Portekiz’de grevler ve gündelik yaşam - Ayşenur Tanrıverdi
Portekiz’de çalışanlar sık sık greve gidiyor. Son olarak Metal İşleme İşçileri Sendikası’nın 29 Kasım grev bildirisini görüyorum. “Grev” için İspanyollar “huelga”, İtalyanlar “sciopero”, Galiçyalılar “slack” kelimesini kullanmış. Kökenini Paris’teki zemini çakıl taşları ve kumlarla kaplı geniş bir meydan olan Place de Grève’den aldığı biliniyor.
Demiryolu ve fabrika işçileri, öğretmenler, doktorlar, inşaat işçileri, banka çalışanları, devlet memurları zaman zaman gündelik yaşamın acımasız nehrini kesintiye uğratıyor. Sorunlar: Düşük maaş, zorunlu fazla mesai, güvenlik tehlikesi, kıt kanaat bir yaşam standardı. Grevi birkaç hafta önceden haber veren bildiriler asılıyor, hangi tarihlerde ve saat aralıklarında işçilerin işi durduracaklarını bildiren duyurular okuyoruz. Gündelik yaşamı siyasetten ayrı bir şeymiş gibi göstermeye çalışan medeni uygarlığın rahatı daha kelimeyi duyduğu anda kaçıyor.
Portekiz’de çalışanlar sık sık greve gidiyor. Son olarak Metal İşleme İşçileri Sendikası’nın 29 Kasım grev bildirisini görüyorum. “Grev” için İspanyollar “huelga”, İtalyanlar “sciopero”, Galiçyalılar “slack” kelimesini kullanmış. Kökenini Paris’teki zemini çakıl taşları ve kumlarla kaplı geniş bir meydan olan Place de Grève’den aldığı biliniyor. Burası 18. yüzyıl döneminde işsizlerin iş aramak için bir araya geldiği bir yermiş. “Grev yapmak” ifadesi ilk olarak Place de Grève’de “iş beklerken durmak” anlamına gelirken bugün işçilerin ortak talepleri için güçlerini birleştirerek işi durdurması anlamına evriliyor.
PATRONLARIN KORKUSU: SENDİKA
Sendikalar bugüne kadar sermaye ve iktidar sahipleri için her zaman bir tehdit olarak görülmüştür. Sendika çatısı altında bir araya gelebilen, haklarının farkında olan ve bunun için mücadele eden işçileri rahatça sömüremeyen iktidar sahipleri bu konuda çeşitli yaptırımlar uygulamaktan çekinmediler.
Geçtiğimiz ekim ayında Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’na üye oldukları için işten çıkarılan Fernas Madencilik İşçileri, iki ay boyunca çıplak ayak sürdürdükleri eylem sonucunda yönetimle anlaşma sağlamayı başarmışlardı. (Bu eylem aynı zamanda Soma’da yaşamını yitiren madencilerimiz için bir yükümlülük niteliğindeydi.)
Kapitalist bir sistemde yaşadığımız gerçeği aslında kaskatı bir sisteme hapsolduğumuz anlamına gelmiyor. Kapitalizm var olduğu sürece grevler ve direnişler de bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da varlığını sürdürmeye devam edecek. Kapitalist anlayışın çizdiği sınırlar içerisinde vergi sistemi, komisyonlar, kâr payları, rant, ihale, hepsi birer hırsızlık sistemidir. Hırsızlığın yasal sistemiyle mücadele etmek belki de en zoru. Bu yüzden devletler bayağı hırsızlıkla her zaman daha fazla ilgilenir.
Grev, her şeyden önce anayasal bir haktır. Eşitlik ve hak istenci karşısında elde edilen kazanımlar dünya üzerinde hiçbir zaman kendiliğinden açılıveren kapılar ardında olmadı. Bir şeyin varlığını ancak onun yokluğunda hissedebiliyorsak, onu iyice kanıksamış ve değersizleştirmişiz demektir. Kâtip Bartleby’ı hatırlayalım. Yapmamayı tercih etmek bir grev midir? Kesinlikle öyledir. Çalışanın mecburiyetlerinin (geçinme-barınma gibi) suiistimal edilmesini önleyen bir karşı çıkış hem emeğin hem de gündelik yaşamın eleştirisinin eylemsel ifadesiydi.
LİZBON’DA İLK GREV
1849 yılının eylül ayında Lizbon’da Rua da Boavista Caddesi dökümhane işçilerinin ilk grev durağı oldu. Bundan birkaç ay sonra Vulcano fabrikasından onlarca demir işçisi işi bıraktı ve gece saatlerine kadar çalışmayacaklarını duyurmak için sokağa çıktı. Bir alay halinde Collares ve Bachelay fabrikalarında diğer işçilerle bir araya geldiler ve tabii ki “protestocuları” dağıtmak için güvenlik güçleri tam karşılarında yerini aldı.
1910 yılında Portekiz’deki ilk grev yasası sendikacıların beklentilerinin yanından bile geçmiyordu. 1910 Ocak ayında yayımlanan kararnamede grev hakkı tanınıyordu ancak işverenler için lokavt hakkını meşrulaştırıyor, grev kırıcıların korunmasını garanti ediyor, gösterilerde yer alan işçilere karşı polis ve askeri güç kullanımına izin veriyordu. Bundan dört ay sonra Setúbal konserve fabrikası işçileri daha iyi ücret talebiyle greve gittiler ve hükümetin olay yerine güvenlik güçlerini göndermesinin ardından iki işçi öldürüldü.
Grevler aynı zamanda antifaşist mücadelenin bir karşılığı olmuştu. 1933 Eylül ayında António Salazar liderliğindeki Estado Novo hükümeti toplu eylemleri, sendikal hareketleri ve grev eylemlerini yasakladı.
Bundan tam bir sene sonra 1934’te “Portekiz Genel Grevi” başladı. Lizbon başta olmak üzere Porto, Portimão, Braga, Coimbra gibi pek çok şehirde eylemler yapıldı. Salazar, grevcileri devlete karşı darbe girişimine katılanlar olarak sınıflandırıyordu. Yargılanmaların ardından insanlık dışı koşullar altındaki Tarrafal toplama kampındaki işkenceler sonucu 32 mahkûm öldü.
‘BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN’
Avustralyalı yazar Mckenzie Wark, adını 68 Fransa’sında öğrenci-polis çatışması sırasında doğan bir slogandan alan “Kaldırım Taşlarının Altında Kumsal Var” kitabında şöyle diyor:
“Yirmi birinci yüzyıldan nasıl çıkacağımızı planlamanın vakti geldi. Karamsarlar haklı: Bu böyle sürüp gidemez. İyimserler de haklı: Başka bir dünya mümkün. Araçlar elimizin altında. Türümüzün özelliği dünyalar inşa etmek.”
Buna ben de inanıyorum, yine de bu özelliği ancak eşitliğin olmadığı yerde gerçek aşk ve mutluluğun olamayacağı bilgisiyle anlamlı kılabiliriz.
En Çok Okunan Haberler
- Kalben ödül gecesine 'erkek' olarak katıldı
- İstanbul'un suç haritası belli oldu
- Önce kağıdı yırttı, sonra valizi çıkardı!
- Tapuda yeni dönem başlıyor!
- Parlamento sıkı yönetim kararını geçersiz saydı!
- Devlet Bahçeli vekaletini akrabasına verdi
- Suriye'de 'karşı saldırı' öncesi hareketlilik
- Antalya'daki sır ölüm dünya basınında!
- AYM o maddeyi iptal etti, tazminat yolu doğdu
- Naci Görür'den 'fay' değerlendirmesi!