Bakırçay’ın suları kara, kirletenlerin yüzü daha da kara!

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

Bakırçay’ın suları kara, kirletenlerin yüzü daha da kara!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.09.2022 - 13:49

Kuzey Ege’nin, bir zamanlar suları pırıltılarla akan Bakırçay ırmağı yıllardır kirletilmiş sularıyla anılıyor.

Neden?

Sulak bir ülkedir Batı Anadolu.  Yüzey suları dört ayrı vadiden akıp verimli ovalar oluşturan coşkun ırmaklarla denize ulaşır. 

Bunlar, kuzeyden güneye; Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes akarsularıdır.

En kuzeydeki Bakırçay Balıkesir yükseltilerinden, Ömer Dağı’ndan doğar. Adını yanından geçtiği Kırkağaç kenti yakınlarındaki Bakır kasabasından alır. 

Soma’yı aşar, Savaştepe’den gelen Yarçılı Deresi ve Madra’dan gelen İlya ve Menteşe Çayı Bakırçay’a katılır.

Adını verdiği koca ovada dolana dolana denize doğru koşar. Bergama tepesini çevreleyerek akan Selinos ve Kestel gibi, diğer yakın tepelerden gelen küçük dereciklerle sularını arttırır.

İklime uygun ne eksen bitecek verimlilikte bir ova yarattıktan sonra, bugün Çandarlı Körfezinde denize kavuşur. 

Manisa ve İzmir ilçelerinin ırmağıdır. 

Kışın suları bol, yazın az Bakırçay 129 km uzunluğundadır.

Irmağının içinden aktığı çukurluk, dünyanın insansız olduğu, yeryüzünün son biçimlendiği zamanlarda oluşmuş bir çöküntü hendeğidir. 

Büyük yer devinimlerinden arta kalan sıcak su kaynakları, ılıcalar yörede büyük kütlesel çatlakların, yer kırıklarının olduğunu gösterir.

Yağan yoğun kış yağmurlarıyla genellikle taşan Bakırçay’ın eski zamanlarda sık sık yatak değiştirdiği bilinir. 

Geçen yüzyılda yapılan setlerle şimdi belirli bir yatakta akıyor. Aşırı yağışlar olmadıkça terk etmiyor yatağını. 

Çok daha eski çağlarda, kömür yüklü dağıyla ünlü Soma yakınlarında denize döküldüğü, getirdiği çamur birikintileriyle denizi doldurduğu, önceleri Dikili yakınlarında denize ulaştığı,  Kozak yaylasından inen Sarı Azmağın ırmağın önünü keserek akışını kapattığı, sonucunda Bakırçay çukurunun bir bataklığa dönüştüğü söylenir.

Daha sonra bir kanal açılarak ırmağın, bir delta oluşturarak Çandarlı körfezine ulaştırıldığı ileri sürülür.

Bakıçay’ın Ovası bugün Anadolu’nun en ince lifli pamuğunu yetiştiriyor. Yörenin bulunduğu enlem, sıcağı çok seven pamuk bitkisinin yetişebildiği en kuzey enlemlerdendir. 

Bu topraklarda, daha serin bu iklimde pamuk yavaş büyür. Bu nedenle lifi uzun ve parlaktır. Ekonomik olarak değeri yüksektir.

Şimdilerde ova insanı beyaz altın dediği ak pamuğun yanı sıra ay çiçeği, mısır, domates de üretiyor, konserve bitkileri büyütüp geçimini sağlamaya çalışıyor.

 Bu üretim tarıma dayalı endüstriyi geliştiriyor yörede. 

***

Bakırçay Ovası insanlığın ilk zamanlarından beri insanlara yuva olmuştur. 

Bölgede Tarihöncesi dönemden, Bakır ve Tunç çağında önemli izlere rastlanır.

Geç Tunç Çağı denilen; İ.Ö.1300’lerden kalan Hitit çivi yazılı belgelerinden anlaşıldığına göre;  Bakırçay ile Gediz Irmakları arasındaki topraklar Seha Irmağı Ülkesidir. 

O çağlarda, Helenlerden önce, muhtemelen bu bölgede Muwawalwi, Manapa Tarhunda gibi kralları olan, “Luvice” denen bir dil konuşan topluluklar yaşıyordu.   

Daha sonraları, İ.Ö.12.yüzyılda bölgeye Batı’dan Helenler geldi. Yerli halkla karışarak bölgeye yerleşti.

Bakırçay’a önceleri Astra, Adouros sonraları Kaikos adı verildi. 

“Astra”nın Helence ve Luvice’ye akraba Hititçe’de “yıldız” anlamına geldiği bildiriliyor..

Ancak bu ırmağın, yıldıza, “astra”ya benzemediği de belli.

Her ne kadar ışık sulara çarptığında ortalığa pırıltılar saçılır ama akarsuların yıldıza benzediği pek söylenemez.

Üstelik, Dikili-Nebiler Ilıcasında, Çanakkale Boğazı kıyısında antik Asyta yerleşim yerlerinin bulunması bu sözcüğün “sular” ile ilgili bir sözcük olabileceğini de akla getirir.

***

Bakırçay’ın Helen-Roma çağında sık kullanılan ismi Kalikos’un ise hangi dilden olduğu ve ne anlama geldiği bilinmiyor.

Ancak, bilinmeyenin kol gezdiği eski çağlarda sorulara söylencelerle yanıt verilmeye çalışılması bir gelenekti.

Tabii ki Bakırçay/Kaikos ile ilgili bir söylence de olmadan olmaz:

Öyküye göre adı “Kaikos” olan genç bir adam, genel olarak Mysia olarak adlandırılan bu bölgede yaşayan bir saygın ailenin oğludur. 

Bir gün genç Kaikos bir arkadaşıyla çevredeki Pindassos Dağlarında ava çıkar. 

Pindassos, Madra Dağları’nın güneyinde Kestel Çayı’nın doğduğu tepelerden Kozak yaylasına, oradan Bakırçay Ovası’nın önünü kesen bugünkü Geyikli Dağlarını da kapsayan yükseltilerdir. 

Vahşi hayvanı, suyu boldur. Geyikler seker kayalıklarda. H?l? bu dağlar av peşinde koşan canı sıkılmış avcıların ilk uğradıkları avlaktır. 

Söylence bu ya, iki avcı arkadaş çevik bir geyiğin peşine düşerler. Gençtir onlar yarışı severler. Hangisi acaba daha önce vuracaktır geyiği? 

Köpekleri sık çam ağaçlı ormanda, av bulmaya onlara yardım eder. Biri bir yandan, diğeri, öte yandan ala geyiği ortalık bir yerde kuşatırlar. 

Av ürker. Kımıldamaz durduğu yerde. Sanki taş kesilir. Genç Kaikos, geyik karşısında dimdik duruyor ya, gerer yayını, tunç uçlu okunu fırlatır.

Geyiğin arkasında kim var bakmaz.

 Kaikos’un kımıldadığını gören av zıplar, kaçar sık çalılıların arasından. 

Yaydan çıkan ok tabii ki durmaz. Ok uçar, geyiğin arkasında, Kaikos’un tam karşısında duran yoldaşına saplanır. 

Al kana bulanır genç adam yere düşer, ölür. 

Avcı av olmuştur.

Kaikos yerden yere atar kendini. Acı çığlıkları arşa çıkar. Arkadaşını vurmuştur geyik yerine. Deli olur.

 Alır arkadaşının soğumamış ölü bedenini babasına teslim eder.

Sonra koşar, gider adı o zaman Astra ya da Še?a Irmağı olması muhtemel Bakırçay’ın akıntılı sularının başına. 

Burgaçlı sulara bakar, kendini ırmağa atar. Çok sonra onu ölü bulurlar çayın kıyısında, ayıt dalları arasında. 

Ülke yasa bürünür, acıklı ağıtlar yükselir gökyüzüne kentten. Delikanlılar sessizce ağlar. Karalara bürünür genç kızlar. 

Arkadaş acısıyla boğulup ölen genç Kaikos’un suçluluk duygusuna yöre halkı saygı gösterir. 

Suların akıntısını değiştiremez ama ırmağın adını değiştirir. Astra ya da Seha adını bırakır. Her zaman can alan bu bulanık sulara kadersiz avcının adını verir.

Bundan böyle akıntılı sular Kaikos diye anılır.

Acemi iki gencin ölümüne neden olan geyiğin dağı olan Pindassos’a, Geyikli Dağı deniyor belki bu yüzden günümüzde de.

Suçluluk, bir anlamda belki de insanın kendini tüketmesidir. 

Gençliğe ölüm yakışmaz. Zamansız ölümler zor unutulur.

Şimdilerde bile, toplumdan dışlananlara buralarda, “git kendini Bakırçay’a at” derler.

Bakırçay kederli bir ırmaktır.

***

Bu “keder”i hala taşıyor sularında Bakırçay.

Suları kapkara. 

Kirletilmiş.

Balıkları ölüyor.

Tarımsal sulama için tarlalara çekilen kirli su toprağı da verimsizleştiriyor, yozlaştırıyor.

İster ihmalkarlık deyin üstünü örtün, ister kapitalizmin dur durak bilmeyen para kazanma hırsı; bu durum yıllardır böyle sürüp gidiyor.

Yapılan işin maliyetini düşürmek için kaçılan kolaycılık, vurdumduymazlık doğa katliamlarına yol açıyor.

Türkiye’nin en büyük ve nitelikli kömür-linyit madenine sahip Soma ve çevresinde bulunan işletmeler yıkadıkları, eledikleri kömürlerin kirli sularını hiçbir arıtma uygulamadan, çoğunlukla Bakırçay’a salıyor.

Ne yazık ki Soma kentinde bir arıtma tesisi olduğu halde Soma Devlet hastanesinin, atıklarını doğrudan Bakırçay’a döktüğü de ileri sürülüyor.

Soma’daki termik santralların baca gazlarıyla ve soğutma sularının akıntısıyla çevre için oluşturdukları tehdit ortada.

Soma’nınkiler yetmiyormuş gibi Kınık’ta düşük kaliteli bol atıklı kömürle bir termik santral yapma tartışmaları hala devam ediyor. 

Kınık ilçe merkezinin ve bölgedeki birçok yerleşim yerinin evsel atık arıtma tesisi yok. En kolayı bu atık suları Bakırçay’a ya da ona karışan küçük dereler katmak.

Bergama ve Kınık çevresinde kurulu salça fabrikalarının salça kazanlarının, temizlemek için kostik denilen kimyasal maddeyle yıkanması, böylece oluşan kostikli suların arıtılmadan, zararlılıkları giderilmeden, zaman zaman Bakırçay Deresi’ne döküldüğü iddiası bir başka ürkünç durum.

Irmak kıyısına kimyasal işlem görmüş malzemelerin, granit ve mermer işletmelerinin cüruflarının bırakılması da bir diğer kirlilik, zehirlenme nedeni.

Her yaz tarımsal sulamaya yardım için kapatılan, Bakırçay’ın denize döküldüğü ağızda biriken kirli sular nedeniyle meydana gelen korkunç balık ölümleri, durumun vahametinin göstergesi.

Sularda biriken kirliliğin yarattığı oksijensizliğin yol açtığı balık ölüleri çevreye iğrenç koku salıyor.  

Bu gibi durumlar ilgililerin kestikleri ağır cezalara rağmen sürüyor.

10.003 km2 alana sahip Bakırçay havzası yıllardan beri böyle büyük tehditler altında.

Bu tehdit yavaş yavaş çevresel bir yıkıma doğru evriliyor.

Bu balık ölümleri, çevre kirliliğinin doğayı nasıl öldürdüğünün an açık, en somut örneği.

Sanki bu Dünya, bu ülke, bu topraklar, bu ırmaklar bizim değil.

Doğa’ya böyle hoyratça, acımasızca saldırmak neden?

Günü kurtarmak için geleceği kurban etmek akıl dışı değil mi?

Doğa’nın ölümü insanın ölümüdür.

Elbette üretim gerekli! Yatırımlar gerekli. İş sahaları gerekli.

Ama bunları doğayı katletmeden yapmak da elbette olanaklı.

İnsanlığın teknik olarak bu bilgi birikimi var.

Yeter ki kapitalizmin kolay ve çok kar etme hevesi dizginlenebilsin.

İhmalkarlıklar önlenebilsin.

Doğa’ya ölümcül zararlar vermeden üretim yapılabilsin. 

İlgililer doğa’dan yana, çevreyi koruma yönünde tavırlarını, önlemlerini dikkatle, ısrarla sürdürebilsinler.

Öyle yalnızca cezalar kesilerek değil, bu gibi işletmeleri kesinlikle kapatacak uygulamalarda bulunulabilsin.

***

Bir antik çağ Bergama söylencesinde genç Kaikos’un arkadaşını yanlışlıkla öldürüp, vicdan azabıyla kendini Bakırçay’a attığı durumdaki gibi başa karalar bağlamak çare değil.

Ölümün ardından pişmanlıkta bulunmak, yakınmak da öleni geri getirmiyor!

Gerçek ortada!

Bakırçay’ın suları kara, kirletenlerin, önlem almayanların yüzü daha da kara!

Suların aklanması, yüzlerin aklanmasına, başların akıllanmasına bağlı!

Duyarlı insanların yoğun tepkisine!

 

Sefa Taşkın

30.09.2022

Bergama/İzmir


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon