Sizi ne şaşırtıyor?
İsviçre farklı şaşırtır insanı, Türkiye farklı. Cenevre’ye 2001’de gelmiştim. 99 depreminin yaraları da travmaları da tazeydi. Aylarımı geçirdiğim kriz masasındaki acı ve çaresizlik duygusunun yerini ülkemde yeni bir sayfanın açıldığına olan inanç bırakmıştı. Binalar yenileniyor, önlemler alınıyor, vergiler toplanıyordu. Memleketimin bir daha bu acıları yaşamaması için ne gerekiyorsa yapılacaktı. Bu sefer akıllanmıştık.
İsviçre’de de doğal afetler vardı. Dağlar ve göllerle çevrili olunca sıklıkta toprak kayması, sel, yangın, çığ gibi felaketler yaşanıyor, bu da ülkeye senelik 300 milyon franga mal oluyordu. 1356’da kayda geçen en büyük deprem 6.6 şiddetindeydi ve Basel’i yok etmişti.
NÜKLEER SIĞINAK
Haliyle kiralık ev ararken emlakçıya sorduğum ilk soru binada sonradan çıkma kat veya kesilen bir kiriş olup olmadığıydı. Böyle bir ihtimali daha önce düşünmediğinden olsa gerek emlakçı bir an afalladı. Sonra toparladı: “Madam, İsviçre’de binalar sağlamdır, emin olun. En ufak bir yapının inşaat izninin çıkması bile 2-3 sene sürer, büyük bir özenle yapılır, elektrikçisinden duvar ustasına her işi yapan da garanti vererek çalışır.” Yine de deprem vergisinin kişinin inisiyatifine bırakıldığını duyunca pek de inanmadım. 3 oda bir salon evi turlamaya başladım. 70’lerden kalma fayanslara “Nerde bizim İstanbul’daki güzelim tasarım apartmanlar?” diye dudak büktüm. Emlakçı düşüncelerimden beni sıyırıp, aşağı kata götürdü. Karşımızda duran, bir kasaya aitmişçesine ağır olan kapıyı araladı: “İşte bu da nükleer sığınak.” Mösyö benimle kafa mı buluyordu? Yerdeki dizi dizi konserve kutularına gözüm takılınca, açıkladı: “Binalarımızda sığınaklar zorunludur. Herhangi bir nükleer saldırıya karşı tüm nüfusu kapsayacak kapasitemiz var. Böylece gerekirse aylarca dışarı çıkmadan yaşamı sürdürmemiz mümkün.”
SAVAŞ VE AFET AYNI
Savaşmayan bir ülkedeydim. 1815 Paris Antlaşması’ndan beri tarafsızdı. En şanlı savaşlarından biri 1602’de Cenevre’de Savoylulara karşı yaşanmıştı. 1 gece 2 gün sürmüştü. Kaleye tırmanmaya çalışan düşman askerlerinin kafasından aşağıya, kazanlarla sıcak çorba dökerek savaşı kazanmışlardı. Bu devasa zaferlerinin sonunu da zaten tatlıya bağladılar. Her yıl çorba kazanı şeklinde çikolata yapıp, yiyorlar. Herkesle tatlı tatlı geçinip gitseler de yine de her an siren sesi bekler gibi tetikteler. Ukrayna savaşı çıkınca iyice alarma geçtiler.
Savaş veya afet tutumları aynı. Refahın sürdürülebilirliğinin toplumsal ve ekonomik olarak tehlikelere karşı dirençli olmaktan geçtiğinin farkındalar. “Sonradan vahlanacağımıza şimdiden riski azaltalım, daha ekonomik ve insani olur” düşüncesindeler. Misal sel riski olan yere bina kondurmuyorlar. 2015-2030 Sendai Afet Risk Azaltma Çerçevesinde çizilen kriterlere uygun olarak sistematik bir risk yönetim planı uyguluyorlar. “Başımıza ne gelebilir? Önceliğimiz ne olmalı, neyin olmasına izin verebiliriz? Olası hasarı azaltılmak için ne yapmalıyız...” diye sorup, titizlik ve bilimsellikle çözüm üretiyorlar. Önceden uyarı teknolojilerine yatırım yapıyorlar. 2016’da federal, kantonal ve bireysel sorumlulukları düzenledikleri 67 güvenlik adımının yarısını çoktan hayata geçirmişler.
‘SORUMLULUK’ ZORUNLU
Gerçi bakmayın eskiden böyle değillermiş. 1800’lerin başlarında afetleri “Tanrı’nın gazabı” olarak görüyorlarmış. Fakat asırlardır çözümü Tanrı’ya havale etmeyi bırakmışlar. Sorumluluk bir zorunluluk olmuş. Türkiye’de farklı şaşırırız.
Her an patlamaya hazır bir saatli bomba üstünde oturduğumuzu biliriz mesela.
Ama sel riskine rağmen dere yatağına ev yaparız. Altımızdan fay geçerken üstünde otururuz. Hayalimiz “Cennetten bir köşedir”, bu sebeple AVM’lerimiz, otellerimiz görkemlidir. Depremin dili yoktur, kapıyı vurup “Bir maniniz yoksa akşam size geleceğiz” demez. Görüntüyü bozan kirişi kestiğimiz gibi işimize gelmeyeni duymayız biz.
2023’e İsviçre yüzölçümü kadar, İsviçre’nin iki misli nüfusunu içine alan büyüklükte bir cehennemle başladık. Elbet bunun da üstesinden geliriz. Dünyada eşi benzeri olmayan bir gücümüz var çünkü. Kenetlenmiş bir halkın dayanışma gücü. Halkımıza hayran kalanlardan biri Elbistan’da hayatlar kurtaran İsviçreli GISS’in ekibinin kaptanı Philippe Zuberbuhler. “Elbistan’ın yüzde 80’i gitti. Bir daha ayağa kalkar mı bilmiyorum. Bu boyutta bir yıkıma tam olarak hazır olunabileceğini de düşünmüyorum. Fakat sizin halkınızın biz İsviçreliler de olmayan inanılmaz bir becerisi var. Biz etraflıca düşünerek, önlemler alarak hareket ederiz. Ama bir sorun olduğunda halk olarak reaksiyonumuz yavaştır. Türk halkı ise çok hızlı ve pragmatik. Büyük şehirlerden akın akın insan yardıma koştu. Enkazın başında çalışırken yanımızda belki 100 kişi el vermek için hazırdı.” Demek ki İsviçre’nin risk önleme sistemi, kuralları, liyakati, hatalardan ders alan sorumluluk bilinciyle Türk insanının merhamet, yardımseverlik, hız ve pratikliğini birleştirebilsek... İşte o zaman hiçbir afet bizi şaşırtmayacak.
Asliaysev1@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Erdoğan belayı satın aldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Yıkılması gerekiyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Trabzonspor'da ayrılık!