Kadına, hayvana, doğaya saygı!
Dünya genelinde ve ülkemizde kendi varlığından başkasının yaşam hakkına saygı duymayan bir zihniyet var. Bu zihniyet kendi dışındakileri yok ediyor, edemediklerine ise cehennemi yaşatıyor.
Ülkemizde son birkaç ayda daha da görünür olan şiddet olayları her birimizi derinden sarstı. Ne yazık ki bazı insanların görüş ve politikaları kadının, doğanın, hayvanın yaşam hakkına saygı duymanın çok ötesinde. Ülkemiz iklim değişikliğinin sert etkilerini de deneyimlerken toplumsal anlamda bu deneyimler yaşanmamalıydı. İstanbul Sözleşmesi yaşatır! Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi yaşatır! Paris Anlaşması yaşatır!
Dünya üzerindeki biyokütlenin yüzde 82’sinden fazlasını oluşturan topluluk bitkiler. İnsan ise biyokütlenin sadece yüzde 0.01’ini oluşturuyor. “Bu kadar az bir biyokütleye sahipken nasıl olur da dünyaya bu kadar zarar verebiliyor” sorusu bu verilerden sonra hemen hemen her birimizin aklında beliren bir soru var: “Bu kadar azken nasıl bu kadar zarar verebilir?” Ne yazık ki insanların bir bölümü kadının, doğanın, hayvanın yaşam hakkına saygı duymuyor. Tabii derinlerde toplumla ve doğayla olan bağlantısı olmadan yaşayamayacağını bildiğinden kendine de saygısı yok. İnsan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle her geçen gün küresel ölçekte yaşam kayıpları ve maddi kayıplar oluyor. Bu hafta siz değerli okuyucularımızla “2024 Yaşayan Gezegen Raporu”nu paylaşmak istedim. İsmi de anlamlı, bir kez daha herkese hatırlatıyor bu gezegenin yaşadığını.
BÜYÜK YOK OLUŞ
Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) ve Londra Zooloji Derneği (ZSL) işbirliği ile hazırlanan rapor, 1970 ile 2020 arasındaki 50 yılda izlenen yaban hayatı nüfusunun ortalama büyüklüğünde yüzde 73’lük bir küçülme yaşandığını gösteriyor. Bu sonuca yaklaşık 35 bin nüfus eğilimi ve 5 bin 495 amfibi, kuş, balık, memeli ve sürüngen türü üzerinde yapılan incelemelerle varıldı. Tatlı su türlerinin nüfusu yüzde 85 düşüşle en ağır kaybı verirken onları yüzde 69 düşüş ile kara ve yüzde 56 ile deniz ekosistemlerinde yaşayan topluluklar izledi. Coğrafi olarak en hızlı düşüş, yüzde 95 gibi endişe verici bir oranla Latin Amerika ve Karayipler’de görüldü. Bu bölgeyi, Afrika (yüzde 76) ve Asya-Pasifik (yüzde 60) takip ediyor. Avrupa ve Orta Asya (yüzde 35) ile Kuzey Amerika'da (yüzde 39) kaydedilen düşüş oranları daha az olmakla birlikte bu bölgelerde doğayı etkileyen büyük ölçekli tahribatların 1970’ten önce bile görünür olduğu hatırlamak lazım.
Her bölgede en çok kaydedilen tehdit unsuru aslında gıda sistemlerimize bağlı habitat bozulması ve kaybı. Bunun arkasından, doğal kaynakların aşırı tüketimi, istilacı türler ve hastalıklar geliyor. İnsan ve gezegen sağlığı için dönüşüm birçok alanda hızlanmalı ancak aciliyet listesi oluşacaksa gıda, enerji, finans ve doğa koruma bunların başında geliyor.
TÜRKİYE’DE DURUM NASIL?
Türkiye, sulak alan çeşitliliği ve geniş ölçeğiyle özellikle göçmen kuş türlerine ev sahipliği yapmasıyla bulunduğu coğrafyanın en önemli ülkelerinden. Ancak aşırı kullanım, kirlilik ve plansız yapılaşma gibi etkenler, iklim değişikliğinin de etkisiyle sulak alanlarda su kaybı ve dönemsel kurumalara neden oluyor. Ülkemizdeki sulak alanların sağlıklı yapılarını kaybetmesinde en önemli faktörlerden biri tarımda kullanılan verimsiz sulama yöntemleri. Kentsel, sanayi ve tarımsal kaynaklı kirlilik, sucul türlerin sağlığını olumsuz etkiliyor. Bu baskılar, tehlike altındaki Avrupa yılan balığı gibi türleri de tehdit ediyor. Kıyı alanlarında artan çarpık yapılaşma nedeniyle deniz kaplumbağası yuvalama kumsalları da tehlike altında. Plastik kirliliği hızla artıyor bu nedenle “Benim plastik poşet veya plastik pipet kullanımımdan ne olacak” dememek lazım. Küçük adımlar içerisinde büyük adımları barındıran kolektif harekete geçme potansiyellerini barındırır.
Rapora göre ne yazık ki ulusal ölçekte kabul edilmiş olan taahhütler ve sahada yapılan eylemlerin yetersizliği bakımından küresel ölçekte iklim bağlamında 2030 hedeflerine ulaşmak mümkün görünmüyor. Tam da bu nedenle önümüzdeki aylarda düzenlenecek olan uluslararası biyoçeşitlilik (COP16) ve iklim (COP29) zirvelerinde dünyanın yaşam döngüsü için acil kararlar verilmeli ve uygulamalar başlatılmalı.
NÜFUS KAYBI NELERE YOL AÇAR?
Bir topluluk belli bir seviyenin altına düştüğünde söz konusu tür, ekosistem içindeki görevini tam olarak yerine getiremeyebilir. Diğer bir deyişle tohum ve polen taşıma, otlama ve besin döngüsü gibi ekosistemlerin işlerliğini sağlayan süreçlere katkı sağlayamaz. İstikrarlı nüfuslar uzun vadede hastalık ve aşırı hava olayları gibi sıkıntılara karşı dayanıklılık sağlarken nüfus düşüşleri ise dayanıklılığı azaltır ve ekosistemin işleyişini tehdit eder. Bu da ekosistemlerin, gıda ve temiz su temini ve istikrarlı bir iklim için karbon depolama gibi hizmetlerinin yanı sıra doğanın kültürel, sosyal ve ruhsal yaşama yaptığı katkılara kadar sunduğu birçok yararı olumsuz etkiler.
Sürdürülebilirlik Haberleri
- Mobilyada sürdürülebilirlik
- Türkiye’den ve dünyadan çevre gündemi
- Hem kendini hem dünyayı güzelleştir
- 'Plastik atıklarla yüzüyorum'
- İyi haber: 27 tür keşfedildi!
- Dünyada her 8 çalışandan yalnızca 1’i bu beceriye sahip
- 2025’in rengi ‘mocca mousse’ ile toprağa saygı
- SKUP trafiği rahatlatır mı?
- Erol Demirel: 'Sürdürülebilirlik, artık bir zorunluluk'
- Bankalar ne kadar çevreci?