Uğur Polat: ‘Pembe bulutlar çizmiyorum’
Haftanın yeni filmlerinden “Anadolu Leoparı” yönetmen Emre Kayiş’in ilk uzun metrajlı çalışması. Filmin başrolünü üstlenen Uğur Polat ile filmi ve oyunculuk macerasını konuştuk.
“Bizim konservatuardaki sınıfımız efsane bir sınıftı. Taner Birsel, Kürşat Alnıaçık, Ali Sürmeli... Hala konuşulur o sınıf, iyi bir iz bıraktı” diyor Uğur Polat ama şüphesiz tüm saydığı isimler de kabul edecektir, kuşağının en iyi oyuncuları sayılırken adı hep en önde geliyor onun. Son filmi “Anadolu Leoparı”nda zamana ayak uydurmakta zorlanan, deyim yerindeyse soyu tükenmekte olan bir adamı canlandırıyor. Emre Kayiş’in çektiği ve yurt içi festivallerde övgü toplayan (Ankara Film Festivali’nde En İyi Film, Uğur Polat’ın performansı için En İyi Erkek Oyuncu ve İpek Türktan’ın performansı için En İyi Kadın Oyuncu ödülleri geldi) film vesilesiyle Uğur Polat ile bir araya geldik keyifli bir sohbet yaptık.
- “Anadolu Leoparı” ile yolunuz nasıl kesişti, yönetmen Emre Kayiş mi yolladı size senaryoyu, siz okuyunca neler düşündünüz...? Nasıl başladı filmin sizdeki macerası?
Şöyle oldu, Emre ile hiç tanışıklığımız yoktu. Emre daha önceden Erden Kıral ile bir çalışması olmuş yanılmıyorsam, bir senaryo danışmanlığı gibi, ve ona bu filmden bahsetmiş. Erden abi de benimle görüşmesini tavsiye etmiş, “Bu rolü güzel oynayabilir, onun tarzı” demiş sağolsun. O sıralar hem Erden bey hem de ben Kaş’ta yaşıyorduk. Bir tavsiye üzerine yani. Benim hayatımda çoktur böyle kesişmeler, ilk filmim de, daldan dala atlıyorum ama, “Sis” filmi için de Zülfü Livaneli’ye beni Rutkay Aziz önermiş.
Fotoğraflar: Vedat Arık
Siz tabii AST’tan tanıyorsunuz Rutkay Aziz’i...
Evet, tabii, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda beraberdik Rutkay abi ile. Velhasıl bir gün telefonum çaldı, kayıtlı olmayan numaraları da pek açmıyorum ama ısrarla arayan bir numara olduğu için açtım. Kendini tanıttı, “Ben Emre Kayiş, sizinle bir sinema filmi ile ilgili görüşmek istiyorum” dedi. Randevulaştık, buluştuk, senaryoyu verdi bana, biraz anlattı. “Ben sizi çok etkilemek istemiyorum, siz bir okuyun, sonra görüşelim” dedi. Ertesi sabah hemen aradım ben. Okudum, çok beğendim dedim ve aynı yerde görüştük tekrar. Daha detaylı anlattı tekrar projeyi, nereklerde çekmek istediğini, tabii Ankara filmi olduğu için ağırlıklı olarak Ankara’da çekmek istiyordu. Bir Polonya’dan bahsetti, çünkü Ankara’nın hayvanat bahçesi artık kalmadı, yerinde Melih Gökçek’in yaptığı ANKA parkı olduğu için... “İçlerini şeker fabrikasında çekeceğiz, yer bulduk, mekan bulduk” dedi. “Dışlarını da Polonya’da bir hayvanat bahçesi buldum, Poznan’da aynı mimari, aynı doku... İş sanat yönetimine kalıyor” dedi. Ama bu süreç biraz uzadı, para bulunamadı, ertelendi, ben arada Kaş’a gittim geldim, aradan bir yıl geçti tesadüfen Kaş’ta oyuncu bir arkadaşımla konuşurken “Başlıyorlar galiba çekmeye, ben bir audition verdim” dedi. Allah Allah, bak bana haber vermiyor dedim falan... (gülüyor) Sonra aradı beni Emre tabii ve başladık. İlk sahneleri Ankara’da çektik, yılbaşı sahneleri... 2018’i 2019’a bağlayan yılbaşıydı. Sakarya’da, şurada burada bir takım planlar çektik, onların gerçi çoğunu kullanmamış ama, sonra döndük, 7 Ocak’ta gidiş o gidiş... Önce 3 hafta Ankara, bir hafta Çanakkale, geldik İstanbul’da bir sahne çektik, Tansu Biçer ile olan sahneyi... Sonra da Polonya’ya gittik. 14 Şubat’ta bitirdik her şeyi, paydos ettik, bir ay sonra da pandemi patladı. Belki biraz uzun sürdü ama ben çok mutluyum, güzel iş oldu.
‘KARAKTERLE ÇOK EMPATİ KURDUM’
- “Anadolu Leoparı”nda soyu tükenen Leopar ile aslında sizin oynadığınız Fikret karakterinin de soyu tükenen bir adam olması paralelliği üzerine kurulmuş bir hikaye var.
Evet o kuşağın neslinin tükenişi var orada.
- Siz de Ankara’yı çok iyi bilen bir oyuncu olarak karaktere karşı ne hissettiniz, nasıl bir bağ kurdunuz?
Kendimden çok şey buldum, bir kere onu söyleyeyim. Hatta bazı sahneleri tesadüfen benim yalşadığım, büyüdüğüm yerlerde çektik. mesela okuduğum lisede sahne çektik. Benin Ankara’ya taşınmama vesile olan şeker fabrikası , çünkü babam fabrikada müfettişti ve taşradan Ankara’ya geldi ve o fabrikada çekim yaptık. Fabrika 1962’de kurulmuş, ben 61 doğumluyum... 5-6 yaşımda geldim oraya. Yürüdüğüm sokaklarda, oynadığım Kuğulu Park’ta... Her yerde hemen hemen çekim yaptık. Bir kere nostaljik olarak çok etkiledi beni. Fikret de, evet nesli tükeniyor onun da, bizim de, 78 kuşağı olarak adlandırıyorlar bizi herhalde, bizim de yavaş yavaş neslimiz tükeniyor işte. Ben oldum 60 artık... (gülüyor) Ben çok sevdim Fikret’i... Çok yalnız, tek başına 22 yıldır o rutini sürdürmeye çalışıyor ama bir yandan da doktor yani, veteriner, işini yapmak zorunda... Ama Hayvanat bahçesi müdürü, eşinden ayrılmış, kızıyla iletişimi kopmuş, kızı üzerinde anne çok dominant, çok baskı yapıyor... Arkadaşlarıyla artık uzaklaşmış, çünkü hepsi değişmiş, dönüşmüş, sınıf atlamış... Bir özel hayatı yok, tutunacak hiçbir şeyi yok... Çok empati duydum. Kendi tükenişin de farkında Fikret. Hatta o leoparın öldüğü tiratta, ne idealler kurduğunu ama o ideallerin nasıl budandığını ve nasıl bir ağaçtan kuru bir dala döndüğünü ima eden sözler sarfediyor.
- Son dönem filmlerinizden “Soluk” da Ankara’da geçiyordu, bu film de öyle. Biraz tesadüfler üst üste sizi Ankara’ya sürüklemiş sanki...
Hatta arada çekilen “Aşk Tesadüfleri Sever 2” filminde de ben Ankara’ya gittim yine. 3 filmin de neredeyse tamamını Ankara’da çektik. “Soluk” için sadece 3 hafta Kaş’taydık, hiç denizi görmeden bir evin içini Ankara evi gibi çektik. Ankaralı olmanın bir şeyi bu herhalde, çağırıyor Ankara beni.
‘BENİ EĞİP BÜKEN ANKARA OLDU’
- Ankara sizin hayatınızda önemli bir yer tutuyor tabii değil mi?
Çok önemli. Ben 12 Eylül’den sonra taşındım İstanbul’a. İlkokul, Orta okul, lise hep Ankara’da geçti. Lisede zaten başladı bütün olgunlaşmak, dik duruş, dünya görüşü, saf seçme, tiyatroya ilgi... Sonra Ankara Sanat Tiyatrosu... AST’ın o yıllarda bir tiyatro okulu vardı, kursiyer olarak katılıyorduk. Orada işte Rutkay beyin yakın arkadaşları gelip ders veriyordu orada. O zaman işler de iyi gidiyordu AST’ta... “Sakıncalı Piyade” zamanları, yani çok iyi para kazandığı dönemler. Bir sezon hemen hemen orada hem kursiyerlik yaptım ben hem teşrifatçılık yaptım hem yerleri sildim... Dekor boyadık, dekor taşıdık, işin mutfağından geldim. O yüzden Ankara benim için çok eğitici oldu. Zaten Ankara o dönem bir memur şehri, bir öğrenci şehri, siyasal baskı çok fazla oralarda, yani ODTÜ var, Siyasal Bilgiler var, çok önemli üniversiteler vardı... Yani ne kadar eğildiysem, büküldüysem Ankara sayesinde oldu.
- Ve sonra İstanbul yılları başladı...
Evet, İstanbul’da gazetecilik bölümünü kazandım, ama sadece sınavlar için gelip gidiyordum. Sonra ailecek İstanbul’a taşınma durumumuz oldu, ben de gelmek zorundaydım tabii ama üniversiteden kaydımı aldırdım ve konservatuar sınavına girdim. O zaman İstanbul devlet Konservatuarı idi adı. Önce Yıldız Kenter’in öğrencisi oldum, sonra Müşfik Kenter’in. İkisinin de tedrisatından geçtim.
- Tercih etmeniz gerekse?..
Kesinlikle Müşfik hoca. Başka bir şeydi onun hocalığı... Bir karaktere nasıl yaklaşılır, karakter nasıl yaratılır, hep ondan öğrendim diyebilirim.
(FOTO- VEDAT ARIK)
‘OYUNCU BİRAZ YALNIZ KALMALI’
- Neydi Müşfik Kenter'in size öğrettiği? Siz nasıl yaklaşıyorsunuz karaktere?
Sezgisel yaklaşırdı o, hislerimize, içgüdülerimize kulak vermemizi söylerdi hep. Ben de bir karaktere yaklaşırken onun dediklerini uygulamaya çalışıyorum. Karakter nasıl davranır, hatta nasıl yürür, nasıl giyinir, nasıl konuşur... Hızlı mı konuşur, yavaş mı konuşur? Öfkeli midir, çok mu dışa vurur kendini? Mesela şimdi “Yargı”da oynadığım karakter gibi teatral midir, yoksa “Anadolu Leoparı”ndaki Fikret gibi içe dönük biri midir? senaryo size birçok ipucu veriyor zaten, ayrıca diğer karakterlerle olan ilişkileri de... ve her zaman yönetmen de var tabii, en sıkıştığınızda imdadınıza yetişen... Mesela rahmetli Cüneyt Çalışkur ile “Ben Ruhi Bey Nasılım?”ı prova ederken bir sahnede, finale doğru tamamen çıldırdığı bölümde, bir türlü olmayan bir sahne vardı. Yani oyunda bir şekilde her yer tıkır tıkır işliyor, orası bir türlü olmuyor. Diyordum ki, ‘Cüneyt abi, ben burayı halledeceğim, ama şimdi değil, şurada değil’... Belli ki ben biraz evde, kendi başıma düşünmem lazım. Evde düşünürken, düşünürken, böyle gözümün önünde bir pelerin uçuştu, ondan sonra ona sarılan bir Ruhi bey oluştu, onun altına girip çıkan , oradan konuşan, onları havalara savuran, seyircinin üzerinden geçen falan bir saten, tiril tiril bir pelerin ya da örtü , ama kırmızı, öyle görüyorum hep... Bir gün provada onu denedim ben. Yaptım. Herkes durdu, sustu, sessizlik... dedim acaba olmadı mı? Cüneyt abi ‘Tatil ediyoruz, hadi gidip bir kahve içelim’ dedi. ‘Abi, ne oldu?‘ dedim... ‘Buraya hiç dokunmuyoruz’ dedi ‘Burayı aynen böyle yapıyoruz’... Yani oyunculukta biraz böyle kendi başına kalmak gerekiyor.
- Az önce de bahsettiniz, yılın en sevilen dizilerinden “Yargı”da da önemli bir rol üstleniyorsunuz. Dizinin sevilmesinde sanki insanların yargıyla, adaletle, bu sistemle olan dertlerinin de bir etkisi var, değil mi?
Kesinlikle... Varmış yani. Tabii ki bu bir kurgu, bire bir gerçeklik değil, belgesel çekmiyoruz ama “Yargı”dan sonra benzer temaları işleyen, hukuk, adalet, yargıyla ilgili bir sürü başka dizi de başladı. Tabii “Yargı” uyarlamam biz dizi değil diğerleri gibi, Sema Ergenekon’un tamamen yazdığı, özgün bir iş, onun da çok etkisi var. Oyuncu kadrosu da iyi... Yani iyi gidiyor valla. Dizi tutsa da tutmasa da dert... (gülüyor) Tuttu mesela, ben buraya mahkum kaldım (gülüyor) 8-9 bölümde bitseydi, hemen koşarak Kaş’a giderdim ama bu sefer de acaba benim yüzümden mi bitti diye sorardım... Oyunculuk böyle bir şey.
‘HİÇ UMUDUM YOK’
- Hem 12 Eylül öncesini yaşamış hem de 70’li yıllardan beri oyunculukla haşır neşir biri olarak, nasıl buluyorsunuz bugün Türkiye’nin geldiği yeri?
Yani ben öyle pembe bulutlar falan çizmiyorum geleceğimizle ilgili. Gerçekçi bakıyorum, hiç umudum yok benim. Önümüzdeki seçimlerde falan da bir şeylerin değişeceğine pek inanmıyorum maalesef. Umutsuzum.
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- Türkiye bağlantıları dikkat çekti!
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Özlem Gürses'e ev hapsi!
- SMA'lı bebeğin babası intihar etti!
- Türkiye'nin en ünlü tekstil devi kapandı
- Fenerbahçe'den Jose Mourinho kararı!