Yeni bir romana gitmek! Feridun Andaç’ın yazısı...

Başlayan ve süren bir yolculuk istiyorsanız yazmalısınız. Ama önce, seçilmiş bir okumaya vermelisiniz kendinizi, ayıran ve ayrıksı olan da budur; evet “başlangıç” asla ertelenmemelidir! Bilirsiniz ki, okurken yaşadığınız duygu salınımı düşüncelerinizi kıvıldatır sürekli. İşte orada geldiğiniz kıyı, okudukça yazmak isteği, arzusudur. Ilja Leonard Pfeijffer, Grand Hotel Europe (*) romanıyla okuruna bir bakıma bu kapıları açar; sizi hatırladığınız her şeyle geçmişinize taşır ve yaşanan / unutulan zamanları yeniden kurdurur.

Yeni bir romana gitmek! Feridun Andaç’ın yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.01.2023 - 00:02

Kendi(ni) arayışında bir yolcu olduğumu söylemek isterim öncelikle. Her yeni okumada durur, duralar her şeye bakar, anlamaya çalışırım. Bu anlamaya çalıştığım şey elbette okunan bir metin, yazılan kitaptır. Ve onun yazarının kim olduğudur. O nedenle ilk ve yeni olan benim için “özgün”lük içerir. Yani, beni, onun anlatısının kıyısına getiren bir düşünce ister istemez benden özenlice okumayı ister.

Ilja Leonard Pfeijffer’ın Grand Hotel Europe (*) romanıyla karşılaşmam da biraz bu duyguyu yaşattı bende. Kitabı önüme alıp rastgele bir yerinden açıp şu satırları okuduğumda, duraladım ilkten:

“…Öyle olduğu için. Hikayeler yaşananlara bir anlam verdiği için ve her şey anlamsız olacağı için. Hikayeyi rastgelelikte bulamadığında bir şeyi anlama umudunu yitirebileceğin için.

İnsan olduğumuz için; eski zamanlardan beri insanların yaptığı da bu; birbirlerine hikayeler anlatmak. Kültür diye bir şey varsa o da budur; kim olduğumuzu ve insan olmamızın ne anlama geldiğini tanımlayan bütün hikayelerin kolektif bir hafızası.

Birbirimize hikâyeler anlatmayı kestiğimiz an diğer insanlarla empati kurma yetimizi yitiririz, toplum dediğimiz işbirliği çöker ve kıyamet sonrası bir distopyanın karakterleri olarak birbirimizin hayatta kalma içgüdüsüne ve yapımcının ticari kaygılarından dolayı ne pahasına olursa olsun inandırıcı olmayan bir mutlu sonu zorlayıp zorlamayacağı sorusuna teslim oluruz.”

Sizi durduran, duraklatan söz her daim düşündürür, sorgulatır, merak da ettirir. Size bir şey öğreten her şeye açık olduğunuzda, o meraklı yolculuğunuzun da ne denli zenginleştirici olabileceğini düşünmenizi isterim.

Hele iyi bir romandaki sizi ele geçiren söz elinizden tutup birçok kapıdan geçiriyorsa; ne yapabilirsiniz ki; onun ardına düşmekten başka!?

Romanda ilerlerken kendime duraklar yaracağımızı biliyordum. Bunun ilkten. Romanın içeriği / anlatılanlara dair yanı göz ardı etmeden; anlatının içerlek anlamını kavramaya dönük olduğunu söylemeliyim.

Her romanın eninde sonunda bir yolculuk olduğunu bilmem, beni yeni karşılaşmalara hazırlar sürekli.

“Onların hikayeleriyle dünyayı görmeye çalışıyorum biraz,” diyen bir anlatı kahramanının hem merak eder hem de onun hikayesine katılarak yol almak istersiniz.

Geldiği “çöl”ü unutmak isteyen adam! Size görmeyi öğreten, unutmayı hatırlatan, yaşamayı sevdiren, anlamanın kapılarını açtıran bir romandan başka ne/ler bekleyebilirsiniz ki…

Her durumda size eşlik edebilen bir duygudur iyi bir roman. Sonra, düşündüklerinizi kanatlandıran, bilincinizi ışıldatan… Ötesi, yoldan ve yol ötesi yolculuklardan söz eden yol arkadaşlarıyla buluşturur sizi iyi bir roman.

Anlatılan ne hamasettir, ne gevezelik, ne de yaban dilin hezeyanlarıdır. Biz, bu tür tanımları içerenleri “kötü roman” diye nitelendiriyoruz.

Grand Hotel Europe’da, anlatıcı-yazar ile Abdul’a, otelin yöneticisi Montebello’ya yüzümüzü döndüğümüzde, anlatılacak hikayenin nerelere varabileceğini merak ettim elbette.

Sesle sözü buluşturan yolculuktu benimki. Her daim kalemin sihrindeydim. Kâğıdın ve mürekkebin duygularımızı düşüncelerimizi sahihleştirdiği yerdeydim her an yazarken okurken.

O nedenle derim ki; yazmak ertelenmeye gelmez. Hatırladıkça yazmak gerekir. Yazmanın bir hatırlama eylemi olduğunu yadsıyabilir miyiz? Başlayan ve süren bir yolculuk istiyorsanız yazmalısınız.

Ama önce, seçilmiş bir okumaya vermelisiniz kendinizi, ayıran ve ayrıksı olan da budur; evet “başlangıç” asla ertelenmemelidir! Bilirsiniz ki, okurken yaşadığınız duygu salınımı düşüncelerinizi kıvıldatır sürekli. İşte orada geldiğiniz kıyı, okudukça yazmak isteği, arzusudur.



Fotoğraf: Stephan Vanfleteren

 

Ilja Leonard Pfeijffer, Grand Hotel Europe romanıyla okuruna bir bakıma bu kapıları açar; sizi hatırladığınız her şeyle geçmişinize taşır ve yaşanan / unutulan zamanları yeniden kurdurur.

Clio’nun öyküsü de romanda belirdikçe, sırlı olanın deneyimlenen tanıklıklarına çağırır okuru. Romanı okurken yeni baştan kurar, anlam verirsiniz. Romancının buradaki başarısı “kurgu” ile “gerçek”in birbirine taşınan zamanlarda Caravaggio yeniden keşfinin öyküsüne de dönmemizi sağlayan bir söylem geliştirmesidir.

Romancı yerdeş, zamansal buluşmaların gizini Avrupalı olma halinin gerçekliğiyle açıklar. O kimliği var edenler üzerine bizi düşündürürken; çok yönlü/yanlı yolculuklara çıkarız bu anlam sorgusu ve arayışlarında.

Ve kahraman şunu söylemekten de alamaz kendini: “Avrupa kendi tarihinde boğuluyor. Avrupa’da o kadar çok tarih var ki, geleceğe yer kalmamış.”

İyi bir roman aynı zamanda size iyicil bir bakış da sunar. Sürüklendiğiniz yerden, kapıldığınız akıntıdan size çekip alabilir! Pfeijffer, okurunu alıp gezindiren bir anlatıcı. Düşten düşünceye, bir yerden başka bir mekâna taşır.

Caravaggio’nun ölüme sürükleniş öyküsündeki sır Clio’nun da ardına düştüğü gerçek olarak karşımıza çıkar romanda. Bunu da başka öykülerle sarmalayarak anlatır romancı. Çok sesli, çok zamanlı / katmanlı romanın okuru gezindirdiği coğrafya ise hikâyelerin anlam verdiği bir dünyanın seyri olarak karşımıza çıkar.

Süren, sürüklenen bir duygu atlasında adeta gezinirsiniz romanı okurken. Bitimsiz düşlerin seyri, hayata yeniden bakışın izinde yürürsünüz adeta…

 

(*) Ilja Leonard Pfeijffer / Grand Hotel Europe / Çeviren: Erhan Gürer / Can Yayınları / 591 s. / 2022.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler