Işığa tapınma ayı...
Pagan değiliz, paganizm tarihin eski çağlarında kaldı ama aralık sanki ışığa tapınma ayı gibi. Kasım’da üzerimize çöküp, aralık ayında iyice bunaltan karanlığın kasvetinden kurtulabilmenin de başka çaresi yok.
Eski çağlardan kalan gelenekleri sürdürüp bi de Nobel törenini ekleyince Stockholm aralık boyunca ışıl ışıl bir şehir oluyor. Hele bi de kar yağarsa, Stockholm, ışıklandırılmış çam ağaçları, pencere önlerine konmuş beş ya da yedi mumlu şamdanlar, ışıklarla süslenmiş balkonlarıyla masallara yakışır bir şehir haline dönüşüyor. Avrupa’nın diğer büyük şehirlerinde de benzer manzaralar görülse de, kıyılarında beyaz botları seyrettiği adalar üzerinde kurulu Stockholm masalsı bir güzellik kazanıyor.
Işıklandırma kasım sonunda başlıyor. Kasımın son pazar günü, başka bir ifadeyle Noel akşamından önceki dört haftanın ilk pazarı sehpaya konan dört mumdan biri yakılır. Diğerleri de her pazar biri olmak üzere dördüncü pazar günü hepsi yakılmış olur. Zaten ondan sonra İskandinavya’da 24 Aralık’ta Noel kutlanır. İsa Peygamber’in o gün doğmadığını herkes bilir ama kilise öyle kabul ettiğinden ve de kasvetli karanlık günlerde yemek masasının başında toplanmaya vesile olduğundan kutlama gelenekselleştirilmiştir. Bu gelenek çarşının, pazarın da işine gelir. Hediye furyası ekonomiye canlılık kazandırırken küçük meydanlarda kurulan küçük pazarlarda sıcak şarap içilir krep yenir.
Aralık maratonu 10 Aralık’ta Nobel şenliğiyle biraz daha renklenir ama geçen yıl da bu yıl da pandemi yüzünden törenler yapılamadı. Nobel törenleri her yıl dakik olarak tekrarlanan bir rutindir ama simalar değiştiğinde ilginç olabiliyor. Özellikle 13 Aralık Lucia kutlamaları için adeta meleği andıran beyazlara bürünmüş, başlarında yanan mumlarla, St. Lucia şarkısını söyleyerek oteldeki konukların odalarına giriveren genç kızların yarattığı şaşkınlık hep anlatılır. En ilginci de Ernest Hemingway’in tepkisidir. Hemingway, melek yüzlü kızların şarkısıyla uyanıp gördüğü manzara karşısında öldüğünü zannetmiş. Fal taşı gibi açılmış gözleriyle “Beni çimdikleyin” diye bağırmaya başlamış.
Knut Hamsun’unki ise şaşkınlık değil. Norveçli yazar ziyafette içkiyi fazla kaçırmış. Asansörde, Selma Lagerlöf’e elle sarkıntılık etmiş. Selma Lagerlöf kızmış ama sadece “terbiyesiz” diye tepki göstermiş. Knut Hamsun, heyecandan mı, içkiyi fazla kaçırdığından mı bilinmez, altın madalyasıyla, diplomasını da asansörde unutmuş. Belki Anatole France’ın madalyaların verildiği sırada sahnede uyumuş olması bu kadar eğlenceli değil ama hoş bir anekdot.
NOBEL’İN BİYOGRAFİSİ
Bu yıl bir Alfred Nobel biyografisi daha çıktı. Vilgot Sjöman’ın yazdığı “Alfred Nobel’i kim sever” adlı biyografide mucidin kişiliği, özel hayatı anlatılıyor. San Remo’da öldüğünde yanında hizmetçisinden başka kimse bulunmayan Alfred Nobel hakkında yazılan kitaplara göre şöyle bir kişilik: Yaşamını kuvvetli bir patlayıcı bulmaya adamış anlaşılması zor bir insan. Bulacağı patlayıcının insanları öldürmek için değil, ekonomik kalkınma için kullanılmasını düşünmekteydi. Avrupa’da gelişmekte olan barış hareketine de ilgi duyuyordu.
Alfred Nobel’in bir dâhi olduğunu herkes kabul ediyor. Çok yönlüydü. Dahi bir mucit ve işadamı olmasının ötesinde büyük bir filantrop ve hümanistti. İsveççe, Rusça, Almanca, İngilizce ve Fransızcayı mükemmel konuşuyor, okuyor ve yazabiliyordu. Toplulukları etki altına alabilecek müthiş bir çekim gücü vardı; ancak bu yeteneklerini kullanmaya meraklı olmadığı gibi, topluluk arasına katılmayı sevmeyen, törenlerden, ziyafetlerden, yapay övgülerden nefret eden patolojik bir çekingenliği vardı.
KONTES’LE İLİŞKİ
Edebiyatla ilgileniyor, şiir yazıyordu. Ödül verilmesini vasiyet ettiği fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış ilgi duyduğu alanlardı. Yazmayı severdi, mektuplarının kopyasını saklardı. Gizemli bir yaşamı vardı. Paris’te eczanede çalışan bir kıza âşık olmuştu. Ancak kız tanışmalarından kısa bir süre sonra ölmüştü. Belki ilk kez yakalandığı bu aşkın hüsranla sonuçlanması Nobel’i yıkmış, uzun süre kendini toparlayamamıştı. Bir süre sonra sekreter tutmak için gazeteye verdiği ilan üzerine karşısına Kontes Berta Kinsky çıktı. Berta Kinsky ile karşılaşmaları Alfred Nobel’in yaşamında dönüm noktası oldu. Ama mutluluk sadece bir hafta sürdü. İş gezisine çıkan Nobel dönüşünde sekreter masasını boş buldu. Kontes eski öğrencisiyle evlenip Gürcistan’a göç etmişti ama Alfred Nobel’le ilişkisini kesmemişti. Ona sürekli yazıyordu. Alfred Nobel de Kontes’in mektuplarını yanıtlıyordu. Keskin bir zekâya sahip olduğu kadar iyi bir entelektüel olan Kontes, kitap yazmaya başlamıştı. Nobel’e yazdığı mektuplarda savaşa karşı çıkmanın önemini vurguluyordu. Dünya sorunlarını entelektüel derinliği olan bir seviyede tartışıyorlardı.
Araştırmacılara göre Alfred Nobel’in barış hareketine ilgisi platonik bir aşkla bağlı olduğu Kontes’in görüşlerinden etkilenmesiyle başladı ve önemli olduğuna inanarak vasiyetinde barış ödülüne de yer verdi. Barış mücadelesinin önemi konusunda Nobel’i etkileyen Kontes de “Dünya pasifistlerinin öncüsü” olduğu gerekçesiyle 1905’te belki de mimarı olduğu Nobel Barış Ödülü’nü kazandı.
osman.ikiz@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- Mahruki yine yandı
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!