Sizin musluğunuzdan ne akıyor?
Evvel zaman içinde... Cinin biri hepimize bir seçim şansı vermiş... En önemli yaşam standardı kriterimiz neyse ister başka bir ülkede, ister yaşadığımız memlekette bizim için gerçekleştirecek. “Gelir, eşitlik, adalet, etik değerler, iklim... Seçin beğenin”. Ama her masalda olduğu gibi bir şartı var. Sadece tek bir kriter seçebiliyoruz. Evet dostlar nedir cevabınız?
Soru “Yaşanacak en iyi ülke hangisi?” olsaydı işimiz daha kolaydı elbet. Çünkü bu konuda analizler var. Kişi başına düşen gayrısafi milli hasıladan işsizliğe, kişisel özgürlüklere pek çok çeşitli değişkeni incik cıncık inceleyip, tek bir puanda birleştirip, ülkeleri buna göre sıralayan Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu gibi. Bu raporun 2022 verilerine göre yaşanabilecek en iyi 10 ülkenin başında... Evet bildiniz: İsviçre var. Yakın takiptekiler de Norveç ve İzlanda.
Fakat cin bizden yer değil, kriter seçmemizi istemişti hatırlatırım.
Benim önerim: Musluk suyu.
Bir ülkenin musluğundan akan su neyse o ülke de odur çünkü. Suyun berraklığı, temizliği, kalitesi, ulaşım kolaylığı, o ülkenin maddi manevi değerlerinin, şeffaflığının, adaletinin, refahının simgesidir.
Musluk suyu konusunda bana inanmıyorsanız, dünyanın en temiz içme suyu üstüne yapılan araştırmalara bakın. Ne tesadüf ki yaşanası en iyi ülke su konusunda da şampiyon.
Dünyanın en temiz ve en yüksek kalitedeki musluk suyu İsviçre’de içiliyor. (Yanı başında da Norveç, İzlanda gibi en iyiler listelerinde hep gördüğümüz tanıdık simalar). Hatta musluk suyu şişelenmiş maden suyundan çok daha iyi bir ekolojik dengeye sahip. Çevre dostu, şişelenmiyor, taşınması gerekmiyor, atık üretmiyor ve bir litre musluk suyu sadece 0.2 sente mal oluyor. Bu yüzden de su, İsviçre’nin kalitesi en çok kontrol edilen gıdası. Biliyorlar ki musluktan akan temiz su zenginlik demek.
Bu ülkede yaşıyorsanız evinize marketten su alarak pet şişe kirliliğini artırmanıza, karbon ayak izinizi büyütmenize ve paranızı zebil etmenize gerek yok. Sizin evdeki musluk zaten sebil.
Hatta diyelim ki bir restorana gittiniz. Size illa ki fiyakalı markalarla satılan pahalı suları dayatamıyorlar. Garsondan Carafe d’eau (okunuşu: karaf do) isteyebilirsiniz. Yani bir “sürahi musluk suyu”. Hem ismi havalı, hem de kaliteli, ücretsiz ve ekolojik.
İsviçreliler sularını pek seviyorlar, içtikleri suyu da yüzdükleri gölleri de. Bugün 1500 tane pırıl pırıl gölleri var. Ama 80’li yıllarda suları pek de temiz değildi. Refah bir ülke yaratmak için arınmaları gerekti. Vizyon koydular. Katı yasalar getirdiler, uymayanın gözünün yaşına bakmadılar. Mesela deterjanlardan fosfatı yasakladılar. Sanayicinin filtresini, çiftçinin gübresini kontrol ettiler. Kanalizasyon arıtma sistemini ülkenin tümüne yaydılar. Halkı bilinçlendirdiler. Anaokulundaki çocuklar diş fırçalarken musluğu kapatmayı, plastik şişe yerine mataradan su içmeyi öğrendi. Bu özen, eğitim, denetim ve çalışmanın mükâfatını bugün görüyorlar.
İsviçre’ye ilk geldiğim yıllarda milletin kana kana su içtiği sokak çeşmelerine “Mutlaka koli basilli vardır” diye komplo teorisyeni gözüyle bakardım. “En temizi musluk suyu. Sen de iç” diyen belediye ilanlarına “O musluklardan ne rüşvetler akıyor kim bilir” diye burun kıvırırdım. Marketten eve koli koli pet taşırdım. Su deyince şüphe etmeye o kadar çok alışmıştım ki... Sebile inanasım yoktu.
İki senede sürdü alışmam. Şimdi gittiğim her yerde insanları su ahlakına göre değerlendiriyorum. İsraf edenler, kirletenler, elindekinin kıymetini bilmeyenler. Oysa ben küçükken Türkiye’de de bizim sularımız musluktan içilirdi.
70’ler- 80’lerde iklimi pek düşünmezdik. Buram buram kömür kokan havaya dayanamayıp tepemize yağan ölü kuşlar olmuştu ama “Geçer” demiştik. Korku filmleriyle ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’un “Kuşlar”ı bizim için daha ürkütücüydü.
Sürdürülebilirlik kavramı icat edilmemişti. Babamdan başka çöpünü, kâğıdını ayırıp, üşenmeden geri dönüştürmeye çabalayan bir başka yetişkin tanımıyordum.
Lakin sularımız temizdi. Kızılırmak henüz zehirlenmemişti. Pamukkale pamuk gibiydi. Marmara salyalanmamıştı. Türkiye’deki göllerin üçte biri kurumamıştı. Hazır giyim şimdiki gibi hızlı giyim değildi. Temennimiz “üstünde paralansındı”.
MİLLİ SERVETİ ANIMSARDIK
Su ayak izini duymamıştık. Yani herhangi bir malın veya hizmetin üretimi için kullanılan su kaynaklarının toplamını azaltmamız gerektiğinden bihaberdik. İsrafı sevmezdik. Milli olan şeylere olan sevgimiz, milli takımın dışındaki konuları da kapsardı. Tamir edilmemiş her musluğun, odadan çıkarken kapanmamış her lambanın milli servetimizden yediğini bilirdik. Muslukları, bozulan, eskiyen makineleri atmaz, tamir ettirir, söküklerimizi dikip, tekrar giyerdik. Karbon ayak izimiz az olsun bilinciyle değilse de yerli malı kullanmak iyidir diye lokal takılırdık. Zaten bir avokadomuz bile yoktu.
Nüfus ve gösteriş az, tüketim makul ve yereldi. Hey gidi geçen yüzyıl.
Pet şişe Türkiye’ye gelmemişti. Ama alüminyum kutu kolayı Amerikan konsolosluğu sayesinde tanımıştık. Arada sırada çöplerinde görürdük. O atık kutuyla kukalı saklambaç oynardık. İleri dönüşüm yaptığımızı bilmezdik. Koşturmaktan terlediğimizde de bahçedeki musluğa sırayla ağzımızı dayar, korona morona bilmez, kana kana su içerdik. Ne zaman musluk suyu içme lüksümüz bitti, esas saklambaç o zaman başladı. Musluk suyunu geçtik, markalı damacananın içinden bile ne çıkar muamma.
Her şey 1980’lerin sonunda New Yorklu süper modellerin defilelerde markalı su şişelerini havalı bir aksesuarmış gibi taşımasıyla başladı. Bir anda kitlesel olarak yanımızda suyla gezmemiz gerektiğini fark ettik. Milyar dolarlık bir ekonominin ve birlikte getirdiği kirliliğin kapısı böylelikle açıldı. Sorun o kadar büyüdü ki geri dönüştürsen de tam olarak geriye dönemiyorsun. Hele de hâlâ gelişmekte olan bir ülkeysen.
Plajda bile takipteyim: Duşta uzun uzun oyalanıp, kovasını, terliğini 5 dakika boyunca yıkayan, az sonra denize tekrar girecek olan çocuğunu uyarmayan yazlıkçıların yerine ben sesleniyorum: “Evladım 5 dakikalık bir duşta 60 litre su harcıyoruz, el insaf!”
Dünyanın en lüks alışveriş merkezlerini, sitelerini inşa edip, altın varaklı musluklarla donatmayı beceren ama binalara yağmur suyu toplama sistemlerini kurmayı önemsemeyen bir zihniyet bizi ileri götüremez. Halbuki o musluklara altın değerini üstlerindeki cila değil, içlerinden akan temiz su verir.
2050 İÇİN ALARM!
Su mağduriyeti, bireysel ve yerel sorumluluğumuz olan, küresel bir sorun.
Su yoksa yaşam yok. Kıtlık var. Savaş var. İktidar da olsan muhalefet de yaşaman ve yaşatman için su lazım. Doğal kaynaklarını iyi kullanman, çevreyi kirletene geçit vermemen, çevre dostu çözümleri kullanman, arıtımını ihtiyaç önceliğine göre liyakatle planlaman ve milletini eğitmen gerek. Zararın neresinden dönsek kârdır. Zürih ETH Üniversitesi’ndeki iklim araştırması, 2050’de Türkiye’yi bekleyen kuraklığın alarmını veriyor. Musluktan içilecek suyu geçtim, yakında su fakiri ülke konumuna düşeceğiz. Tarlayı sulayacak, yıkanacak, hatta o petlerin içinde sofraya koyacak suyu bile zor bulacağız. Ezcümle 2023’te kim ne kazanır bilmem. Ama acil olarak önlem alınmazsa herkes kaybedecek. O halde cinden ne diliyoruz?
(Ya da dilemeyi falan geçip, vatandaş olarak, üretici, sanayici, girişimci olarak, iktidar-muhalefet olarak yani intihar etmek yerine yaşamayı seçen herhangi bir insan olarak suyumuza sahip çıkalım. Yoksa toptan cin çarpmışa döneceğiz.)
asliaysev1@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Ünlü çikolata markası da artık kara listede
- Ünlü oyuncu gözaltında: Marketten 'zeytinyağı' çaldı
- 6 yaşındaki Şirin'i katleden şahsın ifadesi ortaya çıktı
- Erdoğan'a ve Yerlikaya'ya çok sert yanıt!
- Erdoğan'dan Özel ve İmamoğlu'na tazminat davası
- 'Sanki mağdur olan Esenyurt değilmiş gibi...'
- Oy oranını en çok artıran parti hangisi?
- Tek kalemde milyarlık vergi borçları silinenler nerede?
- Halk TV'den ayrılan Şirin Payzın'ın yeni adresi netleşti
- 'Fethullah Gülen hayatta olsaydı...'