Yeni Şafak Solarken’in yönetmeni Keltek ve oyuncu Üzümoğlu Cumhuriyet’e konuştu

Film, yıllardır hastaneye girip çıkan, sistemin içinde sıkışıp kalmaktan yorulmuş ve öfkeli olan Akın’ın (Cem Yiğit Üzümoğlu) son kez taburcu olduktan sonra İstanbul’da gezinirken gerçek benliğiyle bağını kaybetmesini ve zihninin bir başka gerçekliğe kaymasını konu alıyor.

Yeni Şafak Solarken’in yönetmeni Keltek ve oyuncu Üzümoğlu Cumhuriyet’e konuştu
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.11.2024 - 04:00
Sinema dünyamızda bu yılın en dikkat çeken filmlerden biri oldu "Yeni Şafak Solarken". Konusu ve sinematografisi, yalnızca bu yılın değil son yıllarda alışık olduğumuz birçok filme karşın daha farklı, daha ayrıksı ve ilgi çekici. "Koloni", "Meteorlar", "Gulyabani" gibi belgesel filmlerle adından söz ettiren Gürcan Keltek'in ilk uzun kurmacası, 77'nci Locarno Film Festivali'nde dünya prömiyerini yaptı ve oradan Boccolino d’Oro Eleştirmenler Ödülü‘ne değer görüldün. Ardından 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nden de “en iyi görüntü yönetmeni” ödülünü (Peter Zeitlinger) aldı. Filmin oyuncu kadrosunda Cem Yiğit Üzümoğlu, Ayla Algan, Erol Babaoğlu, Suzan Kardeş, Dilan Düzgüner ve Gürkan Gedikli yer alıyor. Film, bu yılın başında yitirdiğimiz usta sanatçı Ayla Algan'ın son rol aldığı film olarak da kayda geçiyor.
 
Film, yıllardır hastaneye girip çıkan, sistemin içinde sıkışıp kalmaktan yorulmuş ve öfkeli olan Akın’ın (Cem Yiğit Üzümoğlu) son kez taburcu olduktan sonra İstanbul’da gezinirken gerçek benliğiyle bağını kaybetmesini ve zihninin bir başka gerçekliğe kaymasını konu alıyor. Görüntü yönetmenliğiyle, oyuncu performansıyla, ses tasarımı ve kurgusuyla dikkat çeken film; İstanbul'un fiziki ve ruhani derinliğini, "deliliği", "aklıselimliği" ve din olgusunu farklı bir bakış açısıyla ele alıyor.
 
Yönetmeni Gürcan Keltek ve başrol oyuncusu Cem Yiğit Üzümoğlu ile konuştuk.

‘ÜÇ-DÖRT YILIMIZI ALDI’

Filmin esin kaynağı ne oldu?

Gürcan Keltek: Başlangıç noktası bir belgesel filmdi. Bir psikotik atağın 72 saati üzerine bir film yapmak istiyordum. Sonrasında proje ilerledikçe, kurmacayla daha iyi anlatabileceğimi düşündüm. Çünkü filmin biraz saykodelik bir tonu olsun istiyordum. Ve aslında oyuncularla da çalışmak istedim. Bir oyuncunun üst bakışı gerekiyordu bu karakteri anlatmak için. Senaryoda da belgesel filmin başında kurduğumuz omurgadan faydalanarak devam ettirdik. Ama sonuçta vardığı yer bambaşka bir yer oldu.

Belgesel ve kurmacayı yanyana koyduğunuzda hangi deneyim sizin için daha keyif verici oldu?

Belgesel çok özgür ve olanakları sınırsız bir format. Güncel sanattan siyasete kadar, her şeyin filmini belgeselle yapabilirsiniz. Yapım süreci da çok şahsi ve arkadaşlarınızla çözebileceğiniz bir alan olduğu için, o özgürlüğü çok seviyorum.
Kurmacaya gelince... Bu filmi finanse etmek üç-dört yılımızı aldı. Bekleme süresi fazla, çok denklemli, çalışma koşulları daha çetrefilli. Benim için her zaman kenarda ama belgeselde de Türkiye'de duvara toslayabileceğiniz zamanlar da olabiliyor. Her aklınıza gelen konuyu belgesel yapamıyorsunuz. Ya da yapıyorsanız da, güncel siyaset ve ideolojik noktalar her zaman sizin hareket alanınızı etkiliyor. Belgeselde gerçekle ilişki hep oluyor. Ama kurmacada, dramaturji ile birlikte farklı alanlara geçebiliyorsunuz. Bu filmde belgesel gibi çektim, ama kurmaca fikrinden çok keyif aldım. İyi oyuncularla çalışmanın keyfi, onlara sırtınızı yaslamanın keyfi bambaşka.

‘NAİF BİR YERDEN BAKTIM’

Filmin başında, “Mitrazim”i anlatan bir ses duyuyoruz, o sırada karakteri bir gömütlükte görüyoruz. İslamiyete, Hıristiyanlığa bakıyoruz. Bir sekansta, “Hak din İslamdır” yazısı ve cami de ters duruyor. Dinlere karşı bir karşıt söz müydü bu filmin amacı?

Filmde yer alan "din" olgusunun, bizim güncel siyasette tartıştığımız "din" olgusuyla pek bir alakası yok. Şöyle; mental bir çözülme yaşıyorsanız, o beraberinde sosyal izolasyonu ve yalnızlığı getiriyor. Ve akut bir değişiklik yaşanıyor. Bu tarz dönemlerden geçen insanlar, zaman zaman, belli inanç sistemlerine dönüyorlar. Hissettiği şeyleri, belli kimyasalların değişmesiyle onları bir nedene bağlama, bütün yaşananların boşuna olup olmadığını sorgulama süreçlerinde kutsal kitapları okuyabiliyorlar. Bizim toplumumuzda da "Allah'a sığınma", ondan medet umma ve o yüzden de o durumu anlamlandırmaya çalışma hep oluyor. Filmin hazırlık sürecinde de ben bunu çok gördüm. Ama bizim filmimizde İstanbul'un dikey, ruhani yapıtları karakterde bir tetiklenmeye yol açıyor. Benim için İstanbul'un çok katmanlı, tektonik, pagan inanışlardan tutun da semavi dinlerin getirdiği mimari etkiye kadar, bunu kullanmak uygundu. Din, aslında kişinin kendisini grandiyöz hissetmesiyle ve o anlamda yaşadığı evin ortasına koymasıyla çok alakalı. Karakterimiz inanç sistemlerinin, inanç aygıtlarının içerisine çok girmiyor, yalnızca Allah'tan medet umuyor. Oysa geldiği hayat, o inanç sistemine uzak. Ama herkes onu yalnız bıraktığı için, böyle bir arayışa giriyor. Karakter ne zaman bir atak hissetse, dünyası ters dönüyor. Tabii din deyince ister istemez güncel siyasete çarpıyorsunuz. Ama ben çok naif bir yerden, bu karakterin başına gelenleri anlamlandırması anlamında kullanmıştım.
 
-Film “Duru Görü”, “Emanet Beden”, “Alametler” ve “Rüya Silahı” bölümlerinden oluşuyor. Senaryonun derinine inersek, bu dört bölümü kısaca açımlar mısınız?
"Duru Görü"; filmin başında karakterin gezdiği mekanlarla, ruhlarıyla, hafızalarıyla kurduğu ilişki üzerine. Ama aynı zamanda kendi ailesi ve yakın çevresiyle kaybettiği bağlanı üzerine.
"Emanet Beden"; aslında karakterin grandiyöz hissetmeye başladığı, bizim bedensel olarak da ruh olarak da ailemize, yakınlarımıza emanet olduğumuza imada bulunması üzerine.
"Rüya Silahı"; doktoryla buluştuktan sonra, zihninde bir senaryo örmeye başladığına imaya bulunan ve yavaş yavaş kontrolden çıkmaya başlaması üzerine kurulan bir bölüm.
"Alametler" de; zihnindeki o garip senaryo içerisinde, kendini konumlandırdığı grandiyöz noktayla ilgili. Gördüğü her şeyi zihninde toplayarak, bir koza örerek, bir rüyaya dönüştürüyor.
 

‘İSTANBUL'DA BİR ŞEYLER ÖLÜYOR AMA YOK OLMUYOR’

Filmin çözülme aşamasında Tezer Özlü’nün “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” sözünü sıkça duyuyoruz...

"Delilik kimsesizliktir" diye Murathan Mungan'dan da bir alıntı var. Hatta Robert Macfarlane'in Yeraltı Diyarı kitabından da bir alıntı var. Üçü de çok sevdiğim edebiyatçılar. Böyle şeyler çok planlı ve hesaplı bir şekilde ilerlemiyor bende. Bu alıntıları yaptım, çünkü filmde ölüler, bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar başka bir gerçeklik katmanı içerisinde. Filmin sonu için de bu gerekliydi. Tezer Özlü özelinde buna cevap vermem gerekirse, karakter, sistemin kendisine saplanıyor. Ülkenin genel haleti ruhiyesine saplanıyor. Bu alıntı, bizim siyasi hafızamızda da inanılmaz yer etmiş bir alıntı.
Herkesin bildiği bir eyi kullanmak istedim. Herkes kendi kişisel ya da siyasi duruş noktasında kendi narrative'ni (anlatı) oluştursun ve orada bir bpekülasyon yapsın istedim.
 
Bir insanın etrafındaki sosyal aygıtları ve yaşama mekanizmasını elinden alırsanız, aslında onu öldürmüş oluyorsunuz. Hastane sistemine saplanmak da böyle bir şey. Sizi iyileştirmek için bulunmuş bir sistem ama aynı zamanda sizin iyileşmenize engel oluyor. Oradaki ima da oydu. Bu mantrayı söyleyen karakterlerden bazıları da ölüler, ama yok olmuyorlar. Buradalar, hafızaları ve söyledikleri İstanbul'da yankılanıyor. İstanbul da böyle bir yer zaten. İstanbul'da bir şeyler ölüyor, ama yok olmuyor. 
 
-Cem Yiğit Üzümoğlu’na emanet ediyorsunuz karakterinizi. Hem karakteri biraz derinlemesine anlatmanızı hem de Üzümoğlu seçiminizin nasıl olduğunu sorsak, neler söylersiniz?
Cem'in "Evlat" oyununu izlemiştim. Orada gördüm ilk performansını. Normal bir audition ve cast süreci olmadı. Nokta atışıyla hemen Cem'e gittim ve orada anlaştık. O çok iyi anladı projeyi, bu benim için çok önemli. Cem film için çok önemliydi. İyi oynamasının dışında insanların bakmak istedikleri bir oyuncu olsun istedim.Ayla Algan, çok soyut ve fiziksel olarak açıklanamayacak bir rolde oynuyor. Ama bunu tam da Ayla Algan gibi deneysel tiyatroyu yıllarca sürdürmüş birisi yapabilirdi. Filmde doğaçlama çok. Cem Yiğit Üzümolğu, Suzan Kardeş, Erol Babaoğlu, Gözde Duru gibi farklı geçmişleri olan oyuncuları bir arada kullandım, doğaçlama yapabilmeleri benim için çok önemliydi çünkü. Yeni kuşak oyuncularla oynamak da benim için mutluluk vericiydi çünkü filmde hepsi parlıyordu.

Mehmet S. Aman, Gürcan Keltek ve Cem Yiğit Üzümoğlu

‘TUTARLI BİR İŞ YAPMIŞIM’

Zor bir rol. Senaryo önünüze geldiğinde ilk ne nissettiniz?

Cem Yiğit Üzümoğlu: Çok korktum. Bence de çok zor bir rol. Hakikaten çok korktum. Bir de karakterdeki mental durumlar, benim bilmediğim, kendimde pek alışık olmadığım durumlar. Bir insanı sevmek ne demek, bilirsin. Acı duymak ne demek, bilirsin. Ama bir sanrının içerisinde olmak ne demek, onu hiç deneyimlemediysen, bilmen çok zor. O yüzden hazırlık sürecinde bana çok yardımcı oldu Gürcan. Elimden tuttu, her anlamda yönlendirdi, kimi zaman da kaybolmama izin verdi. Ama ben kendi adıma bayağı korkmuştum. Sonuçta burada bir klinik bir durum var ama biz belgeselini yapmaya çalışmıyoruz. Biz bu klinik durumun sebebi ya da sonuca olan şeyleri yaratmaya, anlatmaya ve göstermeye çalışıyoruz. Üç buçuk dört yıl oldu ve ilk kez izledim. Senaryoda başka, sette başka, filmi görünce bambaşka bir şey gördüm. İyi anlamda söylüyorum bunu. Başta benim için korkutucu olan şeyin sonucu, benim için çok değerli oldu.

‘OYUNCULUK, MÜHENDİSLİK’

-İzledikten sonra ne hissettiniz peki?
Ben kendimi seyrederken zorlanırım. Beğenmek üzerine değil, teknik ne hata yapmışım bakış açısıyla izlerim. Benim için oyunculuk, mühendislik. Kendimi burada da beğenmedim, ama kafam karıştı kendimi izlerken. Güvendiğim insanlara sordum, "Çok mu duygusuz görünüyordum?", "Acaba bu işe mi yarıyordu?" gibi. İnsan oynarken başka bir şeyi hayal ediyor. Filmi duyularımızla algılıyoruz. Karakterin duyularıyla algıladığı şeyleri görüyoruz. Ama ne hissettiğini bilmiyoruz. İki üç sahne var, ben kendimi izlerken neyi hissettiğimi anlamadım mesela. Bir anlamda iyi ama bir anlamda da acaba sınırını kaçırdım mı diye düşündüm. Zaten o dünyayın, olmadığına inandığımız bir dünyanın belgeselliği ancak bu şekilde gerçek oluyor. Kurmacadan ayrılan tarafı da bu filmin. 
 
Ama şunu söyleyebilirim, tutarlı bir iş yapmışım. En azından bir yanda meseleyi aşırı dramatikleştirecek, aşırı realize edecek natüralist bir oyunculuk anlayışına girmemişim. Farklı bir şey yapmışım. Neredeyse garip olmaya yakın bir telaffuzsuzluk var. Kendimi beğendiğimi söylemeyeceğim ama tutarsızlık yapmadığım için kendime de kızmayacağım.
 
-Güçlü bir kadrosu var filmin. Onlarla çalışmak nasıldı?
Çok güzeldi... Allah rahmet eylesin, Ayla Algan'la çalışmak kimin aklına gelebilirdi? Bana deseler ki "Ayla Algan'la bir sahnen var, seni öpecek, sana dokunacak"... Benim için Ayla Algan'la sahne paylaşmak benim için onur. Suzan Kardeş'le de öyle. Öyel bir sanatçı kimliği var ki, her yaptığı iş bu kadar mı iyi olur? Rahatlığı, korkan ama pervasız hali, cesareti, atılganlığı, özverili ve genç ruhlu hali bana örnek oluyor.
Gürcan Keltek'le çalışmak da müthişti. Bu kadar özgür olabilir, bu kadar kolektif üretime inanabilir bir yönetmen. Çünkü çalışıyorsunuz bazı yönetmenlerle, pek çoğu size o özgürlüğü tanıyamıyor. Öyle olunca "Ben şimdi bir kuklayım" diyorum ve ona göre oynuyorum. Gürcan'la öyle değildi. Çekime bir başlıyoruz, metrodayız, gerilla usulü 25 dakika çekim yapıyoruz. Hangi kurmacada bunu yapabilirsiniz ki?

Tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğu. Kendinizi en özgür hissettiğiniz disiplin hangisi?

Buna hemen yanıt verebilirim. Mesele disiplin değil de mesele kiminle çalıştığın. Tiyatroda da sinemada da dizide de saygı, sevgi ve özgürlük ilişkisi olmadığı sürece, yaratıcı değil de icraatçı olduğumuz zaman benim için sıkıntı başlıyor. Özgürlük ketleniyor. Yönetmen kısıtlayıcıysa, dediğim dedikse, sen bir oyuncu olmuyorsun, kukla oluyorsun. Bu her meslek için geçerli. Aktörlük müessesesi için de geçerli. Kırılgan bir meslek bir de. İnsanın özgür, yırtık ve vahşi hissetmesi önemli. Tiyatro benim için ayrı bir yer. Orası, hayatın durduğu  yer. Bu zamana kadar verdiğim ödünü de buraya koyarak söyleyebilirim, ölmeyi istediğim yer olarak da söyleyebilirim ama sinemaya da diziye de tiyatroya da aynı saygıyı gösteriyorum.

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler