Sanat tarihçisi Celil Sadık: ‘Sanat tarihçilerine Osmanlıca dayatılıyor’
Siyasal İslam ve yarattığı Vahhabi kültürü, toplumun her kademesine sinerken yeni yetişen sanat tarihçileri de bundan nasibini alıyor.
Paleolitik Çağ’dan beri var olagelen bir yöntem, bir ileti biçimi sanat. Ve bir o kadar ağır bir alan sanat tarihi. Atatürk önderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti’nin devrimci kadrosu, sanatın ve sanat tarihinin üzerinde dikkatle duruyorlardı. Ancak günümüzde sanat tarihi nerede?
Henüz 30’lu yaşlarının başında, mezuniyetinden sonraki üç yıllık işsizlikten sonra sosyal medyadan başlayan serüven, onu dört kitaplı, bol seminerli “genç sanat tarihçisi” unvanına kavuşturdu.
Celil Sadık’la, sanat tarihinin yaşamımızdaki yerini, günümüzdeki bakış açısını, yaşanılan zorlukları konuştuk.
*
Genç bir sanat tarihçisiniz. Ancak sizi bilmeyen ama duyan, öğrenen kişi “Alanında yetkin biri” diyebiliyor. Genç olmak, genç yaşta, sanat tarihi alanında yer edinmek nasıl bir duygu?
Hakkımda böyle düşünülmesi güzel, mutlu oluyorum fakat bu bana yetmiyor. Kendimi hâlâ yetersiz hissediyorum. 27 yaşında seminer vermeye başladım, öncesinde yazılar yazıyordum. Ama bir konu hakkında elbette iyi gözükürüz, sanat tarihi çok bilinmediği ve tanınmadığı için insanlara akademik değil de halk dilinde bir sanat tarihi anlatıldığında bu dikkat çekiyor.
Ne sıklıkla seminer veriyorsunuz?
Çok fazla seminer veriyorum. Bazen haftanın altı, yedi günü seminer veriyorum. Zaten bu kadar çok seminer verince, bu kadar çok Da Vinci, van Gogh anlatınca ister istemez kendinizi daha da geliştiriyorsunuz.
Açıkçası adınızı duyduğumda ve ilgi alanınıza baktığımda, “yaşınız başını almış, aksaçlı bir profesör” demiştim. Neyseki yalnız değilmişim, birçok kişiden de bunu duydum. Size hiç bunu söyleyen oldu mu?
Çok. Kitap imza günlerinde nadir yaşıyorum fakat seminerlerde çok kez başıma gelmiştir. Şöyle örneklendireyim; bir şekilde seminerin duyurusunu gören kadının bu ilgisini çekiyor ve geliyor. Bu dünyada da böyledir, Türkiye’de de. Kadınlar sanatsal etkinlikleri daha çok seviyorlar ve erkekleri peşinden sürüklüyorlar. Seminere gelen çiftlere soruyordum, “Niçin deldiniz?” diye, erkek “Kız arkadaşım getirdi” diyor. Ve gelenler, “Gideceğiz, yaşça büyük bir insan bize bir şey anlatacak” diyorlar.
Bunu nasıl farkettiniz?
Genellikle seminerlerde bunu insanlar söylüyorlar beni ilk gördüklerinde. Salgın döneminde çevrimiçi seminerlerde, birisi mikrofonu açık unutup “Ay bu çocuk ne kadar gençmiş” demişti.
Olumsuz bir dönüş olmuş muydu bu konuda?
Garson zannedip benden çay isteyenler oldu. Hatta bana, “Ya Celil Sadık’ın da kitabının şu kısımlarını beğenmedim, olmamış” diye eleştirenler oldu. Daha olumsuz tepkiler de almadım diyemem, “Bu mu anlatacak?”, “Bu mu sanat tarihçisi?” diyen de oluyor.
Çok önemli sanat tarihçilerimiz var. A. Celal Binzet, Selçuk Mülayim, Nurhan Atasoy, Gürol Sözen… Mesleğinizin duayenleri, nasıl bakıyor bu duruma?
Bugüne değin hiç olumsuz bir tepki almadım. Başka üniversitelerin hocaları olsun, kendi hocalarım olsun, olumlu e-postalar aldım. Bana “N’apıyorsun sen?” diye soran kimse olmadı. Hatta geçenlerde Akdeniz Üniversitesi’nden Ebru Nalan Sülün, Uluslararası Sanat Eleştirmenler Derneği’ne girmem için beni teşvik etti. Ki yüzyüze bile hiç tanışmadım. Ankara’da Cern Modern’deki seminerde “Aramızda sanat tarihçisi var mı?” diye sormuştum. İki kişi el kaldırmıştı, birisi özel bir üniversitede sanat tarihi bölüm başkan yardımcısıymış ve birkaç gün sonra beni arayıp “Neler yapabiliriz?” diye sormuştu. Bunlar tabii beni çok mutlu ediyor, gurur veriyor. Çünkü ben, ülkemizde sanat tarihini sevdirmeye çalışıyorum. Başka bir amacım yok, bunu yaparken de “basit bir dil” kullanıyor gibi gözüksem de aslında ağır akademik bilgiler vermeye çalışıyorum.
“Kadınlar sanat tarihine daha ilgili” dediniz? Sizce neden?
Ben de bunu çok merak ediyordum. Bir gün bir iş toplantısında, “Atölyemize insanları nasıl çekebiliriz?” diye konuşuyorduk. Bana sordular, “Kadınlar mı daha çok katılıyor, erkekler mi?” diye. Ben de hem sosyal medya hesaplarının istatistiklerini hem de seminerlerin oranını baz alarak “Kadınlar” dedim. Çünkü bir seminere 100 kişi geliyorsa 80’i kadın. Karşımdaki kadın bana şunu söylemişti: Kadınlar kendilerini geliştirmeye her zaman açık ama erkeklere her zaman her şey yeterli gelir. Düşündüm, bir özeleştiri yaptım. Evet, örneğin ben kendi alanımda kendimi geliştirmeye çalışıyorum, başka bir konuda geliştirmiyorum. Doğru, onlar kendilerini geliştirmeye çok açık. Tabii en nihayetinde genelleme bu, bir yorum.
Yalnızca bu mu? Toplumsal bir nedeni olabilir mi?
E tabii. Katılımcılarımdan birisi, ODTÜ’de okuyan katılımcılarımdan birisi diyeyim, arkadaşlarından şu tepkiyi alıyormuş: “Entel misin oğlum? Ne işin var sanat tarihi seminerinde?” Bizde bu ağızlar çok. Haliyle geri duruyorlar.
Şu toplumsal dinamiklerde en çok erkeklerin ihtiyacı var aslına bakılırsa…
Evet. Tam olarak öyle.
“Yeni nesil meddahlık” bir nevi yaptığınız. Sanat eserlerini, bir meddah üslubuyla anlatıyorsunuz. Ve insanlar bundan çok memnun. “Bana sanatı sevdirdi” diyen onlarca insan var.
Evet, bu beni inanılmaz mutlu ediyor. Ben bu yolculuğa Twitter’da bir sanat tarihi hesabıyla çıktım ve başlığına “Tüm amacım sanatı ve sanat tarihini sevdirmek” yazmıştım.
Yola çıkışınızdaki amaç bu yani. Neden?
Çünkü ben bu bölümü, sanat tarihini okurken çok sevmedim açıkçası. Çünkü çok ağırdı, adapte olmakta çok zorlandım. Hatta geçenlerde bu bölümü okuyanlardan da bu gibi mesajlar aldım.
Zor olan bölüm mü, akademisyenler mi?
Bakın çok mükemmel hocalarım vardı. İdollerim hocalarım vardı, çok şeyler öğrendim, hâlâ da görüşürüm. Ama maalesef herkes öyle değildi. Herkes bunu yaşamıştır. Anlatma sorunu olan kişiler, çok önemli dersleri veriyor. Bu çok yanlış bir şey.
Severek okumadınız ama severek mi yazdınız?
Evet. Çocukluğumdan beri tarihin içinde, tarihi eserlerin içinde olmayı isteyen biriyim. Genelde insanların son tercihidir, mecburiyetten okurlar. Ben severek gittiğim okulda, başka arkadaşlarımın amacının polis olmak ya da başka amaçları taşıyarak geldiğini gördüğümde, üstüne üstlük kürsüye çıkıp anlatamayan hocaları görünce adapte olamadım. Bölüm başkanımız sınıfa girdiğinde, ilk derste, ilk olarak “Geleceğin işsizleri hoş geldiniz” demişti.
Sonra ne oldu peki? Yani ne değişti?
Kendi kendime ders anlatmaya başladım. Benim anlayabileceğim şekilde anlatmaya başladım. Sonra arkadaşlarıma anlatmaya başladım. Onlar hatta şimdi, “Eskiden bize seminer veriyordun” derler. Tabii ilk seminerlerde heyecandan titrediğim oldu. Ama benim bundan başka yolum yok dedim ve başladım. İlk başlarda iki, üç kişiye seminer vermeye başladım. 10 kişilik salonda iki kişiye, üç saat van Gogh anlatarak başladım. Tabii o günleri insanları gözlemleyerek geçirdim. Hangi dakikada sıkılıyorlar, ne zaman telefona bakmaya başlıyorlar, seminerler bunu göre göre, inceleye inceleye yakın zaman sonra 100 kişilik salonlarda seminer vermeye başlamıştım. Yapa yapa öğrendim.
Peki iş yaşamınız ne âlemdeydi?
Beni bu yola işsizlik itti. Üç yıllık bir işsizlik sonunda başladım. Müzelerde gönüllü bile çalışmak istedim ama hiçbir yerden kabul görmedim. Bilirsiniz, ülkemizde kimseye şans vermek istemezler, hep tecrübe ararlar… Sonrasında kitaplar çıktı, seminerler peşi sıra geldi.
Şimdi o müzelerden iletişime geçenler oluyor mu?
E tabii. Telefonlar aldım. Bu sadece benim başıma gelmiyor ama. Diğer sanat tarihçiler de bu sorunları yaşıyor.
Seminerlerde katılımcılarda en çok neyi gözlemliyorsunuz?
Ağlayan insan çok oluyor. Örneğin van Gogh’u anlatırken insanlar üzülüyorlar. Ben biraz katılımcıları da işin içine çekmeye çalışıyorum. Çünkü konu sanat tarihi olunca çekiniyorlar. Bilmiyorlar. Hiç öğretilmemiş. Ne ilkokulda ne ortaokulda ne lisede. Bir kere yaşadığımız coğrafyayı bilmiyoruz. Seminer bitiyor, “Sorusu olan var mı?” diye soruyorum, kimse elini kaldırmıyor. “Peki çıkabilirsiniz?” diyorum, kimse çıkmıyor. Bakışıyoruz…
Neden?
Çünkü kürsüden inmemi ve yalnız kalınca yanıma gelip soruyu öyle sormak istiyorlar. Çünkü kalabalıkta sormaya çekiniyorlar. Çok meraklıyız ama çok çekiniyoruz…
Sanattan, sanat tarihinden neden bu kadar korkuyoruz? Toplumsal baskı mı, eğitim sistemi mi? Nedir?
Sorun şu: Soru soramayacak kadar bilgi yok. Soru mantıksız mı olacak, aman rezil olur muyum diye düşünüyor insanlar. Ama tabii sordukça, araştırdıkça değişiyor bu durum. Eğitim sistemiyle ilgili şunu söyleyebilirim, kendi bölümümde de gazetecilik bölümünde de -nişanlım gazetecilik okuyor- neler olduğunu, döndüğünü biliyorum bu ülkede. Sanat tarihi bölümünde İslam sanatı ağırlıklıdır, Osmanlı sanatı ağırlıklıdır. Bunu şu açıdan kabul edebilirim: Bu ülkenin sanat tarihçisi bu ülkenin coğrafyasını iyi bilmeli. Evet. Ama sizin temele koyduğunuz şey coğrafya ise Osmanlıcayı zorunlu yapmanıza gerek yok. Ben mesela hiç Osmanlı sanatı çalışmadım. Bizans üzerine çalıştım, tezimi bunun üzerine verdim, sonra Caravaggio’nun bir resmini gördüm, büyülendim ve dedimki ben resim çalışacağım artık. Ama birinci sınıftan ikinci sınıfın ortasına kadar hiç Batı görmedik. Biz bu ülkede, bizden önce yaşamış Bizans İmparatorluğu’nu bilmiyoruz. Bana göre Bizans’ı bilmeden ne Osmanlı’yı anlayabilirsiniz ne Roma’yı anlayabilirsiniz. Osmanlıca zorunluysa bunu destekleyecek bir Latince de koymalısınız. Örneğin, bu ülkede Paleotik Çağ’dan kalan onlarca mağara var, kim biliyor? Göbeklitepe başka bir ülkede çıksaydı bütün dünyada konuşulurdu, çok daha farklı olurdu. Hatta Göbeklitepe bizde değil de başka bir ülkede olsaydı bu kadar geç bulunmazdı.
Osmanlıca ile ilgili ne gibi zorluklarla karşı karşıya kaldınız?
Örneğin, Ankara’daki, Ulus’taki Roma Hamamı’nda, açık hava müzesindeki Bizans’tan kalan mezar taşlarını okuyamıyorum ama Osmanlı’dan kalan mezar taşlarını kenara koymuşlar, hepsini okuyorum. Ben tezimi Bizans üzerine vermeme rağmen okuyamıyorum. Niye? Çünkü üniversite yaşamım boyunca bana Osmanlıca dayatıldı.
Türkiye’nin bu ortamında sanat nereye gider?
Şöyle anlatayım. Sosyal medyada, üzerinde yedi yıl emeğim olan, “Tüm amacım sanatı ve sanat tarihini sevdirmek” yazan, on binlerce kişinin takip ettiği sanat tarihi sayfamda, önemli resimleri paylaşıp hikayelerini anlatıyorum. Bazı gerici gruplar, nü resim paylaşıyorum diye sayfayı kapattırdılar. Ortam bu, durum bu. Ama ben bu gibi konularda geri adım atmadım ve bunlarla mücadele etmeye sürdüreceğim.
Türk ressamlarla ilgili çalışmalarınız olacak mı?
Çok fazla talep ver bu konuda. Ben de istiyorum. Umarım yapacağım.
Öne çıkan bir ressamımız var mı bu konuda, çok istenen?
Abidin Dino’yu çok istiyorlar. Günümüz sanatçılarıyla ilgileniyorlar. Minyatür sanatı da çok isteniyor.
En Çok Okunan Haberler
- Kanal D'den flaş 'Annem Ankara' kararı
- Gözaltına alınan Kadir İpek hakkında yeni gelişme
- Nedir bu Emevi Camisi takıntısı?
- 'Senin ne kadar acınacak bir hale geldiğinin...'
- Boykot çağrısı yaptı!
- Suriye’de Aleviler sokağa çıktı
- Müebbet hapse çarptırılan 31 er tahliye edildi
- Davutoğlu'nun 'hazırım' çıkışına yanıt verdi
- Fenerbahçe, Cengiz Ünder için kararını verdi!
- Emekli ve memura ne kadar zam yapılacak?