Saramago’nun ufku! Feridun Andaç’ın yazısı...

José Saramago okumalarımda karşıma çıkan hep şu olmuştur: Bir yazarın / romancının hayata durup baktığı yerin neden önemli olduğu gerçeği... Zaman zaman karşımıza çıkan eklentili söylemlerde çağına bakışını, çağının sorunlarını sorgulayışını gözleriz. Özellikle Körlük ve Görmek anlatısının bu yanını öne çıkarır. Yaşanan zamanların kırılgan yanlarına ütopik bakışı ise her zaman eleştirellik içerir. Onu ruhu olan bir anlatıcı kılan da budur, bence! Yitik Adanın Öyküsü (1986) kirlenen / yozlaşan bir dünyadaki her türlü ayrışmaya / ayrımcılığa “ada” ve “kopuş” metaforuyla bakışın öyküsüdür. Saramago, gerçeğin ve olasılıkların romancısıdır. Okuruna gösterdikleri kadar düşündürdükleriyle de yeni ufuklar açar. Aslında kendi ufkunu zorlayan her düşüncenin izinde bir anlatıcıdır O. Onun, dünyanın durumunu görme / anlama hali romancılığının nirengi noktasını oluşturur.

Yayınlanma: 11.11.2022 - 00:02
Saramago’nun ufku! Feridun Andaç’ın yazısı...
Abone Ol google-news

‘YENİ GERÇEKÇİ’ BAKIŞ, TUTUM!

José Saramago’nun yazı dünyasında değişken bir duruşu var. Başlayan ve süren roman yolculuğunda konu / izlek açısından yeni, sorgulayıcı olanı önceler hep. “Yeni gerçekçi” bakış / tutumdur onunkisi. Anlatılaştırma eyleminde yazınsallaştırma tutumunu öne çıkaran mekân / yer duygusu…

Ki, Manastır Güncesi (1982) bu bakışının temellendiği bir anlatı olarak öne çıkar. Tarihsel olanın anlatılan hikâyeye taşıdığı derinlik mekân duygusuyla bütünleşir. Zaman geçişlerini de kendi anlatı stili üzerine kurarak anlatısına süreklilik sağlar.

Zaman zaman karşımıza çıkan eklentili söylemlerde çağına bakışını, çağının sorunlarını sorgulayışını gözleriz. Özellikle Körlük ve ardından yazdığı Görmek anlatısının bu yanını öne çıkarır. Yaşanan zamanların kırılgan yanlarına ütopik bakışı ise her zaman eleştirellik içerir.

Onu ruhu olan bir anlatıcı kılan da budur, bence! Bir yerin sesine, rengine, tarihine bağlı kalarak yazmak… İşte iyi bir anlatıcının var oluşunu belirleyen…

“Yer kişiyi oluşturur, kişi yeri dönüştürür,” diyordu Saramago. Yazdıkça da beliren o dönüşme uğrakları anlatıcının yer / zaman bileşkesiyle neyi vermek istediğini de anlatır. Saramago’nun her bir anlatısının farklı anlam / konu / izlek oluşturmasını buna bağlayabiliriz.

 

 

ROMANA DEVAM DEMEDEN ÖNCE…

Kuşkusuz bir romancı başından geçenleri yazmaz, ama tanık olduğu hayat/lar onun yaratıcılığının debisini oluşturur. Ötesi, kuyusundaki su oradan gelir.

1947’de, yirmi dört yaşındayken ilk romanı Günah Ülkesi’ni yayımlar. Çıkıp geldiği Portekiz taşrası yazarlığının ivme gücünü oluştursa da asıl uğraşlarını sürdürdüğü Lizbon onu yazıda tutundurur.

Uzunca süre kitap yayımlamaz. Ama romana “devam” demeden önce, 1966’da şiirleriyle (The Poems Possible / Olası Şiirler) okuruna dönüş yapar. 1977’de ikinci romanı Ressamın Elkitabı’nı yayımlar.

1960-1970’li yıllarda Diario De Noticias gazetesinde kültür editörlüğü ve çevirmenlik yapar. Aynı yıllarda Portekiz Komünist Partisi’ne katılır.

1980’de üçüncü romanı Umut Tarlaları gelir. Taşraya dönüşü, köylünün sorunlarını dile getirişi romancılığının ilgi odağı olmasının önünü açar. Bunun hemen ardından Baltasar ve Blimunda’nın yayımlanması (1982) onu dünya edebiyat arenasına taşır.

Bir Fernando Pessoa romanı olan Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl (1984), yalanla gerçek’in nasıl kurmacaya dönüştürülebileceğinin ustalıkla anlatımıdır.

 

 

‘ADA’ VE ‘KOPUŞ’ METAFORU

Yitik Adanın Öyküsü (1986) ise günümüz dünyasının en temel sorunlarına, kirlenen / yozlaşan bir dünyadaki her türlü ayrışmaya / ayrımcılığa “ada” ve “kopuş” metaforuyla bakışın öyküsüdür.

Lizbon Kuşatmasının Tarihi (1989) kendi yaşamından izler taşıyan bir roman. “Kuşatma” metaforu bir yanıyla tarih / tarihsel olanı içerir, öte yanıyla da kendi hayatını değiştirmeye karar veren bir karakterin içinde bulunduğu kuşatmayı aşma öyküsüyle karşılaştırır bizi.

Kendisi de bunu “absürd” bir durum olarak değerlendirir yıllar sonra, bir yanda tarih / tarihsel olan, ötede ise yaşamsalın yansıları:

“Aslında gerçekler gerçektir, ancak bu gerçeklerin bir araya getirilmesinde çok kurgu vardır. Tarih hikâyeye bir tutarlılık, bir çizgi getiren belirli olayların bir araya getirilmesiyle oluşur. Bu çizgiyi yaratmak için çoğu şeyin çizginin dışında kalması gerekir. Tarihe farklı bir algı getirebilecek gerçekler tarih sayfaları arasında yer almazlar. Tarihten kesin bir ders çıkarılamaz.”

Yasaklanan romanı İsa’ya Göre İncil (1991) onun Lizbon’dan kopuşunu, adada yaşamaya gidişini hazırlar.

 

 

ROMANLARINI ANOLOJİ YAPARAK

YAZAN BİRİDİR SARAMAGO!

Saramago 1993’te, kendini tümüyle yazıya verebileceği Kanarya Adaları’ndaki Lanzarote’ye yerleşir. İspanyol gazeteci-yazar Pilar del Rio ile ikinci evliliğini yapmıştır. Bir bakıma çekildiği bu kıyıda yazıya ayırmıştır tüm zamanlarını. Bu çalışma ritmini şöyle açıklar bir söyleşisinde:

“…normalde çok planlı çalışıyorum. Disiplinli biriyim. Gün içinde saatler belirleyip onlara göre çalışmak için kendimi zorlamam fakat genellikle iki sayfaya tekabül edecek şekilde çalışırım. Bu sabah yeni romanım için iki sayfa yazdım, yarın sabah da iki sayfa yazacağım. Günde iki sayfa yazmak az diye düşünebilirsiniz ama yapacak diğer işlerim de var, diğer metinleri yazmak, mektuplara cevap vermek vs. İki sayfa dediğimiz şey bir yılda 800 sayfa ediyor zaten. “ (*)

Romanlarını analoji yaparak yazan biridir Saramago. Onun yazı ufkunda bir izlek, düşünce belirir; anlatının örgüsünü de bu beliren üzerine kurup geliştirir. Bu yanını da şöyle açıklar gene aynı söyleşisinde:

“Anlatı belirli bir ânın ihtiyaçlarına özen göstermelidir, bu da demektir ki hiçbir şey önceden belirlenmemelidir. Belirlenirse, o kitap tamamıyla bir kayıp olur. Bir kitabı oluşmadan önce var olmak zorunda bırakırsam, o zaman anlatılan hikâyenin gelişiminin doğasına karşı bir şey yaparım.”

 

 

GERÇEĞİN VE OLASILIKLARIN ROMANCISI

Saramago gerçeğin ve olasılıkların romancısıdır. Okuruna gösterdikleri kadar düşündürdükleriyle de yeni ufuklar açar. Aslında kendi ufkunu zorlayan her düşüncenin izinde bir anlatıcıdır O. Soran, sorgulayan; bunları bir araya getirirken de neden / niçinleri ikilem içindeki durumlarla serimleyişiyle okurda yepyeni bir algı alanı yaratır.

Körlük (1995) öylesi bir romanıdır. Bize yaşamdaki yanılsamaları, gerçekle düşsel olanın uzak-yakın duruşlarını anlatır.

Onun, dünyanın durumunu görme / anlama hali romancılığının nirengi noktasını oluşturur. Söylediği de işte o “görme” / ”anlama” / “itiraz etme” halinin yansımasıdır:

“…biz şu anda beyaz körlük salgınına yakalanmış durumdayız. Körlük, insan aklının körlüğü için kullanılmış bir metafor. Bu, gezegendeki kaya oluşumlarını incelemek için Mars'a birini gönderirken, aynı zamanda milyonlarca insanın bu gezegende aç bırakan çelişkiye dair bir körlük. Ya körüz ya da deliyiz.”

 

UMUTLANARAK YAZMAK, ANLATMAK

Umutlanarak yazmak, anlatmaktan yanadır elbette: “Dünyanın kurtarıcısı olma gibi bir arzum yok, ama dünyanın daha iyi bir yer olabileceği konusunda basit bir inançla yaşıyorum ve bu daha güzel bir yer haline getirmeyi kolaylaştırıyor. Bu inanç beni, yaşadığım dünyayı sevmediğimi söylemeye itiyor.”

Yazmak Saramago için, hayatı anlama / sorgulama yoludur. Onun tanıklığında da bu vardır. Ama başlama noktası ise okumaktır: “Yazarlık geleceğim için sahip olduğum en önemli şey, muhtemelen çok küçük yaşlardan itibaren kitap okumaya olan düşkünlüğümdü.”

 

 

SARAMAGO: “ROMAN HER ZAMAN

‘AŞKIN’ OLANA YÖNELMELİ. KLASİK

ROMANLAR GENELDE ‘AŞKIN’DIR!”

Sanırım Saramago’yu anlamak için onun hayata / edebiyata, dahası romana bakışına derkenar olabilecek şu düşüncelerinin ardından gitmek gerekir öncelikle:

“Roman benim için, rastladığı başıboş ‘bedenleri’ genişleyerek toplamaya başlayan ve sonrasında özümseyen, kimi zaman çelişkiye düşse de en sonunda uyum sağlayabilen minik bir evren gibi. Buradan hareketle, anladığım ve eyleme döktüğüm şekliyle roman, her zaman ‘aşkın’ olana yönelmeli. Öyleyse ‘aşkın’ olan, aksini kanıtlayacak gerçekler bulunmuyorsa en azından prensip olarak ‘klasik’ olanla bağdaşmamalı: ‘klasik’ romanlar genellikle ‘aşkın’dır.” (**)

Onun anlatıcılığının özgünlüğüne de buradan bakabiliriz, bence! Duyan, duyuran, söyleyen bir anlatıcının stilini kavramak için, bir okuma kılavuzu diyebileceğim, blog yazılarından oluşan (Eylül 2008-Mart 2009) Not Defterimden metinlerine de göz atarak yol alabilirsiniz.

 

(*) Donzelina Barrosa; José Saramago ile Söyleşi, Mart 1997, Paris Review 1998

(**) Giovanni Pontiero; José Saramago ile Söyleşi 1990, PN Review


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler