Barış Akademisyenleri: Mücadele etmeye devam edeceğiz

Eğitim Sen İzmir 3 No’lu (Üniversiteler) Şube, göreve iade edilen ve süreçleri devam eden Barış Akademisyenleri adına konuşan Şube Başkanı Lülüfer Körükmez, ihlaller devam ettiğini vurgulayarak, “Hukuksuzca ihraç edilen herkes işine dönmek kadar mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.

Barış Akademisyenleri: Mücadele etmeye devam edeceğiz
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.12.2023 - 14:54

Bu Suça Ortak Olmayacağız!” başlıklı bildiriyi imzalamış olmaları sebebiyle kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nden ihraç edilmiş olanlar ve göreve iade edilen akademisyenler ile avukatları sürecin hukuki, idari ve akademik boyutlarına ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. 

“158 İADE 156 RET KARARI VERİLMİŞ VE 72 KARAR DA HENÜZ BEKLEME SÜRECİNDE”

Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şubesi’nde gerçekleşen basın toplantısında konuşan Şube Başkanı Dr. Lülüfer Körükmez, mahkemelerin olumlu kararlarını duyurmak, ret kararlarının altını çizmek, iade kararlarından sonra tekrar yürütmeyi durdurma ve istinaf yoluyla tekrar akademisyenleri görevlerinden edilmesini konuşmak için toplandıklarını belirterek, “Çünkü her bir ret kararı, her bir yürütmeyi durdurma kararı hak ihlallerini devam ettiriyor, çoklulaştırıyor, sürdürüyor. Bu sebeple olumlu kararlar kadar ve belki daha fazla bu mahkeme süreçlerine ve buradaki hukuksuz süreci konuşmak istiyoruz. Hukuksal ayrıntılara, hukuki ayrıntılara girmeyeceğim avukatlarımız çok daha doğru açıklayacaktır konuyu. Ben sadece şu birkaç sayıdan bahsetmek istiyorum öncelikle. Çünkü kamuoyunda yoğunluk olarak Barış Akademisyenleri artık işine döndü ve bu mesele çözüldü diye bir kanı var. Ancak bu böyle değil. Türkiye'de şu ana kadar 158 iade 156 ret kararı verilmiş ve 72 karar da henüz bekleme sürecinde” diye konuştu. 

“İADE KARARLARI DA ARA KARARLAR, NİHAİ KARARLAR DEĞİL”

Mahkemelerin aldığı kararları sıralayan Lülüfer Körükmez, “Ancak iade edilenlerin de 26 istinaftan onay almış ve Danıştay'a gidecek elbette ki bu. Ancak bunun 49’u göreve başlayabilmiş. 11 yürütme durdurma 2 dosya istinattan reddedilmiş. Yani aslında şu anki iade kararları da ara kararlar, nihai kararlar değil. Ama kamuoyundaki kanının aksine bu mesele çözülmüş ve adil bir sürece, hukuki olarak nihayet ermiş değil. Bunun altını çizmek istiyoruz ve dolayısıyla da ihlaller devam ediyor. Burada hazır şubemizin yürütme kurulunun bir üyesi olarak da başkanı olarak da şunun altını çizmek istiyorum aslında; sendikalaşma sürecinin önemini. Bunu sendikanın bir üyesi olarak gururla söylüyorum elbette ki; ama aynı zamanda ihraç sürecinde sendikanın ihraç edilmiş akademisyenler ve diğer emekçilere olan desteğinin ne kadar önemli olduğunun altını çizmek istiyorum. 2017-2019 arasında Türkiye İnsan Hak Vakfı’nda yaptığımız ihraç edilmiş akademisyenlerle yaptığımız araştırmanın sonuçları da aslında benzer bir şey söylüyordu. Sendikalı olan ihraç edilmiş kişilerin sendikanın gerek maddi desteği, gerek politik ve hukuki desteği ama aynı zamanda birliktelik duygusunun oluşmasıyla birlikte önemli derecede ne diyelim? Faydasını görmüş ve süreci atlatmakta çok daha kolay görece kolay bir süreç geçirdiler sendikalı olmayanlara nazaran. Dolayısıyla buradan hareketli şunu söylemek çok gerekli bence. Sendikalaşma süreci veya meslek örgütleri aracılığı da bu süreçler baskının otoriterleşmenin arttığı zamanlarda çok daha önemli, çok daha gerekli. Ne diyelim? Görece muhtedil, görece Barış sürecinin ya da toplumsal huzurun olduğu zamanlardan ziyade aslında baskı süreçlerinde hem baskıya maruz kalanlar, hem doğrudan maruz kalmasalar bile bu mesleği icra edenler bakımından elzem. Bir başka ve son söyleyeceğim şey üniversiteye şu an bir ara kararla döndük. Üniversitedeki görevlilerimize iade edildik. Bu sürecin elbette ki bütün iade edilen akademisyenler ve akademisyenler için nihai karar olmasını umardık ama bu süreç içerisinde de üniversitenin asli görevlerine yani bilim ve emek, bilim ve eğitimin olması gerektiği biçimiyle devam etmesi için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Sorumluluğumuzda görevimizi yapacağız” ifadelerini kullandı. 

“BU MESELE TÜRKİYE'DEKİ HAK, HUKUK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN BİR PARÇASI”

Mücadeleye devam edeceklerini vurgulayan Körükmez, “Bu mesele sadece ihraç edilen kişilerle veya görevine dönmeye çalışan kişilerle ilgili değil. Bireysel bir mesele değil. Bu tam da Türkiye'deki hak, hukuk ve özgürlük mücadelesinin bir parçası. Ve dolayısıyla bu vakaya ilişkin tüm süreçler herkese yani bütün vatandaşları vatandaşı olmayan, Türkiye'de yaşayan herkesi ilgilendiren bir mesele. Birlikte ve barış içerisinde ve adil eşit bir toplumda yaşama mücadelesinin bir parçası çünkü. Ve bu sebeple de KESK'e bağlı ihraçlar başta olmak üzere bütün hukuksuzca ihraç edilen herkes işine dönmek kadar mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi. 

AVUKAT CANGI:  AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ SINIFTA KALDI

Barış Akademisyenlerin avukatlarından Avukat Arif Ali Cangı da OHAL döneminde alınan kararların hukuksuzluğuna dikkat çekerek, “Hukuki bir yanı yok. O yüzden hukuki değerlendirme yapmak çok zor. Öncelikle OHAL'in ilanının gerekçesi 15 Temmuz darbe girişimi Barış Akademisyenleri’nin 15 Temmuz darbe girişimine bir katkısının olduğunu falan filan herhalde hiç kimse düşünmüyordu. Ancak siyasi iktidar onu bahane ederek “Allah'ın lütfu” dedi ve kendine muhalif olan herkesi bir şekilde kamudan uzaklaştırmak, cezalandı kalkıştı. Aslında KHK'ların uygulanışı da bu şekilde. Ne yazık ki bunu önleyecek olan hukuk sistemi de önlemini almadı. Başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olmak üzere. Bence bu notu düşmek lazım sürekli olarak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olağanüstü hal işlemlerini inceleme komisyonu, OHAL Komisyonunu etkili iç hukuki olarak kabul etmesi etti. Etmesiyle bütün sorunlar başladı zaten. 6-7 yıl süren bir idari soruşturma mı, yargısal soruşturma mı ne olduğu belli olmayan bir soruşturma yapan bir kurulun etkili hukuki bir yol olduğunu kabul eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sınıfta kalmıştır. Zaten ondan sonra iş kangrene dönüştü. Ve 6-7 yıl sonra OHAL Komisyonu'nu reddetmesi üzerine verilen kararlar da hiç de hukuki falan değil, objektif değil, subjektif, tamamıyla davacının niyetini sorgulamaya yönelik bir karardır. Yani o hakimlerin karar verici hakimlerin subjektif değerlendirmelerinden ibarettir. Hukuki bir yanı yoktur. Hukusal bir yanı yoktur. Diğer yandan toplanan veliler açısından da gerçekten trajikomik bir durumdayız. İstihbarat raporlarını toplamaya kalkıyorlar dosyalara. Istihbarat raporlarını gönderilmesi gereken idare, kimi zaman şunu yazıyor; ‘Biz bunu gönderiyoruz ancak bunlar hükmü esas alınamaz diye uyaranlar var.’ Kamu görevlilerinden bir uyarı var. Buna rağmen bu mahkemeler istihbarat raporlarına göre dayanarak karar verdiler. Bu istihbarat raporlardan savunma bile alınmadı. Böyle bir süreç işliyor. Aslında yaşanılan süreç tüm Türkiye'nin Türkiye toplumunun hukuksal güvenliğinin tehlikeye sokan bir süreç. Bunun için sadece Barış Akademisyenleri, KHK'lılar değil, toplumun her kesiminin buna itiraz etmesi gerekiyor. Herkesin kutsal güvenliği açısından mutlaka ve mutlaka bu sorunun bir an önce çözülmesi gerekiyor ki bu da siyasi çözüm bulunması gerekiyor. Yargılamalarla çözüm bulunmaya kalkılırsa bu noktaya gelir. Asıl görev Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin siyasetin görevi ancak şu andaki ona hiç umutlu değil. Ama biz yine talep etmeye devam etmemiz gerekiyor” dedi. 

AVUKAT GÖKALP: DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HUKUKSUZLUĞA DİRENİYOR 

Bir diğer avukat Ayşegül Karpuz ise AKP’li rektör Fatma Seniha Nükhet Hotar yönetimindeki Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yaşanan hukuksuzluklara değinerek, “Özellikle Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünün davalarını kazandığımız emekli olan akademisyenlerle ilgili 2547 sayılı yasanın 60. maddesinin B fıkrası gereği ‘kadro koşulu aranmaksızın üniversiteye geri dönme’ taleplerimizin nasıl hukuksuzca geri çevrildiğini anlatmak istiyorum. Barış Akademisyenleri mücadeleye devam etti. Davaları sürdürdük ve kazandığımız davalar da oldu. Hocalarımızın üniversiteye iadesi yönünde hiçbir engel kalmamasına rağmen hala Dokuz Eylül Üniversitesi özelinde söylüyorum. Diğer üniversitelerde de var bu ama mesela Ege Üniversitesi emekli hocalarla ilgili böyle bir sorun yaşamadı. Ama Dokuz Eylül Üniversitesi bu konuda direnmeye devam ediyor. Hukuksuzluğa devam ediyor ve üniversite içinde türlü tehdit hukuka aykırı yollar, hilelerle kadro ihtiyacı olmadığına ilişkin hukuksuz görüş yazıları alıyor. Diğer akademisyenleri, çalışan akademisyenleri tehdit ederek. Ve bu şekilde akademisyenlerin, hocalarımızın üniversiteye geri dönüşünü engellemeye çalışıyorlar. Bu da aslında şunu gösteriyor. Yürütmenin üniversiteler üzerinde bir baskısı var. Ve hala Barış Akademisi'ni terörle herhangi bir ittifakı irtibatının mahkemelerce de kabul edilmiş olmasına rağmen mahkeme kararlarına direnen üniversite idareleri olduğunu görüyoruz. Ve bu hukuksuzluğa bir an önce son verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu da aslında o davaların hocalarımızla ilgili algının üniversitede hala devam ettiğini de gösteriyor. Bazen davaları kazanmamızın da yetmediği durumlar oluyor. Ya da ihraç edilmeden önce profesörlük ataması yapılması gereken hocalarımızın bu atamalarını yapmak istemediklerini görüyoruz. Yani üniversiteye kabulleri olsa da gerekli unvanlarını vermek istemediklerini her koşulda onlara çeşitli zorluklar çıkarmaya çalıştıklarını görüyoruz. Biz bunlarla da mücadele ederiz. 7 yıldır mücadele ediyoruz. Hem biz gönüllü avukatlar, akademisyenler, sivil toplum tabii ki en önde hocalarımız. Özne onlardır. Bu süreçte hepimizin düşünce ve ifade özgürlüğü için 7 yıllık bir bedel ödediler. Bu az buz bir şey değil. İnsanın hayatında Çok önemli bir dönem. Hepsi farklı hayatlara yaşamaya başladılar ama dik durdular. Barış sözünden, özgürlüklerinden ve aslında hepimizin taleplerinden vazgeçmediler. Onlara teşekkür ediyoruz. Biz sadece onlar için anayasada da bahsettiği gibi meşru vasıtalarız avukatlar olarak. Hak özgürlüklerini talep etmek için. Ama özne onlardır Bunu unutmamak gerekir. Ve onlara toplumun her kesimi eee meslektaşımı Arif Ali Canğı’nın bahsettiği gibi artık siyasetin de söz söylemesi gerekiyor. Çünkü biz kabul edilen davalarda mahkemelerdeki heyetleri şu sözlerini duyduk; ‘Yani biz aslında biz olsaydık biz karar verseydik, kabul etmezdik ama Anayasa Mahkemesi bizim elimizi bağladı’. Görece bu. Aslında hakimlerin korkusunu gösteriyor. Türkiye'de artık hakim güvenliği, hakim bağımsızlığı, tarafsızlığı kalmamıştır. Hakimler siyasi iktidardan korkmaktadırlar. Ve bu Barış Akademisyenleri kararlarının kabul kararlarında da olumlu kazandığımız davaları da görüyoruz aslında. Yani bu kararları korka korka veren üyeler hakimler olduğunu görüyoruz. Bunu da kararlarında açıkça dile getiriyorlar. Aslında siyasi iktidardan af diliyorlar. Biz Anayasa Mahkemesi'ne uymak, hani o kadar dokunuşuna çıkmayalım dedik diyorlar. Umarız bu süreç daha özgürlükçü, daha hukuka uygun daha hak temelli bir yere evrilir” şeklinde konuştu. 

TEKİN: BİRİNCİ GÖREVİMİZ YANLIŞA YANLIŞ DEMEKTİR

Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki görevine iade edilen Dr. Serdar Tekin, “Biz üniversiteye geri dönüyoruz ama nereye geri dönüyoruz sorusu gerçek bir soru. Çünkü bıraktığımız yere geri dönmüyoruz. Üniversiteye elbette bunun uzun bir arz alanı olmakla birlikte kendi ihracımıza vesile olan ‘Barış İçin Akademisyenler’ vakasından itibaren dahi baksak son 8 yılda yaşananlar Türkiye'de üniversite kurumuna bir tür deli gömleği giydirilmesiyle sonuçlandı. Şimdi bu döndüğümüz yerde bizi ne bekliyor? Bir kere oradaki insan profili açısından ne bekliyor? Üniversitede bu durumu gören ve bu durumun olmaması gerektiğini, üniversitenin böyle var olamayacağını gören insan sayısı az değil. Aklı başında epeyce insan var. Bunu görüyorlar ama çok az kişi konuşuyor. Çok az kişi eleştiriyor. Çok az kişi doğruya doğru yanlışa yanlış diyor. Göreve iade edildiğimiz söyleniyor. Birinci görevimiz bu ortama uyum sağlamamaktır. Birinci görevimiz doğruya doğru, yanlışa yanlış demektir. Zulme zulüm şiddete şiddet, barışa barış demektir” diye konuştu.

Birinci derece mahkemeden göreve iadesi reddedilen Nilgün Toker, şunları dile getirdi: “İhraç edildiğimizden ve akademisyen kalmayı başarabildiğimiz tüm dayanışma ağlarına teşekkür ediyorum. ‘Barış Akademisyenleri’ davası baştan beri bizim bir kolektif irade oluşturmamızı engelleyecek şekilde organize edildi. Hepimiz aynı eylemi yaptık. Aynı fiili gerçekleştirdik. Hepimiz hep beraber barış istedik. Eylemimiz aynı, irademiz ortak ama asla bu aynı olana aynı şekilde davranılmadı. Bu tabii rejimin bir karakteri. Burada yapılmak istenen şey hani bir kolektif davranışı geliştirmemizi engelleyecek her türlü mekanizma çalıştırıldı. Bu her türlü muhalefet ve direnç alanında böyle yapıldığı gibi. Şimdi bu mesele bitmedi diyoruz. Bu mesele sadece göreve iadeyle de bitmiyor. Belirsizlik yaratma kapasitesi güçlü olan bu devlet, bu yeni rejim her noktada belirsizlik yaratmaya devam ediyor. Yani ne iade olanın ne ret olanın ne yürütmeyi durdurma alanın, ne onay alanın hiç kimsenin durumu belli değil. Ama belirli olan bir şey var. Bizim barış irademiz hala net ve burada durmaktadır.”

Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeki görevine iade edilen akademisyenlerden olan Dr. Erkin Başer, “İzmir'de devlet üniversitelerinde çalışanların yarısının iade edildiğini, yarısının edilmediğini görüyoruz. İzmir’de 21 kişinin ancak 11’inin göreve döndüğünü görüyoruz. Mahkemeler olayı şahsileştirmiş durumda. Barış talebimiz, toplumsal barış talebimiz devam ediyor. Bilim insanlarının fikir, ifade özgürlüğü vazgeçilmezdir. 12 Eylül'de listeler yayınlanırmış. İşte bu fikirleri, bu araştırmaları yapamazsınız. Hatta daha da ileri gidip bunlar hakkında araştırma yapınız diye. Benzer dönemleri yaşıyoruz. Bu süreçte sendikamız Eğitim Sen’e ve KESK’e teşekkür ediyorum. Bize maddi manevi destekleriz sürekli oldu. Hep yanımızdalardı. Sendikamızın bize sahip çıktığını bilmek bizi ayakta tutmuştur. Birçok şekilde motive etmiştir” ifadelerini kullandı.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon