Vahşi atlar diyarı
Kanada’nın batı eyaletlerinden Alberta’yla Britanya Kolumbiyası (B.C.) arasında araç sürüşüyle Kayalık Dağları-Rocky Mountain asfaltlarından geçerken yol boyu karşınıza sıklıkla kabadayı boz ayılar, ürkek geyikler çıkar; kurnaz tilki ve heybetli boynuzlarıyla dağ koyunu, uzun sakalıyla dağ keçisi de ortalıkta caka satar...
Bunları tabiatın ortasında görünce önce şaşırırsınız, sonra beklendik bir şey gibi seyredersiniz. Onlar da meraklıdır hani, gelen geçenleri seyretmeye gelmişler sanki. Bir önceki yazdı, Edmonton’dan 14 saatlik araba sürüşüyle okyanus kıyısındaki Vancouver’a giderken orman yolunda kenara çekilmiş bir araba kuyruğu görünce durmuştum, tahmin ettiğim gibi ormandan çıkmış ayıları izlemek isteyenlerdi.
AYILARCA KOVULDU
Yolcular cep telefonlarıyla fotoğraf çekerken araçlardan birisinin kapısı açıldı ve sanırım bir Japon turist kadın dışarıya çıktı. Profesyonel fotoğraf makinesiyle arka arkaya deklanşöre basıyordu. Ayılardan birkaçı orman sınırı içinde uzakta fakat çok meraklı bir Ayı Yogi yavrusu da asfalt kenarındaydı. Kadın fotoğrafçı minik ayının yanına kadar yaklaşmıştı, ayı da ona... İnanılmaz bir şey yaşandı o an; ayı ayağa kalktı, şöyle böyle bir ergen çocuk boyundaydı ve ön ayaklarıyla tıpkı elini kullanır gibi kadını asfalta, geriye doğru itmeye başladı. Adeta “Orman bizim, sen asfaltına gitsene” der gibiydi.
Buna benzer şeylere rast gelinir yol boylarında fakat asıl bazı düzlük alanlarda, tabii nalları olmadığı için “dört toynak” koşturan vahşi atlarla karşılaşınca çok şaşırırsınız. Yüzlerce at bir arada doğanın estetiğini sergileyen bir gösteriye çıkmışçasına nehir boyu yahut steplerde, çayırlarda koşar, dolaşır, otlar. Hele kış zamanıysa burun deliklerinden kalın bir sis gibi sıcak nefeslerini çıkarmazlar mı, seyri bir başkadır.
Vahşi atlar, bizim Türkçede Kızılderili diye bir bakıma pejoratif anlam yükleyerek söylediğimiz buraların yerli halkı gibi özbeöz Amerika kıtasının sahipleridir.
6 bin yıl evvel Asya steplerinde insanla tanışıp evcilleşen at türünün buradaki ırkı vahşiliğine bugün de devam ediyor. Kızılderililerin at binişi onların vahşiliğini soylulaştırıyordu. Kristof Kolomb’un 1492’de Bahama adalarından birisini bulmasıyla başlayan Amerika kıtasını sömürgeleştirip koloni kurma tarihi boyunca gemiler sadece Avrupa insanını taşımadı, beraberlerinde İberya-İspanyol atları da geldi. Vahşi atlara uzaktan baktılar, soylu vahşiler de onları korkuyla izlemiş olmalılar. Sonrasında, Beyaz Avrupalının tüfek namlusu nişan aldı, hem yerliyi hem vahşi atları yok etmeye başladı. Kıtanın Avrupalılaştırılma sürecinde ne kadarının yok edildiğine ilişkin kesin bilgi, sayı yok; fakat insanlık utancı adına pek çok... 1920’lerde Kanada federal hükümeti tarım arazilerini geliştirmek için vahşi at nüfusunu yok etmek üzere kelle başına 5 dolar ödeyince 1920-24 arasında 15 bin at öldürüldü. Şimdi, parmak hesabıyla artık sayması da kolay! Kanada’da toplam 2 bin civarında vahşi at kaldı. Kıtanın ABD tarafında, hani isminden şu araba markası yapılmış Amerikan Mustang atları da vurula kırıla sadece bin adede inmiştir; şimdi göz bebeği gibi korunuyorlar.
Kanada’nın doğu sahilindeki Nova Scotia-Yeni İskoçya’daki Sable Adası’nda hayatta kalmış birkaç yüz vahşi atı da eklerseniz doğanın bu harika canlısına insafsız insanın reva gördüğüne içiniz yanar. Neyse ki Kanadalılarda at sevgisi öyle böyle sürüyor. En azından vahşilere dokunmuyorlar artık ve haralarında, ahırlarında ehil olmuş atlara bakmaya devam ediyorlar. Pek çok “equestrian” (atçılık) kulübü bulunuyor ve aile çiftliklerindeyse en azından bir iki at muhakkak ahırdadır... 50 yıldan beri düzenli yayınlanan ünlü bir dergileri de var atçıların: “Canadian Horse”, aylık 15 bin aboneye ulaşıyor.
EDEBİYATA GİDER AKLIM
Vahşi atları o seyahat sırasında gördüğümde aklıma Türk edebiyatının değerli romancısı Abbas Sayar’ın Yılkı Atı eseri gelmişti. 1971 TRT Ödülü alan bu kısa romanda bir Anadolu köylüsünün besleyemeyeceği yaşlı atını kışın ayazında bırakarak doğaya salmasının hikâyesi anlatılır. İntak (konuşturma) sanatının en güzel eserlerinden birisidir. Roman ve atın doğada yaşam mücadelesini aktarır, kısrak kışı atlatır, bahara doğru eski sahibi ona tekrar yuları vurmak ister ama artık at kaçıp özgürlüğü seçecektir.
Kanada atlarını, aracı bir kenara çekip o gün uzun uzadıya, içimde tuhaf bir telaş ve heyecan hissederek seyrederken yine aklıma, Amerikalı yazar Horace Mccoy’un “Atları da Vururlar” romanı gelmişti.
Her iki romanın da filmleri yapılmıştı. Atların edebiyata ve sanata katılmasıyla eserler güzelleşiyor elbette... Yine yakın zamanda Türk sinema yönetmeni Atalay Taşdiken’in “Hara” başlıklı güzide film eserini de buraya eklemek gerekiyor. Ama Kanada atlarının yazısını bitirirken asıl, Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti’ndeki sözünü tekrar etmemek hiç olmaz!
“O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
senolasenola@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin en ünlü tekstil devi kapandı
- SMA'lı bebeğin babası intihar etti!
- Muğla'da helikopter kazası: 4 kişi öldü!
- 'Su sorununu çözmek, DSİ'nin görevi değil'
- Soğuk havada TIR kuyruğu 30 kilometreyi geçti
- 'Ev hapsi' kararının ardından ilk kez konuştu
- 190 milyon dolarlık dev rövanşta kazanan belli oldu!
- İstanbul Barosu hakkında soruşturma!
- Öğrencisinin Suriye'de Bakan olduğunu öğrendi
- Evini kiraya verecekler için geri sayım