Şiirde insanı yaşamak! Adnan Binyazar’ın yazısı...

İnsanımızın şiirle bağlantısı erken yaşlarda başlar. Az çok eli kalem tutan gençler arasında şiir yazmayan yok gibidir. Neredeyse her evin bir şiir yazanı vardır. Yazınsal tarihimiz halk ozanlarıyla doludur. Divan şairleri Arapça’nın, Farsçanın etkisinde yazsalar da, bu, halktan uzaklaşmanın dışında, şiirsel düzeyde düşüşe yol açamamıştır. Bu düzeye varılması, Türkçenin üretkenliğine, yalınlığına bağlıdır. Bunda şairlerin algı alanını genişletmesinin, şiirlerini kendi duyarlık dünyasında yaratışlarının, usta bir mimar gibi, şiir dillerini yetkin bir mimar gibi işleyişlerinin etkisi de düşünülebilir... Şiirselik, öykü, roman gibi uzun anlatımlı yazınsal türlere de sinmiştir. Sait Faik’in öykülerinin, Yaşar Kemal’in direngen bir insanın yaşamını anlattığı İnce Memed romanının özünde şiirsellik yatıyor. iyle Cumhuriyet döneminden bu yana şiirin akarsuyu hep coşkun akmıştır. Ataol Behramoğlu o akarsuyun ışıltılı çağlayışından beslenerek yazmıştır o direngen şiirlerini...

Yayınlanma: 23.12.2022 - 00:01
Şiirde insanı yaşamak! Adnan Binyazar’ın yazısı...
Abone Ol google-news

ATAOL BEHRAMOĞLU

Cahit Külebi, “Şair olunmaz, şair doğulur” demişti bir konuşmasında. Şair doğmanın oluşumuna, bir konuşmasında Pablo Neruda değiniyor: “İnsan organizmasının sürekli değiştiğine inanıyorum.”

Bilim insanları öyle diyorlar: Bütün hücreler yenileniyor ve değişiyor, öyle ki bir süre sonra hiç kimse aynı olmuyor. O yüzden, bir şairin şiiri de hem köklü değişikliklere uğramalı hem de kimliğinin bir parçası olarak kalmalı.

Ataol Behramoğlu’nun ilk kitabı Bir Gün Mutlaka’da (1969) yer alan şiirleri öyle doğuşunun izlerini taşır. Kitaplarının tümünde o derin izler gerçeğe dönüşmüştür: Daha ilk kitabının başında, “Bir şair olmazsam/ İntihar ederim/ Diye düşünmüştüm/ İyi bir şair/ Olup olmadığımı bilmiyorum daha” dese de, şiirini kendi şiiri tadında çevirdiği Mayakovski’nin adını da anıyor.

Şiirin sonunu şöyle bağlıyor: “Bu şiiri bitirmek/ Neye yarar./ Bunlar birer başlangıçtır/ Anlatmak istediklerime/ Birer değini./ Bütün bu yaşadıklarım/ Kalbimde iz bırakan/ Bütün bu şeyler.”

Kitabın son sayfalarında yer alan “İşte Bir Şiir”de ise şiirinin üretken yolunu bulduğu kanısında: “Yaşadığım şu hayatın tanığı olabilmeyi ne kadar çok isterim/ Anlatacak ne kadar çok şey, ne kadar çok yaz günü, yaşanmış ne kadar çok şey var” diyerek konu alanını daha da genişletiyor.

“Her ne ararsan kendinde ara,” demiş Hacı Bektaş Veli. Behramoğlu, ondan esinlenmiş olmalı ki, şu dizeyle yazacağı şiirlere soluklu söyleminin damgasını vuruyor: “Hiçbir şairi kıskanmıyorum ve hiçbir şaire özenmiyorum, istiyorum ki kendi çırpınışları, kendi savruk aranışları içinde bir disiplin yaratsın şiirim.”

Öyledir, ilk kitabında bile herhangi bir şaire özendiğinin izi yoktur. Hiçbir şaire özenmediği şundan da belli ki, ilk kitabında bile, başka bir şairin izine rastlanmıyor. Şiirlerini yayımlayışının üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçti. Onun kendi öz kaynaklarından oluşturduğu şiirlerine özenenler olmuşsa da hiçbiri Behramoğlu’nun vardığı düzeyi tutturamamıştır.

Şiir derin duyumsamaların, algıların, güçlü gözlemlerin, şairin kendine özgü bir üslup yaratının ürünüdür. Behramoğlu, “Şiir Üstüne Bazı Düşünceler” adlı şiirinde beslendiği şiir kaynaklarını somut verilerle ortaya koyuyor:

“Şiir organik bir şey olmalıdır/ Kendi yaşamımızdan fışkırmalıdır. Gömleğim, sevdiğim kız, yaşadığım şehir/ Sımsıcak, şiirlerime girmelidir./ Doğasını anlatmalısın ülkenin, bütün kuşlarını, ağaçlarını, göğünü, balıklarını./ Bütün çiçeklerin, rüzgârların, ırmakların adlarını./ Küçük şeylerden, küçük ayrıntılardan oluşmalıdır şiir./ Böylece yaşanılan şeylerin gerçek tarihi olacaktır şiir./ Bir duruş, bir ses, bir yürüyüş./ Canlılığı, güncel ve tarihselliğiyle bir gülüş./ Gerçek bir insan yüzü, gerçek bir doğa, gerçek bir toplum yansılamalıdır anlattıklarından...”


İNSANI YAŞAMAK

Şairi kendi yuvasını yapan kuşlara benzetirim. Kuşun, çerden çöpten topladığı nesnelerle yavrularını barındıracak yuva kurması gibi, şair de kendine özgü dil yaratımı, imgesel buluşlarla iç dünyasının beslediği verilerle şiirsel barınağını kurar.

İlk şiiri nasılsa son şiirinin de neredeyse onun süreği olarak yenilenmesi bu oluşumu çağrıştırıyor. Shakespeare, “Eskileri yeniler benim şiirim/ Nasıl güneş her gün hem yenidir hem eski” der 76. Sone’sinde. Sanatın da kuralıdır bu; yüzlerce yıl önce yazılmıştır, yaratıldığı dönemin izini taşısa da, zaman yenilendikçe şiir de tıpkı canlı bir varlık gibi, da yeniliğinden bir şey yitirmiyor.

Behramoğlu’nun şiirlerindeki yeniliğin özünde, insanı yaşayarak anlatması yatıyor. “Suçlusunuz” şiirinde bunun ayrıntılarına iniyor:

“Suçlusunuz umudun cellatları/ Katilleri iyiliğin, merhametin/ Ellerinizde çocuk kanı/ Ruhunuzda küf, nefret, irin | Suçlusunuz savaş dostu, silah sevici/ Tedirgin olan yaşamak sözcüğünden/ Acımasızsınız ölüm gibi/ Karanlıksınız en karanlık geceden | İblissiniz, şeytan, Azrail, deccal/ Ocak söndüren, kan emici, günahkâr, gaddar/ Fıtratınızda düşmanlık, kin/ Mayanızda lanet var | Cehennem daha korunaklıdır/ Saraylarınızın heyulasından/ Din tüccarları, anahtarını zindanlarının/ Cennetin anahtarı diye pazarlayan | Suçlusunuz ölüm kapıyı çaldığında/ Mirasınız çürümüşlük olacak/ Dünyayı kefen gibi örten bir gökyüzü/ Bereketini yitirmiş bir toprak/ Sonra hiç yokmuş gibi unutulup/ Silineceksiniz dünyanın belleğinden/ Bir korku ve ibret öyküsü kalacak/ Gelecek kuşaklara sizden”

Dünya tarihlerini baştan sona tarayın, şiirin hangi sözcüğü uymuyor kan dökücülere, baskıcılara, halk düşmanlarına, onlara kulluk eyleyenlere...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler