Santarem’de bir gezinti - Ayşenur Tanrıverdi

Lizbon’a yaklaşık bir buçuk saat uzaklıkta, Tagus Nehri’nin kuzeyindeki Santarem’e gidiyorum. Şehrin pastoral atmosferiyle harika bir tezat içinde yükselen gotik mimarisi nedeniyle burası Portekiz’in gotik kenti olarak biliniyor.

Santarem’de bir gezinti - Ayşenur Tanrıverdi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.02.2025 - 04:00

Giderken ormanların içinden geçiyorum, yolun iki yanındaki ağaçların kucaklaşan yaprakları yemyeşil bir geçit oluşturmuş. Bu doğal tünellerden geçmek ışığın hareketini görmeyi de sağlıyor. Sa da Bandeira Meydanı’nda arkadaşlarımı beklerken yağmur başlıyor.

Şehir sessiz. Sessizlikle hiçbir zaman sorun yaşamamışımdır. Bana göre dünya zaten sessiz olmalıydı. Yine de bazı sesler sessizlik kadar güzel olabiliyor. Örneğin kestane kabuklarının çıtırtısı. Kestane mevsimindeyiz, bu yüzden sokaklarda ince ince tüten kestane arabalarını görebiliyorduk. Martim ve Luisa beni meydanda karşılıyor ve nehrin sarı ışıklarını seyretmek için Jardim das Portas do Sol’e doğru yürüyoruz. Burası Santarem’in en güzel manzaralı noktalarından biri…

Milattan önce 138’de Romalıların işgalinden bu yana yüzlerce yıllık geçmişi olan Santarem’de (o dönemki adıyla Scallabis) Roma dönemi yapıları ve kalıntıları halen görülebilir. Fonte das Figueiras, bu bölgedeki gotik mimarinin en çarpıcı örneklerinden… Taş ve yosunun nemli kokusu içinize bir anlatı gibi doluyor. Mimarinin gücü sayesinde mekân, eski donuk bir alan olmaktan çıkarak canlı bir hikâyeye dönüşüyor. Burası aslında bir çeşme, zamanında orada yaşayan halka su sağlaması için inşa edilmiş bir yapı. Dörtgen şeklindeki çeşmenin üç kenarını çapraz tonozlarla birbirine bağlanan kemerler ayakta tutuyor. Kemerler ışık oyunlarına son derece elverişli; resim sanatında Chiaroscuro denen ışık-gölge etkisiyle güzelliği belirginleştiren yoğun kırılmalar meydana geliyor.

YARATICILIK VE KEŞİF

Martim ve Luisa’nın evi Santarem’in biraz dışında, küçük bir zeytinyağı üretim atölyesinin hemen çaprazında kocaman sarı bir ev… Portekiz harabe evler cenneti, bu ev de eskiden kaderine terk edilmiş harap bir binaymış. Nar ve zeytin ağaçlarıyla çevrili bahçeden girince dar patika bizi evin kapısına ulaştırıyor. Girişte iki güzel köpeğin heyecanlı sesleri yüksek tavanlarda yankılanmaya başlıyor. Mutfak, evin ilk odası, ilk karşılama, ocakta kestaneli risotto pişiyor. Luisa, Martim’le bana görev veriyor, kalan kestaneleri ayıklama görevi. Rustik objelerle dolu mutfağın duvarları ve zemini “azulejo”larla döşeli, her minik karede bir hikâye anlatmaya çalışan birer imge bunlar. Ev başlı başına estetik bir değeri temsil ediyor zaten ama Martim sanatçı olduğu için duvarlardaki sayısız tablo, evi bir müzeye çevirmiş durumda… Tabloları seyrederek odaların arasında gezinmeye başlıyoruz. Her odadan diğerine geçişte zaman, ardımda bir köprü gibi yıkılıyor. Odaların iç dekorasyonları farklı; bazıları yetmişleri andırıyor, bazısı 2050 yılından.

Tablo ve enstalasyon dolu bir evde dolaşmanın rüyaya benzer bir yanı var. Martim ve Luisa, bu evi nefes alıp veren devasa bir organizma gibi kurmuşlardı. Her solukta şişip inen bir akciğerin yüzeyinde geziniyor gibiydim.

Martim sessizce resimleri açıklıyor. Sanattan bahsederken yüzünde ciddi, sıkıntılı bir ifade ama çocuksu bir aydınlık var. Atölyenin onun için hiçbir zaman “huzurlu” bir yer olmadığını, her yaratım sürecinin acı verici bir meydan okumaya dönüşebildiğini anlatıyor. Eski otomobil motorları, dünyayla eşzamanlı bir rotasyonda dönen gemi maketleri, elektrik süpürgesi gibi ev içi objeler, denizaltı kıyafetleri, bayraklar, flamalar ya da bir golf seti; bu yeni sanat kavramında her obje kendi anlamının bir adım gerisinde ya da ilerisinde duruyor.

Martim, eserlerinde zaman döngüsü kuruyor ve onu bilinç akışıyla hareketli kılıyordu. Evin yan binasındaki atölyeyi gezerken belki de bu döngü yüzünden insanın çocukluğunu hatırlamaması çok zordu.

Bir güne pek çok şey sığdırabilirsiniz; gülüş, unutuş ve bekleyiş ve dünyanın isteklerine karşı bir direniş ya da kestane kabuklarının sesi. İşte Santarem’de bir günüm böyle geçti.