haberin başka bir sayfada yayınlanması örneğin haberin birinci sayfada verilmesine karşın cevap ve düzeltme metninin iç sayfalarda verilmesi hukuka aykırılık nedenidir. Bu durumda Basın Kanunu 18. Maddedeki yaptırımların uygulanması zorunludur.
Günlük yayın yapan basın organının, bu durumda tebliğden itibaren en geç basılacak üçüncü günkü sayısında düzeltme metnine yer vermesi gerekir.
Düzeltme ve cevap metninde cevap hakkının kullanılmasını gerektiren yayının günü ve sayısı belirtilir. İhtarname eşliğinde gönderilecek düzeltme ve cevap metninin ilgili yazıdan uzun olamayacağı, düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemeyeceği yasanın aynı maddesiyle hükme bağlanmıştır.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yer alır. Ancak birden çok yerde basılıp da, ek niteliğinde farklı bölgesel yayın yapan gazetelerin sadece bir ekinde düzeltme gerektiren yayın yapılmışsa, bu durumda salt o bölgesel yayında düzeltme metninin kullanılması kanımızca yeterli olur.
SORU: CEVAP VE DÜZELTME METNİNİN YASACA BELİRLENEN SÜRELER İÇİNDE YAYINLANMAMASI DURUMUNDA HANGİ İŞLEMLER YAPILIR?
CEVAP:
Cevap ve Düzeltme metninin yasaca belirlenen süreler içinde yayımlanmaması durumunda, yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, belirlenen koşullara aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren on beş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişiye yargıya başvuru hakkı doğar.
Kişi bu durumda, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, salt dosya üzerinden karara bağlar. Uygulamada bu sürenin aşıldığı ve yaklaşık olarak bir haftayı bulduğu görülmektedir.
Sulh ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme metninin yayımlanması yönünde olursa bu karara, yayını yapan basın kurumunca itiraz edilebilir. Kanun koyucu burada acele itiraz sözcüğüne yer verdiğinden, ceza muhakemesi yasası 268. madde gereğince itiraz merci doğrudan sulh ceza mahkemesidir. Burada kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesinin yargı çevresi içindeki Sulh Ceza Hakimliğine itiraz dilekçesi verilmelidir. Bir yerde birden fazla sulh ceza mahkemesi var ise Yasa’nın 27. Maddesi doğrultusunda basın işlerine bakacak mercii iki nolu sulh ceza mahkemesi olacaktır. sulh ceza hâkimi, üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Sulh Ceza hâkiminin kararı, cevap ve düzeltme hakkının kullanılmaması yönünde olursa bu kez de aynı yöntemlerle, başvuru sahibi tebliğden itibaren yedi gün içinde ilgili sulh ceza mahkemesine başvurabilecektir. Sulh ceza mahkemesinin vereceği karar kesindir. Temyiz edilemez. Bu karara karşı artık başka bir yargısal kuruma başvurulamaz. Sadece yazılı emir yoluna gidilebilir ki, uygulamada az başvurulan bir yasa yolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda buradan sonuç çıkması hukuki ve fiili olarak oldukça güçtür.
Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, yayımlanmak için zorunlu olan süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse, kararın kesinleştiği tarihten itiraz edilmişse, yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin mirasçılarından biri de bu hakkı kullanabilir. Bu durumda, yayının yapıldığı tarihten itibaren sorumlu müdüre gönderilmesi gereken metin, yayın gününden itibaren üç ay içinde gönderilmelidir.
Cevap ve düzeltme gerektiren yayının ilgili yayın kuruluşunda birden fazla yayın şeklinde yer alması durumunda her sayıda yer alan yayına ayrı ayrı cevap ve düzeltme başvurusunda bulunulabileceği gibi, söz konusu yayın örneğin bir yazı dizisi ise yazıların bitiminden itibaren genel ve tek bir başvuru da yapılabilir. Ancak bu durumda hangi günkü yayın için tekzip hakkının kullanıldığı özellikle belirtilmelidir. Cevap ve düzeltme metninin içeriği ve yasada belirtilen kapsamı belirtilen günkü yayına bakılarak belirlenir.
SORU:Gerçek ve Tüzel Kişiler için cevap ve düzeltme konusunda bir fark var mı? Her iki kişilik türü de cevap ve düzeltme hakkından yararlanabilir mi?
CEVAP:
Cevap ve düzeltme gerektiren yayın gerçek kişiler hakkında olabileceği gibi tüzel kişilerle ilgili de olabilir. Yasa’da açıkça belirtilmese de tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecekleri asıldır. Cezai sorumlulukları bile bulunan tüzel kişilerin cevap ve düzeltme hakkını kullanamamaları çağdaş hukuk düzeninde yer bulabilecek bir uygulama olamaz. Kaldı ki Basın Kanunu’nda açıkça belirtilemese de Radyo ve Televizyon yayınlarında cevap ve düzeltme hakkını düzenleyen 3984 Sayılı Yasa, tüzel kişilerin de cevap ve düzeltme haklarının bulunduğunu belirtmiştir. Bu durumda radyo ve televizyon yayınları için tüzel kişilere cevap ve düzeltme hakkının kullanımını tanıyıp, gazete ya da dergiler için bu hakkı tanımamak yasa koyucunun amacı olarak değerlendirilemez ve de uygulamada eksiklik yaratır. Nitekim örnek olması bakımından İstanbul Barosu Başkanlığı hakkında yapılan yayınlara karşı Baro tarafından cevap ve düzeltme hakkı başvurusunda bulunulmuş ve yargı organlarınca bu istem kabul edilerek hüküm kurulmuştur.
Bu doğrultuda tüzel kişiler radyo ve televizyon yayınlarında olduğu gibi basılı yayınlarda ve de internet yayınlarında cevap ve düzeltme hakkından yararlanabilirler.
SORU: CEVAP VE DÜZELTME HAKKINI DÜZENLEYEN 14. MADDENİN DAYANDIĞI TEMEL KURALLAR NELERDİR?
CEVAP(Madde 14-):
14. maddenin dayandığı temel kurallar şunlardır:
“1-Su¨reli yayınlarda kis¸ilerin s¸eref ve haysiyetini ihla^l edici veya kis¸ilerle ilgili gerc¸egˆe aykırı yayım yapılamaz.
2- Yapılması halinde, bundan zarar go¨ren kis¸inin yayım tarihinden itibaren iki ay ic¸inde düzeltme ve cevap yazısı go¨nderme hakkı doğar.
3-Düzeltme ve cevap yazısı suc¸ unsuru ic¸ermeyen, u¨c¸u¨ncu¨ kis¸ilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan nitelikte olması zorunludur.
4-Sorumlu Müdür, du¨zeltme ve cevap yazısını; hic¸bir du¨zeltme ve ekleme yapmaksızın, gu¨nlu¨k su¨reli yayınlarda yazıyı aldıgˆı tarihten itibaren en gec¸ u¨c¸ gu¨n ic¸inde, ilgili yayının yer aldıgˆı sayfa ve su¨tunlarda, aynı puntolarla ve aynı s¸ekilde yayımlamak zorundadır.
5-Digˆer su¨reli yayınlarda yazıyı aldıgˆı tarihten itibaren u¨c¸ gu¨nden sonraki ilk nu¨shada, ilgili yayının yer aldıgˆı sayfa ve su¨tunlarda, aynı puntolarla ve aynı s¸ekilde yayımlamak zorundadır.
6-Du¨zeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Du¨zeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz.
7-Du¨zeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatu¨r olması hallerinde du¨zeltme ve cevap otuz satırı gec¸emez.
8-Su¨reli yayının birden fazla yerde basılması halinde, du¨zeltme ve cevap yazısı, du¨zeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandıgˆı bu¨tu¨n baskılarda yayımlanır.
SORU:HUKUKA AYKIRILIĞIN KOŞULLARI NELERDİR?
CEVAP:
Hukuka aykırılığın üç koşulu vardır(madde 14):
a-İlgili kişinin Şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesi.
b- İlgili kişiye yönelik gerçeğe aykırı yayın yapılması.
c- Bu kişinin zarar görmesi.
Olguda bu üç koşulun birlikte bulunması gerekir. Çünkü zarar görmeyen kişinin cevap ve düzelme için baş vuru hakkı yoktur. Bu zarar görme maddi veya manevi zarar olabilir.
Yasa maddesinden(14. Madde) de anlaşıldığı üzere düzeltme hakkının kullanılması için öncelikle ortada hukuka aykırı bir yayın olmalıdır. Buradaki hukuka aykırılığın koşulunu, yasa koyucu şeref ve haysiyeti ihlal edici, gerçeğe aykırı, ilgili kişiye zarar veren yayın yapılması şeklinde belirlemiştir. Bunun bulguları her olayın somut özelliklerine göre değişiklik gösterecektir. Hakkında yayın yapılan kişi, o yayından bir biçimde “incindiğini” düşünüyorsa, cevap ve düzeltme hakkını kullanabilecektir.
SORU:İHTARNAMENİN TEBLİĞİNDE UYULMASI GEREKEN USUL VE ESASLAR NEDİR?
CEVAP:
Hakkında yayın yapılan kişi, yayım tarihinden itibaren iki ay içinde, bir düzeltme metnini yayın kurumunun sorumlu müdürlüğüne ulaştırmak zorundadır. Metnin doğrudan sorumlu müdür tarafından teslim alınması gerekmez. Tebligat Yasası hükümleri doğrultusunda kurumda sürekli çalışan birine de tebligat yapılabilir. Önemli olan cevap ve düzeltme metninin iki aylık süre içinde basın kuruluşuna ulaşmış olmasıdır. Eğer yayının künyesinde sorumlu müdür gözükmüyorsa, yayının sorumlusu olan Yazı İşler Müdürüne de ihtarname gönderilebilir.
Bazı yayın kuruluşlarının künyelerinde “sorumlu Yazı işleri Müdürü” tanımı yerine “Tüzel kişi temsilcisi ve sorumlu müdür” ibaresi yer almaktadır. Bu tür durumlarda da ihtarname ile ekindeki cevap ve düzeltme metninin gönderileceği kişi burada yazandır.
Birinci fıkra hu¨ku¨mlerine aykırı s¸ekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbes¸ gu¨n ic¸inde cevap ve du¨zeltme talep eden kis¸i, bulundugˆu yer sulh ceza ha^kiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hu¨ku¨mlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir.
Sulh ceza ha^kimi bu istemi u¨c¸ gu¨n ic¸erisinde, durus¸ma yapmaksızın, karara bagˆlar.
Sulh ceza ha^kiminin kararına kars¸ı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam u¨c¸ gu¨n ic¸inde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.
Du¨zeltme ve cevabın yayımlanmasına ha^kim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki su¨reler, sulh ceza ha^kiminin kararına itiraz edilmemis¸se kararın kesinles¸tigˆi tarihten, itiraz edilmis¸se yetkili makamın kararının tebligˆi tarihinden itibaren bas¸lar.
Du¨zeltme ve cevap hakkına sahip olan kis¸inin o¨lmesi halinde bu hak, mirasc¸ılardan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık du¨zeltme ve cevap hakkı su¨resine bir ay ilave edilir.”
14. MADDE İLE İLGİLİ YARGITAY VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
YARGITAY KARARLARI
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 5903 Karar: 2021 / 4052 Karar Tarihi: 31.03.2021:
KONU VE KAPSAMI:
-Tebligatın usulüne uygun olarak yapılması
-yanlış tebligat bütün işlemlerin geçersizliğine neden olur.
-5237 sayılı TCK’NIN 20/1. Maddesi gereği,"Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." hükümlerini içermektedir.
-Buna göre, 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde düzenlenen "düzeltme ve cevabı yayımlamama.
İşlemin başlangıcı tebligatın usulüne uygun olarak yapılmasıdır. Yanlış tebligat bütün işlemlerin geçersizliğine neden olur.
" Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır..."
5237 sayılı TCK'nin "Ceza sorumluluğunun şahsiliği" başlıklı 20/1. maddesi
"(1) Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz." hükümlerini içermektedir.
Buna göre, 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde düzenlenen "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçundan sorumluluğun doğması için ilk şart kesinleşen mahkeme kararının, 5187 sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde yazılı olduğu üzere süreli yayının sorumlu müdürüne, 7201 sayılı Kanun'da yazılı usullere göre tebliğinin yapılmasıdır. 5187 sayılı Kanun'un 14/6. maddesinde belirtilen itiraz edilmişse sürelerin tebliğin yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı hükmünde açıkça tebliğin kime yapılacağı yazılmamışsa da merci kararının sorumlu müdüre ayrıca tebliği gerektiği Kanun'un 14. maddesinin bir bütün olarak yorumlanmasından anlaşılmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Basın Kanunu'na göre yapılacak tebligata ilişkin 20.03.2018 tarihli, 2016/19-1119 E. 2018/105 K. sayılı kararı::
KONU VE KAPSAM:
-5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. Maddesindeki DÜZENLEMEYE GÖRE TEBLİGAT İŞLEMİ YAPILMASI KONUSUNDA NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
-Sanıklar hakkında 5187 sayılı Kanun'un 18/1. maddesinde yazılı "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçu.
-7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..."
"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. maddesindeki "Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır" şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.
Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..."
ONSEKİZİNCİ MADDE AÇISINDAN:
Sanıklar hakkında 5187 sayılı Kanun'un 18/1. maddesinde yazılı "düzeltme ve cevabı yayımlamama" suçundan açılan kamu davasında, kesin olarak verilen mercinin "itirazın reddine" dair kararının, sorumlu müdür yerine, itiraz eden avukatına tebliğe çıkartıldığı ve tebliği işyerinde avukatın daimi temsilcisi olduğunu beyan eden kişinin aldığı, suç tarihinin de bu tebligata göre belirlendiği, ancak gazetenin sorumlu müdürüne hitaben doğrudan yapılan bir tebligat olmadığı gibi sorumlu müdürün ne zaman ve ne şekilde bu tebligattan haberdar olduğunun da belirlenemediği, dolayısıyla sanıkların hukuken yayımlamakla yükümlü olacakları ve ileride cezai sorumluluklarını doğurabilecek bir düzeltme ve cevap yazısından haberdar olmadıkları, keza sanıkların düzeltme ve cevabı süresi içinde gereği gibi yayımlama zorunluluklarının, 5187 sayılı Kanun'un 14/6. maddesinde yazılı olduğu üzere "yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren" başlayacağı, vekil aracılığıyla takip edilen işlerde tebligatın 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi gereği vekile tebliği esas olarak kabul edilse de 5187 sayılı Kanun'a göre sorumlu müdürün düzeltme ve cevabı yayımlama zorunluluğunun vekile yapılan tebliğden itibaren başlamayacağı değerlendirilmekle, mahkemece sanığın beraati yerine suçu işlediğinin sabit olması gerekçesiyle mahkumiyetlerine karar verilmesi,”DOĞRU DEĞİLDİR.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2021/ 247 Karar: 2021 / 2776 Karar Tarihi: 10.03.2021
Konu ve kapsam:
-Kanun yararına bozma.
Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın kaldırılmasına ilişkin Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliğinin kararının kesin mahiyette olduğu anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi yerinde görüldüğünden, Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğinin kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir. (5187 S. K. m. 14) (5271 S. K. m. 309)
Adalet Bakanlığı'nın 28.10.2020 gün ve 11110 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.11.2020 gün ve KYB. 2020/101323 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14/1. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması hâlinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır." şeklindeki, aynı Kanun'un 14/4. maddesinde yer alan, "Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." şeklindeki ve anılan Kanun'un 14/5. maddesinde yer alan, "Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenlemeler nazara alındığında, somut olayda tekzip kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına dair Ankara 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 09/12/2014 tarihli kararının kesin mahiyette olduğu cihetle, bu karara yönelik tekzip talep eden vekili tarafından yapılan itiraz hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi yerinde görüldüğünden, Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliğinin 22/01/2015 tarihli ve 2015/268 değişik iş sayılı kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.03.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2021/ 255 Karar: 2021 / 2777 Karar Tarihi: 10.03.2021
Konu ve kapsam:
- Başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu.
- Somut olayda bahse konu gazete nüshaları ile tebliğ evrakının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği.
- Süresinde veya gereği gibi yayımlanmadığını ispatlaması gerekmektedir.
-- Sulh Ceza Hakimliğince; düzeltme ve cevaba konu yazının şeref ve haysiyeti ihlal edip etmediği, gerçeğe aykırı yayın olup olmadığı, başvuranın hazırladığı metnin hukuka uygun olup olmadığı, takip eden nüshalarda süresinde veya usulüne uygun yayınlanıp yayınlanmadığı gibi maddi vak'alarla Kanun'da öngörülen şartlar re'sen araştırılabilecektir.
Hakim ve mahkemelerin her türlü kararının, denetim organınca incelenmesine imkan tanıyacak biçimde gerekçeli olması zorunlu olması karşısında itiraz merciince itiraz eden tarafından dosyaya sunulan noter tebliğ evrakı üzerinde inceleme yapılarak başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmakla hükmün kanun yararına bozulmasına karar verilmiştir.(2709 S. K. m. 32, 141) (5187 S. K. m. 14) (5271 S. K. m. 34, 271, 309) (19. CD. 11.03.2019 T. 2019/943 E. 2019/5449 K.) (7. CD. 08.03.2011 T. 2007/17012 E. 2011/2329 K.)
Birgün Gazetesi'nin 08/07/2020 tarihli nüshasında 1 ve 13. sayfalarda yer alan "Usulen yapılan ihale" başlıklı yazı nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddia edilmiştir.
Düzeltme ve cevap talebinin reddine karar verilmiştir.(İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı ile )
Bu karara karşı Anadolu 2. Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilmiştir. Anadolu 2. Sulh Ceza Mahkemesi itirazı red etmiştir.
İtirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hakimliğinin aleyhine kanun yararına bozma isteminde bulunulmuştur.
Adalet Bakanlığı'nın kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ihbarnamesi ile dairemize gönderilmiştir.
Anılan ihbarnamede;
İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hâkimliğince, Birgün Gazetesinin 08/07/2020 tarihli nüshasında yayınlanan yazı ile ilgili olarak tekzip metninin yayınlanması için gönderilen ihtarnamenin tebliğine ilişkin herhangi bir belge bulunmadığı gerekçesiyle talebin reddine, keza itirazın da reddine karar verilmiş ise de;
Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 11/03/2019 tarihli ve 2019/943 esas, 2019/5449 karar sayılı ilamında yer alan "Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 08/03/2011 tarihli, 2007/17012 esas -2011/2329 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; "...Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine "üç günlük gazete nüshasının eklenmediği" gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi..." demek suretiyle böyle bir zorunluluğun olmadığını belirtmektedir. Kanun yararına bozmaya konu dosyada; başvuranın düzeltme ve cevap metni yayımlanması için Sulh Ceza Mahkemesine usulüne uygun biçimde başvurduğu, ancak mahkemece gerek noter tebliğ mazbatasının gerekse tebliğden itibaren süreli yayınlarda üç gün yayımlanıp yayımlanmadığı hususunda yeterli araştırma yapmak için ilgili gazete nüshalarının sunulmadığı gerekçesiyle başvurunun reddine karar verildiği, itiraz üzerine karar veren merciin ise gerekli araştırmayı yapmak, başvurana süre vermek veya Cumhuriyet Başsavcılığından ilgili Noterlikten tebligat belgelerini ve ilgili gazeteden üç günlük nüshaları istemek ve itirazın esası hakkında bir karar vermek yerine, kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, kanun yararına bozma talebinin kabulüyle BOZULMASINA," şeklindeki açıklamalar da nazara alındığında,
Somut olayda bahse konu gazete nüshaları ile tebliğ evrakının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği gibi, Hakimlik tarafından da bu eksikliğin giderilebileceği ve sonucuna göre esas hakkında bir karar verilebileceği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
T.C. Anayasasının "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;
"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." hükmünü içermektedir.
Düzeltme ve cevap hakkının, kişilerin şeref ve haysiyetine aykırı veya gerçek dışı yayın yapılması halinde tanınabileceği, düzeltme ve cevabın yayınlanmasına dair başvuruya rağmen yayınlanmaması halinde; bu hususta hakim tarafından en geç 7 gün içinde karar verileceği ve uygulanma usullerinin Kanun'da düzenleneceği öngörülmüştür. Dolayısıyla Anayasa'da hakime başvurmadan önce ilgili yayını yapan kişiye başvurulmasının bir ön şart olarak düzenlendiği değerlendirilmiştir.
5187 sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, sorumlu müdüre gönderilen düzeltme ve cevap metninin, tebliğden itibaren günlük süreli yayınlarda 3 gün, diğer süreli yayınlarda ise ilk nüshada yayımlamaması halinde Kanun'da yer alan sürelerin bitiminden; gereği gibi yayımlanmaması halinde ise usulsüz yayının yapıldığı tarihten itibaren; 15 gün içinde Sulh Ceza Hakimliğine başvurulabileceği düzenlenmiştir.
Buna göre; düzeltme ve cevaba konu yayından zarar gören kişinin, Sulh Ceza Hakimliğinden düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasını talep etme (başvurma) hakkına sahip olabilmesi için; öncelikle hazırladığı düzeltme ve cevap metnini, ilgili yayınının sorumlu müdürüne ulaştırdığını, dolayısıyla Anayasa ve Kanun'da açıkça düzenlenen ve doktrinde "basamaklı (kademeli) başvuru sistemi" yada "uyar - kaldır yöntemi" olarak adlandırılan zorunlu başvuru sürecini tamamladığını, ancak buna rağmen süresinde veya gereği gibi yayımlanmadığını ispatlaması gerekmektedir. Sulh Ceza Hakimliğine yapılacak başvurunun, Kanun'da öngörülen 15 günlük süre içinde yapılıp yapılmadığı, başvuranın hazırladığı metni sorumlu müdüre ulaştırdığını gösteren bilgi ve belgelere göre tespit edilebilir.
Başvuran, Anayasa ve Kanun'da yazılı hakkın kazanılması için zorunlu olan "uyar - kaldır" yöntemini tamamladığını ispatladıktan sonra başvuru hakkını 15 günlük sürede kullanabilecek ve Sulh Ceza Hakimliğince; düzeltme ve cevaba konu yazının şeref ve haysiyeti ihlal edip etmediği, gerçeğe aykırı yayın olup olmadığı, başvuranın hazırladığı metnin hukuka uygun olup olmadığı, takip eden nüshalarda süresinde veya usulüne uygun yayınlanıp yayınlanmadığı gibi maddi vak'alarla Kanun'da öngörülen şartlar re'sen araştırılabilecektir. Dolayısıyla Sulh Ceza Hakimliğinin, ilgilinin başvurusundan önce, hazırladığı düzeltme ve cevap metnini sorumlu müdüre ulaştırıp ulaştırmadığını araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Ancak, başvuranın sunduğu belgeler üzerinde gerek ilk başvurunun yapıldığı sırada gerekse itiraz aşamasında inceleme yapılarak, başvuruya konu olay ile ilgili olarak usule dair şartların tamamlanması sonrasında esaslı bir incelemenin yapılması gerektiği, itirazın haklı görülmesi halinde merci tarafından CMK'nin 271/2. maddesinde belirtildiği üzere, itiraz konusu hakkında da bir karar verilmesinin mümkün olacağı değerlendirilmiştir.
Kanun yararına bozmaya konu somut uyuşmazlıkta; düzeltme ve cevap metninin ilgili yayının sorumlu müdürüne ulaştırıldığına dair tebliğ belgelerinin Sulh Ceza Hakimliğine sunulmadığı, bu nedenle başvurunun reddine karar verildiği, ancak karara karşı yapılan itirazda bu belgelerin eklendiği, itiraz merci tarafından tebligat belgelerinin incelenerek, "gerekçesiz bir şekilde" itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.
İtiraz merciince, itiraza konu evrağın incelenmesi üzerine, düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için gönderilen noter ihtarnamesinin, sorumlu müdüre tebliğe çıkartılıp çıkartılmadığı, yapılan tebligat işleminin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı hususunda bir araştırma yapılmadığı gibi noter ihtarının tebliğ mazbatalarının ilk başvuru sırasında sunulmaması nedeniyle ilk kararın gerekçesiyle sınırlı olarak inceleme yapıp yapmadığı hususu tespit edilememiştir.
Anayasa'nın 141/3. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nin 34. maddesinde belirtildiği üzere; hakim ve mahkemelerin her türlü kararının, denetim organınca incelenmesine imkan tanıyacak biçimde gerekçeli olması zorunlu olması karşısında;
İtiraz merciince itiraz eden tarafından dosyaya sunulan noter tebliğ evrakı üzerinde inceleme yapılarak başvurunun esasına ilişkin "gerekçeli" bir karar verilmesi gerekirken gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmakla,
Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği, yukarıda yazılı gerekçelerle yerinde görüldüğünden kanun yararına bozma talebinin kabulüyle; İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 05/08/2020 tarihli ve 2020/1343 değişik iş sayılı kararının; 5271 sayılı CMK'nın 309/4-a maddesi uyarınca kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği müteakip işlemlerin itiraz merciince yerine getirilmesine 10.03.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 4953 Karar: 2021 / 2424 Karar Tarihi: 03.03.2021
KONU VE KAPSAM
-Basit yargılama usulü
-"suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkeleri.
Basit yargılama usulüne dair esasları düzenleyen ve hükümden sonra (24.10.2019 tarihinde) yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı "basit yargılama usulü" başlıklı CMK'nin 251/3. maddesinin sadece bir usul hükmü olmadığı, aynı zamanda maddi ceza hukukuna dair bir hüküm olduğu, bu nedenle basit yargılama usulünün yürürlük tarihini gösteren Geçici 5/(1)-d. maddesinde yazılı "hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalar yönünden" kısmının Anayasa ve uluslararası sözleşme metinlerinde düzenlenen "suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkelerine aykırı olduğu, Anayasa'ya ve tarafı olduğumuz temel haklara dair uluslararası sözleşmelere (ve özellikle AİHS'ye) aykırı bu durumun Yüksek Yargıtay tarafından dikkate alınması gerektiği anlaşılmakla, Mahkemece sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikteki "basit yargılama usulünün" uygulanma şartları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu, bozmayı gerektirmiştir.
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1-) 5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
...Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar..."
Hükümlerini içermektedir.
Somut uyuşmazlıkta, süreli yayının 19.02.2015 tarihli nüshasının 1. ve 6. sayfalarında yer alan haber nedeniyle verilen ve itiraz üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın, itiraz eden süreli yayın vekiline 14.04.2015 günü tebliğ edildiği, bunun üzerine 17.04.2015 günü aynı süreli yayının sadece 6. sayfasında, sol alt köşede daha küçük puntolu başlık ve yazılarla yayımlandığı, metnin 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde yazılı usule aykırı şekilde yayımlandığı gerekçesiyle kamu davası açıldığı ve mahkemece tebligatın sorumlu müdür yerine itiraz eden avukata yapıldığı gerekçesiyle suçun oluşmadığından bahisle sanığın beraatine karar verildiği anlaşılmakla,
Kesinleşen karar her ne kadar itiraz eden avukata yapılmışsa da, düzeltme ve cevap metninin süresi içinde (ancak Kanunda yazılı şekle aykırı olarak) yayımlandığı, dolayısıyla sorumlu müdürün düzeltme ve cevabın yayımlanması yönündeki kesinleşen karardan haberdar olmadığını savunmasının mümkün olmadığı, gerekçeli kararda belirtilen emsal kararların ise somut uyuşmazlığa uygulanabilir olmadığı değerlendirilmekle, sanığın mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesi,
2-) Dairemizin 28.09.2020 tarihli 2020/1515 E. 2020/11589 K. sayılı kararında gerekçeleri belirtildiği üzere;
Basit yargılama usulüne dair esasları düzenleyen ve hükümden sonra (24.10.2019 tarihinde) yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı "basit yargılama usulü" başlıklı CMK'nin 251/3. maddesinin sadece bir usul hükmü olmadığı, aynı zamanda maddi ceza hukukuna dair bir hüküm olduğu, bu nedenle basit yargılama usulünün yürürlük tarihini gösteren Geçici 5/(1)-d. maddesinde yazılı "hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalar yönünden" kısmının Anayasa ve uluslararası sözleşme metinlerinde düzenlenen "suç ve cezaların kanuniliği" ve "lehe kanun" ilkelerine aykırı olduğu, Anayasa'ya ve tarafı olduğumuz temel haklara dair uluslararası sözleşmelere (ve özellikle AİHS'ye) aykırı bu durumun Yüksek Yargıtay tarafından dikkate alınması gerektiği anlaşılmakla,
Mahkemece sanık lehine sonuç doğurabilecek nitelikteki "basit yargılama usulünün" uygulanma şartları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş ve katılan vekilinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 03.03.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 3145 Karar: 2021 / 790 Karar Tarihi: 01.02.2021
Konu ve kapsam:
Başvuranın 26.09.2019 tarihli yeni bir başvuru dilekçesiyle, ilgili gazete nüshalarının asıllarını ekleyerek aynı talebi yinelediği, aynı Sulh Ceza Hakimliğinin bu dilekçeyi itiraz olarak değerlendirip merciye göndermesi gerekirken, 27.09.2019 tarihinde verdiği ek kararla; bu kez talebin ilk başvuruda 3 günlük nüshaları sunmadığından usule aykırı olduğu, öte yandan haberin şeref ve haysiyeti ihlal edici mahiyette olmadığı gibi "gerçeğe aykırı" olup olmadığının ise çekişmesiz yargı yolunda ileri sürülemeyeceğinden bahisle ikinci talebin de hem usulden hem de esastan reddine karar vermiştir.
…..Başvuran vekilinin, günlük (yaygın) süreli bir yayında müvekkilinin bir kuyumcudaki fotoğrafına da yer verilerek gerçek dışı somut olgular atfeden bir haber yapıldığını, fotoğrafın haberden çok önce çekilmiş olduğunu ve bu fotoğrafın haberle ilgisi bulunmadığı gibi haberin de gerçek dışı olduğunu, bu nedenle ilgili gazetenin sorumlu müdürüne 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi çerçevesinde bir ihtarname gönderildiğini, ihtarnamenin 03.09.2019 günü tebliğ edildiğini, buna rağmen tebliği izleyen 3 günlük sürede (04-05-06.09.2019) düzeltme ve cevap metninin yayımlanmadığını ileri sürerek düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair bir karar verilmesini talep ettiği görülmüştür. Başvuran, dilekçe ekine ilgili haberin yer aldığı gazete kupürünü ve noter ihtarnamesini eklemiştir. Başvuru dilekçesi, 23.09.2019 günü ilgili Sulh Ceza Hakimliğine sunulmuştur.
Sulh Ceza Hakimliğince verilen 25.09.2019 tarihli kararda; 5187 sayılı Kanun'da yazılı "gerçek dışı" ibaresinin Kanunda yazılı kısa süre içinde ortaya konulamayacağı, keza başvuru ekinde ilgili gazete nüshalarının da sunulmadığı, dolayısıyla yasal şartları oluşmadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir.
Başvuranın bu karardan sonra 26.09.2019 tarihli yeni bir başvuru dilekçesiyle, ilgili gazete nüshalarının asıllarını ekleyerek aynı talebi yinelediği, aynı Sulh Ceza Hakimliğinin bu dilekçeyi itiraz olarak değerlendirip merciye göndermesi gerekirken, 27.09.2019 tarihinde verdiği ek kararla; bu kez talebin ilk başvuruda 3 günlük nüshaları sunmadığından usule aykırı olduğu, öte yandan haberin şeref ve haysiyeti ihlal edici mahiyette olmadığı gibi "gerçeğe aykırı" olup olmadığının ise çekişmesiz yargı yolunda ileri sürülemeyeceğinden bahisle ikinci talebin de hem usulden hem de esastan reddine karar vermiştir.
Sulh Ceza Hakimliğince verilen ikinci red kararına karşı, başvuran tarafından yapılan 30.09.2019 tarihli itirazda, afaki gerekçelerle talebin reddedildiğinden bahisle kararın itirazen kaldırılması talep edilmiş ve merci 4. Sulh Ceza Hakimliğince 01.10.2019 tarihinde verilen kararda ise; Anayasa Mahkemesinin 02.07.2015 tarihli ve 2013/6237 başvuru numaralı ve 14.04.2016 tarihli, 2013/9799 başvuru numaralı bireysel başvuru kararlarına atıf yapılarak, "bu kararlar dikkate alındığında" ifadesiyle, itiraz edilen Sulh Ceza Hakimliğince verilen kararda kısa süre içinde haberin gerçekliğinin araştırılmasının mümkün olmadığı yönündeki gerekçenin hukuka uygun olduğundan bahisle itirazın reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır.
Yukarıda yazılı başvuru süreci ile verilen kararlar birlikte değerlendirildiğinde; uyuşmazlığa konu başvuru sürecinde gazete nüshalarının tümünün asıllarının itiraz merci tarafından görüldüğü ve itiraza konu dosyanın esasına girilerek, haberin gerçeğe aykırılık durumunun çekişmesiz yargıda ileri sürülemeyeceği gerekçesinin yerinde olduğundan bahisle, Anayasa Mahkemesinin emsal nitelikteki kararlarına kararlarına atıfta bulunularak itirazın reddedildiği görülmektedir.
Dairemize gönderilen kanun yararına bozma talebinde ise "gazete nüshaları ile tebliğ evraklarının temini hususunda başvurana bir süre verileceği gibi bu eksikliğin Hakimlikçe de giderilebileceği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddi"nin isabetsiz görüldüğü gerekçesiyle başvurulmuştur.
Yukarıda yazılı başvuru süreci ile verilen kararlar ve kanun yararına bozma istemi birlikte değerlendirildiğinde; uyuşmazlığa konu başvuru sürecinde gazete nüshalarının tümünün asıllarının itiraz merci tarafından görüldüğü ve itiraza konu dosyanın esasına girilerek, haberin gerçeğe aykırılık durumunun çekişmesiz yargıda ileri sürülemeyeceği, neticeten verilen kararın yerinde olduğundan bahisle itirazın reddedildiği, dolayısıyla bozulması istenen kararın, ileri sürülen hukuka aykırılık iddiası yönünden isabetsiz olmadığı, merci tarafından giderilebilecek bir eksiklik bulunmadığı anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yukarıda yazılı sebeplerle yerinde görülmediğinden REDDİNE, 01.02.2021 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
.."
Hükmünü içermektedir.
Uyuşmazlık konusu somut olayda, başvuran vekilince hazırlanan düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair ihtarnamenin muhatabının sorumlu müdür "..." olması gerekirken yazı işleri müdürü "..." olarak yazıldığı, başvurunun bu hususa dikkat edilmeksizin usulüne uygun olarak yapıldığından bahisle kabul edildiği, haberin yayımlandığı gazetenin itirazında açıkça bunun dile getirildiği, ancak itirazı incelemekle görevli merci tarafından itirazın gerekçesiz bir şekilde reddedildiği anlaşılmakla,
Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görüldüğünden, Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 12/12/2018 tarihli ve 2018/5198 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nin 309/4-a maddesi gereği kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği itiraz merciince itirazın 5187 sayılı Kanun kapsamında incelenerek gerekçeli bir karar verilmesi gerektiğine, 19.10.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2020/ 223 Karar: 2020 / 2017 Karar Tarihi: 25.02.2020
KONU VE KAPSAM:
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu, Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı, Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkemece bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Sanığın üzerine atılı suç tarihi 01.03.2014 olmasına rağmen, gerekçeli karar başlığında 23.12.2013 olarak yazılmasının, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bir maddi hata olduğu değerlendirildi.
Sanığın, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde "uyar - kaldır" yöntemi benimsenerek ayrıntılı biçimde düzenlenen "düzeltme ve cevap" hakkının kullanılmasına dair tüm şartları taşıyan kesinleşmiş yargı kararını, aynı Kanunun 18. maddesinde yazılı olduğu üzere gereği gibi yerine getirmemesi eylemi karşısında;
Sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü, mahkumiyet hükmünün Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına aykırı olduğuna dair temyiz gerekçelerine;
Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmaması suçuyla korunan hukuki yararın, ifade özgürlüğünün gereklerinden olan toplumun doğru bilgiye erişim hakkı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, saygınlık ve şeref gibi kişilik haklarının korunmasının sağlanması olduğu, dolayısıyla 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde cezai yaptırım öngören düzenlemenin meşru bir amaca yönelik olması,
Her türlü kitle iletişim aracını kullanma yönünde geniş imkanlara sahip olan basının, sıradan bireyler veya kanunları uygulamakla yükümlü olan kamu görevlileri hakkında yaptığı haberlerde, kişilik haklarını ihlal edecek ifadeler kullanması durumunda, gerek toplumun bilgiye erişim hakkının, gerekse kişi hak ve özgürlükleri kapsamında masumiyet karinesinin güvence altına alınmasının demokratik bir toplumda gerekli olması,
Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 25.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2017/ 6491 Karar: 2019 / 5846 Karar Tarihi: 18.03.2019
KONU VE KAPSAM:
Temyize konu somut olayda, itirazın reddi kararı üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanması kararının, karar veren mahkemelerce adı geçen gazetenin sorumlu müdürüne tebliğ edilmesi gerekirken, en son itiraz eden vekiline 05.05.2014 günü tebliğ edilmesi ve suç tarihinin bu tebliğin tarihine göre belirlenmesi karşısında, sorumlu müdüre yapılan geçerli bir tebligat olmadığından suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerekirken mahkumiyet hükmü kurulması, hükmün bozma sebebidir.
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..."
"Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" başlıklı 18/1. maddesi;
"Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili on milyar liradan yüz eli milyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmi milyar liradan, yaygın süreli yayınlarda elli milyar liradan az olamaz..."
"Tebligat" başlıklı 29. maddesi;
"Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır." hükümlerini amirdir.
Yukarıda yer alan düzenlemelere göre; aleyhine yayım yapıldığı iddiasıyla düzeltme ve cevap talep eden ve mahkemeye başvuracak olan kişinin ve karar veren mahkemelerin, düzeltme ve cevap metnini içeren belgeyi, Kanun'un 14. maddesinde belirtilen her aşamada ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda öngörülen usulde muhatap olarak sorumlu müdüre yapması gerekeceği değerlendirilmektedir.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2018 tarihli, 2014/70 E., 2014/70 K. sayılı kararında;
"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat" başlıklı 29. maddesindeki "Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır" şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.
Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. (Kayıhan İçel, s. 221) Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..." şeklinde sorumlu müdüre yapılacak tebligat işleminin taşıması gereken temel esaslar da belirtilmiştir.
Temyize konu somut olayda, itirazın reddi kararı üzerine kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanması kararının, karar veren mahkemelerce adı geçen gazetenin sorumlu müdürüne tebliğ edilmesi gerekirken, en son itiraz eden vekiline 05.05.2014 günü tebliğ edilmesi ve suç tarihinin bu tebliğin tarihine göre belirlenmesi karşısında, sorumlu müdüre yapılan geçerli bir tebligat olmadığından suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerekirken mahkumiyet hükmü kurulması,
Kabule göre ise;
Sanıklar müdafiinin duruşmalarda; suça konu edilen ve istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair kararın bozulması için kanun yararına bozma yoluna gidildiğini savunmasına rağmen, bu hususta mahkemece hiçbir araştırma yapılmaksızın, suçun sübutuna etki edecek mahiyetteki bu durum bekletici mesele yapılmaksızın mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı ve sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKÜMLERİN 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine 18.03.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 921 Karar: 2019 / 5454 Karar Tarihi: 11.03.2019
KONU VE KAPSAM:
Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.
KARAR:
Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir. Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir. Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.(AHİS. m. 10) (2709 S. K. m. 25, 26, 27, 28) (5187 S. K. m. 3, 14) (5271 S. K. m. 309) (YHGK. 13.02.2007 T. 2007/7-28 E. 2007/34 K.)
Dava: Akşam Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının ilk sayfasında "Korkup Battaniyenin Altına Saklandı" başlığı ile yayınlanan ve 12. sayfasında "Başına silah dayamadılar" başlığı ile devam eden yazı sebebiyle ilgilisi ... vekilinin cevap ve düzeltme talebinin kabulü ile tekzip yazısının yayımlanmasına dair Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/585 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 07.01.2019 gün ve 10551 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ve ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/01/2019 gün ve KYB. 2019/4388 sayılı ihbarnamesi dairemize gönderilmekle okundu.
Karar: Anılan ihbarnamede;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, "Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kullanılmaması gerekir. ... Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslÛpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler "polemik" niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez." şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Akşam Gazetesinin 01/02/2018 tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında, ilk sayfada "Korkup Battaniyenin Altına Saklandı" ve iç sayfada "Başına Silah Dayamadılar" başlığı ile yayımlanan haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında, itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.
Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.
Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde;
"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,
- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya yasada öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,
- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin yasalarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.
Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanlığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, & 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan "halkın gözcülüğü" ya da "kamunun bekçi köpeği (watchdog)" görevini yapabilir.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken "görev ve sorumlulukları" da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde "doğru ve güvenilir" bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, & 39; Mc Vicar, & 83-86; Colombani, & 65).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;
"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:
109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, &Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, & 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, & 43).
ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:
Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (....../...... (kabuledilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, & 55).
Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, & 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, & 47)." şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.
AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;
"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (bk., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, && 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, & 26, 5 Haziran 2008, ...... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, & 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, & 59, 7 Temmuz 2015).
Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, & 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, & 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;
- Özlerine dokunulmaksızın
- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
- Ancak kanunla sınırlanabilir.
- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",
T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",
T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;
"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz.
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır..."
şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.
T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;
"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." ,
5187 sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve "...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.
Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;
"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.
Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanunun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada "küçültücü" sözlerin kullanılmaması gerekir."
Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar;
1- Haber gerçek olmalı,
2- Haber güncel olmalı,
3- Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,
4- Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.
Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;
Akşam gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir.
Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.
Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/585 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 11/03/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY19. CEZA DAİRESİ
(E. 2018/6833K. 2018/13076T. 10.12.2018)
KONU VE KAPSAM:
GAZETEDE YAYINLANAN HABERLERE İLİŞKİN OLARAK TEKZİP VE DÜZELTME İSTEMİ ( Ana Muhalefet Partisinin Bir Milletvekili Olan Başvuran Hakkında, Basında Çıkan Haber ve Tartışmaların Seçim Sonrası Ortaya Çıkan Siyasi Mücadele İkliminde Değerlendirildiği ve Sarf Edilen Sözlerin Sırf Kişiliğe Hakaret Niteliğinde Olmadığı - Genel Anlamda Yaşanan Maddi Olaylara Dair Yorum ve Değerlendirmelerden Oluştuğu/Basın Özgürlüğü Çerçevesinde Kaldığının Kabul Edilmesi Gerektiği )
* SİYASETÇİLER HAKKINDA GAZETEDE YAYINLANAN HABERLER ( Siyasetçilerin Normal İnsanlardan ve Tek İşi Kamu Görevini Yerine Getirmek Olup Görevine Dair Yorum Yapma Hakkını Bile Elinde Bulundurmayan Kamu Görevlilerinden Farklı Olarak Daha Üst Düzeyde Bir Anlayışa Ve Tahammül Seviyesine Sahip Olmalarının Bekleneceği - Nitekim Ellerinde Diğer Kitlelere Nazaran Daha Etkili Ve Çeşitli Cevap Verme İmkanlarının Bulunduğunun Gözetilmesi Gerektiği )
* ANA MUHALEFET PARTİSİ MİLLETVEKİLİ HAKKINDA HABER YAPILMASI ( Basında Çıkan Haber ve Tartışmaların Seçim Sonrası Ortaya Çıkan Siyasi Mücadele İkliminde Değerlendirildiği ve Sarf Edilen Sözlerin Sırf Kişiliğe Hakaret Niteliğinde Olmadığı - Genel Anlamda Yaşanan Maddi Olaylara Dair Yorum ve Değerlendirmelerden Oluştuğu/Basın Özgürlüğü Çerçevesinde Kaldığının Kabul Edilmesi Gerektiği/Tekzip ve Düzeltme İstemi 5187/m. 14)
KARAR METNİ:
S... Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 18. sayfalarında yayınlanan, "Tacizden kovulmuş", "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu" ve "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" başlıklı yazılar sebebiyle ilgilisi vekilinin cevap ve düzeltme isteminin kabulüyle tekzip yazısının yayımlanmasına dair Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararına (söz konusu tekzibin A... Gazetesinde yayımlanması şeklindeki maddi hatanın Sabah Gazetesinde yayımlanması şeklinde tashihine dair anılan Hâkimliğin 25/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı tashih kararına) karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 09.10.2018 gün ve 13078 Sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ve ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/2018 gün ve KYB. 2018/82696 Sayılı ihbarnamesi dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Dosya kapsamına göre,
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında,
Somut olayda, tekzibe konu haberin 01/02/2018 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanmasına rağmen, tekzip içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından en geç 01/04/2018 tarihinde gönderilmesi gerekirken, söz konusu gazeteye 02/04/2018 tarihinde gönderildiği, böylece anılan madde metninde yer alan iki aylık hak düşürücü süreye uyulmadığı,
Yine tekzip metninin ilgili gazetede süresinde yayınlanmaması üzerine, tekzip talep eden vekilince 20/04/2018 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğinden tekzip talebinde bulunulmuş olmasına rağmen, anılan madde metninde yer alan, " Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." hükmüne riayet edilmeyerek anılan Sulh Ceza Hâkimliğince 02/05/2018 tarihinde karar verilerek süreye uyulmadığı,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 Sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 20. sayfalarında yayınlanan, "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu", "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" ve "Korkudan battaniyenin altına saklanmış" başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,
İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;
5187 Sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde, kişinin kendisi hakkında yayımlanan haber nedeniyle düzeltme ve cevap yazısını "iki ay içinde" ilgili basın organının sorumlu müdürüne göndermesi şartı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile amaçlanan, kamuoyunda yankı bulan haberin üzerinden pek fazla bir süre geçmeden, tabiri caizse etkisi soğumadan, ilgili kişinin düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için samimi isteğinin, bir an önce eylemsel olarak karşılık bulabilmesidir.
Ancak somut olayda haberin yayımlandığı günden sonra başlayan iki aylık sürenin son günü, yani 01.04.2018 günü, Pazar gününe denk gelmektedir. Hal böyleyken resmi bir tatil gününe denk gelen sürenin son gününün, usul hukuku hükümlerinde hak düşürücü süreler için de kıyas yapılabileceği de göz önüne alındığında, 02.04.2018 Pazartesi gününe uzayabileceği, ilgilinin hemen tatil bitiminde kullandığı bu hakkı, süresi içinde kullandığı, bu nedenle düzeltme ve cevap hakkını kullanmada samimi ve kararlı olduğu değerlendirilmiştir.
Öte yandan, yine 5187 Sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, Sulh Ceza Hakiminin, başvuruyu üç gün içerisinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacağı açıkça yazılmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, burada yazılı sürenin muhatabı yargı organıdır. Bu sürenin konulma amacı ise gerek adil yargılanma hakkı bakımından gerekse şeref ve haysiyetinin, itibarının bir an önce toplumun gözünde eski haline gelmesini isteyen başvuran kişinin acil ihtiyacı bakımından uyuşmazlığın yargı organınca bir an önce çözülmesini düzenlemektir. Başvuru ve kararın bu şekilde sınırlı sürelerle düzenlenmesi, hakkın bir an önce sahibine teslim edilmesini sağladığı için adil yargılanma hakkı bakımından önemlidir.
Ancak ülkemizde, yargı organlarının iş yükü, çalışma koşulları ve nitelikli iş gücü gibi eksiklikler nedeniyle bu sürelere uyulmaması, başvuranların mağduriyetine yol açmaktadır. Hal böyleyken, kişilerin kendi dışındaki nedenlerle yaşadıkları bu mağduriyete, tamamen yargı organlarının elinde bulunan süresinde veya hızlı karar verme yükümlüğünün ihlalinden kaynaklı hak kayıplarını ekleyecek olursak, kişinin hakkına geç de olsa ulaşması yerine hiç ulaşamamasına yol açılmış olunacağı değerlendirilmiştir.
Somut olayda, Sulh Ceza Hakimliğince 20.04.2018 tarihli başvuru hakkında en geç 23.04.2018 (Pazartesi) günü (resmi tatile denk geldiğinden) veya 24.04.2018 (Salı) günü bir karar verilmesi gerekirken, 02.05.2018 günü karar verilmesinin sorumluluğunun başvurana yükletilemeyeceği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarnamesinin 1- ve 2- numaralı maddelerinin içeriği, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görülmediğinden kanun yararına bozma talebinin REDDİNE,
B-) Kanun yararına bozma isteminin 3- numaralı gerekçesi yönünden yapılan incelemede ise;
İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.
Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.
Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde;
"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2-) Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, kanunla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,
- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya kanunda öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,
- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin kanunlarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.
Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “kamunun bekçi köpeği (watchdog)” görevini yapabilir.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;
"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:
109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, § 60; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 68; ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 46). Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda (White, yukarıda geçen, § 29; Egeland ve Hanseid/Norveç, numara 34438/04, § 58, 16 Nisan 2009; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 72) değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da (Nikowitz ve Verlagsgruppe News GmbH/Avusturya, numara 5266/03, § 25, 22 Şubat 2007; Colaço Mestre ve SIC – Sociedade Independente de Comunicação, S.A./Portekiz, nos 11182/03 ve 11319/03, § 28, 26 Nisan 2007; ve Sapan/Türkiye, numara 44102/04, § 34, 8 Haziran 2010) böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, § 43).
ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:
110. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (Minelli/İsviçre (kabuledilebilirlik üzerine karar), numara 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, § 55). Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, § 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 47).” şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.
Son olarak, AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;
"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (B.K., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, §§ 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, § 26, 5 Haziran 2008, ... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, § 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, § 59, 7 Temmuz 2015)..Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, § 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, § 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;
- Özlerine dokunulmaksızın
- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
- Ancak kanunla sınırlanabilir.
- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",
T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",
T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;
"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27. maddeleri hükümleri uygulanır..."
şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.
T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;
"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." ,
5187 Sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve
"...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.
Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;
"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.
Temelini Anayasa'nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 Sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir."
Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar;
1-) Haber gerçek olmalı,
2-) Haber güncel olmalı,
3-) Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,
4-) Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.
Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 Sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 Sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;
Sabah gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 18. sayfalarında "Tacizden Kovulmuş", "...'ın Vukuatları Bitmiyor, Taciz Etti, Bakanlıktan kovuldu","Çaycıyı Elektrikli Testere İle Kovalamış", "Korkudan Battaniyenin Altına Saklandı" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişiler ve kendisi gibi siyasetçilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla siyasetçi kimliğinden ve yaşadıklarından bahsedilmiştir.
Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulundurmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.
Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,
SONUÇ : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararının, 5271 Sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C YARGITAY 19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 921 Karar: 2019 / 5454 Karar Tarihi: 11.03.2019
KONU VE KAPSAM:
Akşam gazetesinin … tarihli nüshasının 1. ve 12. sayfalarında "Korkup battaniyenin altına saklandı" ve "Başına silah dayamadılar" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla yaşadıklarından ve siyasetçi kimliğinden bahsedilmiştir. Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulunmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir. Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1904 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca bozulmasına karar verilmiştir.
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi Esas: 2019/ 922
Karar: 2019 / 5451
Karar Tarihi: 11.03.2019
KONU VE KAPSAM:
Uyuşmazlığa konu somut olayda; haberin yapıldığı gazete nüshasında yer alan künyede sorumlu müdür olarak ...... isminin açıkça yazılı olmasına rağmen, hakkında haber yapılan ve başvuran siyasetçinin vekili tarafından gönderilen ihtarnamede, aynı gazetenin genel yayın yönetmeninin ve yazı işleri müdürünün muhatap olarak yazıldığı ve dolayısıyla tebligatın bu kişilerin daimi çalışanlarına yapıldığı, 14. maddede yazılı süre içinde metnin yayımlanmaması üzerine mahkeme aşamasında muhatap olarak aynı kişilerin alındığı, mahkemenin kararında yine sorumlu müdürün bulunmadığı ve kesinleşen mahkeme kararının sorumlu müdür dışındaki kişilere yapıldığı anlaşılmakla, BOZULMASINA.
KARAR:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Güneş Gazetesinin 17/12/2017 tarihli sayısının 1. ve 10. sayfalarında yayınlanan, "Kontrollü esaret", "Al sana tiyatro" ve "Fetö'cü hainlerle kol kola" başlığı ile yayımlanan haberin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,
İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;
5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır...
...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.
Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar..."
"Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" başlıklı 18/1. maddesi;
"Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz..."
"Tebligat" başlıklı 29. maddesi;
"Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır." hükümlerini amirdir.
Yukarıda yer alan düzenlemelere göre; aleyhine yayım yapıldığı iddiasıyla düzeltme ve cevap talep eden ve mahkemeye başvuracak olan kişinin, buna konu düzeltme ve cevap yazısını, Kanun'un 14. maddesinde belirtilen her aşamada ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nda öngörülen usulde muhatap olarak sorumlu müdüre yapması gerekeceği değerlendirilmektedir.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.03.2018 tarihli, 2014/70 E., 2014/70 K. Sayılı kararında;
"...5187 sayılı Kanunun "Tebligat” başlıklı 29. maddesindeki “Süreli yayının yönetim yeri, tebligat işlemleri yönünden, yayın sahibinin ve temsilcisinin, görevi devam ettiği sürece sorumlu müdürün yerleşim yeri sayılır” şeklindeki düzenleme uyarınca düzeltme ve cevap yazısına ilişkin tebligatın, ilgili gazetenin künyesinde belirtilen adreste tebliğ edilmek üzere gönderilmesi gerekmektedir.
Sorumlu müdüre yüklenen yükümlülük ve cezai sorumluluk gereği düzeltme ve cevap yazısının sorumlu müdüre tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte, 5187 sayılı Kanunda tebligatın bizzat sorumlu müdüre yapılması gerektiğine, kendisine ulaşılamadığı takdirde başka bir kişiye tebligat yapılamayacağına dair bir hüküm bulunmamakta olup öğretide de tebliğ evrakının sorumlu müdür adına olacak şekilde hazırlanması yeterli görülmektedir. (Kayıhan İçel, s. 221) Dolayısıyla tebligatın sorumlu müdüre yapılması kural olmakla birlikte, muhataba ulaşılamadığı hallerde 7201 sayılı Tebligat Kanununda belirtilen kişilere de tebligat yapılabileceği kabul edilmelidir..." şeklinde sorumlu müdüre yapılacak tebligat işleminin taşıması gereken temel esaslar da belirtilmiştir.
Uyuşmazlığa konu somut olayda; haberin yapıldığı gazete nüshasında yer alan künyede sorumlu müdür olarak ...... isminin açıkça yazılı olmasına rağmen, hakkında haber yapılan ve başvuran siyasetçinin vekili tarafından gönderilen ihtarnamede, aynı gazetenin genel yayın yönetmeninin ve yazı işleri müdürünün muhatap olarak yazıldığı ve dolayısıyla tebligatın bu kişilerin daimi çalışanlarına yapıldığı, 14. maddede yazılı süre içinde metnin yayımlanmaması üzerine mahkeme aşamasında muhatap olarak aynı kişilerin alındığı, mahkemenin kararında yine sorumlu müdürün bulunmadığı ve kesinleşen mahkeme kararının sorumlu müdür dışındaki kişilere yapıldığı anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi 1 ve 2 numaralı gerekçeler yönünden yerinde görüldüğü ve adı geçen kesinleşmiş kararın BOZULMASINA ve usulsüz şekilde yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metninin YAYIMLANMAMASINA karar verildiğinden, 3- numaralı gerekçe yönünden bir KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 11/03/2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2018/ 6833
Karar: 2018 / 13076
Karar Tarihi: 10.12.2018
KONU VE KAPSAM:
Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
KARAR:
Dosya kapsamına göre,
1- 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında,
Somut olayda, tekzibe konu haberin 01/02/2018 tarihinde Sabah Gazetesinde yayımlanmasına rağmen, tekzip içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından en geç 01/04/2018 tarihinde gönderilmesi gerekirken, söz konusu gazeteye 02/04/2018 tarihinde gönderildiği, böylece anılan madde metninde yer alan iki aylık hak düşürücü süreye uyulmadığı,
2- Yine tekzip metninin ilgili gazetede süresinde yayınlanmaması üzerine, tekzip talep eden vekilince 20/04/2018 tarihinde Sulh Ceza Hâkimliğinden tekzip talebinde bulunulmuş olmasına rağmen, anılan madde metninde yer alan, " Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar." hükmüne riayet edilmeyerek anılan Sulh Ceza Hâkimliğince 02/05/2018 tarihinde karar verilerek süreye uyulmadığı,
3- Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 01/02/2018 tarihli sayısının 1. ve 20. sayfalarında yayınlanan, "Kadın personeli taciz etti, bakanlıktan kovuldu", "Çaycıyı elektrikli testereyle kovalamış" ve "Korkudan battaniyenin altına saklanmış" başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında,
İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
A-) Kanun yararına bozma isteminin 1- ve 2- numaralı gerekçeleri yönünden yapılan incelemede;
5187 sayılı Kanun'un 14/1. maddesinde, kişinin kendisi hakkında yayımlanan haber nedeniyle düzeltme ve cevap yazısını "iki ay içinde" ilgili basın organının sorumlu müdürüne göndermesi şartı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile amaçlanan, kamuoyunda yankı bulan haberin üzerinden pek fazla bir süre geçmeden, tabiri caizse etkisi soğumadan, ilgili kişinin düzeltme ve cevap metninin yayımlanması için samimi isteğinin, bir an önce eylemsel olarak karşılık bulabilmesidir.
Ancak somut olayda haberin yayımlandığı günden sonra başlayan iki aylık sürenin son günü, yani 01.04.2018 günü, Pazar gününe denk gelmektedir. Hal böyleyken resmi bir tatil gününe denk gelen sürenin son gününün, usul hukuku hükümlerinde hak düşürücü süreler için de kıyas yapılabileceği de göz önüne alındığında, 02.04.2018 Pazartesi gününe uzayabileceği, ilgilinin hemen tatil bitiminde kullandığı bu hakkı, süresi içinde kullandığı, bu nedenle düzeltme ve cevap hakkını kullanmada samimi ve kararlı olduğu değerlendirilmiştir.
Öte yandan, yine 5187 sayılı Kanun'un 14/4. maddesinde, Sulh Ceza Hakiminin, başvuruyu üç gün içerisinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacağı açıkça yazılmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, burada yazılı sürenin muhatabı yargı organıdır. Bu sürenin konulma amacı ise gerek adil yargılanma hakkı bakımından gerekse şeref ve haysiyetinin, itibarının bir an önce toplumun gözünde eski haline gelmesini isteyen başvuran kişinin acil ihtiyacı bakımından uyuşmazlığın yargı organınca bir an önce çözülmesini düzenlemektir. Başvuru ve kararın bu şekilde sınırlı sürelerle düzenlenmesi, hakkın bir an önce sahibine teslim edilmesini sağladığı için adil yargılanma hakkı bakımından önemlidir.
Ancak ülkemizde, yargı organlarının iş yükü, çalışma koşulları ve nitelikli iş gücü gibi eksiklikler nedeniyle bu sürelere uyulmaması, başvuranların mağduriyetine yol açmaktadır. Hal böyleyken, kişilerin kendi dışındaki nedenlerle yaşadıkları bu mağduriyete, tamamen yargı organlarının elinde bulunan süresinde veya hızlı karar verme yükümlüğünün ihlalinden kaynaklı hak kayıplarını ekleyecek olursak, kişinin hakkına geç de olsa ulaşması yerine hiç ulaşamamasına yol açılmış olunacağı değerlendirilmiştir.
Somut olayda, Sulh Ceza Hakimliğince 20.04.2018 tarihli başvuru hakkında en geç 23.04.2018 (Pazartesi) günü (resmi tatile denk geldiğinden) veya 24.04.2018 (Salı) günü bir karar verilmesi gerekirken, 02.05.2018 günü karar verilmesinin sorumluluğunun başvurana yükletilemeyeceği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarnamesinin 1- ve 2- numaralı maddelerinin içeriği, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görülmediğinden kanun yararına bozma talebinin REDDİNE,
B-) Kanun yararına bozma isteminin 3- numaralı gerekçesi yönünden yapılan incelemede ise;
İfade özgürlüğü; insanın özgürce bilgi ve düşünce sahibi olabilme, zihninde oluşturduğu düşünce ve kanaatlerinden ötürü kınanmama, bunları meşru şekil ve yöntemlerle dışa vurma imkan ve özgürlüğüdür. İfadenin, genellikle dış dünyayı gören, duyan, yorumlamaya ve algılamaya çalışan bir kişi veya toplum gibi gerçek bir muhatabı, bazen de cansız varlıklar veya bizzat kendisi gibi muhatapları vardır. İfadeye anlam veren onun muhatabıdır.
Basın Özgürlüğü; ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olmak üzere, insanların bilgiye ulaşma ve fikir elde edebilme yönündeki en önemli araçlardan olan basının, yazılı, görsel veya işitsel araçlarla sunduğu ve kamu hizmetini gerçekleştirme yolunda sahip olduğu özgürlüktür. Basının, geniş imkanları olan bir organizasyon olması, ona bireylere nazaran daha büyük bir muhatap sayısı (kitlesi) sağlamaktadır. Bu nedenle basının ifade özgürlüğünü kullanırken muhatabı üzerinde yarattığı etkinin boyutları da düşünülerek yaptığı işe bir kamu hizmeti ayrıcalığı tanınmış, bu ayrıcalıkla birlikte bahşedilen güvenilirliği, yapılan işten doğan sorumluluğun da büyük olmasını beraberinde getirmiştir.
Şüphesiz ifade ve basın özgürlüğü de diğer temel hak ve özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. İfade ve Basın Özgürlüğünün sınırlanması, başta AİHS'nin 10/2. maddesi olmak üzere uluslararası ve ulusal mevzuatta düzenleme altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "ifade özgürlüğü" başlıklı 10. maddesinde;
"1- Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2- Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, kanunla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlamanın kanunda öngörülüp öngörülmediği, açıkça tanımlanıp tanımlanmadığı,
- Sınırlamanın AİHS'nin 10/2. maddesinde yazılı veya kanunda öngörülen meşru amaçlara uygun olup olmadığı,
- Sınırlamanın çağdaş demokratik toplumun gereklerine uygun olup olmadığı,
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması), hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Meşru amaç deyiminden; genellikle sözleşmenin 10/2. maddesinde yazılı kamu güvenliği, toplumsal ahlak ve ülkelerin kanunlarında mevcut sair durumlar kastedilmektedir.
Çağdaş demokratik toplumun gerekleri tanımı ile anlatılmaya çalışılan ise; topluma sunulan, sınırlanmaması, kınanmaması, özgür bırakılması gereken ifadenin veya haberin; toplumun ilgisini çeken, güncel ve kamunun yararını güden bir tartışmayı içermesi ile halkı kin ve düşmanlığa sevketmemesi, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi gibi gerekliliklerdir.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “kamunun bekçi köpeği (watchdog)” görevini yapabilir.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin 07/02/2012 tarihli Von Hannover-Almanya (no.2) ( BD, no.40660/08 ve 60641/08 ) kararında;
"... 108. İfade özgürlüğü hakkı ile özel hayata saygı hakkı arasında bir denge kurulmasıyla ilgili olarak içtihattan çıkan ve mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler aşağıda sayılmıştır.
i.) Genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı:
109. Birinci temel unsur makale veya fotoğrafların basında çıkmasının genel yarar nitelikli bir tartışmaya yapacağı katkıdır (Von Hannover, yukarıda geçen, § 60; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 68; ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 46). Genel yarar konusu olan şeylerin belirlenmesi davanın şartlarına bağlıdır. Ancak Mahkeme sadece yayımın siyasi konular ya da işlenen suçlarla ilgili olduğu durumlarda (White, yukarıda geçen, § 29; Egeland ve Hanseid/Norveç, no 34438/04, § 58, 16 Nisan 2009; Leempoel & S.A. ED. Ciné Revue, yukarıda geçen, § 72) değil, ama aynı zamanda yayımın sporu ya da ekran artistlerini ilgilendirdiği durumlarda da (Nikowitz ve Verlagsgruppe News GmbH/Avusturya, no 5266/03, § 25, 22 Şubat 2007; Colaço Mestre ve SIC - Sociedade Independente de Comunicação, S.A./Portekiz, nos 11182/03 ve 11319/03, § 28, 26 Nisan 2007; ve Sapan/Türkiye, no 44102/04, § 34, 8 Haziran 2010) böyle bir yararın varlığını kabul ettiğini hatırlatmanın faydalı olduğu kanaatindedir. Buna karşın bir Cumhurbaşkanının evlilikle ilgili olası problemleri ya da ünlü bir şarkıcının mali sorunlarının genel yarar nitelikli bir tartışma kapsamında kaldığı kabul edilmemiştir (Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 52, ve Hachette Filipacchi Associés (ICI PARIS), yukarıda geçen, § 43).
ii.) Hedef alınan kişinin ünlülük derecesi ve röportajın konusu:
110. Hedef alınan kişinin rol ve fonksiyonu ve röportaj ve/veya fotoğrafa konu faaliyetin niteliği bir önceki kriterle bağlantılı önemli başka bir kriter oluşturmaktadır. Burada normal bireyler ile kamusal şahıs ya da siyasi kişilik olarak kamusal alanda hareket eden bireyleri ayırmak yerinde olur. Kamu tarafından tanınmayan bir kişi özel hayat hakkına ilişkin özel bir korumadan yararlanmayı talep edebilirken, kamu tarafından tanınan bireyler için böyle bir şey söz konusu değildir (Minelli/İsviçre (kabuledilebilirlik üzerine karar), no 14991/02, 14 Haziran 2005, ve Petrenco, yukarıda geçen, § 55). Mesela resmi bir görev yerine getiren siyasi kişilikler hakkında demokratik toplumdaki bir tartışmaya katkı sunabilecek olaylardan bahseden bir röportajı, böyle bir görev yerine getirmeyen bir kişinin özel hayatıyla ilgili detaylar üzerine yapılan bir röportajla bir tutamayız (Von Hannover, yukarıda geçen, § 63, ve Standard Verlags GmbH, yukarıda geçen, § 47).” şeklinde yapılan tespitlerle, ifade özgürlüğü bakımından değerlendirilmeye alınan haberin mahiyeti ve habere konu olan kişinin özellikleri bakımından ayrıntılı değerlendirmeler yapılmış ve bu konuda habere ve kişiye özgü birtakım kriterler de belirlenmiştir.
Son olarak, AİHM'nin 02/02/2016 tarihli Erdener & Türkiye kararında;
"... Bir kişinin kişilik haklarını zedeleyebilecek sözlerin niteliğine ilişkin olarak, Mahkeme, olgular ile değer yargıları arasında geleneksel olarak bir ayrım yapmaktadır. Olguların gerçekliği ispat edilebilse de, değer yargılarının doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Bir açıklama, değer yargısı olarak değerlendirildiğinde, müdahalenin orantılılığı yeterli bir olgusal dayanağın varlığına bağlı olabilmektedir, zira bu türden bir dayanak bulunmadığında, değer yargısının abartılı/aşırı olduğu da ortaya çıkabilmektedir. (bk., örnek olarak, Feldek/Slovakya, No. 29032/95, §§ 75-76, AİHM 2001-VIII, I Avgi Publishing and Press Agency S.A. ve Karis/Yunanistan, No. 15909/06, § 26, 5 Haziran 2008, ... ve diğerleri/Türkiye, No. 346/04 ve 39779/04, § 36, 27 Mayıs 2014, ve Morar/Romanya, No. 25217/06, § 59, 7 Temmuz 2015)..Mahkeme, ifade özgürlüğünün, "yalnızca hoş karşılanan veya zararsız ya da önemsenmez olarak görülen "bilgiler" veya "düşünceler" için değil, aynı zamanda "hoşa gitmeyen, sarsıcı ya da rahatsız edici" olanlar için de geçerli olduğunu hatırlatmaktadır. (yukarıda anılan Morice kararı, § 161)..Mahkeme, ihtilaf konusu sözler bağlamında okunan, yukarıda anılan cümlenin, büyük tartışmalara yol açmasına rağmen, Başbakan'ın Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi edilme şeklini eleştiren kişisel bir görüş kapsamına girdiğini tespit etmektedir. Başvuran tarafından yerel mahkemeler önünde sunulan belgeleri dikkate alarak, Mahkeme, bu görüşün yeterli bir olgusal dayanağa dayandığı ve davaya ilişkin koşullarla yakından ilişkili olduğu kanısına varmaktadır...Bununla birlikte, Mahkeme, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler ile gerçek kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatler arasında bir farklılık olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme bu bağlamda, tüzel kişinin kişilik haklarına ilişkin menfaatlerin ahlaki boyuttan yoksun olduğunu tekrarlamaktadır (yukarıda anılan Kharlamov kararı, § 25)..." şeklinde değer yargısı ile maddi olguların birbirinden ayrılması gerektiğinden, şayet sınırlamaya konu edilen haberde, sırf kişiden kişiye değişen ve ispatlanması mümkün olmayan değer yargılarından hareketle bir takım sözler (iyi, kötü, çirkin, yakışıklı, şık olmadı, yakışmadı, çelişkili, manidar, tutarsız v.b.) sarf edilmişse bunun düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği, ancak maddi olgularla desteklenemeyen ve ispatlanamayan "abartılı" değer yargıları ile ifade özgürlüğü arasında mutlaka ayrıma gidilmesi gerektiğinden bahsetmiştir.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin, dolayısıyla ifade ve basın özgürlüğünün de sınırlanmasında esas alınması gereken kurallar başta 13. maddesi olmak üzere Anayasa'da düzenlenmektedir. Buna göre temel hak ve hürriyetler;
- Özlerine dokunulmaksızın
- Yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak
- Ancak kanunla sınırlanabilir.
- Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Ancak olağanüstü hal, sıkıyönetim veya savaş halinde dahi kişilerin sert çekirdek hakları olan; yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz, kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
T.C. Anayasası'nın "Düşünce ve kanaat hürriyeti başlıklı" 25. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.",
T.C. Anayasası'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" başlıklı 26. maddesinde;
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.",
T.C. Anayasası'nın "Basın hürriyeti" başlıklı 28. maddesinde;
"Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır..."
şeklinde ifade ve basın özgürlüğü kavramlarının içeriği, kapsamı, sınırları ve kullanılması düzenleme altına alınmıştır.
T.C. Anayasası'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" başlıklı 32. maddesi;
"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.
Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hâkim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir.",
5187 sayılı Kanun'un "düzeltme ve cevap" başlıklı 14. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır..." ve
"...Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar..." hükümlerini amirdir.
Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenlerine dair Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında;
"Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır.
Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır.
Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Kanununun 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir."
Haber verme hakkının hukuka uygun bir biçimde kullanılabilmesi için gereken ölçütler dört başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar;
1- Haber gerçek olmalı,
2- Haber güncel olmalı,
3- Haberin verilmesinde kamu yararı bulunmalı,
4- Haberin veriliş biçimi ile özü arasında düşünsel bir bağ bulunmalıdır.
Bu unsurlar eleştiri hakkı yönünden de geçerlidir. Yani eleştirinin olabilmesi için, yazının gerçek olgulara dayanması, güncel bulunması ve bu haberin verilmesinde kamu yararı bulunması koşullarına bağlıdır..." şeklinde gözetilmesi gereken temel kriterlerden bahsedilmiştir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;
Sabah gazetesinin 01.02.2018 tarihli nüshasının 1. ve 18. sayfalarında "Tacizden Kovulmuş", "...'ın Vukuatları Bitmiyor, Taciz Etti, Bakanlıktan kovuldu","Çaycıyı Elektrikli Testere İle Kovalamış", "Korkudan Battaniyenin Altına Saklandı" başlıklı haberlerde, başvuran milletvekili ve siyasetçi ...'ın, gerek Musul Başkonsolosu iken gerekse başkaca görevlerde çalıştığı sırada başından geçen maddi olaylara tanıklık eden kişiler ve kendisi gibi siyasetçilerin ağzından alınan beyanlara dayanılarak, genel hatlarıyla siyasetçi kimliğinden ve yaşadıklarından bahsedilmiştir.
Siyasetçilerin, basında kendileri hakkında çıkan haberler karşısında; normal insanlardan ve tek işi kamu görevini yerine getirmek olup görevine dair yorum yapma hakkını bile elinde bulundurmayan kamu görevlilerinden farklı olarak, daha üst düzeyde bir anlayışa ve tahammül seviyesine sahip olmalarının bekleneceği, nitekim ellerinde diğer kitlelere nazaran daha etkili ve çeşitli cevap verme imkanlarının bulunduğu gözetilmelidir.
Netice itibariyle ana muhalefet partisinin bir milletvekili olan başvuran hakkında, basında çıkan haber ve tartışmaların seçim sonrası ortaya çıkan siyasi mücadele ikliminde değerlendirilmesi, sarf edilen sözlerin sırf kişiliğe hakaret niteliğinde olmayıp, genel anlamda yaşanan maddi olaylara dair yorum ve değerlendirmelerden oluştuğu, bu yönüyle basın özgürlüğü çerçevesinde kaldığının kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/06/2018 tarihli ve 2018/1903 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nun 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yukarıda yazılı bozma nedenine göre; Ardahan Sulh Ceza Hâkimliğinin 02/05/2018 tarihli ve 2018/586 değişik iş sayılı kararıyla yayımlanmasına verilen düzeltme ve cevap metninin yayımlanmamasına, 10.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2017/ 1813
Karar: 2018 / 1133
Karar Tarihi: 08.02.2018
KONU VE KAPSAM:
“Hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;
- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,
- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,
- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,
- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,
- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.”
Sabah Gazetesinin 25/11/2014 tarihli ... ekinin 1. sayfasında yayınlanan, “Paralel Kumpasa suç duyurusu” ve 3. sayfasında yayınlanan “Yargı ve Polise Suç Duyurusu” başlıklı yazılar sebebiyle ilgilisi ... vekilinin cevap ve düzeltme isteminin kabulü ile tekzip yazısının yayımlanmasına dair Mersin 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 07/01/2015 tarihli ve 2015/43 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 02/02/2015 tarihli ve 2015/434 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 25/01/2017 gün ve 15112 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03/02/2017 gün ve KYB. 2017/7442 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Dosya kapsamına göre, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, somut olayda Sabah Gazetesinin 25/11/2014 tarihli ... ekinin 1. sayfasında yayınlanan, “Paralel Kumpasa suç duyurusu” ve 3. sayfasında yayınlanan “Yargı ve Polise Suç Duyurusu” başlıklı yazıların basın özgürlüğü kapsamında kaldığı nazara alındığında, itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;
- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,
- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,
- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,
- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,
- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.
Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;
4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”
Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),
- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,
- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;
Mersin ilinde avukatlık yapan kişi ve iş adamı olan babasının FETÖ/PDY terör örgütüne himmet parası vermedikleri için sürekli olarak polislerin, savcıların ve hakimlerin kendileri hakkında usulsüz dinleme, arama v.s. kararlarla haksız muamelelere maruz kaldıkları iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunduğu habere konu edilmekle, sırf başvuran kişiye yönelik gerçek dışı ithamlar içermeyen, başvuranın kişilik haklarına karşı saldırı mahiyetinde bulunmayan bir haberde, mağdur olan kişilerin suç duyurusunda bulunduklarının anlatıldığı, bunun dışında adı geçen hakim veya savcıların bu işi yaptıklarına veya örgüt üyesi olduklarına dair bir suçlama bulunmadığı gibi şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı da bulunmadığı anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarnamesinde belirtilen bozma nedeni yerinde görüldüğünden, Mersin 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 02/02/2015 tarihli ve 2015/434 değişik iş sayılı kararı 5271 sayılı CMK'nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma gereği "düzeltme ve cevap metninin" yayımlanmamasına, 08/02/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2017/ 1181
Karar: 2018 / 1132
Karar Tarihi: 08.02.2018
KARAR VE KAPSAM:
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
KARAR METNİ:
Dosya kapsamına göre;
İzmir 6. Sulh Ceza Hakimliğince, “haber içeriğinin talep edenin şeref ve haysiyetini ihlal edici nitelikte olduğu" gerekçesi ile tekzip talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir. … Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar dikkate alındığında, tekzibe konu haberin niteliği itibariyle basın özgürlüğü kapsamında kaldığı gözetilmeden, itirazın bu yönlerden kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;
- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,
- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,
- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,
- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,
-Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.
Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;
4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”
Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),
- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,
- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar ile düzeltme ve cevap istemine konu edilen 17.08.2016 tarihli, bilgi ve fotoğraf içerikli köşe yazısı, dosyadaki tüm belgelerle birlikte değerlendirildiğinde; başvuranın o tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter adaylarından birisi olduğu, kendi facebook profilinde, 15 Temmuz darbe girişiminden çok önce paylaştığı, beyanına göre 21 Mayıs 2015 günü Türk Hava Kuvvetlerinin kuruluş yıldönümü nedeniyle yapılan kutlamalar sırasında hava meydanına getirilen uçaklardan birinin içinde iken ve yanında sonradan darbe girişiminde yargılanacak olan havacı komutanların da bulunduğu esnada onlarla birlikte çektirdiği fotoğrafın "Darbe Üssünde Bir Genel Sekreter Adayı" başlıklı köşe yazısına eklenerek konu edildiği, köşe yazarının "..ben bu kişinin Fetö'cü olduğunu iddia etmiyorum bunu onunla birlikte aday olan rakipleri iddia ediyor.." şeklinde habere konu edilen kişiyi açıkça suçlayıcı bir dilden kaçınsa da, fotoğrafın bir yıldönümü kutlaması sırasında veya başka bir tarihte çekildiği, ancak 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ve bu sırada kullanılan bir üste çekilmediği anlaşılmakta iken, okuyucuda sanki darbe girişiminde kullanılan hava üssünde çekilmiş bir fotoğraf izlenimi uyandırıldığı, bu fotoğraftan hareketle başvuran kişinin darbeci komutanlarla ilişkisi olan, darbe girişimi sırasında üste bulunan ve hukuka aykırı eylemler içinde bir kişiymiş gibi 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi kapsamında gerçeğe aykırı yayım yapıldığı, dolayısıyla düzeltme ve cevap metni yayımlanmasına dair kararın ve gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarnamesinde belirtilen bozma nedeni yerinde görülmediğinden, kanun yararına bozma talebinin REDDİNE, 08.02.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2017/ 3238
Karar: 2018 / 775
Karar Tarihi: 25.01.2018
KONU KAPSAM:
(5187 S. K. m. 14)
...’nin 20/07/2015 tarihli nüshasında "Hakime Daire, Yeğene Ödeme" başlıklı yazısı nedeniyle ilgilisi ... vekili Avukat ...’ün, vaki düzeltme ve cevap isteminin kabulüne dair İstanbul Anadolu 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/08/2015 tarihli ve 2015/2174 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı'nın 09/04/2017 gün ve 13777 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25/04/2017 gün ve KYB. 2017/24319 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
5187 sayılı Kanun’un 14. maddesinin 2. fıkrasında; “Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.” hükmünün yer aldığı, dosya kapsamına göre, ilgilinin vekili tarafından gönderilen cevap ve düzeltme hakkını içeren tekzip metninde, ilgili yazının gerçeği yansıtmayan yanlış bilgiler içerdiği belirtilerek cevap ve düzeltme hakkı kullanıldığı, ancak ilgili yazıdan fazla uzun olduğu gözetilmeden, yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmiş olmasında isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/2 maddesi; "...Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez..." hükmüyle, mahkemenin vereceği karar öncesinde zarar görenin talebini haklı görmesi halinde, yayınlanmasını istediği tekzip metnini incelemesi gerektiğini, bir haksızlığı ortadan kaldırırken başka bir haksızlığa yol açılmamasını, verilen kararla basın özgürlüğüne getirilen sınırlamanın ölçülü ve orantılı olması gerektiğini düzenlemektedir.
Düzeltme ve tekzip metni yayınlanması istenen ve başvuran hakkında yapılan haberin, adı geçen gazetenin olay tarihli nüshasının 18. sayfasının alt kısmında yer alan orta bölümünde, "Hakime daire, Yeğene Ödeme" başlığı ve bir fotoğraf altında; 8'er satırdan oluşan iki sütun olmak üzere toplamda 16 satırdan oluşan bir yazıdan ibaret olduğu, yayınlanması istenen tekzip metninin ise noter ihtarında 44 tam satır dan oluşan 6 paragraflık bir yazı olduğu, İstanbul Anadolu 10. Sulh Ceza Hakimliğinin 25/08/2015 tarihli ve 2015/2174 değişik iş sayılı kararında bu durumun gözden kaçırıldığı, itiraz merci İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararının gerekçesinden bu hususta bir denetleme yapılmadığı anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, merci İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 14/09/2015 tarihli ve 2015/2972 değişik iş sayılı kararının CMK'nın 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 25.01.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2019/ 33962
Karar: 2020 / 13096
Karar Tarihi: 19.10.2020
KONU VE KAPSAM:
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
KARAR METNİ:
Anılan ihbarnamede;
Üsküdar 3. Sulh Ceza Mahkemesince tekzip talebinin kabulüne ve tekzip metninin adı geçen gazetede yayımlanmasına karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13/02/2007 tarihli ve 2007/7-28 esas, 2007/34 sayılı kararında yer alan, “Demokratik toplumlar, temel hak ve özgürlüklere dayanan toplumlardır. Bu tür toplumlarda Devletin görevi, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmektir. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaati açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli yollarından birisi de basındır. Geneli ilgilendiren ya da ilgilendirmesi gereken tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, çeşitli sorunlar üzerinde kamuoyunu düşünmeye çağıracak tarzda tartışmalar açmak, onu toplumsal ve siyasal oluşumlar üzerinde doğru ve gerçeğe uygun bilgilerle donatmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu yöntemlerle denetlemek, ayrıca içinde yaşadığı toplumun ve tüm insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek durumunda olan basına, bu ödevlerini yerine getirirken ihtiyaç duyacağı bir kısım haklar da tanınmıştır. Bunlar; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarıdır. Temelini Anayasa’nın 28. vd. maddelerinden alan ve 5187 sayılı Basın Yasasının 3. maddesinde düzenlenen bu haklar, basın yoluyla işlenen suçlarda, hukuka uygunluk nedenlerini oluşturur. Bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama haklarının kabulü için, açıklama, eleştiri veya değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması, açıklamada “küçültücü” sözlerin kullanılmaması gerekir… Yargılama konusu haber ve yorum metnindeki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere esasen, eleştirinin sert bir üslûpla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgudur. Ancak kabul edilmelidir ki, basın özgürlüğü, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerir. Gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimler “polemik” niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadeler asılsız kişisel saldırı olarak görülemez.” şeklindeki açıklamalar karşısında, haberlerin kamuoyunu ve ülke gündemini meşgul eden konulara ilişkin olup, muhabirin haber kaynaklarından elde ettiği bilgileri gazete okuyucusunun dikkatini çekecek bir şekilde haberleştirilmesinden ibaret olduğu nazara alındığında, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Kanun kapsamında düzeltme ve cevap metninin yayınlanmasına karar verilebilmesi için, bu kanunda yazılı şartların yanı sıra haberin "basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının tespiti de gerekmektedir. Basın yoluyla işlenen suçlar nedeniyle görülen davalarda göz önünde bulundurulması gereken "basın özgürlüğü" kavramının içeriği ve hukuka uygunluk nedenleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.2007 tarihli, 2007/7-28 E. - 2007/34 K. sayılı kararında da belirtilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü kapsamında basına, görevini yapması sırasında ihtiyaç duyacağı bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma gibi haklar tanınmıştır. Haber içeriğinde ilk bakışta suçun unsurlarının oluştuğuna dair bir izlenim olsa dahi, yukarıda belirtilen basın özgürlüğüne dair hak ve yetkilerin, haber yoluyla işlenen suçlar bakımından birer hukuka uygunluk nedeni sayılabilmesi için;
- Habere, açıklama ve eleştiriye konu olan bilginin gerçek olması,
- Haberin güncel ve toplumun ilgisi bakımından taze olması,
- Haberin yapılması ve bu bilginin açıklanması bakımından kamunun yararının bulunması,
- Haberin konusu, haberle amaçlanan hedef ile kullanılan ifadeler arasında bağ bulunması,
- Her hal ve şartta haberin konusu, haberde yer alan kişilerin eylemleriyle ilgisi olmayan derecede "küçültücü, rencide edici, aşağılayıcı" ifadelere yer verilmemesi gerekmektedir.
Yukarıda izah edilen hukuka uygunluk nedenlerinin hep birlikte bir haberin yapılması ve yayınlanması sırasında bulunması, basın yoluyla işlenen suçlarda, haberi yapanların cezalandırılmamasında, dolayısıyla toplumun habere ulaşmasında daha yüksek bir kamu yararı olduğunu göstermektedir. Haberin yayınlanması eyleminin, suç olup olmadığı veya suç unsuru oluştursa dahi haberde hukuka uygunluk nedenlerinin bulunduğundan bahisle haberi yapanların cezalandırılıp cezalandırılmaması, kuşkusuz bir yargılama sürecinden geçildikten sonra anlaşılacaktır. Ancak 5187 sayılı kanunda yazılı düzeltme ve cevap metni yayınlanması hakkı, zarar görenin acil olarak haberi düzeltmesi ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Suç unsuru içeren bir haber yapılması halinde, bu eylemin cezalandırılmamasına yol açan "basın özgürlüğü" ve "hukuka uygunluk nedenleri" kavramlarının, Basın Kanunu'nda yer alan "düzeltme ve tekzip metni yayınlanması kararı"nda veya internet yoluyla yapılan yayınların düzenlenmesi sırasında verilen "erişimin engellenmesi kararı"nda mutlak suretle gözetilmesi gerekmektedir. Çünkü söz konusu olan sadece basının değil, tüm toplumun temel hak ve özgürlükleridir. Dolayısıyla, düzeltme ve tekzip metni ile zarar gördüğü iddia edilen kişinin kişilik haklarının korunması amaçlanırken, tüm toplumun gerçeklere dair bilgiye, zamanında ulaşması hakkının ve genel kamu yararının engellenmemesi gerekmektedir.
Hal böyleyken, kendisinden düzeltme ve tekzip metni talep edilen mahkemece yapılması gereken, öncelikle tekzip metni yayınlanması talebiyle gelen dosyada mevcut haberin, (içeriğinde hakaret, iftira veya tehdit gibi başkaca atıflarda bulunulmasa, suç unsuru içermese bile) 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında "...kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılıp yapılmadığı.."nın tespit edilmesi, bu yönde ifadeler yoksa talebin reddi, bu yönde bir ihlal varsa o halde haberde ikincil inceleme konusu olan hukuka uygunluk nedeninin olup olmadığıyla, haberin "ifade ve basın özgürlüğü" kapsamında kalıp kalmadığının değerlendirilmesidir.
5187 sayılı Basın Kanunu'na göre, tekzip metni kararının alınması ve tekzibin yayınlanmasının sıkı şekil şartları ve kurallarına bağlanmasının amacı, kişinin haklarını ihlal ettiği okunduğu anda belli olan haberlerin acele biçimde haberi veren kişi tarafından geri alınması, düzeltilmesi ve saldırının daha fazla mağduriyete neden olmamasıdır. Bu hususta mahkemece verilecek kararda, haber içeriğinden açıkça anlaşılmıyorsa ayrıntılı şekilde haberin suç oluşturup oluşturulmadığıyla ilgili bir inceleme veya değerlendirme yapılmasına gerek yoktur.
Kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal eden deyiminden; haberde, üstü örtülü de olsa toplumun geneli tarafından açıkça anlaşılabilen bir muhatabı olan bir kişi hakkında, hakaret, sövme gibi bir ifade, habere konu olan kişiden beklenmeyen ve toplumun değerleri karşısında kınanan bir eylem isnadı veya kişinin toplum içinde sahip olduğu şöhreti sarsacak, kişiyi açıkça küçük düşürücü ifadeler kullanılması, gerçeğe aykırı yayım deyiminden ise; okunduğu anda toplumun geneli tarafından bilinen, maddi gerçeklerle ilgisi olmadığı açıkça anlaşılabilen olgu ve eylemlerin habere konu olan kişi tarafından gerçekleştirildiğine dair haberler anlaşılmalıdır. Haberin gerçekliği, sadece haberin yapıldığı anda bilinen ve görünen maddi gerçekliğe göre değil, toplumun bilgi birikimi, duyarlılık düzeyi ve ilgi alanlarına, toplum hafızasındaki yanılgılı veya yönlendirilmiş algıya göre de değişir. Toplumun genelinin hafızasında, haberin yapıldığı sırada dünya ve ülke genelinde gerçek olduğu bilinen, yaşandığı varsayılan maddi olgulara ve konjonktüre bağlı olarak haberin gerçekliği de değişebilir. Basın özgürlüğü, kişilerin zaten bildiği gerçeklerle değil, henüz öğrenmediği, öğrenilmesinde kamu yararı olan gerçekleri kişilere sunmakla eşdeğer bir görev görür.
"İfade ve basın özgürlüğü" kavramının, uluslararası sözleşme metinlerindeki ve AİHM kararlarındaki görünümüne dair aşağıdaki açıklamaları yapmakta fayda görülmektedir;
4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.”
Adı geçen Sözleşmenin 10. maddesinin 2. fıkrasında; "Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya yaptırımlara bağlanabilir.", 17. maddesinde ise; "Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz" şeklinde düzenlemeler yapılarak devletlere kendi toplumlarını düzenlemeleri, bu açıdan da ifade özgürlüğünün sınırlarını Sözleşmenin 10. maddesinde yer alan kriterleri gözeterek çizebilmeleri konusunda takdir yetkisi tanınmıştır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ulusal makamların bu takdir yetkisini Sözleşmenin 10. maddesiyle bağdaşır şekilde kullanıp kullanmadıklarını önüne gelen davalar aracılığıyla denetlemektedir. O halde, ulusal makamlar, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile ilgili takdir yetkilerini kullanırken;
- Sınırlama için önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun bulunması (kamu yararı gibi),
- Sınırlamada aşırıya gidilmemesi (orantılı ve ölçülü olunması),
- Sınırlamanın meşru (hukuka uygun) bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,
- Sınırlamanın yasayla getirilmesi, hususlarını gözetmek zorundadırlar.
Her ne kadar doktrinde bu konuda üye devletlerin aynı ölçüleri benimsemeleri gerektiği savunulmakta ise de değer yargıları ülkeden ülkeye değişmektedir. Çağdaş ülkelerin çoğunda; iftira, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik olan ifadeler düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemekte, suç sayılmak suretiyle cezalandırılmaktadırlar.
Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünün önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu özgürlüğün kullanılabilmesinin en önemli ve etkin yollarından birisi basındır. Basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü, onu kullananlar açısından olduğu kadar gerçekleri öğrenmek özgürlüğüne sahip kişi ve kitleler açısından da temel hak niteliğindedir (Centro Europa 7 S.R.L. ve Di Stefano, § 131). Böylelikle, basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür, diğer yönüyle ise, bu özgürlük, halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Bu şekilde basın kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından birincil derecede önemi bulunan "halkın gözcülüğü" ya da "bekçisi" görevini yapabilir.
Çoğunlukçu, özgürlükçü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü; sadece genel kabul gören ve zararsız veya önemsiz sayılan düşünceler yönünden değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta rahatsız edici, endişe verici, sarsıcı düşünceler için de geçerlidir.
Toplumun ve insanlığın sorunları konusunda bireyi bilinçlendirmek, doğru ve gerçeğe uygun bilgiler ile donatmak, yaşanan sorun, olay ve oluşumlar hakkında kamuoyunu nesnel bir biçimde aydınlatmak, düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek, uyarmak ve bu suretle denetlemek durumunda olan basının sahip olduğu hakkı hukuka uygun bir biçimde kullandığının kabulü için; açıklama, eleştiri ve değer yargısı biçimindeki bilginin gerçek ve güncel olması, açıklanmasında kamunun ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bağ bulunması, açıklamada küçültücü sözlerin kullanılmaması gerekmektedir. Ancak, basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartma hatta kışkırtmaya başvurma hakkını da içerdiği unutulmamalıdır.
Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Şüphesiz ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin (gazeteciler vb...) bu özgürlüğü kullanırken “görev ve sorumlulukları” da vardır. Sözleşme'nin 10. maddesinin gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazeteci deontolojisine saygı içinde “doğru ve güvenilir” bilgiler sunmaları anlamında iyi niyetle hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (Goodwin, § 39; Mc Vicar, § 83-86; Colombani, § 65).
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında kanun yararına bozmaya konu dosyadaki somut olay değerlendirildiğinde;
... Gazetesinin 03.04.2011 ve 04.04.2011 tarihli nüshalarında yayımlanan "Yandaş Giriş Sınavı" , "Soruları Oku ve Yak" , "Veliler Eyleme" başlıklı haberlerin içeriğinde FTÖ/PDY terör örgütünün yönettiği iddia edilen ve bu örgütle yaygın olarak söylenen iltisaklı olduğu ... Dersanelerinin ... Şubesindeki bir felsefe öğretmeninin öğrencilerine "sadece 3-5 öğrenciye verildiyse ne olur canım" şeklindeki telkinlerinden ve öğretmenlerin soruları verdikleri öğrencilere "okuduktan sonra yakın" dediklerini diğer öğrencilerden duyduklarından bahsedilmektedir. Adı geçen eğitim kurumu vekilinin başvurusu üzerine Üsküdar 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 12/04/2011 tarihli ve 2011/266 değişik iş sayılı kararı ile "ilgili kurumun şeref ve haysiyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle düzeltme ve tekzip metninin yayınlanmasına" karar verildiği, ilgili gazetenin itirazları üzerine Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 17/05/2011 tarihli ve 2011/147 değişik iş sayılı kararı ile gerekçesiz bir şekilde "usul ve yasaya aykırı görülmeyen itirazların reddine" karar verildiği, ancak 2011 yılında adı geçen gazete tarafından toplumda yayılan duyumların ve dershaneye giden öğrencilerin ağzından dile getirilen şikayetlerin "basın özgürlüğü" çerçevesinde haber olarak sunulduğu anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, merci Üsküdar 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 17/05/2011 tarihli ve 2011/147 değişik iş sayılı kararının CMK'nın 309/4-d. maddesi uyarınca BOZULMASINA, düzeltme ve cevap metninin yayınlanmamasına, 25/01/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Anılan ihbarnamede;
5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde yer alan, "Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir." şeklindeki düzenleme karşısında,
Somut olayda, tekzip metnini içeren ihtarnamenin ilgilisi tarafından, anılan gazetenin tekzip metnini yayımlamakla yükümlü, .... Haberleşme Yayıncılık Anonim Şirketi sorumlu yazı işleri müdürü ...'a gönderilmesi gerekirken, yazı işleri müdürü ...'ye gönderilmesi karşısında, söz konusu ihtarnamenin 5187 sayılı Kanun'a uygun olarak gönderilmediği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevap" başlıklı 14/1. maddesi;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
.."
Hükmünü içermektedir.
Uyuşmazlık konusu somut olayda, başvuran vekilince hazırlanan düzeltme ve cevap metninin yayımlanmasına dair ihtarnamenin muhatabının sorumlu müdür "..." olması gerekirken yazı işleri müdürü "..." olarak yazıldığı, başvurunun bu hususa dikkat edilmeksizin usulüne uygun olarak yapıldığından bahisle kabul edildiği, haberin yayımlandığı gazetenin itirazında açıkça bunun dile getirildiği, ancak itirazı incelemekle görevli merci tarafından itirazın gerekçesiz bir şekilde reddedildiği anlaşılmakla,
Sonuç: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebi, yukarıda yazılı nedenlerle yerinde görüldüğünden, Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 12/12/2018 tarihli ve 2018/5198 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK'nin 309/4-a maddesi gereği kanun yararına BOZULMASINA, bozma gereği itiraz merciince itirazın 5187 sayılı Kanun kapsamında incelenerek gerekçeli bir karar verilmesi gerektiğine, 19.10.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)
T.C YARGITAY
19.Ceza Dairesi
Esas: 2020/ 223
Karar: 2020 / 2017
Karar Tarihi: 25.02.2020
KONU VE KAPSAM:
Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.
KARAR:
Yerel Mahkemece bozma üzerine verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Sanığın üzerine atılı suç tarihi 01.03.2014 olmasına rağmen, gerekçeli karar başlığında 23.12.2013 olarak yazılmasının, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bir maddi hata olduğu değerlendirildi.
Sanığın, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinde "uyar - kaldır" yöntemi benimsenerek ayrıntılı biçimde düzenlenen "düzeltme ve cevap" hakkının kullanılmasına dair tüm şartları taşıyan kesinleşmiş yargı kararını, aynı Kanunun 18. maddesinde yazılı olduğu üzere gereği gibi yerine getirmemesi eylemi karşısında;
Sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü, mahkumiyet hükmünün Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına aykırı olduğuna dair temyiz gerekçelerine;
Düzeltme ve cevap metninin yayımlanmaması suçuyla korunan hukuki yararın, ifade özgürlüğünün gereklerinden olan toplumun doğru bilgiye erişim hakkı ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerinden olan onur, saygınlık ve şeref gibi kişilik haklarının korunmasının sağlanması olduğu, dolayısıyla 5187 sayılı Kanun'un 18. maddesinde cezai yaptırım öngören düzenlemenin meşru bir amaca yönelik olması,
Her türlü kitle iletişim aracını kullanma yönünde geniş imkanlara sahip olan basının, sıradan bireyler veya kanunları uygulamakla yükümlü olan kamu görevlileri hakkında yaptığı haberlerde, kişilik haklarını ihlal edecek ifadeler kullanması durumunda, gerek toplumun bilgiye erişim hakkının, gerekse kişi hak ve özgürlükleri kapsamında masumiyet karinesinin güvence altına alınmasının demokratik bir toplumda gerekli olması,
Somut olayda sanığın, kamu görevlisi olan başvurucu hakkında mahkemece yayımlanmasına karar verilen düzeltme ve cevap metnini, sorumlu müdürü olduğu dergide 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde ve kesinleşen yargı kararında belirtilen usule uygun şekilde yayımlaması gerekirken; 5187 sayılı Basın Kanunu'ndaki hükümlerin düzenlenme amacına, düzeltme ve cevap hakkının kullanılması usulüne aykırı şekilde yayımlamasının, basın özgürlüğü ile bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasındaki adil dengeyi bozacak sonuçlar doğurması nedeniyle sanığın cezalandırılmasının zorunlu bir sosyal ihtiyaç olması nedeniyle hükümde herhangi bir kanuna aykırılık görülmemiştir.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı,
Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu,
Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı,
Anlaşıldığından, sanıklar müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmemiş olmakla, tebliğnameye uygun olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 25.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
T.C ANAYASA
2.Bölüm
Esas: 2017/ 37439
Karar: 2021 /
Karar Tarihi: 13.04.2021
Başvuru Numarası: 2017/37439
BAŞVURUNUN KONUSU VE KAPSAMI:
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yer alan haber dolayısıyla ilgili gazeteye gönderilen cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliğine yapılan başvurunun usul yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
KARAR METNİ:
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/11/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucular, Yeni Şafak gazetesinin 19/7/2017 tarihli nüshasında "Okul Parasını Böyle Çalmış" başlığıyla yayımlanan haberin şeref ve haysiyetlerini ihlal ettiği iddiasıyla 8/9/2017 tarihinde noter vasıtasıyla anılan gazeteye cevap ve düzeltme metni göndermiştir.
9. Cevap ve düzeltme metninin ilgili gazete tarafından yayımlanmaması üzerine başvurucular 20/9/2017 tarihinde sulh ceza hâkimliğine başvurarak cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Başvuruya konu haberin yayımlandığı 19/7/2017 tarihli gazete kupürünün avukat olan vekil tarafından 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 56. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aslı gibidir olarak onaylanmış sureti de başvuru ekinde sunulmuştur.
10. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2017 tarihli kararı ile başvurucuların talebinin usul yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucular tarafından dosyaya ibraz edilen noterlik ihtarnamesinin muhatabına 11/9/2017 tarihinde tebliğ edildiği ancak 19/7/2017 tarihli gazete aslının talep dilekçesine eklenmediğinin görüldüğü, Hâkimlikçe talep konusunda üç gün içinde karar verme zorunluluğu da bulunduğu gözönüne alındığında vaki talebin usulden reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
11. Başvurucular tarafından, bahsi geçen eksikliğin işin esasına girilmesini engelleyecek nitelikte bulunmadığı belirtilerek ve bu yöndeki Yargıtay kararları emsal gösterilerek anılan karara karşı acele itiraz yoluna başvurulmuş; söz konusu gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretleri de itiraz dilekçesine eklenmiştir. Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/10/2017 tarihli kararı ile itiraz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
12. Nihai karar 20/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 17/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
13. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
...
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir."
2. Yargıtay İçtihatları
14. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2005/15204, K.2006/18587 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosya kapsamına göre, düzeltme istemine konu yazının hangi nüshada yayımlandığı husususun tekzip dilekçesinde belirtildiği ve yazının fotokopisinin eklendiğinin anlaşılması karşısında, yazının yer aldığı gazetenin nüshasının, tekzip talebine ilişkin dilekçeye eklenmemiş olmasının, tekzip isteminin reddini gerektirmeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde verilen karara vaki itirazın kabulü yerine reddine karar isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] CMK.nın 309/4-a maddesi uyarınca BOZULMASINA..."
15. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 8/3/2011 tarihli ve E.2007/17012, K.2011/2329 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Dosya kapsamına göre; mahkemesince, düzeltme ve cevap hakkı ile ilgili olarak gerekli olan denetimin ve incelemenin yapılmasını temin anlamında mahkemeye sunulması gerekli olan üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığından bahisle talebin reddine, keza itirazın da reddine karar verilmiş ise de, üç günlük gazete nüshalarının temini hususunda tekzip talebinde bulunan tarafa süre verilebileceği gibi, mahkemece de bu eksikliğin giderilebileceği ve sonucunda esas hakkında bir karar verilebileceği gözetilmeden, İtirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiş ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozmaya atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;
Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine 'üç günlük gazete nüshasının eklenmediği' gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi itiraz dilekçesine sözü edilen gazete nüshalarının eklenmiş olduğu da gözetilerek, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesi yasaya aykırı olup, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, ...[kararın] CMK.nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA..."
16. Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 10/12/2018 tarihli ve E.2018/4635, K.2018/13082 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 08/03/2011 tarihli, 2007/17012 E.-2011/2329 K. sayılı kararında ve Dairemizin 24.05.2018 tarihli, 2018/2526 E. - 2018/6275 K. belirtildiği üzere; '...Cevap yazısının hiç yayımlanmadığı savıyla tekzip istenmesi üzerine "üç günlük gazete nüshasının eklenmediği" gerekçesiyle verilen red kararı; tekzip isteyenin böyle bir yasal zorunluluğu bulunmaması nedeniyle yasaya aykırı olduğu gibi...' demek suretiyle böyle bir zorunluluğun olmadığını belirtmektedir.
Kanun yararına bozma konusu somut başvuruda;
Beykoz Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, başvuran tarafından gerek düzeltme ve cevaba konu yazının gerekse noter ihtarnamesi sonrasındaki üç günlük gazete nüshalarının sunulmadığı gerekçesiyle düzeltme ve cevap talebinin reddedildiği, başvuranın bu karara itiraz dilekçesine ilgili gazete nüshalarını ekleyerek talebini yinelediği ve düzeltme ve cevap talebinin kabulünü istediği, ancak İstanbul Anadolu 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tarihli ve ... değişik iş sayılı kararıyla, gerekçesiz bir şekilde kısaca usul ve kanuna uygun olduğundan bahisle reddedildiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden ...[kararın] 5271 sayılı CMK'nun 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA..."
17. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli ve E.2013/11743, K.2014/3839 sayılı; 30/5/2012 tarihli ve E.2012/11984, K.2012/17476 sayılı; 9/2/2012 tarihli ve E.2010/9819, K.2012/1797 sayılı; 20/12/2011 tarihli ve E.2009/16804, K.2011/26648 sayılı; 21/12/2011 tarihli ve E.2009/16799, K.2011/26635 sayılı; 19/12/2011 tarihli ve E.2009/20191, K.2011/26430 sayılı; 25/10/2011 tarihli ve E.2008/14515, K.2011/17758 sayılı; 18/10/2011 tarihli ve E.2008/13236, K.2011/17514 sayılı; 2/4/2007 tarihli ve E.2006/12510, K.2007/2213 sayılı kanun yararına bozma kararları da yukarıda alıntısı yapılan kararlar (bkz. §§ 14-16) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup aynı gerekçeye sahiptir.
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ...görülmesini istemek hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında bu fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmektedir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen, genişletici bir yorum olmayıp Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki lafzın Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).
20. AİHM; mahkeme hakkının bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
21. Mahkemenin 13/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
22. Başvurucular, 5187 sayılı Kanun'da cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine sulh ceza hâkimliği nezdinde yapılacak başvuruya eklenmesi zorunlu belgelerin sayılmadığını, başvuruya konu haberin yayımlandığı 19/7/2017 tarihli gazete kupürünün fotokopisinin avukat olan vekil tarafından 1136 sayılı Kanun'un 56. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca aslı gibidir olarak onaylanmak suretiyle başvuru ekinde sunulduğunu ve anılan gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretlerinin de itiraz aşamasında eklendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca benzer konulara yönelik Yargıtay kararlarının bulunduğunu, mahkeme kararının gerekçe itibarıyla kanuni dayanağı haiz olmadığını, temel iddialarının mahkemece değerlendirilmediğini belirterek mahkemeye erişim ve gerekçeli karar hakları ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
23. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların ileri sürdüğü şikâyetlerinin mahiyetleri gözetilerek belirtilen ihlal iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
26. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
27. Anayasa Mahkemesi içtihadına göre de bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelen mahkemeye erişim hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biridir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
28. Mahkemeye erişimi etkisiz kılacak ya da yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı veya caydırıcı nitelikte (AYM, E.2013/40, K.2013/139, 28/11/2013) ya da kişinin mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hâle getiren sınırlamalar, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (İbrahim Can Kişi, B. No: 2012/1052, 23/7/2014, § 31).
29. Somut olayda 19/7/2017 tarihli gazete aslının dilekçeye eklenmemesi gerekçe gösterilerek tekzip talebinin usulden reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahalenin bulunduğu görülmektedir.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
31. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.
32. Bu sebeple müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
33. Somut başvuruda davanın usulden reddi yönündeki mahkeme kararının 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesine dayandığı görülmektedir. Dolayısıyla başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının mevcut olduğu anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
34. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
35. Bazı mevzuat hükümlerinde ilgililerin zararlarının süratle giderilmesinin sağlanması amacıyla belli süreler düzenlenmiştir. Yargı makamlarınca da söz konusu süreler içinde yargılama sürecinin hızlı, düzenli ve etkin bir biçimde yürütülmesi gerekmektedir.
36. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir. Dolayısıyla usul ekonomisi ve iyi adalet yönetimi ilkesi gözetilerek yargılamaya yönelik belli usul kurallarının bulunması mümkündür.
37. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan derece mahkemesinin belli süre içinde karar verme zorunluluğunda olduğu uyuşmazlığa yönelik bazı eksiklikler bulunduğu gerekçesiyle yapılan istemi usulden reddetmesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
iii. Ölçülülük
(1) Genel İlkeler
38. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, § 52).
39. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
40. Mahkemeye erişim hakkının sınırlanması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte bulunmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).
41. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).
42. Derece mahkemelerinin usul kurallarını uygularken yargılamanın hakkaniyetine zarar getirecek ölçüde katı şekilcilikten kaçınmaları gerektiği gibi kanunla öngörülmüş usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak ölçüde aşırı esneklikten de kaçınmaları gerekir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 65). Bu kapsamda usule yönelik belli kuralların hukuka açıkça aykırı olarak yanlış uygulanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
43. Somut olayda başvurucular tarafından, haklarında çıkan haber nedeniyle ilgili gazetede tekzip yayımlanmasına karar verilmesi istemiyle sulh ceza hâkimliğine yapılan başvuru 19/7/2017 tarihli gazete aslının talep dilekçesine ekli olmadığı -vekil olan avukat tarafından aslı gibidir onaylı sayfa örneği dilekçeye eklidir- gerekçesiyle usulden reddedilmiştir.
44. Başvurucular anılan karar üzerine söz konusu gazetenin ilgili kupürlerinin Millî Kütüphane tarafından onaylanmış suretlerini dilekçelerine ekleyerek itiraz başvurusunda bulunmuş, düzeltme ve cevap talebinin kabulünü istemiştir. İtiraz merciince söz konusu husus değerlendirilmeksizin ilk derece mahkemesi kararına atıfla itiraz başvurusu reddedilmiştir.
45. Yukarıda anılan Yargıtay içtihadında tekzip talebine konu yazının hangi nüshada yayımlandığı hususunun tekzip dilekçesinde belirtilmesi ve yazının fotokopisinin eklenmesi durumunda yazının yer aldığı gazete nüshasının tekzip talebine ilişkin dilekçeye eklenmemiş olmasının tekzip isteminin reddini gerektirmeyeceğinin belirtildiği görülmektedir (bkz. § 14). Ayrıca başvuru konusuyla aynı ve benzer konulara ilişkin yargılamalarda; usule ilişkin birtakım eksikliklerin ilgiliye tamamlatılması için süre verilebileceği, bu eksikliklerin itiraz aşamasında ilgilisince tamamlanabileceği ya da eksikliğin mahkemece giderilebileceği gerekçeleriyle sonradan tamamlanabilir nitelikte olan usule ilişkin eksikliklerin varlığının tekzip talebinin reddine gerekçe olamayacağı yönünde karar verildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 15).
46. Başvuru konusu olayda başvurucuların taleplerinin reddine gerekçe olarak gösterilen usule ilişkin eksikliğin itiraz aşamasında başvurucular tarafından tamamlanarak mahkemeye sunulduğu ve işin esasının incelenmesi gerektiğinin ileri sürüldüğü ancak itiraz mercii tarafından ilk derece mahkemesi kararına atıfla itirazın reddedildiği ve dolayısıyla talebin esasıyla ilgili bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.
47. 5187 sayılı Kanun’un 14. maddesinde düzenlenen cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü çekişmesiz bir yargılama faaliyeti olup talepte bulunanların zararının süratle giderilmesinin sağlanması amacıyla anılan maddede düzenlenmiş süreler içinde yürütülecek hızlı bir yargılama sürecini gerektirmektedir. Bu açıdan talebe ilişkin tüm bilgi ve belgelerin talepte bulunma aşamasında dosyaya sunulması önem arz etmekle birlikte bu bilgi ve belgelerden bazılarının eksikliğinin tespiti hâlinde talebin esasının incelenmeksizin usulden reddedileceğini öngören yasal bir düzenleme bulunmamaktadır (Cihangir Çelik, B. No: 2014/9635, 15/2/2017, § 33). Böyle durumlarda mahkemece nasıl bir yöntem izleneceği hususunda Yargıtay kararlarıyla sonradan tamamlanabilmesi mümkün olan eksikliklerin mahkeme ya da talepte bulunan tarafından giderilebileceğine ve sonucunda esas hakkında karar verilebileceğine hükmedilmiştir (bkz. § 45).
48. Belirtilen mevzuat hükümleri ve Yargıtay kararları gözetildiğinde eksikliğin tamamlatılması şeklinde daha hafif bir müdahale aracının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ancak somut olayda derece mahkemelerince eksik belgeyi tamamlatma yoluna başvurulmadığı gibi daha hafif olan bu müdahale aracına başvurulmamasının nedenine ve bu aracın öngörülen meşru amaca ulaşmayı sağlayamayacağına ilişkin bir açıklamaya da yer verilmemiştir. Nihayetinde söz konusu yorumun başvurucuların mahkemeye erişimini imkânsız kıldığı açıktır.
49. Bu hâle göre tekzip talebine ilişkin olarak ortaya çıkan ve sonradan tamamlanması mümkün olan usule ilişkin eksiklikleri itiraz aşamasında gideren başvurucuların aleyhine olacak şekilde katı bir yorumla taleplerinin esastan incelenmeksizin usulden reddedilmesi suretiyle ulaşılmak istenen amaç için daha hafif bir müdahale aracı yerine en başta başvurucuların mahkemeye erişimini imkânsız kılan ağır bir aracın tercih edilmesinin gereklilik ilkesine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
50. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
52. Başvurucular, ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi ve her başvurucu için ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).
56. İncelenen başvuruda başvurucuların açtığı davada uyuşmazlığın esasının belge eksikliği bulunduğu gerekçesiyle incelenmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
57. Bu durumda mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
58. Anayasa Mahkemesinin yukarıda aktarılan değerlendirmesi ve vardığı sonuç yalnızca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin olup davanın esasına ilişkin bir unsur içermemektedir.
59. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucuların gizlilik taleplerinin kabulüne ve kimlik bilgilerinin kamuya açık belgelerde GİZLİ TUTULMASINA,
B. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine (D. İş: 2017/7645) GÖNDERİLMESİNE,
E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Başvuru Numarası: 2017/30591
Karar Tarihi: 13/1/2021
KONU VE KAPSAM:
Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
KARAR METNİ :
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir haber nedeniyle bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 20/7/2017 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte Açık Mert Korkusuz gazetesinin (gazete) yayın sahibidir. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- Kurumun internet sitesinde, resmî ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle hükûmet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla Kurumun kurulduğu belirtilmiştir. Kurumun görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde “resmi ilan ve reklamların kesilmesi” yoluyla gazetelere yaptırım uygulanması olduğu ifade edilmiştir.
A. Başvuruya Konu Davaya İlişkin Süreç
9. Gazetenin 3/8/2015 tarihli nüshasında "Milletin Parasını Böyle Çarçur Ediyorlar!" başlıklı bir yazı yayımlanmıştır. İlgili yazı şöyledir:
"Erdoğan'ın en güvendiği adamı [E.A.nın], İç İşleri Bakanlığı'nı bıraktığı gün oturduğu konutu boşaltması gerekiyordu. O boşaltmadığı gibi evde tadilat başlattı. İçine su gibi para akıttılar.
İç İşleri eski Bakanı [E.A.nın] Cumhurbaşkanlığı Sarayı'ndaki lükse özendiği anlaşıldı. 7 Haziranda Erzurum'dan milletvekili seçilen [E.A.nın] görevinden istifa ettiği 7 Mart'tan itibaren boşaltmadığı bakan konutuna 2.5 milyon liralık tefrişat yaptırdığı ortaya çıktı. Yıllarca Ankara Valilik konağı olarak hizmet veren konutta yapılan tadilat ve tefrişatı H. İsimli firma üstlendi.
Perdelere 150 Bin Lira
[E.A.nın] zevkine göre konuta; 150 bin lira değerinde elektrikli perdele, lüks halılar ile özel üretim koltuk ve mobilyalar alındığı öğrenildi. Kulislere yansıyan bilgilere göre, [E.A.] İçişleri Bakanı olduktan sonra Gaziosmanpaşa'daki bakan konutunda kapsamlı bir tadilat yapılmasını istedi. Oysa konut [M.G] zamanında 1 milyon harcanarak yenilenmişti. Ancak [E.A.] Atakule'nin karşısındaki valilik konutunu beğendi. Konutları değiştirme kararı aldı. Konutlar takas edildi. Valilik konutu bakanlığa, bakanlık konutu ise valiliğe devredildi. Sil baştan yenilenen konut için tam 2.5 milyon lira para harcandı. Sadece elektrikli perdelere 150 bin lira ödendi. Evin tadilatını üstlenen yeni müsteşar [M.Ü] ihaleyi de Cumhurbaşkanlığındayken çalıştığı D. isimli firmaya verdi. İddiaya göre, 'bakan bey göreve başlamadan işi yetiştirelim' düşüncesiyle ihale yapılmadan işe başlandı. İhale süreci ancak işin bitiminden iki hafta önce tamamlandı. Fiyatları fahiş bulan ve hak edişlere imza atmak istemeyen iki mühendis ise rapor aldı ".
10. Şikâyetçi yukarıdaki haber üzerine başvurucunun hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı 20/10/2015 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir.
11. Şikâyetçi, ilgili haber nedeniyle başvurucunun tekzip metni yayımlaması talebinde bulunmuştur. Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2015 tarihli kararıyla başvurucunun tekzip metni yayımlamasına karar verilmiş ve verilen bu karar kesinleşmiştir. Başvurucu kendisine gönderilen tekzip metnini yayımlamamıştır.
12. BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Madde 1 - Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur:
...
g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar.
ı) Kişi, kurum ve toplum katmanlarına yönelik yayınlarda, eleştiri sınırlarını aşan aşağılayıcı sözcükler kullanılamaz; hakaret edilemez, sövülemez iftira ve haksız isnat yapılamaz.
...
Madde 2 - Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır.
...
Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.
Madde 4 - Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..."
13. E.A.; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen cevap ve düzeltme metninin yayımlanmadığını, ayrıca ilgili haberde geçen ifadelerin iftira ve hakaret niteliğini taşıdığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur.
14. BİK, 31/3/2017 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında resmî ilan ve reklamlarının iki gün süre ile kesilmesine ancak gazetenin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı bulunmadığından verilen cezanın şimdilik uygulanmamasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Şikayetçinin bakanlığı sona ermiş olmasına rağmen lojmanını boşaltmadığını gerçeğe aykırı olarak ileri sürdüğü, dolayısıyla kamuoyu nezdinde şikayetçi hakkında iftira ve haksız isnatta bulunduğundan, Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin ı bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;
... Cevap ve düzeltme metni gazete tarafından tebligatın alındığı tarihten itibaren 3 günlük yasal süresi içinde... usulüne uygun şekilde yayımlanmadığından Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine;
... Şikayet konusu haberin ilgili gazetede yayımlandığı ve şikayet dilekçesinin Kuruma sunulduğu tarihlerde gazetenin resmi ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunmadığından, Genel Kurul kararının g ve ı bentlerini ihlal etmesine rağmen, Kurulumuz tarafından verilen iki gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının şimdilik uygulanmamasına, ancak reklam ve ilan yayınlama hakkının reddi kararına karşı açılan davanın sonucuna göre Kurulumuzun bu konu hakkındaki kararı doğrultusunda Kurum Genel Müdürlüğü tarafından gerekli işlemlerin tesisine karar verilmiştir."
15. Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 23/5/2017 tarihli kararıyla itirazın kısmen kabul, kısmen reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:
"... haber içeriğinde vatandaşın parasının çarçur edildiğinin beyan edildiği, suç oluşturacak herhangi bir isnadın yapılmadığı, Valilik Konağı'na yapılan harcamaların eleştirildiği, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin 20/10/2015 tarihinde karar verildiği, basın özgürlüğünün aynı zamanda eleştiri hakkını da içerdiği, bu eleştiri hakkını kullanırken çarçur kelimesi kullanılarak, farklı bir üslubla da dile getirilebileceği, Yargıtay içtihatlarında belirtildiği üzere böyle bir söylemin ve eleştirinin iftira suçunu oluşturmayacağı, bu haberin eleştiri ve yorumlardan ibaret olduğu, hakaret suçunu oluşturacak bir söze de yer verilmediği, Devletin önemli makamlarında ve kamu görevi yapan kişilerin bu tür haber ve eleştirilere açık olması gerektiği, 5187 sayılı Yasanın 3.maddesinde Basın Özgürlüğünün eleştirme ve yorumlama haklarını da içerdiği, şikayete konu haberde eleştiri sınırlarının aşılmadığı ve demokratik sistemlerde her partinin eyleminin basın özgürlüğü çerçevesinde tartışılabileceği, somut bir suçun isnat edilmediği, yapılan haber içeriğinde 'iddialara göre' ifadesine yer verildiği, onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek bir hakaret sözünün kullanılmadığı, her parti ve koalisyon dönemlerinde siyasi kişiliklerin yapılan tasarruflarının beğenildiği kadar zaman zaman da her dönem eleştirildiği, bu basın hürriyetinin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri'nin emsal kararlarıyla gerektiğinde gazetecinin değerlendirme hatta sert bir eleştiriyle kamu hizmetleri konusunda haber yapma ve eleştirme hak ve yetkisinin tanındığı, yapılan haber içeriğinin basın özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşılmakla itirazın bu yönden kabulüne karar vermek gerekmiştir.
... habere konu kişinin tekziple ilgili şikayete konu gazete hakkında işlem yapılmasını istediği anlaşılmış, tekzip kararının gazetede yayınlanmadığı anlaşılmakla gazete hakkında bu yönden uygulanan yaptırımın yasal olduğu anlaşılmış ve bu yönden itirazın reddine karar verilmiş, bu haliyle itiraza konu Basın İlan Kurumu Genel Müdürlüğü'nün 24/03/2017 tarih ve 52207902-050.02-04-E. 195-2017-60065 sayılı kararında davalı kurum tarafından 129 sayılı Genel Kurul Kararının 1. maddesinin g bendinin ihlal edilmesi nedeniyle 1 gün süreyle resmi ilan ve reklam kesme cezasının onaylanmasına, ı bendini ihlal ettiği uyarınca verilen 1 günlük resmi ilan ve reklamların kesilmesi cezasının kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir."
16. Nihai karar başvurucuya 20/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.
17. Başvurucu 20/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. Başvuruya Konu Olmayan Davaya İlişkin Süreç
18. Başvurucu, gazetenin resmî ilan ve reklam alma hakkı için BİK'e başvurmuştur. BİK'in 67 sayılı Genel Kurul kararının 17., 18., 20. ve 57. maddelerinde düzenlenen koşulları taşımadığı gerekçesiyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu, BİK kararının iptali talepli dava açmıştır. İstanbul 10. İdare Mahkemesi 7/3/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi 26/9/2017 tarihli kararıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
19. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
…
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar…”
20. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.
Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.
Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.”
21. 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı 49. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:
a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.
b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.
(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğine itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir.”
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
23. Başvurucu; resmî ilan ve reklamların iki gün süreyle kesilmesine ilişkin olarak BİK tarafından verilen kararın derece mahkemesince usul yönünden reddedilmesi gerekirken kısmen kabul, kısmen ret yönünde karar verildiğini ve bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesi cezasının kesinleştiğini, verilen karar tarihi itibarıyla gazetenin resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı bulunmadığını, ileride doğması muhtemel bir hakla ilgili olarak hakkında verilen kararın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
24. Bakanlık görüşünde; yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları içinde adil bir denge kurup kurmadığı, vardıkları sonucun ölçülü olup olmadığı ve kararlarının ilgili ve yeterli gerekçeyi içerip içermediği hususlarının gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmiştir.
B. Değerlendirme
25. Anayasa’nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
26. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez…
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”
27. Anayasa’nın "Süreli ve süresiz yayın hakkı" kenar başlıklı 29. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"... Süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, malî kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esaslar kanunla düzenlenir. Kanun, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz.
..."
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Başvurucu hakkında icra edilebilir kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmaktadır. Başvurucunun reklam ve ilan yayımlama hakkı elde etmesi hâlinde, başvuruya konu kararın icra edilmesine yönelik yasal bir engel görülememiştir. Dolayısıyla başvurucunun ileride doğması muhtemel bir hakkı yönünden verilen karar hakkında yapılan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
29. Başvurucunun yayımcısı olduğu gazete ile ilgili olarak bir gün süreyle reklamlarının ve resmî ilanların kesilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
32. 195 sayılı Kanun'un 49. maddesine dayanıldığı anlaşılmıştır.
ii. Meşru Amaç
33. Başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi
34. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
35. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).
36. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).
37. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).
38. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).
(2) Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İlgili Bazı Tespitler
39. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının bir yayında kendisinden bahsedilen herkese aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkânı veren anayasal bir hak olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hâkiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ile düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili, adli para cezası ile cezalandırılabilir. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yoluyla kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da kesin bir hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 49-51).
(3) Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin Olarak Basın İlan Kurumu Yolu
40. BİK'in 129 sayılı Genel Kurul kararıyla basın ahlak esasları belirlenmiştir. Buna göre süreli yayınları çıkaran kuruluşların gerçeğe aykırı verilen bilgiler dolayısıyla cevap ve düzeltme metinlerini usulüne uygun bir şekilde yayımlamadıkları takdirde BİK Yönetim Kurulu kararıyla resmî ilan ve reklamlarının kesilmesine karar verilebilir. 195 sayılı Kanun'a göre BİK tarafından verilen bu kararlara karşı asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir. Mahkeme, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir ve bu karar kesindir. Bu kararların itirazına, yüksek dereceli asliye hukuk mahkemesi hakem sıfatıyla bakmaktadır (Anayasa Komisyonu Raporu, Danışma Meclisi/Anayasa Komisyonu, E.1/463, K.434, 30/7/1982, madde 32).
41. 195 sayılı Kanun'da düzenlenen asliye hukuk mahkemesine itiraz yolu kanunla düzenlenmiş bir mecburi tahkim yoludur. Mecburi tahkimde, taraflar arasındaki uyuşmazlıkla ilgili önceden bir tahkim sözleşmesi öngörülmemesine rağmen uyuşmazlığın kanun gereği hakem tarafından çözümlenmesi öngörülmektedir. 195 sayılı Kanun uyarınca BİK'in verdiği kararlara karşı düzenlenen tahkim yolu yine bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir.
(4) Reklam ve İlanların Kesilmesi Şeklindeki Müdahalenin Basın Özgürlüğü ile İlişkisi
42. Resmî ilan ve reklamların kapsamı 5/10/2016 tarihli ve 29848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Resmî İlân ve Reklâmlar ile Bunları Yayınlayacak Süreli Yayınlar Yönetmeliği'nde (Yönetmelik) düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 5. maddesine göre resmî ilan; kanun, tüzük veya yönetmelik gereği yayımlanması zorunlu olan ilanlar ve merkezî yönetim kapsamındaki idareler, mahallî idareler, sosyal güvenlik kurumları, kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu hukuku tüzel kişiliğini haiz teşekküller ile sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere ait veya bunların yüzde elliden fazla sermaye payı olan iştiraklerinin reklam niteliği taşımayan ilanları olarak belirlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesinde düzenlenen reklam ise satışı artırmak gibi ticari gayelerle ya da bir şeye veya bir fikre rağbet sağlamak gibi maddi ya da manevi bir menfaat temini veya tanıtım maksadıyla gazete ve dergilerde yazı, resim veya çizgilerle yapılan ilanlardır.
43. Anayasa'nın 29. maddesinde süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esasların kanunla düzenleneceği, kanunun haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamayacağı ve süreli yayınların devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanacağı belirtilmiştir.
44. BİK'e resmî ilanlar ve reklamlarla ilgili olarak verilen yetkilerin gazetelerin niteliğinin artırılması ve sırf resmî ilan alabilmek için gazete çıkarılmasının önlenmesi amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenlemede; gazetelerin yayım yapmasını zorlaştıran ekonomik koşulların konulması da yasaklanmıştır. Bu bakımdan BİK'e verilen yetkilerle gazetelerin niteliklerini artırma amacıyla yayınlarda sürekliliği ve güvenilirliği hedefleyen ölçütler getirilmesi durumunun yayın kuruluşlarının düşünce ve kanaatlerini serbestçe yayımlaması özgürlüklerini engelleyici koşulları içermediği açıktır (AYM, E.2010/78, K.2011/177, 29/12/2011).
45. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenleme de gözönünde bulundurularak BİK'e resmî ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin olarak verilen müdahale yetkisinin kullanımında dikkatli bir değerlendirme yapılmalıdır. Somut başvuruda olduğu gibi şikâyetçinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiası karşısında başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54).
(5) Basın İlan Kurumunun Resmî İlan ve Reklamların Kesilmesi Biçimindeki Müdahalesinin Demokratik Toplum Gereklerine Uygunluğunun Denetiminde Gözetilmesi Gereken Hususlar
46. Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanılarak yapıldığının ve keyfî olmadığının denetlenmesini kapsar. Dolayısıyla böyle bir denetim, derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların müdahalenin zorunlu toplumsal ihtiyacı karşıladığını, dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyması ile bağlantılıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Halil Bayık [GK], B. No: 2014/20002, 30/11/2017, § 43).
47. Mevcut başvuruya benzer şikâyetlerde derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların gerekçelerinin ilgili ve yeterli sayılabilmesi için kararlarda bulunması gereken ve benzer başvuruların koşullarına göre değişebilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir:
i. Bir haberden dolayı resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalede, dayanak yapılan haberin -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun ifade ve basın özgürlükleri ile E.A.nın şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir çatışma meydana gelmiştir. Çatışan söz konusu haklar arasında dengeleme kriterleri Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarında detaylı bir şekilde ortaya konmuştur (benzer değerlendirmeler için bkz. Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45, 47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için;
- Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,
- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile kişinin öncekidavranışları, basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının -sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında- daha geniş olup olmadığı,
- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,
-Haber veya makalenin yayımlanma şartları,
-Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, yayının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,
-Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,
-Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,
- Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,
- Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,
- Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerinin somut olaya uyduğu ölçüde uygulanması (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73), BİK'in de bu dengeleme kriterlerine uygun bir değerlendirme yapması gerekmektedir.
ii. BİK, şikâyet konusu olayı değerlendirirken "cevap ve düzeltme metninin yayımlanması" yönünde verilen bir kararı dayanak yapmışsa bu, BİK'in ayrı bir değerlendirme yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin olarak sulh ceza hâkimliği yolu ile BİK süreci yukarıdaki paragraflarda (bkz. §§ 39-41) anlatıldığı üzere birbirinden farklı süreçler olup BİK bu karardaki gerekçeleri de gözönünde bulundurarak (i) maddesinde belirtilen şekilde bir değerlendirme yapmalıdır.
iii. Cevap ve düzeltme metni yayımlanmasına ilişkin kararların kesin hüküm teşkil etmediği her zaman gözönünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki BİK sürecinde gerek 195 sayılıKanun ve gerek Kanun'un gönderme yaptığı Genel Kurul kararı süreli yayınlarda etik ilkelere aykırı davranıldığını tespit etmek için daha önce bir mahkeme kararı olmasını öngörmediği gibi sulh ceza mahkemesince cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin verilmiş bir kararın varlığı BİK'in otomatik olarak resmî ilan ve reklamların kesilmesi cezası vereceği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle BİK, değerlendirmesini yaparken bu hususu gözönünde bulundurmalıdır.
iv. Haberin kişilerin şeref ve itibarları üzerindeki ağırlığı ile BİK tarafından verilen ceza arasında orantılılık ilişkisi kurulmalıdır.
48. Böylece resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalenin Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ortaya konan kriterlere uygunluğunun denetimi daha etkili yapılabilecektir.
(6) Somut Olaya İlişkin Nihai Değerlendirmeler
49. Basın özgürlüğünün tesisinin koşullarından biri de kuşkusuz ekonomik imkânların bulunmasıdır. Zira basın özgürlüğü haberin içeriğinin yanında haberin veriliş biçimini de kapsar. Bilhassa süreli yayınlar açısından haberin verilmesi için ekonomik imkânlar büyük ölçüde resmî ilan ve reklamların yayımlanmasıyla sağlanmaktadır. Bu nedenle eldeki başvuruya benzer başvurularda BİK'in resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahale yetkisinin basının etik yönden niteliklerini artırmaya yönelik bir düzenleme olduğu, bir yaptırım aracı olarak öngörülmediği gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla BİK'in önüne gelen şikâyetlerle ilgili olarak yukarıda sayılan dengeleme kriterlerini (bkz. § 47) çok sıkı bir şekilde uygulaması ve anılan müdahale biçimini başvurulabilecek son çare olarak görmesi basın özgürlüğü açısından hayati önem taşımaktadır.
50. Başvuruya konu haber ile ilgili olarak Sulh Ceza Mahkemesince evrak üzerinden içeriğine başvurucunun müdahale edemeyeceği bir metni yayımlamasına karar verildiği ve bu karar öncesinde başvurucuya savunma ve delillerini sunma imkânı tanınmadığı, resen de herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Sonrasında BİK'in maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen bu kararı dayanak alarak ilave hiçbir değerlendirme yapmaksızın otomatik olarak cezalandırma gerekçesi yaptığı, BİK kararına itirazı inceleyen derece mahkemesinin de bu kararla ilgili bir değerlendirmede bulunmaksızın itirazın reddine karar verdiği görülmektedir.
51. Başvurucu, verilen karar nedeniyle resmî ilan ve reklam yayımlama hakkı elde etmesi hâlinde bir günlük resmî ilan ve reklam yayımlama cezası ile cezalandırılacağını ifade etmiştir. Bu şekilde maddi bir yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucu aleyhine bu şekilde bir yaptırıma hükmedilmesinin başvurucunun üzerinde caydırıcı etki yaratabileceği değerlendirilmiştir.
52. Sonuç olarak başvurucunun yayımlanan haber nedeniyle resmî ilan ve reklamların kesilmesi şeklinde bir kararla cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamamıştır.
53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucu ihlalin tespiti ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).
59. İncelenen başvuruda, başvurucu hakkında bir gün süreyle resmî ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
60. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
61. Öte yandan ihlal tespiti ile yeterli giderim sağlandığı değerlendirildiğinden manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/223, K.2017/197) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat talebinin REDDİNE,
ANAYASA MAHKEMESİKARARI
Başvuru Numarası:
2016/5653
Karar Tarihi: 9/1/2020
KONU VE KAPSAM:
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ”
KARAR METNİ:
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle bir gün süreyle reklamlarının ve resmi ilanların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 17/3/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, ulusal çapta yayın yapan Yeni Akit gazetesinin (gazete) yayımcısıdır. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- BİK'in internet sitesinde; Kurumun resmi ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle Hükümet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla kurulan bir kurum olduğu belirtilmiştir. BİK'in görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde resmi ilan ve reklamların kesilmesi yoluyla gazetelere yaptırım uygulaması olduğu ifade edilmiştir.
A. Arka Plan Bilgisi
9. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte 2013 yılının Aralık ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak kara para aklama, altın kaçakçılığı ve kamu görevlilerine rüşvet iddialarıyla operasyonlar başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda kişi gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Sonrasında kamuoyunda, bu operasyonu yürütenlerin devlet içinde örgütlenmiş paralel bir yapılanma olduğu ve devlete karşı darbe hazırlığında olduğu değerlendirilmiştir. Sözü edilen operasyonları yürüten savcılardan biri de Z.Ö.dür. Dolayısıyla yazılı ve görsel basında Z.Ö.nün paralel yapılanma ile ilişkili olduğu iddialarını içeren çok sayıda haber yapılmıştır.
B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar
10. Gazetenin 16/1/2014 tarihli nüshasında "İşin Öz’ü: Akşamdan Yenilen Hurmalar, Geceleyin Mideyi Tırmalar!" başlıklı bir yazı yayımlanmış ve Z.Ö hakkında çeşitli iddialara yer verilmiştir.
11. Yayımlanan yazıdan sonra gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasında "Z.Ö.den Açıklama" başlıklı bir yazı yayımlanarak hakkında yazılanları Z.Ö.nün yalanladığı belirtilmiştir.
1. Sulh Ceza Hâkimliği Süreci
12. Anılan köşe yazısı hakkında Z.Ö., gerçeğe aykırı, suçlayıcı İsnat ve yorumlara yer verilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile cevap ve düzeltme metnine aynen yer verilmesine karar verilmesini talep etmiştir. (Kapatılan) Bakırköy 19. Sulh Ceza Mahkemesi 13/2/2014 tarihli kararıyla gazete nüshası eklenmediğinden talebin reddine karar vermiştir.
13. İtiraz üzerine karar, Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla kaldırılarak talebin kabulüne, cevap ve düzeltme metninin kararın kesinleşmesinden sonra gazetenin aynı sayfasında, aynı sütun ve büyüklükte puntolarla yayımlanmasına karar verilmiştir.
14. Z.Ö. 19/3/2014 tarihinde; gazetenin sorumlu müdürü olan A.İ.K. hakkında cevap ve düzeltme metnini yayımlamadığı, bu nedenle 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 18. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2014 tarihli iddianamesiyle A.İ.K.nın 5187 sayılı Kanun gereğince cezalandırılmasını talep etmiştir.
15. Yargılamayı yapan Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihli kararıyla cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin karar tebliğini A.İ.K.nın aldığına dair somut delil bulunmadığından beraatine karar vermiştir.
2. Basın İlan Kurumu Süreci
16. BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Madde 1 - Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulman haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur:
…
g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar.
Madde 2 - Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun ’un 5 ’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır.
…
Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.
Madde 4 - Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49 ’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..."
17. Z.Ö. 14/3/2014 tarihinde; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen metnin yayımlanmadığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur.
18. BİK 7/7/2014 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında reklam ve resmi ilanların bir gün süre ile kesilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:
"...Gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasının 14. sayfasında bir açıklamaya yer verildiği görülmüştür... Bu açıklama, ilgili gazetenin şikayet konusu haberinin yayımlandığı sayfada (9. Sayfa) ve sütunda yayımlanmadığından, daha da önemlisi şikayetçi tarafından gönderilen cevap ve düzeltme metninin kısaltılmış bir şekli niteliğinde olduğundan hukuken cevap ve düzeltme metninin yayımlanması niteliğinde olmadığı belirlenmiştir. Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının 1. maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine karar verilmiştir..."
19. Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 16/2/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...şikayetçi olan Z.Ö. hakkında asılsız ve gerçek dışı haberlere yer verildiği, ayrıca, söz konusu haberle ilgili cevap ve düzeltme metninin uygulanması yönünde kesinleşmiş karara ilişkin cevap ve düzeltme ihtarnamesinin 08/03/2014 tarihinde gazeteye tebliğine rağmen yayımlanmaması nedeniyle BIK tarafından verilen karara itiraz edildiği ve dava konusu yayın incelendiğinde, BİK tarafından verilen kararın yerinde ve mevzuata uygun bulunduğu anlaşılmıştır..."
20. Nihai karar başvurucuya 16/2/2016 tarihinde tefhim edilmiştir.
21. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Mevzuat
22. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı 14. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
…
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar... ”
23. 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.
Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.
Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir. ”
24. 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı 49. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:
a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.
b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.
(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğini itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir. ”
B. Yargıtay İçtihadı
25. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 3/7/2018 tarihli ve E.2018/3022, K.2018/5254 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"...Dava, davalı Basın İlan Kurumu tarafından verilen 5 gün süre ile resmi ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir ...Dava konusu haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; olay tarihinde Cumhurbaşkanı olan şikayetçinin düzenlemiş olduğu iftar yemeğine ilişkin sert eleştiriler getirilerek, kamuoyu ile paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Şikayetçinin siyasi kişiliğinin olduğu, açıklamaların toplumu ilgilendiren konulara ilişkin bulunması nedeni ile kamusal ilginin de bulunduğu, 'ifade özgürlüğü' nün güvence altına alındığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi ve bunun uygulamasına yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları gözetilerek, şikayetçinin sert ve rahatsız edici eleştirilere hoşgörü göstermesi gerektiği, bu anlamda Basın İlan Kurumu tarafından davacıya verilen yaptırım kararının, hukuka uygun olmadığı anlaşılmaktadır..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 9/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu; cevap ve düzeltme metninin tebliğ edilmediği hususunda sorumlu müdür olan A.İ.K. hakkında kesinleşmiş beraat kararı bulunmasına rağmen Asliye Hukuk Mahkemesince bu hususun dikkate alınmadığını, bunun yanı sıra cevap ve düzeltme metni kararı olmaksızın gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasında cevap metnine yer verildiğini, bunlara karşın hakkında bir gün süreyle reklam ve ilanların kesilmesi yönünde karar verildiğini, yürütme organına bağlı olan kurumun taraflı davranarak aldığı kararın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
28. Anayasa’nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir...
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir. ”
29. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Basın hürdür, sansür edilemez...
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır... ”
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Müdahalenin Varlığı
31. Başvurucunun yayımcısı olduğu gazete ile ilgili olarak bir gün süreyle reklamlarının ve resmi ilanların kesilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.
b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
32. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13.maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
33. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
i. Kanunilik
34. 195 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
ii. Meşru Amaç
35. Başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
(1) Genel İlkeler
(a) Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi
36. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Hacı Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).
(b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması
37. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir {Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).
38. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B.No: 2018/38143,3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§ 59).
39. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).
40. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).
(2) Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İlgili Bazı Tespitler
41. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının bir yayında kendisinden bahsedilen herkese aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkânı veren anayasal bir hak olduğu gözönünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa’nın “Düzeltme ve cevap hakkı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında “Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir.” denilmiştir. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hâkiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ile düzeltme metninin yayımlanmaması hâlinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili adli para cezası ile cezalandırılabilir. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yoluyla kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da kesin bir hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 49-51).
(3) Cevap ve Düzeltme Hakkına İlişkin BİK Yolu
42. BİK'in 129 sayılı Genel Kurul kararıyla basın ahlak esasları belirlenmiştir. Buna göre süreli yayınları çıkaran kuruluşların gerçeğe aykırı verilen bilgiler dolayısıyla cevap ve düzeltme metinlerini usulüne uygun bir şekilde yayımlamadıkları takdirde BİK Yönetim Kurulu kararıyla resmi ilan ve reklamlarının kesilmesine karar verilebilir. 195 sayılı Kanun'a göre BİK tarafından verilen bu kararlara karşı asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir. Mahkeme, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir ve bu karar kesindir. Bu kararların itirazına, yüksek dereceli asliye hukuk mahkemesi hakem sıfatıyla bakmaktadır (Anayasa Komisyonu Raporu, Danışma Meclisi/Anayasa Komisyonu, E. 1/463, K.434, 30/7/1982, madde 32).
43. 195 sayılı Kanun'da düzenlenen asliye hukuk mahkemesine itiraz yolu kanunla düzenlenmiş bir mecburi tahkim yoludur. Mecburi tahkimde, taraflar arasındaki uyuşmazlıkla ilgili önceden bir tahkim sözleşmesi öngörülmemesine rağmen uyuşmazlığın kanun gereği hakem tarafından çözümlenmesi öngörülmektedir. 195 sayılı Kanun uyarınca BİK'in verdiği kararlara karşı düzenlenen tahkim yolu yine bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir.
(4) Reklam ve İlanların Kesilmesi Şeklindeki Müdahalenin Basın Özgürlüğü ile İlişkisi
44. Resmi ilan ve reklamların kapsamı 5/10/2016 tarihli ve 29848 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Resmi İlân ve Reklâmlar ile Bunları Yayınlayacak Süreli Yayınlar Yönetmeliği’nde (Yönetmelik) düzenlenmiştir. Yönetmelik'in 5. maddesine göre resmi ilan; kanun, tüzük veya yönetmelik gereği yayımlanması zorunlu olan ilanlar ve merkezi yönetim kapsamındaki idareler, mahalli idareler, sosyal güvenlik kurumlan, kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu hukuku tüzel kişiliğini haiz teşekküller ile sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere ait veya bunların yüzde elliden fazla sermaye payı olan iştiraklerinin reklam niteliği taşımayan ilanları olarak belirlenmiştir. Yönetmelik'in 6. maddesinde düzenlenen reklam ise satışı artırmak gibi ticari gayelerle ya da bir şeye veya bir fikre rağbet sağlamak gibi maddi ya da manevi bir menfaat temini veya tanıtım maksadıyla gazete ve dergilerde yazı, resim veya çizgilerle yapılan ilanlardır.
45. Anayasa'nın 29. maddesinde süreli yayınların çıkarılması, yayım şartları, mali kaynakları ve gazetecilik mesleği ile ilgili esasların kanunla düzenleneceği, kanunun haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamayacağı ve süreli yayınların devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin veya bunlara bağlı kurumların araç ve imkânlarından eşitlik esasına göre yararlanacağı belirtilmiştir.
46. BİK'e verilen resmi ilanlar ve reklamlarla ilgili olarak yetkilerin gazetelerin niteliğinin artırılması ve sırf resmi ilan alabilmek için gazete çıkarılmasının önlenmesi amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenlemede; gazetelerin yayım yapmasını zorlaştıran ekonomik koşulların konulması da yasaklanmıştır. Bu bakımdan BİK'e verilen yetkilerle gazetelerin niteliklerini artırma amacıyla yayınlarda sürekliliği ve güvenilirliği hedefleyen ölçütler getirilmesi durumunun yayın kuruluşlarının düşünce ve kanaatlerini serbestçe yayımlaması özgürlüklerini engelleyici koşulları içermediği açıktır (AYM, E.2010/78, K.2011/177, 29/12/2011).
47. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, Anayasa'nın 29. maddesindeki düzenleme de gözönünde bulundurularak BİK'e verilen resmi ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin müdahale yetkisinin kullanımında dikkatli bir değerlendirme yapılmalıdır. Somut başvuruda olduğu gibi şikâyetçinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiası karşısında başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa’nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında bir denge kurulması gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54).
(5) BİK'in Resmi İlan ve Reklamların Kesilmesi Biçimindeki Müdahalelerinin Demokratik Toplum Gereklerine Uygunluğunun Denetiminde Gözetilmesi Gereken Hususlar
48. Anayasa Mahkemesinin rolü, başvuruya konu müdahalenin olguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayanılarak yapıldığının ve keyfi olmadığının denetlenmesini kapsar. Dolayısıyla böyle bir denetim, derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların müdahalenin zorunlu toplumsal ihtiyacı karşıladığını, dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koyması ile bağlantılıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Halil Bayık [GK], B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §43).
49. Mevcut başvuruya benzer şikâyetlerde derece mahkemelerinin ve kamu gücünü kullanan diğer organların gerekçelerinin ilgili ve yeterli sayılabilmesi için kararlarda bulunması gereken ve benzer başvuruların koşullarına göre değişebilecek unsurlar şu şekilde sıralanabilir:
i. Bir haberden dolayı resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalede, dayanak yapılan haberin -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda başvurucunun ifade ve basın özgürlükleri ile Z.Ö.nün şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir çatışma meydana gelmiştir. Çatışan söz konusu haklar arasında dengeleme kriterleri Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarında detaylı bir şekilde ortaya konmuştur (benzer değerlendirmeler için bkz Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45,47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için;
- Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,
- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile kişinin önceki davranışları, basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı,
- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,
- Haber veya makalenin yayımlanma şartları,
- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,
- Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,
- Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,
- Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,
- Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,
- Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerinin somut olaya uyduğu ölçüde uygulanması (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73), BİK'in de bu dengeleme kriterlerine uygun bir değerlendirme yapması gerekmektedir.
ii. BİK şikâyet konusu olayı değerlendirirken "cevap ve düzeltme metninin yayımlanması" yönünde verilen bir kararı dayanak yapmışsa bu BİK'in ayrı bir değerlendirme yapmayacağı anlamına gelmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkının kullanımına ilişkin sulh ceza hâkimliği yolu ile BİK süreci yukarıdaki paragraflarda (bkz. §§ 41-43) anlatıldığı üzere birbirinden farklı süreçler olup BİK bu karardaki gerekçeleri de gözönünde bulundurarak (i) maddesinde belirtilen şekilde bir değerlendirme yapmalıdır.
iii. Cevap ve düzeltme yayımlanmasına ilişkin kararların kesin hüküm teşkil etmediği her zaman gözönünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki BİK sürecinde gerek kanun ve gerek kanunun gönderme yaptığı Genel Kurul kararı süreli yayınlarda etik ilkelere aykırı davranıldığım tespit etmek için daha önce bir mahkeme kararı olmasını öngörmediği gibi sulh ceza mahkemesince cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin verilmiş bir kararın varlığı BİK'in otomatik olarak resmi ilan ve reklamların kesilmesi cezası vereceği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle BİK değerlendirmesini yaparken bu hususu gözönünde bulundurmalıdır.
iv. Haberin kişilerin şeref ve itibarları üzerindeki ağırlığı ile BİK tarafından verilen ceza arasında orantılılık ilişkisi kurulmalıdır.
50. Böylece resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahalenin kanunlar ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ortaya konan kriterlere uygunluğunun denetimi daha etkili yapılabilecektir.
(6) Somut Olaya İlişkin Nihai Değerlendirmeler
51. Basın özgürlüğünün tesis edilmesinin koşullarından biri de kuşkusuz ekonomik imkânların bulunmasıdır. Zira basın özgürlüğü haberin içeriğinin yanında haberin veriliş biçimini de kapsar. Bilhassa süreli yayınlar açısından haberin verilmesi için ekonomik imkânlar büyük ölçüde resmi ilan ve reklamların yayımlanmasıyla sağlanmaktadır. Bu nedenle eldeki başvuruya benzer başvurularda BİK'in resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklindeki müdahale yetkisinin basının etik yönden niteliklerini artırmaya yönelik bir düzenleme olduğu, bir yaptırım aracı olarak öngörülmediği gözönüne alınmalıdır. Dolayısıyla BİK'in önüne gelen şikâyetlerle ilgili olarak yukarıda sayılan dengeleme kriterlerini (bkz. § 49) çok sıkı bir şekilde uygulaması ve anılan müdahale biçimini başvurulabilecek son çare olarak görmesi basın özgürlüğü açısından hayati önem taşımaktadır.
52. Somut olayda bir günlük resmi ilan ve reklam yayımlama hakkının elinden alınmasıyla nedeniyle başvurucu ekonomik bir kazançtan mahrum kalmıştır. Bu şekilde maddi bir yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 54; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 67). Bu sebeple basın özgürlüğünün yaşamsal önemi de dikkate alındığında kamu gücünü kullanan organların değerlendirmelerinde çok titiz davranmaları gerekmektedir.
53. Başvuruya konu haber ile ilgili Sulh Ceza Mahkemesince evrak üzerinden başvurucunun içeriğine müdahale edemeyeceği bir metnin yayımlanmasına karar verildiği ve bu karar öncesinde başvurucuya savunma ve delillerini sunma imkânı tanınmadığı, resen de herhangi bir araştırma yapılmadığı görülmektedir. Sonrasında BİK'in maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen bu kararı dayanak alarak ilave hiçbir değerlendirme yapmaksızın otomatik olarak cezalandırma gerekçesi yaptığı, BİK kararma itirazı inceleyen derece mahkemesinin de bu kararla ilgili bir değerlendirmede bulunmaksızın itirazın reddine karar verdiği görülmektedir. Öte yandan başvurucunun cevap ve düzeltme metnini yayımlamadığı gerekçesiyle sorumlu müdür olan A.İ.K.nın yargılandığı davada beraat ettiğine ilişkin esaslı savunması da dikkate alınmamıştır. Bunun yanı sıra başvurucu tarafından bir cevap ve düzeltme metnine yer verildiği de not edilmelidir. Dolayısıyla cevap ve düzeltme metni yayımlamanın bir cezalandırma olmadığı, amacın bir ölçüde şikâyetçinin görüşlerinin gazete okuyucusu tarafından öğrenilmesini sağlamak olduğu ve somut olayda da bu amacın belli bir kapsamda karşılandığının gözetilmediği anlaşılmaktadır.
54. Sonuç olarak başvurucunun yayımlanan haber nedeniyle resmi ilan ve reklamların kesilmesi şeklinde bir kararla cezalandırılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamamıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. ”
57. Başvurucu, ihlalin tespiti ile bir gün süreyle resmi ilan ve reklamların kesilmesi yönündeki kararın uygulanması hâlinde mahrum kalacağı 16.500 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
58. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018,) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
59. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (.Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
60. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararma bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).
61. İncelenen başvuruda başvurucu hakkında bir gün süreyle resmi ilan ve reklamların kesilmesine karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
62. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
63. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu, başvuruya konu kararda resmi ilan ve reklamların bir gün süreyle kesilmesi durumunda mahrum kalacağı miktar kadar tazminat talebinde bulunmuş olmakla birlikte anılan miktarda mahrum kaldığına dair işbu karar tarihine kadar Anayasa Mahkemesine ilave herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır. Bu nedenle tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
64. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/14, K.2016/7 sayılı hakem dosyası) GÖNDERİLMESİNE,
D. Tazminat talebinin REDDİNE,
KARAR
ENVER KAYA BAŞVURUSU
Başvuru Numarası: 2016/14445
Karar Tarihi: 21/3/2019
Başkan: Burhan ÜSTÜN
Üyeler: Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör: Fatma Gülbin ÖZCÜRE
Başvurucu: Enver KAYA
Vekili: Av. Ceren YAKIŞIR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal yayın yapan Sözcü gazetesinde çıkan haberlere karşı yapılan cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin mahkemece kabul edilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 9/8/2016 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Sözcü gazetesinin (gazete) 26/4/2016 tarihli nüshasında "N.K., ABD'nin İstanbul konsolosluğunu neden basmak istedi?" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberin başvuruyu ilgilendiren kısmı şöyledir:
"N.K.... Kaz Dağları'ndaki yaz kampından sonra İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni kazanmıştı. Tarih: 4 Kasım 1979. Humeyni'nin 'Büyük Şeytan' olarak nitelendirdiği ABD'nin Tahran Büyükelçiliği İranlı öğrenciler tarafından basıldı. 52 Amerikalıyı esir aldılar. Rehineler gözleri ve elleri bağlı şekilde Tahran sokaklarında gezdirildi ve bunun görüntüleri tüm dünyaya yayıldı. İran İslam Devrimi, dünyada olduğu gibi Türkiye'deki Müslüman gençliği de derinden etkiledi. ABD'nin rehin elçilik görevlilerini kurtarma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 'İran yalnız değildir' mesajı vermek isteyenler dünyanın dört yanında eylem yaptı. N.K. da bir grup arkadaşıyla Beyoğlu'ndaki ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nu işgal etmek istedi. KK'nın da olduğu Müslüman gençleri polis zor durdurdu... (galat-meşhur/ sayfa257)”
6. Haberde anlatılan olayda adı geçen N.K., başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Sözcü gazetesine tekzip göndermiştir. Gönderdiği tekzip metninin gazete tarafından yayımlanmaması üzerine N.K. tekzip talebiyle Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur.
7. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 17/5/2016 tarihli kararında "...Talebe konu haberin gerçekliğine ilişkin bir dayanak gösterilmediği, talep edenin kişilik haklarını ihlal eder nitelikte bulunduğu, yine talebe konu haberin güncel bir değerinin bulunmadığı" gerekçesiyle tekzip talebini kabul etmiştir.
8. Yayımlatılmasına karar verilen tekzip metni şu şekildedir:
"S.Y. Sözcü Gazetesi'ndeki köşesinde daha önce de aynı asılsız iddiayı ileri sürmüş, bu iddia tarafımızdan Ankara 57. Noterliği'nin 30/6/2014 tarih 25358 y. numaralı ihtarnamesi ile tekzip edilmiştir. Tekzip edilen asılsız iddia ısrarla yeniden ileri sürülmektedir.
Tekrar belirtmek isteriz ki söz konusu iddialar tamamen hayal ürünü, gerçek dışı ve apaçık iftiradır.
Müvekkilim Prof. Dr. N.K.'nın şahsını hedef alan iş bu maksatlı yazıda belirtilen iddialar, hayal mahsulü, kamuoyunu yanıltmaya ve yanlış yönlendirmeye neden olarak gerçek dışı iddialardır. Müvekkilim sözde şiddet yanlısı ve hukuka aykırı olarak hareket eden biri olarak takdim edilmektedir. Ancak müvekkilimin değerlerine ve inancına olan bağlılığı şiddet yanlısı olmasına izin vermediği gibi kendisi daima hukuka bağlı bir şekilde hareket etmiştir. Müvekkil hayatı boyunca şiddetten yana olmamış, aksine demokrasi, müzakere ve karşılıklı rıza esasına dayalı bir siyaset anlayışını savunmuş ve asla şiddetten yana olmamıştır.
Bu yazılar hem hukuka hem de gazetecilik etiğine aykırı olup, müvekkilin hem manevi haklarına hem de sosyal ve siyasi itibarına zarar vermektedir. Müvekkil hakkında somut bilgi ve delile dayanmayan bu haber gerçek dışı olduğu gibi suç teşkil etmektedir.
Bu nedenlerle Müvekkil Prof. Dr. N.K.'ya yapılan iş bu gerçek dışı ve maksatlı isnatları kabul etmediğimizi ve reddettiğimizi bildirir, kamuoyunun taktirlerine saygı ile sunarız."
9. Başvurucu, anılan karara karşı itirazda bulunmuş; Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliği verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 17/6/2016 tarihinde söz konusu itirazı reddetmiş ve buna ilişkin karar başvurucuya 13/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
10. Mahkemenin 21/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
11. Başvurucu, tekzibe konu haberin Araştırmacı Gazeteci S.Y. ile yapılan bir röportajın içeriği olması sebebi ile haberde S.Y. tarafından edinilen bilgi ve belgelerden hareket edildiğini, ayrıca gerçek ve güncel bir olayın kamu yararı gözetilerek ve objektif olarak sunulduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, hukuka uygunluk sınırları içinde kalan bir haberle ilgili olarak gerekçesiz ve yetkisiz mahkeme tarafından verilen tekzip talebinin kabulü ve bu karara karşı yapılan itirazın reddi kararları nedeniyle ifade ve basın özgürlüğü; yeterli gerekçeye yer verilmemesi ve itirazının yetkisiz mahkeme tarafından karara bağlanması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
12. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsif ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, tekzip talebinin kabulü ve bu karara karşı yapılan itirazın reddine dair kararların gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişse de söz konusu iddiaların basın ve ifade özgürlükleri bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.
13. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetenin yaptığı söz konusu haberle ilgili mahkemece tekzip talebinin kabul edilmesinin ve tekzip metni yayımlatılmasının başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir.
14. Cevap ve düzeltme hakkı kullanımı, ilke olarak istediğini yayımlamak ya da yayımlamamak konusunda serbest olan basın organlarının cevap metni karşısında serbestliği bulunmaması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerine müdahale teşkil etmektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, § 52).
15. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 38).
16. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik anılan mahkeme kararı ile gerçekleştirilen müdahalenin 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi gereğince kanuni dayanağının bulunduğunda ve başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olarak meşru bir amaç taşıdığında şüphe bulunmamaktadır (Vural Nasuhbeyoğlu, B. No: 2013/6146, 17/2/2016, § 38).
17. Son olarak müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı değerlendirilmelidir.
18. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın (GK), B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).
19. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, §§ 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 59, 68).
20. Öte yandan devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayına cevap verme ve düzeltmeyi isteme hakkı, devletin kişisel şeref ve itibara üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen saldırıları önlemek şeklindeki pozitif yükümlülüğü kapsamında başvurulabilecek yollardan bir tanesidir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, §§ 41-48).
21. Bu bağlamda tekzip talebini kabul eden mahkeme kararında, kişilerin şeref ve itibara saygı hakkı ile başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetenin basın ve ifade özgürlükleri arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulup kurulmadığının tespit edilmesi gerekmektedir (Vural Nasuhbeyoğlu, § 37).
22. Cevap ve düzeltme hakkı kullanımında esas amaç şeref ve itibarın korunması olmakla beraber kişilere kendileri hakkında yapılan yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılma imkânı da sağladığı gözetildiğinde söz konusu hakkın haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu, dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonları da bulunduğu kabul edilmektedir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54). Ayrıca cevap ve düzeltme talebinin mahkemece kabul edilmesi üzerine ilgili haberin basında yer alan içeriğinde değişiklik yapılmadığı, aksine basın ve yayın organlarına tekzibe konu haberlerini bir kez daha kamuoyuna duyurma fırsatı sağlandığı, böylece haberin asıl yayımlanma amacının kamunun gündeminde kalmasına yardımcı olunduğu da dikkate alınmalıdır (Vural Nasuhbeyoğlu, § 39).
23. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kararlarında ortaya konulan kriterler (İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 66-73; Kadir Sağdıç (GK), B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; Nihat Özdemir, 2013/1997, 8/4/2015, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, §§ 44-52) esas alınarak kamusal tartışmaya sağladığı katkı, toplum menfaati, kişilerin şeref ve itibarının korunma düzeyi ile basın organının ifade özgürlüğü arasındaki menfaatler dengesinin yerel mahkeme tarafından değerlendirilmesi sonucu tekzip talebi kabul edilerek cevap ve düzeltme yayımlanması kararında açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi söz konusu olmayacaktır (Vural Nasuhbeyoğlu, § 40).
24. Somut olayda başvurucunun sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetede yayımlanan haberlerin başkasının kişilik haklarına yönelik ihlal oluşturduğu kabul edilerek cevap ve düzeltme metni yayımlanmasına karar verilmiştir. Tekzip talebinde bulunan taraf, tanınmış bir siyasetçi olup siyasetçilerin diğer insanlara nazaran kabul edilebilir eleştiri düzeyi daha yüksektir. Bu durum sebebi ile tekzip talebinin kabulü şeklindeki devlet müdahalesinin demokratik bir toplumda gerekliliğinin sorgulanması gerekebilir. Fakat haklarında şeref ve itibarlarını etkileyen iddialarda bulunulan şahısların bu iddialara karşı cevaplarını söz konusu yayının muhatabı olmuş kitleye ulaştırarak tartışmaya katılabilme imkânına sahip olmalarının cevap ve düzeltme hakkının amaçlarından biri olduğu da gözden kaçırılmamalıdır (Harun Reşit Çümen, 2014/19048, 21/6/2017, § 22).
25. Somut olayda tekzip metninde esas haberin konusu ile ilgili olmayan başka iddialara ya da ifadelere yer verilmediği, ayrıca tekzip metninin hakkın kötüye kullanımı anlamına gelecek şekilde ölçüsüz hazırlanmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda kişilerin şeref ve itibarının korunma düzeyi ve basın organının ifade özgürlüğü arasındaki menfaatler dengesinin de sağlandığı görülmektedir.
26. Yukarıdaki değerlendirmeler ve farklı çıkarları dengelerken yargı mercilerinin sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında derece mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlal olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
27. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiası kabul edilemez bulunduğundan adil yargılanma hakkına ilişkin diğer iddiaları yönünden değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 21/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
RGT: 13.04.2017
RG NO: 30037
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 9.6.2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununun 14. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "...ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda..." ibaresinin, Anayasamın 2., 10., 13., 26., 28., 32., 38. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanıklar hakkında, düzeltme ve cevap yazısının 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması suçundan açılan kamu davasında, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ
Kanun'un, itiraz konusu kuralın da yer aldığı 14. maddesi şöyledir:
"Düzeltme ve cevap
Madde 14- Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hakiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir.
Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hakim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
Düzeltme ve cevap hakkına sahip olan kişinin ölmesi halinde bu hak, mirasçılardan biri tarafından kullanılabilir. Bu durumda, birinci fıkradaki iki aylık düzeltme ve cevap hakkı süresine bir ay ilave edilir."
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yusuf Şevki HAKYEMEZ'in katılımlarıyla 12.10.2016 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III- ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
A- İtirazın Gerekçesi
3. Başvuru kararında özetle, cevap ve düzeltme metninin ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanması zorunluluğunun, bu yayının yapıldığı sayfaya reklam alınması, gazete sayfalarının azaltılması ya da siyasi içerikli yazıların yer aldığı sayfa numaralarının ekonomi veya yaşamsal olaylar bölümüne özgülenmesi gibi editöryal olarak düzenlenmesinden kaynaklanan sebeplerin varlığı halinde uygulamada sorunlara yol açtığı, cevap ve düzeltme metninin ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunda yayımlanmamasının sanıkların iradeleri dışında gerçekleşen nedenlere bağlı olduğu, ayrıca sanıklar yönünden koşullar oluştuğunda kasıtlı olarak suç işledikleri şeklindeki kabulle sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin de cezalandırıldığı, bu nedenlerle kuralın, Anayasa'nın 2., 10., 13., 26., 28., 32., 38. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
4. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesi yönünden de incelenmiştir.
5. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde, süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdürün hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır. İtiraz konusu kural "...ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda... " ibaresidir.
6. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
7. Anayasa'nın 17. maddesinde, "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir." hükmüne yer verilmiştir. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır. Bireyin kişisel şeref ve itibarı da Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır.
8. Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında, "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz." denilmek suretiyle basın hürriyeti temel hak ve özgürlükler arasında sayılmış ve güvence altına alınmıştır. Maddenin dördüncü fıkrasında ise "Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır." hükmüne yer verilmek suretiyle bu hakkın mutlak olmadığı ve Anayasa'nın 26. ve 27. madde hükümlerine göre sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.
9. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükmüne yer verilerek ifade özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında ise bu özgürlüğün sınırlandırılması sebepleri belirtilip bu hakkın mutlak olmadığı ve maddede belirtilen nedenlerle sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Buna göre ifade özgürlüğünün, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, başkalarının şöhret veya haklarının korunması amacıyla ve maddede belirtilen diğer nedenlerle sınırlandırılması mümkündür.
10. Anayasa'nın 32. maddesinde, "Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir. Düzeltme ve cevap yayımlanmazsa, yayımlanmasının gerekip gerekmediğine hakim tarafından ilgilinin müracaat tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde karar verilir." hükmü yer almaktadır. Maddenin gerekçesinde, "Kitle haberleşmesi faaliyetini yürüten organların, bu faaliyetlerinde serbest kalması esastır. Bu serbestiyi kısıtlayan unsurlardan biri de süreli yayınlarda, ?zorunlu yayım' denilen yayımlardır. Bunlar yayın organına dış çevreden gönderilen ve organca yayımı mecburi olan mütalaa yahut mülahazalardır. Böylece süreli yayının sınırlı hacmi doldurulmakta ve serbest yayına yer kalmamaktadır. İkinci olarak süreli haberleşme organının hizmet gereklerinden biri de kamuoyuna doğru haber ve bilgi sunmaktır. Nihayet süreli haberleşme organları faaliyetlerinde, kişilerin haysiyet ve şereflerine saygılı olmakla yükümlüdürler. Maddenin birinci fıkrasıyla bu üç gerek yerine getirilmekte; diğer bir deyimle düzeltme ve cevap hakkı sınırlanmakta, kişilerin haysiyet ve şerefleri de korunarak gerçeğe aykırı yayımlar düzeltilmekte veya cevaplanmaktadır. Kişilere tanınan bu hakkın kullanılış şartlarını kanun düzenleyecektir." denilmektedir.
11. Anayasa'nın 13. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." denilmektedir.
12. Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dokunulamayacak "öz", her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
13. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
14. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen "demokratik toplum düzeninin gerekleri" kavramı, öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını gerektirmektedir. "Demokratik toplum düzeninin gerekleri"nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü olmasını ifade etmektedir.
15. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
16. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, "temel hak ve hürriyetlerin özü", "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük ilkesi" kavramları, bir bütünün parçaları olup, "demokratik bir hukuk devleti"nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütlerini oluşturmaktadır.
17. Demokratik toplum kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin en geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir. Demokrasilerde devlete düşen görev, temel hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek, bunların etkili şekilde kullanılmasını sağlayacak tedbirleri almaktır. Bu kapsamda devlet, özellikle temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıracak veya bunlara ölçüsüz müdahale teşkil edecek tutumlardan kaçınmalı ve başkalarından gelebilecek tehditlere karşı bireyleri korumalıdır. Temel hak ve özgürlükler arasında düşünce özgürlüğü ve özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğü önemli bir yer alır. Düşünce özgürlüğünün en olağan yollarından biri de basındır. Belirli bir olay, konu ve durum hakkındaki düşünce ve kanaat genellikle basılmış eserlerle, yani gazete, dergi, kitap, broşür, bildiri veya el ilanı yolu ile açıklanır. Kişilerin düşüncelerini açıklamaları ve çeşitli konularda bilgi edinmeleri, düşünce ve görüşlerin yazılı ve görsel basın aracılığıyla başka kişilere, topluma ulaştırılabilmesine bağlıdır.
18. Demokratik toplumlarda basının en önemli görevi, kamu yararını ilgilendiren olay ve konularda haber ve bilgi vermek, açıklamalar yapmak, eleştiri ve değer yargıları sunmak suretiyle toplumu aydınlatmak, kamuoyu oluşturmak, böylece toplumun düşünce ve kanaatlere ulaşmasını sağlamak ve kamu gücünü elinde tutanların üzerinde de toplumun denetimine aracı olmaktır.
19. Bununla birlikte tüm hak ve özgürlükler gibi basın özgürlüğü de mutlak ve sınırsız değildir. Bu sınırlamalar arasında özel hukuk açısından önemli olan, kişilik hakkı yönünden getirilen sınırlamalardır. Basın özgürlüğü gibi kişilik hakkı da, bir temel hak olarak Anayasa'da birçok hükümle güvence altına alınmıştır. Esasen Anayasa'da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin birçoğu, kişilik hakkının kapsamına giren değerleri koruyan düzenlemeler içermektedir. Nitekim Anayasa'nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kişilerin şöhret veya haklarının korunması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmektedir. Mutlak ve sınırsız bir hak olmayan basın özgürlüğünün düzenlendiği Anayasa'nın 28. maddesinde de açık bir şekilde basın özgürlüğünün sınırlanmasında Anayasa'nın 26. maddesi hükmünün uygulanacağı ifade edilmiştir.
20. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesinde de herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu, bu hakkın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerdiği ifade edildikten sonra bu özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak "başkalarının şöhret ve haklarının korunması için" yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceği ifade edilmiştir.
21. İtiraz konusu kuralın yer aldığı maddede, süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını, sorumlu müdürün hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren Uç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorunda olduğu ifade edilmiştir. İtiraz konusu kuralla ise söz konusu düzeltme ve cevap yazısının, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanmak zorunda olduğu belirtilmiştir.
22. Cevap ve düzeltme hakkı, kişilerin şeref ve itibarına hukuka aykırı olarak müdahale edilmesi halinde başvurulan ve bu müdahalelerin gecikmeksizin ortadan kaldırılması suretiyle kişilerin şeref ve itibarını korumayı amaçlayan bir yoldur. Bu hakkın amacı, basın özgürlüğü ile kişilik hakkı arasında gerekli hassas dengenin kurulmasını sağlamaktır. Bu hak kişilere haksız zarar veren, onlar hakkında gerçek dışı bilgiler yayan, şeref ve itibarlarını ihlal eden basın kuruluşlarının sahip olduğu yayımı kullanma imkanını, söz konusu yayımdan zarar gören kişilere vererek bu konulardaki cevabını yayımlamaya basın faaliyetinde bulunanları zorunlu tutmaktadır. Ancak bu hak, basın özgürlüğünün ve basın mensuplarının haber verme ve eleştiri haklarının özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır.
23. İtiraz konusu kuralın, düzeltme ve cevap hakkının yayımlanma şeklini belirlemek suretiyle basın özgürlüğüne müdahalede bulunduğu açıktır. Ancak basın özgürlüğüne yapılan müdahalede ile bu özgürlük tamamen ortadan kaldırılmadığı veya kullanılamaz hale getirilmediği için hakkın özüne dokunan bir müdahalede bulunulduğu söylenemez. Dolayısıyla kuralla ilgili olarak değerlendirilmesi gereken husus, bu müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, söz konusu kısıtlamanın demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığıdır.
24. Basının önemli bir güç olarak ortaya çıktığı günümüzde, bu güç karşısında kişilerin toplum içinde saygınlık ve kişiliklerinin korunması ihtiyacının giderek arttığı açıktır. Basın özgürlüğünün kabulü yanında, cevap ve düzeltme hakkının belli şartlar dahilinde bireyin ifade özgürlüğünü de koruma fonksiyonunun bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Zira cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda bireyin ifade özgürlüğünün bir parçası olup, bu hakkın kullanılmasını sağlamak, devletin ifade özgürlüğü kapsamında pozitif yükümlülükleri kapsamındadır. Aksi takdirde, basının özgürlüğü karşısında bireyin ifade özgürlüğünün korumasız kalma tehlikesi ortaya çıkmaktadır.
25. İtiraz konusu kuralla, süreli yayınlarda şeref ve haysiyeti ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayım yapılan ve bundan zarar gören kişilerin düzeltme ve cevap yazılarının ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanması öngörülmektedir. Kuralın yer aldığı maddenin gerekçesinde, kişilerin şeref ve haysiyetinin korunması ve toplumun doğru bilgilendirilmesinin sağlanması yönünden çok büyük önem taşıyan düzeltme ve cevap hakkına işlerlik ve etkinlik kazandırmak amacıyla yeniden düzenlendiği ifade edilmektedir.
26. İtiraz konusu kuralın, şeref ve haysiyeti ihlal edici veya gerçeğe aykırı yayım yapılan ve bundan zarar gören kişilerin cevap ve düzeltme yazısının, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanması suretiyle kişilerin şeref ve haysiyetinin korunmasını, toplumun doğru bilgilendirilmesini ve kişilik hakkına aynı şekilde korunma imkanı sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Düzeltme ve cevap hakkı, kişilere basın karşısında en hızlı şekilde ve aynı silahlarla korunma imkanı sağlamayı öngörmektedir.
27. Kişilerin düzeltme ve cevap hakkının, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda yayımlanması suretiyle kullanılmasının bu sayfa ve sütunları takip eden kamuoyuna ulaşmak bakımından en etkili yol olduğu kuşkusuzdur. Zira bir süreli yayının tüm sayfa ve sütunlarının okuyucu açısından aynı önem ve okunma oranına sahip olduğu söylenemez. Kanun koyucunun kuralla, süreli yayınlarda kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde müdahale edilen kişilerin cevap ve düzeltme yazılarının aynı sayfa ve sütunlarda yayımlanmak suretiyle bu yazıların en az kişilik haklarına müdahale eden yayınlar kadar okunmasını sağlayarak cevap ve düzeltme hakkına işlerlik kazandırmayı ve bu hakkı etkili kılmayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda kural, basın özgürlüğü ile kişilik hakkı arasında, kişilik hakkı aleyhine bozulan dengenin yeniden kurulmasını sağlamaya yönelik bir düzenleme olup, kuralın basın özgürlüğüne orantısız bir müdahale teşkil ettiği söylenemez. Dolayısıyla kural demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı değildir. Bu nedenle, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
28. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 13., 17., 26., 28. ve 32. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
29. Kuralın Anayasa'nın 10., 38. ve 90. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.
IV- HÜKÜM
9.6.2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "...ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda... " ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 15.3.2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
VURAL NASUHBEYOĞLU BAŞVURUSU
Başvuru Numarası: 2013/6146
Karar Tarihi: 17/2/2016
Başkan: Burhan ÜSTÜN
Üyeler: Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör: Abuzer YAZICIOĞLU
Başvurucu: Vural NASUHBEYOĞLU
Vekili: Av. Devrim AVCI ÖZKURT
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal yayın yapan Evrensel gazetesinde (gazete) çıkan haberlere karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin mahkemece kabul edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 5/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 10/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 2/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 14/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 23/7/2014 tarihinde ibraz etmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, Evrensel gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü olarak gazetecilik yapmaktadır. Adı geçen gazete, Türkiye ve dünyadaki siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik olaylar ve gelişmeler konusunda haber ve yazılann yer aldığı, ulusal yayın yapan bir gazetedir. Gazetenin 8/4/2013 tarihli nüshasında "'Yevmiyeci Hoca' Tartışması" ve 13/4/2013 tarihli nüshasında "Yevmiyeler Madenciden!" başlıklı haberler yayımlanmıştır.
9. " 'Yevmiyeci Hoca' Tartışması" başlıklı haber içeriği şöyledir:
"HANGİ YÜZLE GELİYORSUNUZ?
Geçen hafta sonu Muratlar köyü kahvesinde altın madeni yetkilileri ve Ankara'dan gelen Prof. Dr. B. G. 'un yapmak istediği toplantı köylülerin tepkisi üzerine yapılamadı. Gazetemize bilgi veren köylüler, madencilerin getirdiği 'yevmiyeci hoca' dedikleri Prof. Dr. G...'un madenci şirket yetkilileri ile birlikte köye geldiğini, özellikle içilemez raporu verilen sular ve tarımla ilgili köylülerle konuşmak istediklerini söyledi. Köy muhtarı ve altıncılardan iş bekledikleri söylenen birkaç kişi dışında hiç kimsenin toplantıya katılmadığını belirten köylüler, sularındaki içilemez raporlarını G...'a gösterdiklerini aktardı. Köylüler; "Hocaya 'Daha arama aşamasında kirlenen bu sular, işletme esnasında daha da kirleneceği kesin. Siz o zaman ne tarımından, hayvancılığından bahsediyorsunuz' diye sorduk. Hoca ise bize 'Yeni kaynaklar bulunabileceğim, ortada çok sıkıntılı bir durum olmadığını' söyledi. Biz ise 'Kirli suyla tarım yapılır mı?' dedik. Madencilere de 'Köyün suyunu içilemez hale getirdiniz, hangi yüzle buraya geliyorsunuz. Halk sağlığı ile oynayan sizler, suları kontrole gelip numune alanlarla aynı gün neden rakı masasına oturuyorsunuz, yaptığınız pislikleri örtmek için herkesi satın alabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Biz maden çalışmasını istemiyoruz, sizi de istemiyoruz' diye tepki gösterdik" dedi. Köylüler, tepkilerin çoğalması üzerine gelenlerin istedikleri toplantıyı yapamadan köyden ayrıldığını dile getirdi.
DERHAL İSTİFA ETMELİ
Altın madencileri ile köylüleri iknaya çalıştığı iddia edilen Prof. Dr. B. G. 'un Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi olması tartışmaların boyutunu da değiştirdi. Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkam ve Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü H.N., olayı duyar duymaz genel merkezi aradığını ve tepkilerini dile getirdiğini belirterek, "G... oda yönetiminden derhal istifa etmeli. Artık orada duramaz" dedi. Altın madenine karşı mücadele eden Muratlar Köylüleri de G... 'un 'özür dilemesi' ve odadaki görevinden istifa etmesini talep eden imza kampanyası başlatacaklarını söyledi.
MADENCİLERE HİZMET ETMİYORUM
İddiaların hedefindeki isim Prof. Dr. B.G., tüm iddiaları reddederken, kendisinin madencilere hizmet etmek gibi bir amacının olmadığını söyledi.
G... iddialarla ilgili sorularımıza şöyle yanıt verdi; "O bölgeye Kırsal Kalkınma Derneği adına sosyo-ekonomik yapı analizi için gitmiştik. Köyde de konuşturmama, tartıştırmama gibi bir durum olmadı. Köylüler sularda sorun olduğunu söyledi. Madencilik şirketinden gelenler de vardı, ama bizim bunlarla alakamız yok. Biz kendi aracımızla gittik. Kalkıp başka köylere de gittik. Ben (SÜRKAL) adına köyleri geziyorum. Madencilere hizmet etme gibi bir amacım yok". Muratlar köylüleri ise G... 'un madencilerle birlikte hareket ettiği iddialarında ısrar ederken, aynı gün kendisini Çan'da da madencilerle birlikte gördüklerini söyledi." 10. "Yevmiyeler Madenciden!" başlıklı haber içeriği şöyledir:
"Ziraat Mühendisleri Odası Genel Merkezi tarafından gönderilen düzeltme yazısında "Prof. G... 'un altın şirketiyle beraber hareket ettiği iddiası tümüyle gerçek dışıdır" denildi. Oda haberimizdeki iddiaları ise "gerçek dışı ve maksatlı" olarak değerlendirdi. Prof. Dr. B. G. 'da gönderdiği düzeltme yazısında haberin 'yanlı bilgilere' dayandığını ve gerçek dışı olduğunu ileri sürdü. Haberimizi hazırlarken görüşlerini aldığımız köylüler G... 'un söylediklerinin aksi yöndeki iddialarında ısrarcı. Bunun yanı sıra haberimiz, Kaz Dağları'ndaki köylerde bu çalışmayı yapan ve bizzat Prof. Dr. G... 'un yazman olarak görev yaptığı SÜRKAL Başkanı Rahmi Demir tarafından doğrulandı.
?KÖYLERE MADEN YETKİLİLERİYLE GİTTİK'
SÜRKAL Derneği Başkanı Rahmi Demir köyde kırsal kalkınma ile ilgili bilgi vermek üzere kendilerini madencilerin çağırdığını belirterek, "Bizden bu çalışmayı yapmamızı madenciler istedi. 'Biz o yörede maden faaliyeti yapıyoruz. Köyde bu tür bir çalışma yapabilir misiniz?' dediler. Biz de bunun üzerine Çarşamba günü bölgeye gittik. İlçe tarım müdürü ve Kaymakamla da görüştükten sonra köylere geçtik. Yol konaklama vs, bütün masraflar madenciler tarafından karşılandı. Kendilerine yaptığımız çalışmalarla ilgili ilerde bir rapor vereceğiz" dedi. Kendisinin de bu ekibin içinde olduğunu belirten Demir, Prof. Dr. G... un "Madencilerle tesadüfen orada karşılaştık" sözlerindeki çelişkiyi ise "Biz önceden gitmiştik, kendisi cumartesi geldi. O yüzden bilgisi olmayabilir. Zaten oda ya da akademisyen kimliği ile değildi, SÜRKAL yönetim kurulu üyesi kimliği ile ordaydı" diye açıkladı. Demir, Muratlar köyünün ardından gittikleri Hacıbekirler ve Halilağa köylerine de madencilerle birlikte gittiklerini söyledi. Her iki köyün de altın madeni firmalarının çalışma yaptıkları köyler olması dikkat çekici.
MUHTAR VE AZA: HOCAYI MADENCİLER GETİRDİ
Haberin ardından görüştüğümüz Köy Muhtarı M.Y. ve köy azası S.E. de haberdeki iddiaları doğruladı. Hocayı ve yanındaki ekibi madencilerin getirdiğini söyleyen Y..., "Köye nasıl faydalı projeler yapılabileceği, nasıl katlanma olacağı konusunda bilgi vermek için madenciler getirdi bunları. Köylülere 'Önemli bir hoca gelecek, bir daha bu fırsatı bulamazsınız' dediler" diye konuştu. Köy azası S.E. de madencilerin uzun zamandır bu hocalardan randevu almaya çalıştığım bildiğini söyledi. Kendilerine, madencilerin "Bu kişiler köyün tarım ve hayvancılığının daha da gelişmesi ile ilgili bilgiler vermeye gelecek" dediğini aktaran E..., "Hocaların geliş tarihi belli olunca muhtarı aramış maden yetkilileri. Köylünün o gün toplantıya gelmesi için. Üç dört gün önceden hocaların geleceği ile ilgili duyurular yapıldı köyde " dedi.
MADENİN ZARARLARI ÜZERİNE TOPLANILMIŞTI
Ayrıca köylüler, birçok bilim insanının köylere gelip madenin zararları konusunda bilgi verdiklerini, buna karşılık madenci şirketin de 'Bu konuda farklı düşünen hocalar da var. Onlar da bizi destekliyor' diye köylülerin kafalarım karıştırmaya çalıştıklarını söylüyor.
Geçtiğimiz günler de bir grup bilim insanı Çanakkale'nin köylerini gezerek Kaz Dağları'nda yapılan altın madenciliğinin zararları hakkında köylülere bilgi vermiş, bu toplantılara köylülerin ilgisi de yoğun olmuştu.
'DERHAL İSTİFA ETMELİ'
Haberimizin ardından ZMO Genel Merkezi ile görüştüğünü ve tepkilerini oraya da aktardığın belirten ZMO Çanakkale Şubesi Başkam H.N., "G... 'un oda yönetiminden derhal istifa etmesi ile ilgili sözlerimin arkasındayım " diye konuştu."
11. Haberde adı geçen B.G., öğretim görevlisi ve aynı zamanda TÜRMOB ve ZMO yönetim kurulu üyesidir. Söz konusu yazıda, Çanakkale ili Bayramiç ilçesinin Muratlı Köyü'nde yapılan altın madeni araştırma çalışmaları sırasında madenciler ile köylüler arasında yaşanan olaylar, çevre sorunları kapsamında haber konusu yapılmıştır. Haber içeriğinde Muratlı Köyü sakinlerinin olaylara ilişkin anlatımları, iddia biçiminde yansıtılmaktadır. Madenci yetkililer ve B.G.nin açıklamaları sıralı olarak verilmekte, başka bir açıdan da altın madeni araştırma ve çıkarma işlemlerindeki çevreye verilen zarara vurgu yapılmaktadır.
12. Söz konusu haberde adı geçen B.G., gazeteye Ankara 30. Noterliği aracılığıyla tekzip metni göndermiş, tekzibin yasaya uygun biçimde yayımlanmaması üzerine Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak tekzip talebinde bulunmuştur.
13. Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi 8/5/2013 tarihli ve 2013/605 Değişik iş sayılı kararında "cevap ve düzeltme metninin Evrensel gazetesinin aynı sayfa ve sütunlarında, aynı puntolarla, hiçbir düzeltme, ekleme yapılmaksızın, yorum katılmaksızın ve anlam bütünlüğü bozulmaksızın yayınlanmasına" hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:
"Yapılan haberler kapsamında, tekzip talebinde bulunan Prof. Dr. B. G. 'un madencilerle işbirliği içerisinde olduğu ve 'yevmiyeci hoca' olarak nitelendirildiği, bu tür iddialarla 5187 sayılı Basın Kanununda ve Anayasamızda yer alan basın özgürlüğü ve eleştiri sınırlarının ötesine geçildiği bu suretle başvuranın kişilik haklarının ihlal edildiği sonuç ve kanaatine varılmış olmakla, ayrıca başvuruda bulunan tarafından ilgili gazeteye gönderilen düzeltme metninin de gerektiği gibi yayınlanmayarak sadece haber içerisine katılıp atıfta bulunulmak suretiyle kısa açıklama ve yorumlarla verildiği anlaşılmış olmakla, tekzip talebinde bulunanın talebinin kabulüne karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmış ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur."
14. Anılan karara yapılan itiraz, Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesinin 20/6/2013 tarihli ve 2013/299 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir, İtirazın reddi kararı başvurucuya 5/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14. maddesi şöyledir;
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya /asilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevapta, buna neden olan eser belirtilir. Düzeltme ve cevap, ilgili yazıdan uzun olamaz. Düzeltme ve cevaba neden olan eserin yirmi satırdan az yazı veya resim veya karikatür olması hallerinde düzeltme ve cevap otuz satırı geçemez.
Süreli yayının birden fazla yerde basılması halinde, düzeltme ve cevap yazısı, düzeltme ve cevap hakkının kullanılmasına sebebiyet veren eserin yayımlandığı bütün baskılarda yayımlanır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hakiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir."
17. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"(2) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunlarda yer alan acele itirazlar hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun itiraza ilişkin hükümleri uygulanır."
18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 268. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:
"(1) Hakim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hallerde 35 inci Maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkam veya hakim onaylar. 263 üncü Madde hükmü saklıdır.
(2) Kararına itiraz edilen hakim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.
(3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:
a) Sulh ceza hakiminin kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları asliye ceza mahkemesi hakimine aittir.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 17/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu; gazetede yayımlanan haberde hakaret ve benzeri suç unsuru veya kişilik haklarına saldırı olmadığını, haberin gerçek, güncel ve yayımlanmasının kamu yararına olduğunu, basın ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, biçim ve konu arasındaki fikri bağ itibarıyla kullanılan dilin küçük düşürücü olmadığını, haberlerin kişilerin lehine olabileceği gibi aleyhlerine de olabileceğini, yargılamada savunmalarının dikkate alınmadığını, gerekçesiz ve "göstermelik" kararlarla kanuni haklarını kullanmasının engellendiğini, bu şekilde hukuka aykırı olarak tekzip yazısını yayımlamak zorunda bırakıldığını belirterek Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde düzenlenen ifade ve basın özgürlüklerinin ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespit edilmesi ile manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
21. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun basın özgürlüğüne müdahale edildiğine dair şikayetlerinin, başvurucunun gazeteci olarak basın ve haber verme özgürlüğü yanında görev ve sorumluluklarına uygun davranma yükümlülüğü ile hakkında haber yapılan kişilerin özel hayatının korunması arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
22. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesindeki iddiaları tekrar etmiştir. Başvurucu ayrıca aynı olayla ilgili hakkında açılan soruşturma ve hukuk dava dosyalarının lehine sonuçlandığını bildirmiştir.
23. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
24. Anayasa'nın 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir."
25. Anayasa'nın 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Basın hürdür, sansür edilemez...
Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.
Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.
26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
27. Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında yapılan şikayetlerde ifade ve basın özgürlüklerine yönelik müdahalelerin varlığı halinde derece mahkemelerinin kararlarının müdahaleyi haklı kılacak "konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler" içerip içermediğinin ve "sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının" demokratik toplum düzeninin gerekleri açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple başvurucunun, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinin yeterli olmadığı ve tekzip talebinin kabulüne ilişkin kararının hangi temele dayandığının gösterilmediği yönündeki şikayetlerinin bir bütün olarak ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmesi gerekir.
28. Başvuruya konu tekzip kararı nedeniyle bir gazetenin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapan başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine müdahale edildiği hususu kabul edilebilirlikten uzak değildir. Bu sebeple mevcut tekzip kararında başvurucunun, Anayasa'nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün korunmasını isteme hakkı ile hakkında haber yayımlanan kişi/kişilerin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarın korunmasını isteme hakkı arasında bir denge kurulması gerekmektedir.
29. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen "manevi varlık kapsamında yer almaktadır. Devletin, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek şeklinde negatif yükümlülüğü ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Bu kapsamda 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen cevap ve düzeltme hakkı, devletin pozitif yükümlülüğünü karşılarken ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü sınırlayan haklardan biridir.
30. Şeref ve itibarı etkileyen sözlü saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan yayınlara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının, kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına zarar verecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (Kadir Sağdıç (GK), B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 36-39; İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 42-45).
31. Öte yandan ifade özgürlüğü ile onu tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası ve 28. maddesinin dördüncü fıkrası saklı tutulmak üzere, ifade ve basın özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu yinelenmelidir. İfade özgürlüğü, yolduğu halinde "demokratik bir toplum"dan söz edilemeyen çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir ve bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (Kadir Sağdıç, § 48; İlhan Cihaner, § 55).
32. Anayasa Mahkemesi veya derece mahkemeleri; gazetecilik mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini, gazetecilerin haber verme tekniğini ve hangi haber ve yorumların yayımlanıp yayımlanmayacağını kural olarak belirleyemezler. Zira bir düşüncenin en iyi hangi üslup ve biçimle aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getirenler karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de koruduğu hatırda tutulmalıdır (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66).
33. Anayasa'nın 32. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir."
34. Cevap ve düzeltme hakkı; bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap verme ve düzeltmeyi isteme hakkıdır. Bu hak ile kişi; saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara karşı kendini korumaktadır. Bu yönüyle cevap ve düzeltme hakkını kullanmak basın organının ifade özgürlüğüne müdahale teşkil eder. Zira ilke olarak basın, istediğini yayımlamak ya da yayımlamamak konusunda serbesttir. Fakat basının, cevap metni karşısında serbestliği bulunmamaktadır. Cevap metnini yayımlaması gerekmektedir. Bu itibarla başkalarının şeref ve itibarının korunması kapsamında cevap ve düzeltme hakkının geniş gerekçelerle kullanılmasını sağlamanın veya bu hakkın etki alanını genişletmenin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabileceği dikkate alınmalıdır (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik (GK),B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 44, 52).
35. Öte yandan cevap ve düzeltme hakkı ile kişiler ücretsiz olarak kendileri hakkında yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılmaktadır. Bu hakkın, haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır (Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). O halde cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda bireyin ifade özgürlüğünün bir aracıdır. Bunun kullanılmasının sağlanması, devletin ifade özgüllüğü kapsamında pozitif edim yükümlülüğü olarak kabul edilmelidir (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 54).
36. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa'nın 28. maddesinin dördüncü fıkrası da dikkate alınarak Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlama sebepleri gözönünde bulundurulmalıdır. Ancak ifade ve basın özgürlüklerine yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçütler gözönüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerekmektedir (Bekir Coşkun (GK), B. No: 2014/12151,4/6/2015, §§ 37, 38).
37. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alman kişisel itibarının korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa'nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa'nın 26, maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulması gerekmektedir. Söz konusu dengelemeyi yaparken cevap ve düzeltme hakkının, belli şartlar dahilinde bireyin de ifade özgürlüğünü koruma fonksiyonunun bulunduğu gözönünde bulundurulmalıdır. O halde cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına ilişkin davalarda bireyin ifade özgürlüğü ile basın araçlarının ifade özgürlüğü arasında da adil bir denge sağlanmalıdır. Aksi takdirde bireyin ifade özgürlüğünün korumasız kalma tehlikesi vardır (Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik, § 57).
38. Somut olayda başvurucunun, sorumlu yazı işleri müdürü olduğu gazetede yayımlanan haberlerin başkasının kişilik haklarına yönelik ihlal oluşturduğu kabul edilerek cevap ve düzeltme metni yayımlanmasına karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile gerçekleşen başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin, 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi gereğince kanuni dayanağının bulunduğu ve "başkalarının şöhret veya haklarının" korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olarak meşru bir amaç taşıdığında şüphe bulunmamaktadır.
39. Somut olayda tekzip konusu edilen haberde, Kaz Dağlarında yapılan altın madeni arama işlemleri ile ilgili olarak ziraat mühendisi ve akademisyen olan B.G.nin madencilerin yanında yer alması eleştirmekte, maden arama çalışmalarında çevreye verilen zarara vurgu yapılmaktadır. Habere konu edilen B.G.nin cevap ve düzeltme metninin gazetede yayımlanması ile tartışma konusu olayların basında tekrar yer almasına ve halkın olaylarla ilgili olarak daha fazla kaynaktan bilgi edinmesine imkan sağladığı gözden uzak tutulmamalıdır. Ayrıca cevap ve düzeltme metninin, olayların basında yer alan içeriğinde değişiklik yapmadığı aksine basın ve yayın organlarının tekzibe konu haberini bir kez daha kamuoyuna duyurma fırsatını sağladığı, böylece haberin asıl yayımlanma amacı olan çevre duyarlılığının kamunun gündeminde kalmasına yardımcı olduğu dikkate alınmalıdır.
40. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi kararlarında ortaya konulan kriterler (İlhan Cihaner, §§ 66-73; Kadir Sağdıç, §§ 5$-66\Nihat Özdemir, 2013/1997, 8/4/2015, §§ 54-61; Ali Suat Ertosun, §§ 44-52) esas alınarak kamusal tartışmaya sağladığı katkı, toplum menfaati, kişilerin şeref ve itibarının korunma düzeyi ve basın organının ifade özgürlüğü arasındaki menfaatler dengesinin, yerel Mahkeme kararında dikkate alınarak değerlendirme yapılması ve tekzip talebi kabul edilerek cevap ve düzeltme yayımlanmasına karar verilmesinde açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin takdirine müdahale etmesi söz konusu olmayacaktır.
41. Açıklanan nedenlerle yukarıdaki değerlendirmelerin tamamı ve yargı mercilerinin farklı çıkarları dengelerken sahip oldukları takdir payları da dikkate alındığında Derece Mahkemelerince tarafların haklarının değerlendirilmesinde açık bir dengesizlik saptanmadığı ve bu kapsamda bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartlan yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. İfade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 17.02.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
TÜRKİYE İŞ ADAMLARI VE SANAYİCİLER KONFEDERASYONU BAŞVURUSU
Başvuru Numarası: 2014/8691
Karar Tarihi: 6/10/2015
Başkan: Burhan ÜSTÜN
Üyeler: Serruh KALELİ
Hicabi DURSUN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Raportör: Yunus HEPER
Başvurucu: Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu
Temsilcisi: Rızanur MERAL
Vekili: Av. Nagehan BARDAKÇI
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, ulusal düzeyde yayın yapan Sabah gazetesinde (Gazete) çıkan bir yazıya (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 29/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON); Türkiye'de birçok iş adamı derneği, çok sayıda ülkede faaliyet gösteren federasyon ve bunlara bağlı derneklerden oluşan 2005 yılında kurulmuş bir konfederasyondur.
6. 16/1/2014 tarihinde Sabah gazetesinde "Gülen Örgütünün 8 Kollu Ahtapotu" başlığıyla bir haber yayımlanmıştır. Haberin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:
"Emniyet ve yargının başlattığı 'dostmodern darbe' Pensilvanya'nın kollarının nereye kadar uzandığını ortaya çıkardı. Açığı bulman işadamlarını yargıyla tehdit eden, soruşturma dosyalarını kapatan, sponsorluğa zorlayan, yakın şirketlere kolay finansman sağlayan organizasyon, kendini deşifre etmeye de başladı...
Cemaate yakın işadamları 1993'te İş Hayatı Dayanışma Derneği ile Hür Sanayici ve İşadamları Derneği şemsiyesi altında örgütlendi. Bu dernekler daha sonra kısa adı TUSKON olan Türkiye Sanayicileri Konfederasyonu kurdu. TUSKON şu anda yedi üye federasyon, 211 üye işadamı derneği ve Türkiye'nin her yerinden 55 bin girişimciyi temsil ediyor. Bu isimler dışında Koç Grubu, Ali Sabancı, Turgay Ciner, Mehmet Nazif Günal gibi isimlerin de Cemaat ile bağlantıları olduğu dinlemeye takıldı."
I. Başvurucu, yayımlanan haberde TUSKON hakkında kullanılan ifadelerin, haysiyet ve şerefe saldırı niteliğinde olduğu ve gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle 29/1/2014 tarihinde noter vasıtasıyla anılan Gazeteye cevap ve düzeltme metni göndermiştir. Başvurucu, anılan cevap ve düzeltme metninin süresi içerisinde yayımlanmaması üzerine, 14/2/2014 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul 28. Sulh Ceza Mahkemesince 17/2/2014 tarihinde cevap ve düzeltme metni yayımlanması talebinin reddine karar verilmiştir. Mahkemenin kararı şöyledir:
"Fettullah GÜLEN cemaatine ilişkin haber yorum yayınlandığı bu kapsamda da Fettullah GÜLEN cemaatinin iş dünyasındaki temsilcisinin de kısa adı TUSKON olan Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu olduğunun belirtilerek bu konuda haber yorum yapıldığı, doğrudan istekçi Konfederasyona yönelik suçlayıcı, küçük düşürücü ve iftira içeren ifadelerin yer almadığı, bu haliyle verilen haberde 5187 sayılı Yasanın 3 ve 14. Maddelerine aykırılık olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü sınırların(ın) da aşılmadığı... "
8. Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 27/3/2014 tarihli kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 29/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
9. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 29/5/2014 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
10. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı 14. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları ile "Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" kenar başlıklı 18. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
II. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 29/5/2014 tarihli ve 2014/8691 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiası
12. Başvurucu; gerçek dışı, iftira, hakaret içeren köşe yazısından dolayı tekzip yayımlatma talebinin reddedildiğini, itibarının sarsıldığını belirterek Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
13. Başvurucunun ihlal iddialarının özü, söz konusu gazete haberinin şeref ve itibarına müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple şikâyetlerin bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
14. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvurucunun itibarı ile gazetenin ifade özgürlüğü arasında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu, başvuru dilekçesindeki görüşlerini tekrar etmiştir.
15. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik (GK), B. No: 2013/6237, 3/7/2015, §§ 35-57) ortaya konulmuştur.
16. Cevap ve düzeltme hakkı, bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap verme ve düzeltme isteme hakkıdır. Bu hak ile kişi, yayın organlarının kendisinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına verdiği zararlara karşı aynı yayın organını kullanarak kendini korumaktadır (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, §§ 43, 44).
17. Hukuk sistemimizde cevap ve düzeltme hakkının, başvurudaki gibi 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesindeki usule uyarak sulh ceza hâkimliklerine başvurmak suretiyle veya hukuk mahkemelerinde açılacak nizalı dava yolu ile kullanılabilmesi mümkündür.
18. 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir çekişmesiz yargılama faaliyeti olup sulh ceza hâkimi, talep sahibinin sunduğu evrak üzerinden inceleme yapmakta dolayısıyla ilgili yayın organı ve sorumlular yapılan başvurudan haberdar olmamaktadırlar. Dahası aleyhlerine cevap ve düzeltme talep eden ilgililer, duruşma açılmayacağı için çekişmeli davalarda olduğu gibi duruşmada hazır bulunamamakta; kendilerini savunamamakta, hâkimin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamamakta ve bunlar hakkında yorum yapamamaktadırlar (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 50).
19. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, başka bir deyişle yargılamada karşı taraf bulunmadığı için karardan etkilenecek basın organının temsilcileri ile sorumlu kişiler silahların eşitliği ilkesinden faydalanamamakta, davacının iddiaları karşısında deliller de dâhil olmak üzere savunmalarını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olamamaktadırlar. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yolu ile kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da bir kesin hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, §§ 50, 51).
20. Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasının yollarından biri olan ve somut başvuruda kullanılmış bulunan 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen sulh ceza hâkimliklerindeki çekişmesiz yargı yolu, karardan etkilenecek olanların yargılanma hukukuna dair usule ilişkin güvencelerinin kullandırılamadığı dolayısıyla çatışan haklar arasında dengelemenin yapılmasının zorlaştığı bir yargı yoludur.
21. Tekzip kararı, bir basın açıklamasının gerçek dışı olduğunu açıklama ve maddi gerçeği kamuya bildirme işlevine sahiptir. Çekişmesiz bir dava sonucunda bu kararı verebilmek ancak hukuka aykırılığın ve gerçek dişiliğin çok belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hâllerde mümkündür. Bu sebeple bireyin şeref ve itibarının korunması için hukuk düzenindeki diğer yollara göre (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 42) oldukça dar bir alanda etkili bir yol olduğu kabul edilmelidir (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 61).
22. Başvurucu, itibarına gerçek dışı basın açıklaması ile hukuka aykırı olarak yapılan müdahalenin 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi uyarınca çekişmeli bir yargılama yapılmadan, gecikmeksizin ve süratle bertaraf edilmesi ihtiyacını ortaya koyabilmiş değildir. Somut başvuruya konu olan ihlal iddiasında, diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır.
23. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Serruh KALELİ'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OYBİRLİĞİYLE
6/10/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
Başvurucu ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede çıkan habere karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle Anayasa'nın 36 ve 38. maddelerinde tanınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkememiz, başvurucu hakkında 15.09.2015 tarihli toplantıda verilen bir diğer 2013/5686 sayılı başvuru dosyasında olduğu gibi kısaca başvuruyu Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmiş, cevap ve düzeltme hakkı kullanılması yollarından biri olan Basın Kanunu'nun 14. maddesinde öngörülen yolun çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, çatışan haklar arasında bir dengelemenin zor olduğu, hukuka aykırılık çok belirgin olmadıkça ve zararın telafisi zaruri olmadıkça daha etkin başarı şansı sunan başvuru yolları var olup bunlar kullanılmadan gelinen şikayeti, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
Anılan dosyada başvurucunun şeref ve itibarına yapılan müdahale ve bunun önlenmesi, korunması hakkı yönünden Anayasa'nın 17. maddesi esas alınabilecek ise de, bu korumanın Anayasa'nın 32. maddesinde yer alan düzeltme ve cevap hakkı içinde var olan bir sonuç olduğu aslen Anayasa'nın 32. maddesinde yer alan başvurucuya kullandırılmamış cevap ve düzeltme hakkı bağlamında bir değerlendirme yapmanın daha doğru olacağı düşünülmüştür.
Nitekim Mahkememiz Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında bir değerlendirme yaptığını söylemekle birlikte özel ve aile hayatına, konuta, haberleşmeye saygı ya da bireyin kişisel şeref ve itibarının yer aldığı manevi varlığı koruyan Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında tek bir açıklamaya kararında yer vermemiş, kararın bütününde sadece cevap ve düzeltme hakkını nitelendirerek bu yönde değerlendirmeler yapmıştır.
Ancak, bkn.Menyahuck/Ukrayna.B.N.28743/03, Vıtrenko ve Diğerleri/Ukrayna. 23520/02, Koperzynsk/Polonya B.N. 43206/7 sayılı kararlarında, AİHM başvurucunun fikirlerinin aynı şekilde yayınlanarak hakkındaki iddialara cevap verme ve kamusal tartışmaya katılma bağlamında değerlendirmelerle ilgili konuyu Sözleşmenin 10. maddesi kapsamında görmektedir. Cevap yayınlamak zorunda kalınan yayın organlarının başvurularında ise, müdahalenin meşruiyeti bağlamında sınırlama nedeninin başkalarının şeref ve itibarını koruma olduğu ve bu kez 8. madde kapsamına girdiğini değerlendirmektedirler. Somut olayda da, hakaret içeren köşe yazılarını tekzip talebinin reddedilmesi ve itibarının bu nedenle sarsılması ihlal konusu edilmiştir.
Anılan nedenler ile başvurucunun ve şikayetinin konusu yönünden Anayasa'nın 32. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmesine ilişkin Mahkememizin Anayasallık tavsifine katılınmamıştır.
Bu açıklamanın dışında aynı konularda 2013/6237 ve 2013/5686 sayılı Bireysel Başvuru dosyalarında Mahkememiz üyelerine ait bir çok karşı oy değerlendirmelerinde yer alan ifadeler yeterli açıklıkta ve düzeydedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin benzer konularda incelemeleri kabul edilebilir bulup esastan yaptığı ve gerekirse Açıkça Dayanaktan Yoksunluk kararları da verdiği gözetildiğinde diğer karşı oy dosyalarında yer alan gerekçelerle Anayasa'nın 32. maddesinde yer alan düzeltme ve cevap hakkının esasının incelenmesine olanak tanımayan, amaçları yönünden tükettikleri etkili başvuru yolu olmasına karşın, başvuru yolunun tüketilmediği savıyla verilen Kabul Edilemezlik karar sonucuna katılınmamıştır.
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI:
Başvuru Numarası: 2013/5686
Karar Tarihi: 6/10/2015
KONU VE KAPSAM:
Başvurucu, sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işlediği izlenimini uyandıran ve hakaret içeren habere karşı cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması nedeniyle Anayasa'nın 10., 12., 17., 28., 32. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Değerlendirme
Başvurucunun ihlal iddialarının özü, söz konusu gazete haberinin şeref ve itibarına müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple şikâyetlerin bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
Başvuru, ulusal düzeyde yayın yapan Bugün gazetesinde (Gazete) çıkan habere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
KARAR METNİ:
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 23/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen olaylar özetle şöyledir:
5. Gazetenin 28/5/2013 tarihli nüshasında "Milyonlarca lira ödediği tablolar sahte çıktı" başlıklı başvurucunun da adı geçen bir haber yer almıştır. Söz konusu haberin başvurucu ile ilgili kısım şöyledir:
"İlginç bir olay da Gündeş'in koleksiyonuna kattığı Hoca Ali Rıza'ya ait resimde yaşandı. Resim Gündeş'e satılmadan önce, antika piyasasının en önemli merkezi Çukurcuma'da bir antikacıdaydı. Bu antikacı Gündeş'in İstanbul manzaralı resimler topladığını öğrenince, resmi sanatçıya göstermek istedi. Bunun için de eksper Bayram Karşit'e giderek orijinal raporu almak istedi. Ancak Karşit, resmi görür görmez, ?Bu resim sahte. O yüzden orijinal raporu vermedik' dedi.
Bu olaydan kısa bir süre sonra aynı resim, değerinin çok altında bir fiyata eski uyuşturucu kaçakçısı, ?Kör Hamit' lakaplı Siirtli Hamit Karataş ve bir ortağı tarafından satın alındı. Bayram Karşit bu defa resme ?orijinal' raporu vererek, resmin Ebru Gündeş'e 220 bin liraya satılmasını sağladı. Konuyla ilgili görüştüğümüz eksper Bayram Karşit, resimlerle ilgili vermiş olduğu raporların arkasında olduğunu belirtti. Karşit, resimlerde hiçbir problem olmadığını, bu dedikoduları kendisini çekemeyenlerin çıkardığını belirtti."
6. Başvurucu, cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesine tekzip metninin yayımlatılması talebinde bulunmuştur. Mahkeme, başvurucunun talebini kabul etmiştir. Karara yapılan itiraz, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 5/7/2013 tarihli kararı ile kabul edilmiştir. Başvurucu kararı 8/7/2013 tarihinde tebellüğ etmiştir.
7. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 23/7/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
8. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı 14. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları ile "Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" kenar başlıklı 18. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
9. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 23/7/2013 tarihli ve 2013/5686 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiası
10. Başvurucu, sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarını işlediği izlenimini uyandıran ve hakaret içeren habere karşı cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması nedeniyle Anayasa'nın 10., 12., 17., 28., 32. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
11. Başvurucunun ihlal iddialarının özü, söz konusu gazete haberinin şeref ve itibarına müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple şikâyetlerin bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
12. Başvuru konusu olaya benzer olaylarda uygulanacak ilkeler ilk olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik (GK), B. No: 2013/6237, 3/7/2015, §§ 35, 57) ortaya konulmuştur.
13. Cevap ve düzeltme hakkı, bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap verme ve düzeltme isteme hakkıdır. Bu hak ile kişi, yayın organlarının kendisinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına verdiği zararlara karşı aynı yayın organını kullanarak kendini korumaktadır (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, §§ 43,44).
14. Hukuk sistemimizde cevap ve düzeltme hakkının, başvurudaki gibi 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesindeki usule uyarak sulh ceza hâkimliklerine başvurmak suretiyle veya hukuk mahkemelerinde açılacak çekişmeli dava yolu ile kullanılabilmesi mümkündür.
15. 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir çekişmesiz yargılama faaliyeti olup sulh ceza hâkimi, talep sahibinin sunduğu evrak üzerinden inceleme yapmakta dolayısıyla ilgili yayın organı ve sorumlular yapılan başvurudan haberdar olmamaktadırlar. Dahası aleyhlerine cevap ve düzeltme talep eden ilgililer, duruşma açılmayacağı için çekişmeli davalar gibi duruşmada hazır bulunamamakta; kendilerini savunamamakta, hâkimin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamamakta ve bunlar hakkında yorum yapamamaktadırlar (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 50).
16. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, başka bir deyişle yargılamada karşı taraf bulunmadığı için karardan etkilenecek olan basın organının temsilcileri ile sorumlu kişiler, silahların eşitliği ilkesinden faydalanamamakta; davacının iddiaları karşısında deliller de dâhil olmak üzere savunmalarını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olamamaktadırlar. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yolu ile kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da bir kesin hüküm teşkil etmemektedir (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § § 50, 51).
17. Cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasının yollarından biri olan ve somut başvuruda kullanılmış bulunan 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesinde düzenlenen sulh ceza hâkimliklerindeki çekişmesiz yargı yolu, karardan etkilenecek olanların yargılanma hukukuna dair usule ilişkin güvencelerinin kullandırılmaması nedeniyle çatışan haklar arasında dengelemenin yapılmasının zorlaştığı bir yargı yoludur.
18. Tekzip kararı, bir basın açıklamasının gerçek dışı olduğunu açıklama ve maddi gerçeği kamuya bildirme işlevine sahiptir. Çekişmesiz bir dava sonucunda bu kararı verebilmek ancak hukuka aykırılığın ve gerçek dişiliğin çok belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hâllerde mümkündür. Bu sebeple bireyin şeref ve itibarının korunması için hukuk düzenindeki diğer yollara göre (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 42) oldukça dar bir alanda etkili bir yol olduğu kabul edilmelidir (Ahmet Çinko ve Erkan Çelik, § 61).
19. Başvurucu, gerçek dışı basın açıklaması ile hukuka aykırı olarak itibarına yapılan müdahalenin 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi uyarınca çekişmeli bir yargılama yapılmadan gecikmeksizin ve süratle bertaraf edilmesi ihtiyacını ortaya koyabilmiş değildir. Somut başvuruya konu olan ihlal iddiasında diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır.
20. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez. Açıklanan nedenlerle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Serruh KALELİ'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına OYBİRLİĞİYLE 6/10/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY
Başvuru ulusal düzeyde yayın yapan bir gazetede çıkan habere karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle, itibarın korunması hakkının ihlali iddiası hakkındadır.
Mahkememiz, iddiayı Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında değerlendirilmiştir.
Başvurucu hakkında gazetede yer alan haber içeriğinde "...e ait bir resim değerinden çok düşük bir fiyata uyuşturucu kaçakçısı, Kör Hamit lakaplı Siirt'li Hamit KARATAŞ(başvurucu) tarafından satın alındı sonra, başka bir experin "orjinal" raporu ile yüksek fiyata satılması sağlandı." denilmiş ve gazeteyi kaynak gösteren onlarca internet haber sitesi ve başkaca gazetelerin internet sitelerinde yayınlanmıştır.
Başvurucu tarafından yalan haber nitelendirmesi ile Basın Kanunu 14. maddesi gereği gönderilen Tekzip ihtarı gazetede yayımlanmamış, bunun üzerine başlatılan yasal süreç ile İstanbul 33. Sulh Ceza Mahkemesi haberin Anayasanın 28. maddesi güvencesine sahip olmadığı değerlendirmesi ile tekzip metninin ilgili gazetede yayınlanması kararı vermiş ise de, bu karara yapılan itiraz üzerine İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, yapılan habere ilişkin görüş ve kanaatlerin yanlış çıkması halinde dahi hak ihlal etme kastı bulunmayan gazetenin bundan sorumlu tutulamayacağı görüşü ile kararın kaldırılmasına karar vermiştir.
Mahkememiz ise, şeref ve itibara yönelinerek yapılmış gazete haberi şeklindeki müdahale karşısında öncelikle (13. paragraf ile) aleyhine yayın yapılanın şeref ve itibarına verilen zararlara karşı aynı yayın organını kullanarak kendini koruma hakkının varlığını tespit etmektedir.
Bilahare bu hakkın kullanımına imkan tanıyan 5187 sayılı yasanın 14. maddesinde düzenlenen Sulh Ceza Hakimliklerindeki çekişmesiz yargı yolunun yargılanma hukukuna ilişkin usulü güvencelerin kullandırılmadığı ve dolayısıyle çatışan haklar arasında dengeleme yapmanın zorlaştığı bir yol olduğunu kabul etmekte ve gerçek dişiliğin çok belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesi gibi oldukça dar bir alan dışında bu yolun ETKİLİ BİR YOL OLMADIĞIDA KABUL edilmektedir.
Neticesinde ise, haberde yer alan "uyuşturucu kaçakçısı" gibi şahsa ve şahsın kamuoyu nezdindeki itibarına yöneltilmiş değer yargısı ifadeleri hiç dikkate alınmamış, ifade de adeta gerçeğe uygunluk varmış bu nedenle de başvurucunun tekzip metninin yayınlanmasına imkan veren, istisnai halden süratle giderimede ihtiyaç bulunmadığı sonucu istihsal olmuş ve bu halde ise ihlalin giderimi için daha yüksek başarı şansı olan hukuk yollarının kullanılmaması halini, başvurunun kabul edilmezliğine gerekçe göstermiştir.
Sulh Ceza Hakimliklerinde tekzip kararı almak için kullanılan hukuk yolunun çekişmesiz bir yargı yolu olması ve bunun ise çatışan haklar arasında dengeleme yapma zorunluğu yarattığını kabul eden bu tespit karşısında, tekzip kararının reddine ilişkin bütün mahkeme kararları, adeta hakkında ihlal iddiası yapılamayacak meşru bir zemine doğru taşınmış olmaktadır.
Cevap ve düzeltme hakkı ifade ve basın özgürlüğünü sınırlayan haklardandır.
Basının haber alma hürriyeti kapsamında yer alan yayımlama hakkı konusundaki serbestliği, tekzip hakkı karşısında zorunlu demokratik ve Anayasal bir sorumluluktur.
Başkalarının şöhret ve itibarlarının korunması Anayasa'nın basın yönünden de kabul ettiği düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması kapsamı içinde kalmaktadır. Basın kendisi için kullandığı ifade özgürlüğünü, sebep olduğu, tartışma yarattığı bir ortamda somut olayda olduğu gibi bireye tanımamıştır. Basın yönünden yazının yayımı anından itibaren amaca ulaşmada kendisine tanınan müdahale önceliği ve üstünlüğüne karşın bireyin cevap hakkının kullanımındaki hukuki zorluklar ve bunu devlet eliyle sağlamaya çalışmak yolundaki engeller görece etkinliği nedeniyle zarar potansiyelini de artırmakta, karşısında cevap ve tartışmaya katılma, haberi niteleme yetilerinden yoksun bırakılan bireye yapılmış bu müdahale orantısız ve keyfi bir vasfa bürünmektedir.
Mahkememiz, kararlarında Tekzip hakkını kullanma alanının oldukça dar olduğunu tespit ettiğine göre bu yolun temel bir hakkın (Tekzip) kullanılmasında etkili bir denetim yolu olmadığı kolayca söylenebilmelidir.
Yayımlanan haber ve içeriğine karşın Basın Kanunu'nun 14. maddesi 5. fıkrasında yer alan itiraz incelemesinin 3 gün içinde incelenmesi gerekliliği, haberin güncelliğinin yitirilmeden cevaplandırılması ve bireyin tartışmaya katılmasını teminine yönelik bir yaklaşım olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir.
Hal böyle iken somut davada bile 25.6.2013'de yapılan bir itiraza 5.7.2013 tarihinde (12 gün) sonra karar verilmekle ayrı bir hukuka aykırılık oluşmuş, başvurucunun kullandığı yolu ayrıca etkisiz hale getirmiştir. Düzeltme cevap hakkının diğer tavsiye edilen başvuru yollarından görece etkisi sınırlı olsa da, Anayasamızda özel olarak düzenlendiği ve süresinde suistimal edilmeden kullandırılmasında demokratik bir topluma ve bireyine yapacağı katkıda gözetildiğinde açıkça dayanaktan olmayan ve Anayasa'nın 32. maddesi yerine, 17. maddesi kapsamında görüp tekzip hakkı kararının esasına ilişkin değerlendirme yapılmasına imkan tanımayan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
ANAYASA MAHKEMESİ GENEL KURUL KARARI
Başvuru Numarası: 2013/6237
Karar Tarihi: 2/7/2015
KONU VE KAPSAM:
1. Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Radikal gazetesinde (gazete) çıkan haberlere (basın açıklamalarına) karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
KARAR METNİ:
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula şevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
5. Başvuru formu ve eklerinde belirtilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvuruculardan Ahmet Oğuz Çinko elektrik teknisyeni, Erkan Çelik ise mimar olarak Kültür ve Turizm Bakanlığında (Bakanlık) çalışmaktadırlar. Gazetenin 14/5/2013 tarihli nüshasının 6 ve 7. sayfalarında "Yapılmayan İşe I Milyon 200 Bin Lira" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Söz konusu haberde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce yapılan ihalede yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmamasına rağmen usulsüz olarak 1.200.000 TL tutarında hak ediş ödemesi yapıldığı iddia edilmiştir. Habere göre Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü, teknik personelden şirkete ödeme yapılması için hak ediş düzenlemelerini istemiş ancak personel bu talebi kabul etmemiş, bunun üzerine Bakanlıkça görevlendirilen başvurucular Antalya'ya giderek söz konusu hak edişleri imzalamışlardır.
7. Gazetenin 15/5/2013 tarihli nüshasının 1 ve 3. sayfalarında ise "İş Yapmayan Müdür Açığa Alındı" başlığıyla yeni bir haber yayımlanmış, önceki haber üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü'nün açığa alındığı bildirilmiştir. Aynı haberde, söz konusu inşaat işine ilişkin olarak Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir.
8. Başvurucular, davalı gazeteye gönderdikleri cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması üzerine cevap ve düzeltme hakkını kullanmak maksadıyla tekzip yazısının yayımlanması için Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesine başvurmuşlardır. Başvurucular, söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucular, haberde geçen; yüklenici tarafından hiçbir iş yapılmadığı, ihale bedeli, yükleniciye 1.200.000 TL ödeme yapıldığı, kendilerinin görevlendirilmek suretiyle 17/12/2012 tarihinde Antalya'ya gönderildikleri, elektrik işi dışında hiçbir iş yapılmadığı halde kendilerinin imzasıyla ödeme yapıldığı, aslında henüz yapılmamış olmasına rağmen kendilerince hazırlanan hak ediş raporunda bazı yapıların bitirilmiş olduğunun gösterildiği, Kültür ve Turizm Bakanı'nın müdahalesi üzerine yolsuzluğun ortaya çıktığı iddiaların tümüyle gerçek dışı olduğunu iddia etmişlerdir.
9. Başvurucular talep dilekçesine delil olarak gazete suretlerini eklemişlerdir. Bu tür taleplerde uygulanan usul gereği talep dilekçesi karşı taraf olan gazete sorumlu müdürü ile gazetenin sahibi olan gerçek veya tüzel kişiye tebliğ edilmemiştir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan ilk derece mahkemesi, 6/6/2013 tarihli kararında, şikayet konusu gazete nüshalarında "içeriği itibari ile haber ve yorum niteliğinde yazıların bulunduğu, yazıların kaynağının gösterildiği, bu çerçevede de yazıların basın, yayın ve haber alma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği" gerekçesiyle başvurucuların talebini reddetmiştir.
10. İtiraz üzerine Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi, 4/7/2013 tarihli kararıyla söz konusu kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucuların itirazını kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, başvurucular vekiline 24/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 16/8/2013 tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
12. 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Düzeltme ve cevap" kenar başlıklı 14. maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:
"Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.
Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hakiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar.
Sulh ceza hakiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hakim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hakiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar.
13. 5187 sayılı Kanun'un "Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:
"Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hakim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.
Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.
Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hakim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilan şeklinde yayımlanmasına da karar verir."
14. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/1/2007 tarihli ve E.2007/4-14, K.2007/32 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Anayasa'nın 28. maddesinde düzenlenen ?basın özgürlüğü' ilkesinin özel hukuk alanındaki sınırlaması MK.nun 24-25 ve BK.nun 49. maddeleridir. Basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğu vardır. Bunun içindir ki basının yayın yaparken yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylarındaki hukuka aykırı eylemlerden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Ancak basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya geldiğinde, çatışan iki değer aynı zamanda korunamayacağına göre somut olaydaki olgular itibariyle birinin diğerine üstün tutulması gerekir. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygun olacağı kabul edilecektir. Basının haber verme görevini yerine getirirken kullanacağı bu hakkın özel hukuk alanındaki sınıfı; gerçeklik, güncellik, kamu yararı, toplumsal ilgi ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık kuralları olarak belirlenmiştir. Haber verme bu sınırlar içinde kullandığı sürece hukuka uygundur. Bu unsurlardan biri olan gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla gerçeklik somut gerçeklik olmayıp, haberin verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçeğe uygunluktur. "
15. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 14/10/1993 tarihli ve E.1993/4911, K. 1993/5847 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Haberin gerçekliğine yönelik hakim incelemesinin objektif ölçülere dayanması, ilgilisince gerçeğe aykırı sayılmasının değil basının haber verme hakkının ve toplumun bilgi edinme olanağının sınırlanmasına yol açmayacak biçimde görünürdeki gerçeğe uygun olup olmadığının asıl alınması; maddi gerçek araştırılma durumunda olmadığı için ortada görünen durum ve tarafların iddialarını kanıtlamak için sundukları bilgi ve belgeler değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşılması, hukukumuzda cevap ve düzeltme sistemimizce benimsenen yöntem(dir.) "
16. Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/3/2009 tarihli ve E.2005/16901, K.2009/2638 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:
"5187 sayılı Basın Kanunu 14. maddesi uyarınca cevap ve düzeltme hakkı, basının haber verme hürriyetinin sınırlanmasına yol açacak şekilde kullanılamayacağı gibi, eleştiri sınırları içerisinde ele alınan ve objektif olarak verilen bir haberin de cevap ve düzeltme konusu yapılamayacağı!...) gözetilme(lidir.)"
17. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "İlke" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:
"Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır."
18. 4721 sayılı Kanun'un "Davalar" kenar başlıklı 25. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"Davacı, hakimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır."
19. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "İhtiyati tedbirin şartları" kenar başlıklı 389. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir karan verilebilir."
20. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Genel olarak" kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür. "
21. 6098 sayılı Kanun'un "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı 77. maddesi şöyledir:
"Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir. "
22. 6098 sayılı Kanun'un "Genel olarak" kenar başlıklı 77. maddesi şöyledir:
"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur." 23. 6098 sayılı Kanun'un "İşin işgörenin menfaatine yapılması halinde" kenar başlıklı 530. maddesi şöyledir:
"İşsahibi, kendi menfaatine yapılmamış olsa bile, işgörmeden doğan faydaları edinme hakkına sahiptir; ancak zenginleştiği ölçüde, işgörenin masraflarını ödemek ve giriştiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür. "
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 16/8/2013 tarihli ve 2013/6237 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
25. Başvurucular, Kültür ve Turizm Bakanlığında çalıştıklarını, söz konusu gazetede iftira, hakaret, tehdit ve suçlayıcı ifadeler içeren haberin yayımlanması üzerine tekzip yayımlanması için yargıya müracaat ettiklerini ancak derece mahkemelerince taleplerinin reddedildiğini, anılan karara karşı yaptıkları itirazın da kesin olarak reddedildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, söz konusu haberler nedeniyle yolsuzluk yapan kişilere yardım eden, rüşvet alan kişiler konumuna sokulduklarını belirterek Anayasa'nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği, düzeltme ve cevap, adil yargılanma, temel hak ve hürriyetlerin korunması haklarının ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tekzip yazısının yayımlanması ve zararlarının tazmini talebinde bulunmuşlardır.
B. Değerlendirme
26. Başvurucular, haklarında gazetede yayımlanan haberler nedeniyle Anayasa'nın 19., 32., 36. ve 40. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş iseler de belirtilen ihlal iddiasının özü, söz konusu gazete haberlerinin, şeref ve itibarlarına yönelik bir müdahale oluşturduğudur. Bu sebeple mevcut davanın koşullarında şikayetlerin bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.
27. Öte yandan başvurucular, söz konusu gazetedeki haberde bazı suçlayıcı ifadeler yer aldığını, tekzip taleplerinin reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini de ileri sürmüşlerdir.
28. Masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Masumiyet karinesi, bir kimsenin mahkûmiyetine karar verilmeden devlet yetkililerince o kimsenin suçlu olduğuna dair yapılacak beyanlara karşı da korunmuştur. Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alman ifade özgürlüğü, bilgi edinme ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası, yürütülmekte olan bir soruşturma hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası bilginin, gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesini gerekli kılar (bkz. Kadir Sağdıç (GK), B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, § 41).
29. Henüz hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunmayan kişilere yönelik olarak devlet görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Buna karşın kamu menfaatinin söz konusu olduğu durumlarda basın ve yayın organlarında yazılar yayımlanması ile haberlere ve yorumlara yer verilmesinin beklenmesi gereken bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, § 29; son cümleye ilişkin benzer yöndeki bir değerlendirmenin yer aldığı AİHM kararı için bkz.J(./Norveç, B. No: 3444/67, 16/07/1970).
30. Somut olayda başvurucular, bu şekilde yayınlar yapılması nedeniyle herhangi bir kamu gücünü kullanan organ veya yetkili hakkında şikayetçi olmamışlardır. Başvurucular genel olarak yayınların yapılması sırasında ve daha sonra devletin, itibarlarını korumadığından şikayetçi olmuşlardır. Bu çerçevede, başvuruya konu haberlerde dile getirilen iddialar ve kullanılan üslup nedeniyle başvurucuların suçlu olduğu inancı yansıtılmış olsa bile söz konusu haber ve yorumların devlet yetkililerinin açıklamalarına dayandığı veya bunların söz konusu haber ve yorumların yapılmasına neden oldukları yönünde bir şikayette de bulunulmadığı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla masumiyet karinesinin ihlal edildiği yönündeki şikayetin de Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir (Kadir Sağdıç, § 30, 31).
31. Somut başvuruda başvurucu, şeref ve itibarına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca sulh ceza mahkemesine başvurarak cevap ve düzeltme talebinde bulunmuş, diğer yollara başvurmamıştır.
32. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündit ve Recep Gündüz, B. No. 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19-20).
33. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucuların şikayetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şekli olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, hukuk sisteminde yalnızca birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucuların kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucuların başvuru yollarının tüketilmesi noktasında kendilerinden beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediği incelenirken başvurunun özellikleri dikkate alınmalıdır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ilhan/Türkiye, B. No: 22211m, 27/7/2000, §§ 56-64).
34. O halde somut başvuruda yapılması gereken, devletin pozitif yükümlülüğünün sulh ceza mahkemelerinin yetkisinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun mutlaka kullanılmasını gerekli kılıp kılmadığını değerlendirmektir. Başka bir deyişle sulh ceza mahkemeleri nezdinde bulunan cevap ve düzeltme yolunun başvuruya konu basın açıklamaları nedeniyle şeref ve itibar hakkının korunmadığı yönündeki şikayetler açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yolu olup olmadığı tespit edilmelidir.
1. Genel İlkeler
a. Kişinin Manevi Bütünlüğü
35. Bireyin kişisel şeref ve itibarı, Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Abdullah Doğtaş, B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Başka bir deyişle kişisel itibarın korunması hakkı, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının koruması altındadır ve şeref ve itibarı etkileyen sözel saldırılar veya basın ve yayın yolu ile yapılan saldırılara karşı bireyin korunmaması halinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası ihlal edilmiş olabilir (Kadir Sağdıç, § 36; İlhan Cihaner, B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 42).
36. AİHM, kişisel şeref ve itibara yapılan müdahaleleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "özel ve aile yaşamına, konuta ve haberleşmeye saygı hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kişisel itibarın korunması hakkı, Sözleşme'nin 8. maddesi tarafından korunan özel yaşama saygı hakkının bir parçasıdır (Bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 22; Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007 § 35; Axel Springer AGI Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83). Aynı şekilde, gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara kaşı bir kimsenin itibarının korunması hakkı da (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, § 19 ve 30) eleştirel bir gazete makalesine karşı kişinin korunmadığı iddiası da (Minelli/İsviçre (k.k.), B.No: 14991/02, 14/06/2005) özel yaşam kapsamında görülmüştür.
37. Kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Bkz. Pfeifer/Avusturya, § 35) ve Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (bkz. Kadir Sağdıç, § 38; İlhan Cihaner, § 44).
38. Öte yandan Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının belli bir ağırlık düzeyine erişmiş olması ve kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasını güçleştirecek şekilde yapılmış olması gerekir. Ayrıca öngörülebilir şekilde, kişinin kendi eylemleri sonucu ortaya çıkabilecek itibarının zedelenmesi olgusundan şikayet etmek için Anayasa'nın 17. maddesi ileri sürülemez (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45, 56; benzer bir değerlendirme için bkz. Mater/Türkiye, B. No: 54997/08, 16/7/2013, §52).
39. İnceleme konusu olan davaya benzeyen diğer davalarda söz konusu olan, devletin bir eylemi olmayıp yargı mercilerinin, başvurucuların kişisel itibarlarına sağladıkları korumanın yetersiz olduğu iddiasıdır. Anayasa'nın 17. maddesi esas olarak kamu görevlilerinin keyfi müdahalelerine karşı bireyi korumayı amaçlasa da söz konusu madde sadece devletin bu tür müdahalelerde bulunmasından kaçınmasını sağlamayı amaçlamamaktadır. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında mündemiç negatif yükümlülüğe, bireyin maddi ve manevi varlığına etkin bir saygının sağlanması için gerekli pozitif yükümlülükler eklenebilir. Bu yükümlülükler, kişilerin birbirleri ile olan ilişkilerini de kapsayacak şekilde, kişisel itibarının korunmasını isteme hakkına saygının güvence altına alınması amacıyla birtakım tedbirler alınmasını gerektirebilir (Sözleşme'nin 8. maddesi bağlamında benzer kararlar için bkz. X ve Y/Hollanda, § 23; Von Hannover/Almanya (no 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 98). Bu tedbirlere, kişisel itibarın üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı korunması hususunda da başvurulabilir (bkz. Kadir Sağdıç, § 40; İlhan Cihaner, § 47).
40. Başvuruya konu sözler ve iddialar (§ 6) nedeniyle başvurucunun kişisel itibarının korunması hakkına müdahale edildiği kabul edilmelidir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının olaya uygulanabilmesi için kişinin itibarına yapılan saldırının kişinin itibarına saygı gösterilmesini isteme hakkından başvurucunun kişisel olarak yararlanmasına güçleştirecek şekilde yapılmış olup olmadığını olayın şartlarına göre değerlendirir (bkz. Kadir Sağdıç, § 39; İlhan Cihaner, § 45, 56).
b. Şeref ve İtibara Yapılan Müdahalelerde Başvurulabilecek Hukuki Yollar
41. Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma yolları öngörülmüş olmakla birlikte bir ihlal iddiasına ilişkin olarak başvurulabilecek birden fazla etkili başvuru yolunun bulunması durumunda kural olarak başvurucunun aynı amacı taşıyan başvuru yollarının tamamını tüketmesi beklenemez (bkz. S.S.A, § 30).
42. Gerçekten de şeref ve itibara yönelik müdahale nedeniyle, sözgelimi 5187 sayılı Kanun hükümlerine veya diğer ceza kanunlarına göre ceza davası açılması yoluna başvurulabileceği gibi hukuk muhakemelerinde tanınan yollara da başvurulabilir. Özel hukuk davaları yoluyla örneğin müdahalenin önlenmesi, durdurulması veya devam eden müdahaleye son verilmesi istenebilir; müdahalenin hukuka aykırılığının saptanması, mahkemenin alacağı kararın veya cevap ve düzeltme metninin yayımlanması ya da üçüncü kişilere bildirilmesi istenebilir, maddi veya manevi tazminat davaları açılabilir (§ 16-17, 19). Gecikmesinde sakınca bulunan ve ciddi bir zararın doğacağı anlaşılan hallerde, tehlike veya zararın önlenmesi için hakimden gereken tedbirlere karar vermesi istenebilir (§ 18). Bunlardan başka, basın yoluyla kişilik haklarına müdahalede bulunulan kişi, açıklamalarından dolayı sebepsiz yere zenginleşen kişi aleyhine sebepsiz zenginleşme davası açabilir (§21) veya yayın nedeniyle elde ettiği kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine ödenmesini isteyebilir (§ 22).
c. Cevap ve Düzeltme Hakkı
43. Öncelikle cevap ve düzeltme hakkının, bir yayında kendisinden bahsedilen herkese, aynı yayın organını kullanarak kendi bakış açısını yansıtma imkanı veren anayasal bir hak olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Anayasa'nın "Düzeltme ve cevap hakkı" kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrasında "Düzeltme ve cevap hakkı, ancak kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması veya kendileriyle ilgili gerçeğe aykırı yayınlar yapılması hallerinde tanınır ve kanunla düzenlenir." denilmiştir.
44. Cevap ve düzeltme hakkı, bir kişinin saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına müdahale eden veya gerçeğe aykırı olan bir yayının yapılması durumunda aleyhine yayın yapılan kimsenin bu yayma cevap vermek ve düzeltmeyi istemek hakkıdır. Bu hak ile kişi; saygınlığına, onuruna, şeref ve itibarına medyanın verdiği zararlara karşı kendini korumaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya, B. No: 13010/87, 12/7/1989).
45. 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesine göre cevap ve düzeltme hakkı sadece basılmış eserler için ve bunlar arasında sadece süreli yayınlar için kabul edilmiş bir haktır. Basın açısından ise cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasına karşı başvurulan ve klasik yargılama faaliyetlerinden daha kısa sürede netice alınmasını sağlayan bir tür müeyyidedir. Süreli yayındaki bir yazının kötü tesirleri nasıl geniş bir alana süratle yayılıyorsa, cevap ve düzeltmeyle bunun giderilmesinin de aynı geniş alanda ve süratle gerçekleşmesi sağlanarak kişilerin koruması amaçlanmaktadır.
46. Söz konusu kurala göre bu yola, kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayın yapılması halinde başvurabilmek mümkündür. Fakat gerçeğe aykırı basın açıklamalarının objektif olarak gerçek dışı olması şarttır. Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna göre bir haberi hukuka uygun kılan unsurlardan birisi olan "gerçeklik; verilen habere ya da anlatılmak istenen amaca ve hedefe konu olan içeriğin, yayın sırasında olayla ilgili durumuna uygunluğudur. Diğer bir anlatımla Yargıtaya göre basın yönünden gerçeklik, somut gerçeklik olmayıp haberin, verildiği andaki beliriş biçimine, görünürdeki gerçekliğe uygunluğudur (§ 14). Buna karşılık, haber veya yoruma konu olan kişi yönünden olayın başka türlü olması cevap hakkını doğurmaz. Bunun için haber ve yorumdaki kendisiyle ilgili hususların objektif olarak gerçeğe aykırı olduğunun ispatı gerekir. Bu nedenle cevap hakkını kullanmak isteyen kişiye, gerçeğe aykırı basın açıklamasının objektif olarak gerçek dışı olduğunun ispatı ve bunun delillerini sunma külfeti yüklenmiştir (§ 15).
47. Anayasa'nın 32. maddesinde "kişilerin haysiyet ve şereflerine dokunulması" hallerinden bahsedilmektedir. Şeref ve itibara "dokunan" her yayının "kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal" etmesi söz konusu olmayacağına göre cevap ve düzeltme yolu yalnızca şeref ve itibara müdahale edildiği hallerde değil, ancak şeref ve itibara hukuka aykırı müdahale edildiği hallerde kullanılabilir. Hukuka aykırılık ise bu değerlere yönelik "gerçek dışı açıklamalar varsa" söz konusu olabilir. Bunun sonucu olarak bir kişinin şeref ve itibarına müdahale edilmesine rağmen yapılan yayın gerçeğe uygun ise cevap ve düzeltme talebi reddedilebilecektir.
d. Sulh Ceza Hakimliklerinde Cevap ve Düzeltme Yolu
48. Hukuk sistemimizde cevap ve düzeltme hakkının, başvurudaki gibi sulh ceza hakimliklerine başvurmak suretiyle veya hukuk mahkemelerinde açılacak nizalı dava yolu ile kullanılabilmesi mümkündür. Hukuk sistemimizde tekzip talebi olarak da ifade edilen sulh ceza hakimine başvuru yolunun şeref ve itibarın korunması bakımından etkili bir yol olup olmadığının tespit edilmesi için bir bütün olarak cevap ve düzeltme yolunun koşullarının gözetilmesi gerekir. 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesine göre düzeltilecek basın açıklamasının kapsamını aşmayan, bir karşı saldırı ya da haksız fiil oluşturmayan cevap ve düzeltme açıklaması kanunda gösterilen süreler içerisinde ilgili basın kuruluşuna gönderilir. Kanun'da öngörülen sürelerde cevap ve düzeltmenin yayımlanmaması halinde sulh ceza hakimine başvuru hakkı doğmaktadır.
49. Cevap ve düzeltme yolu, ceza hukukuna özgü bir nizasız (çekişmesiz) yargılama faaliyetidir. Bir basın açıklaması ile şeref ve itibarının ihlal edildiğini veya açıklamanın gerçeğe aykırı olduğunu düşünen kişi, yetkili sulh ceza hakimliğine başvurarak hazırladığı cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hakimi bu istemi üç gün içerisinde ve duruşma yapmaksızın evrak üzerinde yapacağı inceleme sonunda karara bağlamak zorundadır. Sulh ceza hakiminin talebin kabulüne dair kararının kesinleşmesi ve ilgili yayın organınca cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması halinde yayın organının sorumlu müdürü ve onun bağlı olduğu yetkili, adli para cezası ile cezalandırılabilir.
50. Görüldüğü üzere cevap ve düzeltme talebi üzerine sulh ceza hakimi talep sahibinin sunduğu evrak üzerinden inceleme yapmakta dolayısıyla ilgili yayın organı ve sorumlular, yapılan başvurudan haberdar olmamaktadırlar. Dahası aleyhlerine cevap ve düzeltme talep eden ilgililer, duruşma açılmayacağı için nizalı davalardaki gibi duruşmada hazır bulunamamakta, kendilerini savunamamakta; hakimin kararını etkilemek amacıyla sunulan delil, mütalaa ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamamakta ve bunlar hakkında yorum yapamamaktadırlar. Cevap ve düzeltme yolu; çekişmesiz bir yargı yolu olduğu, başka bir deyişle karşı taraf bulunmadığı için karardan etkilenecek basın organının temsilcileri ile sorumlu kişiler silahların eşitliği ilkesinden faydalanamamakta, davacının iddiaları karşısında deliller de dahil olmak üzere savunmalarını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olamamaktadırlar.
51. Cevap ve düzeltme yolu çekişmesiz bir yargı yolu olduğu için bu konuda verilen kararlar, basın yolu ile kişilik hakkının ihlali nedeniyle açılan diğer ceza veya hukuk davalarında da bir kesin hüküm teşkil etmemektedir. Cevap ve düzeltme hakkı, Anayasa'nın İkinci Kısım'ının "Kişinin Hakları ve Ödevleri" başlıklı İkinci Bölüm'ünde güvence altına alınan, kitle iletişim araçları tarafından bireylerin şeref ve itibarlarına yönelik olarak yapılan müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf edebilmek ve böylece kişilik hakkının diğer koruma yollarına nazaran daha hızlı korunmasını sağlamak amacıyla tanınmıştır. Bu sebeple cevap ve düzeltme hakkı bir müeyyide niteliği taşımasına rağmen bu hakkın kullanılması ya da kullanılmaması, hak sahibinin bu nedenle diğer dava haklarını kullanmasını etkilemez.
e. Cevap ve Düzeltme Hakkı ile İfade Özgürlüğü İlişkisi
52. Cevap ve düzeltme hakkı, ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü sınırlayan haklardan biridir. Cevap ve düzeltme hakkını kullanmak basın organının ifade özgürlüğüne müdahale teşkil eder (Ediciones Tiempo S.A./İspanya, §§ 56-64). Zira basın, istediğini yayımlamak ya da yayımlamamak konusunda serbesttir. Fakat basının, cevap metni karşısında serbestliği bulunmamakta, cevap metnini yayımlaması gerekmektedir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi, basının sorumlu olması istenilen bir durum olsa da bu sorumluluğu devlet eliyle sağlamaya çalışmanın anayasaya uygun olmadığına karar vermiştir. Mahkeme, cevap hakkının devlet eliyle basma ulaşma hakkı olduğu ve kamusal tartışmanın çeşitliliği ve çoğulculuğu üzerinde kaçınılmaz bir biçimde sınırlama ve zayıflatma etkisi yaratacağı sonucuna varmıştır (Miami Herald Publication Corparation/Tornillo, 418 U.S. 241, 25/6/1974).
53. Anayasa'nın ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesine göre bilgilerin kamu otoritesinin müdahalesi olmadan alınıp verilmesi gerekmektedir. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasında ifade özgürlüğünün belirli sınırlamalara tabi tutulabileceği, bu sınırlama şartlarından birinin de "başkalarının şöhret veya haklarını" korumak olduğu dikkate alındığında cevap ve düzeltme hakkının bu sınırlama kapsamında olduğu kabul edilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Melnychuk/Ukrayna, B. No. 28743/03, 05/07/2005, § 2). Bu itibarla anılan hakkın geniş gerekçelerle kullanılmasını sağlamanın veya bu hakkın etki alanını genişletmenin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabileceği hatırda tutulmalıdır.
54. Öte yandan cevap ve düzeltme hakkı ile kişiler ücretsiz olarak kendileri hakkında yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılmaktadır. Bu hakkın, haber ve bilgilerin farklı kaynaklardan alınması ile haber ve bilgi çoğulculuğunu ve dolayısıyla toplumun doğru bilgilendirilmesini sağlama fonksiyonu da bulunmaktadır (bkz. Ediciones Tiempo S.A./İspanya; Melnychuk/Ukrayna, § 2). O halde cevap ve düzeltme hakkı, aynı zamanda bireyin ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamanın, devletin ifade özgürlüğü kapsamında pozitif edim yükümlülüğü olduğu kabul edilmelidir. Kural olarak bir yayında bulunacak yazıları seçme hakkı editoryal bir takdir yetkisidir ancak bazı yazıların yayıncı kuruluş tarafından yayımlanması haklı biçimde talep edilebilir. Öyle ise devlet, kitle iletişim araçlarına erişim talebinin reddedilmesi ile ilgili şartları bireyin ifade özgürlüğüne orantısız müdahale oluşturacak ölçüde bir keyfiliğe bırakmamalı ve söz konusu reddedilmeye karşı yerel makamlar önünde itirazı olanaklı kılacak düzenlemeler yapmalıdır (Melnychuk/Ukrayna, § 2).
55. İfade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluştur. İfade özgürlüğü, yokluğu halinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. Bu sebeple Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olan bu hak, bazı istisnalara tabi ise de bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerekir (bkz. Kadir Sağdıç, § 48; benzer yöndeki AİHM kararı için başka kararlar yanında bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
56. Öte yandan başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de basının, görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi olduğu, onun bu tür konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkının eklendiği hatırda tutulmalıdır (bkz. Kadir Sağdıç, § 51).
57. Bu sebeple mevcut başvuruya benzer başvurularda, başvurucuların Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan kişisel itibarının korunmasını isteme hakkı ile başvuruya konu ulusal günlük gazetenin Anayasa'nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü arasında Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun şekilde bir denge kurulması gerekmektedir. Söz konusu dengelemeyi yaparken cevap ve düzeltme hakkının, belli şartlar dahilinde bireyin de ifade özgürlüğünü koruma fonksiyonunun bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. O halde cevap ve düzeltme hakkının kullanılmasına ilişkin davalarda bireyin ifade özgürlüğü ile basın araçlarının ifade özgürlüğü arasında da adil bir denge sağlanmalıdır. Aksi takdirde bireyin ifade özgürlüğünün korumasız kalma tehlikesi vardır.
2. Genel İlkelerin Mevcut Olaya Uygulanması
58. Yukarıda değinildiği gibi cevap ve düzeltme yolu ancak şeref ve itibara hukuka aykırı olarak müdahale edilen hallerde başvurulan, bireyin şeref ve itibarına yönelik müdahaleleri gecikmeksizin bertaraf edebilmesi amacını taşıyan bir yoldur. Cevap ve düzeltme hakkının amacı, basın hürriyeti ile kişilik hakkı arasında gerekli hassas dengenin kurulmasını sağlamak; kişi ve kuruluşlara haksız zarar veren, onlar hakkında gerçek dışı bilgiler yayan ve şeref ve itibarlarını ihlal eden basın kuruluşlarının sahip olduğu yayını kullanma imkanını, bu kişi ve kuruluşlara vererek bu konulardaki cevabını yayımlamaya basın faaliyetinde bulunanları zorunlu tutmaktır. O halde bu hak, basın özgürlüğünün ve basın mensuplarının haber verme ve eleştiri haklarının özüne dokunmayacak ve aynı zamanda hak sahibinin çıkarlarını koruyacak şekilde kullanılmalıdır.
59. Başvuru konusu olayda, şikayete konu haberlerde Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürlüğünce sürdürülen bir yapım işinde başvurucuların usulsüz olarak hak ediş belgelerini imzaladıkları ve haberde adı geçen şirkete usulsüz ödeme yaptıkları, bunun üzerine Bakanlığın müfettiş görevlendirdiği ve Antalya Röleve ve Anıtlar Müdürü'nün açığa alındığı iddia edilmiştir. Aynı haberde Bakanlık tarafından yapılan basın açıklamasına da yer verilmiştir. Başvurucular, Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliğine başvurarak söz konusu haberlerde geçen iddiaların büyük çoğunluğunun doğru olmadığını iddia etmişlerdir. Başvurucuların dilekçesi ve sunduğu deliller üzerinden inceleme yapan Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliği başvurucuların talebini reddetmiştir.
60. Mevcut olayda başvurucunun basın açıklaması nedeniyle müdahale edilen şeref ve itibar hakkı, cevap ve düzeltme metninin yayımlanmaması nedeniyle müdahale edilen ifade özgürlüğü ile gazetenin basın özgürlüğü arasında uygun bir denge kurulması gerekmektedir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterler şu şekilde sayılabilir: Söz konusu yayının gerçek olup olmadığı, yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı, konunun güncel olup olmadığı, haber verilirken özle biçim arasındaki dengenin korunup korunmadığı, haber veya makalenin yayımlanma şartları, haber veya makalenin konusu; yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile hedef alman kişinin ünlülük derecesi ve ilgili kişinin önceki davranışları (bkz. Kadir Sağdıç, § 58-66; İlhan Cihaner, § 66-73).
61. Türk hukuk sisteminde, cevap ve düzeltme hakkının kullanılması yollarından ilki olan ve somut başvuruda kullanılmış bulunan sulh ceza hakimliklerinde çekişmesiz yargı yolu, karardan etkilenecek olan yayın organının sorumlu müdürü ve diğer ilgililerin yargılanma hukukuna yönelik olarak usule ilişkin güvencelerinin kullandırılamadığı dolayısıyla çatışan haklar arasında dengelemenin yapılmasının zorlaştığı bir yoldur. Tekzip kararı, yapılmış bir haberin gerçek dışı olduğunu ve maddi gerçeğin ne olduğunu kamuya bildirme işlevine sahiptir. Çekişmesiz bir dava sonucunda bu kararı verebilmek ancak hukuka aykırılığın ve gerçek dişiliğin çok belirgin olduğu ve zararın süratle giderilmesinin zaruri olduğu hallerde mümkündür. Bu sebeple bireyin şeref ve itibarının korunması için hukuk düzenindeki diğer yollara göre oldukça dar bir alanda etkili bir yol olduğu kabul edilmelidir.
62. Başvurucular, 5187 sayılı Kanun'un 14. maddesi uyarınca söz konusu haber ve basın açıklamasının kişilik haklarına müdahale oluşturduğu iddiasıyla cevap ve düzeltme talebinde bulunulmuşlardır. Fakat söz konusu haberler nedeniyle başvurucuların şeref ve itibarlarına gerçek dışı basın açıklaması ile hukuka aykırı olarak yapılan müdahalenin çekişmeli bir yargılama yapılmadan, gecikmeksizin ve süratle bertaraf edilmesi ihtiyacı ortaya konabilmiş değildir.
63. Basın ve yayın organlarınca yapılan bir basın açıklaması nedeniyle şeref ve itibar hakkına hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen müdahalelerde mağdurun asıl gayesinin, zararının telafi edilmesi olduğu nazara alındığında özellikle somut başvuruya konu ihlal iddiasına benzer uyuşmazlıklar açısından, koşullara göre diğer ceza veya hukuk yollarının daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olduğu anlaşılmaktadır. Dahası başvurucular, açacakları çekişmeli bir hukuk davasında tekzip metnini yayınlatma taleplerini ileri sürme ve dolayısıyla cevap ve düzeltme hakkını kullanma imkanına da sahiptir.
64. Yukarıda yer verilen tespitler çerçevesinde başvurucuların, ortaya çıktığını iddia ettikleri zararın giderimi için uyuşmazlığın esasına dair ve somut başvuru açısından koşullara göre sulh ceza hakimliklerinin görevinde bulunan cevap ve düzeltme yolu dışındaki daha etkili diğer koruma yollarına başvurmadıkları anlaşıldığından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için tüm başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.
65. Açıklanan nedenlerle başvurunun "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Alparslan ALTAN, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Haşan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun, "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, Alparslan ALTAN, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞUYLA,
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI:
ESAS NO:2009/66
KARAR SAYISI:2011/72
RGT: 06.07.2011
RG NO: 27986
KONU VE KAPSAM :
9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "iki ay" ibaresi ile 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 51. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "hapis" sözcüğünün, Anayasa'nın 2., 5. ve 36. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi
I- OLAY
Tekzip metninin mahkemenin kararında belirtilen biçimde usulüne uygun olarak yayımlanmaması nedeniyle Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca ilgili gazetenin sorumluları hakkında açılan kamu davasında, itiraz konusu ibare ve sözcüğün Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için re'sen Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
A- Başvuran Mahkemenin 5187 sayılı Kanun'un 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "iki ay" ibaresinin iptaline ilişkin başvuru kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"Sanıklara müsnet suçun 5187 sayılı Basın Yasası kapsamında kaldığı, Basın Yasasının 26/1. maddesinde gazetenin araç kılınması suretiyle işlenen suçlarla ilgili ceza davasının 2 aylık yasal süresinde açılmaması halinde davanın görülemeyeceği öngörülmüştür.
Burada öngörülen iki aylık süre suçun işlendiği tarihte başlamaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 175/1. maddesinde kamu davasının iddianamenin kabulüyle açılmış sayılacağı belirtilmiştir. Mahkemece iddianamenin kabulüne ilişkin yasal olarak verilmesi gerekli kararın tarihi de bu iki aylık yasal sürenin hesabında son gün olarak dikkate alınmaktadır.
Hukukumuzda savunma alınmadan ceza davasının açılamayacağı, gazete yazarları ve sorumlu müdürleri hakkında C. Savcılıklarınca çıkartılan davetiyeler uygulamadaki teknik nedenler dolayısıyla bir aydan önce ilgili şahıslara ulaştırılması mümkün değildir, sanıkların savunmaları alınmadan da ceza davasının açılması 5271 sayılı CMK nın 170. maddesinde belirtilen koşulları taşımaması nedeniyle iddianamenin iadesine neden olmaktadır. Sözlü veya mektupla işlenen hakaret suçlarında 5237 sayılı TCK nun 73/1 maddesinde 6 aylık şikayet süresi olduğu halde, herkese basın yoluyla duyurulan hakaret fiillerinde bu sürenin iki ayda sınırlandırılması hak arama özgürlüğüne haksız bir müdahale oluşturmaktadır.
CMK nın 174. maddesinde 15 gün içerisinde iddianameyi inceleyen hakimin Cumhuriyet Savcılığına iade etme hakkı vardır. Bu durumda Basın Yasasının 26/1. maddesinde yer alan 2 ay içerisinde davanın açılması zorunluluğu kuralı olay mağdurlarının hak arama özgürlüğü ilkesini zedelemekte suç işleyenlere yasa ile haksız yere ceza soruşturmasından kurtulma olanağı tanımaktadır. Sonuç itibariyle mağdurun hak arama olanağı bertaraf edilmiştir.
5187 sayılı Basın Yasasının 26/1. maddesi Anayasanın 2. maddesinde ve 5. maddesinde belirtilen hukuk devleti olması ilkesine, Anayasanın 36. maddesinde belirtilen hak arama özgürlüğü ilkesine aykırı bulunmuştur,
Bu itibarla; 5187 sayılı Yasanın 26/1. maddesinde yer alan 2 aylık süre koşulu Anayasanın hak arama özgürlüğünün kullanılmasını öngören 36. maddesine Anayasanın 2. ve 5. maddesinde belirtilen Devletin hak arama olanaklarını tıkamamasını gerektiren Hukuk Devleti ilkesine aykırılığı konusunda yüksek karar mercii olan Anayasa Mahkemesince konuyla ilgili değerlendirme yapılması gereklidir."
B- Başvuran Mahkemenin 5237 sayılı Kanun'un 51. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "hapis" sözcüğünün iptaline ilişkin başvuru kararının gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:
"5187 sayılı Basın Yasasında düzeltme ile ilgili kararların usulüne uygun olarak yayınlanmamış halinde gazetenin sorumlu yazı işleri müdürlerinin her birine 50.000,00 TL Adli para cezasının verileceği öngörülmüştür.
5187 sayılı Basın Yasanın 14. ve 18/ilk maddesinde yer alan suç tipi şekli suçlardandır.
Türk Ceza Mevzuatımız para cezası öngören suçlarda tecil olanağı tanımamıştır, 2 yıla kadar hapis cezası öngören darp, tehdit, cinsel taciz, görevi kötüye kullanma, resmi belgede sahtecilik gibi daha ağır suçlarda TCK 51. madde uyarınca cezanın tecili olanağı tanınmıştır.
Para cezasını gerektiren suçlar nitelik olarak hapis cezasını gerektirmeyen boyutta bulunduğu, hukuk düzenini hapis cezasını gerektiren fiiller kadar bozmadığı Ceza Hukukunun temel ilkelerindendir.
5237 sayılı TCK'nun 51. maddesinde yer alan hapis cezası ibaresinin uygulamada eşitsizlikler yarattığı daha ağır suçlarda sanıklara cezanın etkilerinden kurtulma olanağı tanındığı halde daha hafif nitelikteki suçlarda tanınmamış olması, Devletin objektif Adalet ilkelerine uymasını öngören Anayasanın 2. ve 5. maddesindeki Hukuk Devleti ilkeleriyle bağdaşmamaktadır, bu nedenle TCK'nun 51. maddesinde yer alan hapis ibaresinin iptali gerekmektedir."
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
1- 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun iptali istenen ibareyi de içeren 26. maddesi şöyledir:
"Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur.
Bu süreler basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği tarihten başlar. Basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde yukarıdaki sürelerin başlama tarihi, suçu oluşturan fiilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğrenildiği tarihtir. Ancak bu süreler, Türk Ceza Kanununun dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamaz.
Sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen yayımlatıldığı iddia edilen eserden dolayı yayımlatan aleyhine açılacak dava yönünden süre, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilecek beraat kararının kesinleşmesinden itibaren başlar.
Sorumlu müdürün yayımlanan eserin sahibini bildirmesi durumunda, eser sahibi aleyhine açılacak davada süre, bildirim tarihinden itibaren başlar.
Kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda dava açma süreleri, suç için kanunun öngördüğü dava zamanaşımı süresini aşmamak şartıyla, suçun işlendiğinin öğrenildiği tarihten başlar.
Kamu davasının açılması izin veya karar alınmasına bağlı olan suçlarda, izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla dava açma süresi durur. Durma süresi iki ayı geçemez."
2- 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun iptali istenen sözcüğü de içeren 51. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç yıldır. Ancak, erteleme kararının verilebilmesi için kişinin;
a) Daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması,
b) Suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması,
Gerekir."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa'nın 2., 5. ve 36. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Sacit ADALI, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Cafer ŞAT, A. Necmi ÖZLER, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ ve Zehra Ayla PERKTAŞ'ın katılmalarıyla 9.9.2009 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle on yıllık başvuru yasağı sorunu görüşülmüştür.
Anayasa'nın 152. maddesi ile 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi'nin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmi Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı yasa hükmünün Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz.
5237 sayılı Yasa'nın 51. maddesinin başlığının ve iptali istenen ibareyi de içeren (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "?iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkum edilen kişinin cezası ertelenebilir.." ibaresine yönelik itiraz başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 19.2.2009 günlü, E. 2007/69, K. 2009/26 sayılı kararıyla Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesi ile esastan reddedilmiş ve bu karar 2.6.2009 günlü, 27246 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır
Anayasa Mahkemesince işin esasına girilerek reddedilen kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için, önceki kararın Resmi Gazete'de yayımlandığı 2.6.2009 gününden başlayarak geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır.
Bu nedenle, 26.9.2004 günlü, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 51. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "?hapis?" sözcüğünün iptaline ilişkin itiraz başvurusunun, Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddelerinin son fıkraları gereğince REDDİNE, dosyada eksiklik bulunmadığından, 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "?iki ay ?" ibaresinin ise esasının incelenmesine, oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kural, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, Türk Ceza Kanunu'nun 73. maddesinde altı aylık şikayet süresi öngörülmesine karşın itiraza konu kuralla basın suçlarında dava açma süresinin iki aylık süreyle sınırlandırılmasının Devletin hak arama olanaklarını tıkamamasını gerektiren hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturduğu, ayrıca bu durumun suçtan mağdur olanların hak arama özgürlüğüne müdahale anlamına geldiği belirtilerek, itiraz konusu ibarenin Anayasa'nın 2., 5. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralı da içeren 5187 sayılı Yasa'nın 26. maddesinde, dava açma sürelerine ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanun'da öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir. Başvuran Mahkeme, günlük süreli yayınlar için söz konusu olan iki aylık dava açma süresinin iptalini istemektedir. Maddenin ikinci fıkrasında kovuşturulması şikâyete bağlı olmayan suçlarda söz konusu sürelerin basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde ise yukarıdaki sürelerin başlama tarihinin, suçu oluşturan fiilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğrenildiği tarih olarak kabul edileceği ifade edilmiştir. Aynı fıkrada, bu sürelerin, Türk Ceza Kanununun dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamayacağı da belirtilmiştir. Buna karşılık, Yasa'nın 26. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda dava açma süresi, kanunun öngördüğü dava zamanaşımı süresini aşmamak şartıyla, suçun işlendiğinin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacaktır.
Yasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen süreler, hak düşürücü süreler niteliğinde olup, her hangi bir şekilde uzamaları ya da kısalmaları söz konusu değildir. Ancak, aynı Yasa'nın 26. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca, kamu davasının açılmasının izin veya karar alınmasına bağlı olduğu suçlarda, izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla bu süreler duracaktır. Bu takdirde durma süresi, iki ayı geçemeyecektir.
İtiraz konusu ibarenin yer aldığı 26. maddenin birinci fıkrasında, "davanın açılması"ndan söz edilmektedir. 5187 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Hakkında Kanun'da iddianamenin düzenlenip mahkemeye verilmesiyle birlikte kamu davası açılmış sayılmakta idi. Oysa, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise kamu davasının iddianamenin kabulü kararıyla açılmış sayılacağı hükmü yer almaktadır. Bu durumda, Yargıtayın istikrar bulmuş kararlarında da ifade edildiği üzere, 5271 sayılı Yasa'nın 174. maddesinde iddianamenin kabul edilmesi için öngörülen onbeş günlük süre, 5187 sayılı Yasa'nın 26. maddesinde belirtilen iki aylık dava açma süresine dahil olmaktadır. Böylece, 5271 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, 5187 sayılı Yasa'da öngörülen iki aylık dava açma süresinin kısalması sonucunu doğurmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasakoyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı ya da davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
İtiraz konusu kuralda, basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanun'da öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay içinde açılması gerektiği belirtilmektedir. İtiraz konusu kuralda düzenlenen dava açma süresi, ceza muhakemesi şartlarından olup, yargılama usulüne ilişkindir. Bu nedenle, basın suçlarında dava açma süresini belirleme yetkisi yasakoyucunun takdirindedir.
Günümüzde hemen hemen bütün ülkelerin basın kanunlarında, basın davalarında gecikmelerin önlenerek basın özgürlüğünün zedelenmesine engel olmak amacıyla, basın suçlarına ilişkin davaların açılması için özel sürelere yer verildiği görülmektedir. Nitekim, itiraz konusu kurala ilişkin gerekçede de basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanun'da öngörülen diğer suçlardan dolayı bu alanda faaliyet gösterenleri uzun süre ceza tehdidi ile karşı karşıya bırakmamak ve böylece basın özgürlüğünü güvence altına almak amacıyla söz konusu suçlar nedeniyle açılacak davalar için belirli süreler öngörüldüğü ifade edilmiştir..
Yasakoyucu basın suçlarında dava açılmasını belirli bir süreyle sınırlama konusundaki takdir yetkisini, Anayasa'da belirlenen kurallara bağlı kalmak ve adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla kullanabilecektir. Bir başka ifadeyle, bir yandan basın mensuplarının uzun süre ceza tehdidi altında bulunmalarına engel olunması, diğer yandan da suçtan mağdur olanların hak arama özgürlüklerinin zarar görmemesi amacıyla basın suçlarında dava açma süresinin makul bir süre olarak belirlenmesi suretiyle, basın hürriyeti ile hak arama hürriyeti arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Yine, basın suçlarında Cumhuriyet savcılığınca re'sen dava açılmasıyla korunmak istenen hukuki yarar ile basın hürriyetinin korunmasındaki hukuki yarar arasında da makul bir dengenin bulunması gerekir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174. maddesinde iddianamenin kabulü için öngörülen onbeş günlük sürenin dava açma süresine dahil olması, iddianamenin iadesinden sonra yeniden iddianamenin düzenlenmesi, şüphelinin ifadesinin alınması, adli para cezasını gerektiren suçlarda ön ödeme önerisinde bulunulması gibi durumlarda itiraz konusu ibarede öngörülen iki aylık dava açma süresinin fiili olarak kısalması ve buna bağlı olarak sürenin kaçırılması sonucunun da doğabileceği, ayrıca dava açmanın Cumhuriyet savcısının insiyatifinde bulunduğu da gözetildiğinde, itiraz konusu ibarede yer alan iki aylık dava açma süresinin yeterli ve makul bir süre olmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu ibare Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. Kuralın iptali gerekir.
Kural, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine dayanılarak iptal edildiğinden, ayrıca Anayasa'nın 5. maddesi yönünden incelemeye gerek duyulmamıştır.
VI- İPTAL KARARININ YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi İptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez" denilmekte, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkında Kanun'un 66. maddesinin üçüncü fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
5187 sayılı Kanun'un 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "?iki ay ?" ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- SONUÇ
1- 9.6.2004 günlü, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "?iki ay ?" ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 5187 sayılı Kanun'un 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "?iki ay ?" ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMİ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
28.4.2011 gününde karar verildi.
EK GEREKÇE
5187 sayılı Basın Kanunu'nun "Dava süreleri" başlıklı 26. maddesinin itiraz konusu ibareyi de içeren birinci fıkrasında "Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur" denilmektedir.
Başvuru kararında, günlük süreli yayınlar için belirlenen iki aylık dava açma süresinin iptali istenilmektedir.
Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kuralların Anayasal denetimi yapılırken, denetime konu kuralın kapsamının belirlenmesinde konuya ilişkin diğer yasa kurallarının da gözetilmesi tabiidir. Bu bağlamda, iki aylık sürenin Anayasal denetiminde, sürenin ölçüsüz biçimde kısa oluşu ile birlikte bu kısa süre içinde dava açma yetkisinin Cumhuriyet savcısına ait olduğu da dikkate alınarak değerlendirme yapılmıştır.
Kuralda yer alan ve günlük süreli yayınlar yönünden iki ay içinde dava açılması zorunluluğunu getiren sürenin, hak düşürücü nitelikte dava açma şartlarından olduğu ve söz konusu sürenin aşılması suretiyle açılan kamu davalarının şartın gerçekleşmemesi nedeniyle görülemeyeceği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı ya da davalı olarak sav ve savunma hakkının bulunduğu belirtilmektedir. Maddede öngörülen dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi temel bir hak olmanın ötesinde, diğer temel hakların korunması için de etkili bir güvence olup, bu özgürlük için getirilmiş bir sınırlama da bulunmamaktadır.
Anayasada güvence altına alınan dava açma hürriyeti herkes için tanınan bir haktır.
Kural ile günlük süreli yayınlar yönünden getirilen iki aylık hak düşürücü nitelikteki dava şartına ilişkin sürenin Cumhuriyet savcısına tanınarak, basın suçu mağdurunun hak arama hürriyeti Cumhuriyet savcısının kullanımına terk edilmiştir. Cumhuriyet savcısının bu süre içinde dava açmaması ya da açamaması halinde davanın görülmeyeceği ve basın suçu mağdurunun hak arama başvurusunun sonuçsuz kalacağı, failinin ise ceza görmeyeceği açıktır. Bu durum, eylemden zarar gören basın suçu mağduru yönünden Anayasal güvence altındaki yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ile adil yargılanma hakkını sınırlandırmakta bu da Anayasa'nın 36. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Kuralda yer alan iki aylık sürenin bu gerekçe ile de iptali gerekir.
KAYNAKÇA
Kaynakça Kitaplar Akipek Jale G./Akıntürk Turgut/Ateş Karaman Derya, Türk Medeni Hukuku Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, C.I, Beta Yayınevi, İstanbul 2014. Arpacı Abdülkadir, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler), Beta Yayınevi, İstanbul 2000. Belli Doğan Bülent, Basın Yoluyla Kişilik Hakkına Saldırılardan Doğan Hukuki Sorumluluk, Yetkin Yayınevi, Ankara 2008. Dural Mustafa/Öğüz Tufan, Türk Özel Hukuku, C. II, Kişiler Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul 2015. Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayınevi, Ankara 2014. Hatemi Hüseyin/Kalkan Oğuztürk Burcu, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler- Tüzel Kişiler), Vedat Kitapçılık, İstanbul 2014. Helvacı Serap, Gerçek Kişiler, Legal Yayınevi, İstanbul 2016. (Helvacı, Gerçek Kişiler) Helvacı Serap, Türk ve İsviçre Hukuklarında Kişilik Hakkını Koruyucu Davalar, Beta Yayınevi, İstanbul 2001. (Helvacı, Davalar) Kılıçoğlu Ahmet, Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılardan Hukuksal Sorumluluk, Turhan Kitabevi, Ankara 2013. Oğuzman M. Kemal/Öz Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt:2, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2016. Oğuzman M. Kemal/Seliçi Özer/Oktay-Özdemir Saibe, Kişiler Hukuku Gerçek ve Tüzel Kişiler, Filiz Kitabevi, İstanbul 2015. Özel Sibel, Uluslararası Alanda Medya ve İnternette Kişilik Hakkının Korunması, Seçkin Yayınevi, Ankara 2004. (Özel, Medya) Özsunay Ergun, Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, Fakülteler Matbaası, İstanbul 1979. Öztan Bilge, Medeni Hukuk’un Temel Kavramları, Turhan Kitabevi, Ankara 2012. Serozan Rona, Medeni Hukuk Genel Bölüm/ Kişiler Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2013. (Serozan, Medeni Hukuk) Teitler Mirjam, Der rechtskräftig verurteilte Straftäter und seine Persönlichkeitsrechte im Spannungsfeld zwischen öffentlichem Informationsinteresse, Persönlichkeitsschutz und Kommerz, Zürcher Studien zum Privatrecht Band/Nr. 205, Zürih 2008. Zevkliler Aydın/Ertaş Şeref/ Havutçu Ayşe/Gürpınar Damla, Medeni Hukuk Temel Bilgiler, Turhan Kitabevi, Ankara 2012. 300 Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları ... Makaleler Acabey Beşir, “Basın Özgürlüğü ve Bu Özgürlüğün Bir Sınırı Olarak Kişilik Hakkı, Yaşar Üniversitesi Dergisi, Prof. Dr. Aydın Zevkliler Armağanı, İzmir 2013, Özel Sayı: 8, s. 1-54. Aydos Oğuz Sadık, “Basın Yoluyla Kişilik Hakları İhlâllerinde Manevî Tazminat”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Ankara 2012, C. XVI, S. 2, s. 1-36. Canbolat Ferhat, “Güncel Gelişmeler Işığında Kişilik Hakları ve Korunması”, Evrensel Hukuk İlkeleri Işığında Türk Medeni Hukukunda Değişimler Sempozyumu, Ankara 2016, s. 225-230. Cramer Conradin, Yargıtay HGK, E. 2014/4-56, K. 2015/1679, T. 17.06.2015. Yargıtay HGK, E. 2012/4-179; K. 2012/412, T. 27.6.2012. Yargıtay HGK, E. 2011/4-278, K. 2011/376, T. 1.6.2011. Yargıtay HGK E. 2010/4-129 K. 2010/173 T. 24.3.2010. Yargıtay HGK, E. 2008/4-263; K. 2008/262, T. 19.3.2008. Yargıtay HGK, E. 2007/4-221, K. 2007/213, T. 18.4.2007. Yargıtay HGK, E. 2007/4-98, K. 2007/110, T. 7.3.2007. Yargıtay HGK, E. 2007/4-23; K. 2007/51, T. 7.2.2007. Yargıtay HGK, E. 2006/4-670; K. 2006/664; T. 18.10.2006. Yargıtay HGK, E. 2006/4-540, K. 2006/601, T. 27.9.2006. Yargıtay HGK, E. 2005/4-644; K. 2005/701, T. 7.12.2005. Yargıtay HGK, E. 2004/4-253; K. 2004/270, T. 12.5.2004. Yargıtay HGK, E. 2003/4-167, K. 2003/176, T. 19.3.2003. Yargıtay HGK, E.1998/4-251, K.1998/265, T. 1.4.1998. Yargıtay HGK E. 1990/4-275, K. 1990/459, T. 03.10.1990. 302 Basın Yoluyla Kişilik Hakkının İhlalinin Tespitinde Kullanılan Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları ... Yargıtay 4. HD, E. 2015/570 K. 2016/171 T. 11.1.2016. Yargıtay 4. HD, E. 2010/9172, K. 2011/12026, T. 17.11.2011. Yargıtay 4. HD, E. 2004/7980, K. 2005/5148, T. 10.5.2005. Yargıtay 4. HD, E. 2004/6937, K. 2005/740, T. 3.2.2005. Yargıtay 4. HD, E. 2004/7746, K. 2004/8416, T. 28.6.2004. Yargıtay 4. HD, E. 2003/15843, K. 2004/5933, T. 4.5.2004. Yargıtay 4. HD, E. 2002/2953, K. 2002/7406, T. 13.6.2002. Yargıtay 4. HD, E. 2001/8795, K. 2001/12714, T. 24.12.2001. Yargıtay 4. HD, E. 2001/4584, K. 2001/9053 T. 4.10.2001. Yargıtay 3. HD, E. 1997/3580, K. 1997/4144. T. 28.04.1997. Yargıtay 4.HD, E. 1990/11596, K. 1991/11230, T. 23.12.1991. Yargıtay 4. HD, E.1987/8085, K. 1988/334, T. 19.1.1988. Yargıtay 4. HD, E. 2430, K. 3602,
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Türkiye bağlantıları dikkat çekti!
- Özlem Gürses'e ev hapsi!