Onur Öymen: ‘Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ışık tutan bir metindi!’

Onur Öymen Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yılına yaklaştığımız şu sıralarda yayımlanan incelemesi Çöküşten Zafere Lozan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 Yıllık Mücadele’de (Remzi Kitabevi); Atatürk, İnönü ve arkadaşlarının Lozan’da Dünya Savaşı’nın galiplerine karşı Türkiye’nin egemenliğini ve eşitliğini kabul ettirmek ve Misak-ı Milli’de çizilen hedeflere ulaşmak için ne büyük bir mücadele verdiklerini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor ve Lozan Barış Antlaşması’yla nasıl başarıya ulaştıklarını belgelerle gözler önüne seriyor.

Onur Öymen: ‘Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ışık tutan bir metindi!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.08.2022 - 00:02

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

Onur Öymen Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yılına yaklaştığımız şu sıralarda yayımlanan incelemesi Çöküşten Zafere Lozan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 Yıllık Mücadele’de (Remzi Kitabevi); Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeden çöküşüne kadar geçen süre içinde iç sorunlar ve yönetim zaafları nedeniyle nasıl çağının gerisinde kaldığını, aynı dönemde büyük devletlerin hangi baskılara, entrikalara ve tertiplere giriştiklerini, devletin iç işlerini nasıl yönlendirmek istediklerini örnekleriyle anlatıyor.

Emperyalizme karşı yürütülen Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Atatürk, İnönü ve arkadaşlarının Lozan’da Dünya Savaşı’nın galiplerine karşı Türkiye’nin egemenliğini ve eşitliğini kabul ettirmek ve Misak-ı Milli’de çizilen hedeflere ulaşmak için ne büyük bir mücadele verdiklerini ayrıntılarıyla ortaya koyan Onur Öymen, Lozan Barış Antlaşması’yla nasıl başarıya ulaştıklarını da belgelerle gözler önüne seriyor.

Onur Öymen ile yeni incelemesi Çöküşten Zafere Lozan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 Yıllık Mücadele’yi konuştuk.

TÜRKLERE KARŞI SAVAŞIN KADİM TARİHİ!

- Lozan Barış Antlaşması’nın yüzüncü yılına yaklaştığımız bugünlerde yayımlanan Çöküşten Zafere Lozan: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 Yıllık Mücadele adlı incelemenizin yazılış aşamalarını sorarak başlayalım isterim söyleşimize. Kaç yıllık bir emeğin ürünü olduğunu ve nasıl bir izlekte kaleme aldığınızı anlatır mısınız?

Bu kitabın araştırma ve yazma süresi yaklaşık iki yıl sürdü. Özellikle Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde yabancıların baskı ve müdahalelerini araştırdım.

- İncelemenizde de vurguladığınız ve açıkladığınız üzere Türklere karşı mücadelenin tarihi çok eskilere dayanıyor. Yüzyıllar öncesinden tohumlanan bu mücadelenin nirengi noktalarını nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Atatürk’ün nitelemesiyle “Türklere karşı bu suikastlarda başlıca hangi ve özellikle nerelere adresli değişmez emellere dikkat çekiyorsunuz?

Türklere yönelik suçlamalar ve entrikaların Haçlı Seferleriyle başladığını söylemek mümkün. Kardinal Naumann’ın “Vatikan’ın yaklaşık 1000 yıllık tarih Türklerle mücadeleyle geçmiştir” sözleri Türk karşıtları konusunda yeterince bilgi veriyor. Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in kitaplarından birinin adı “Türklere Karşı Duaya Çağrı” bir diğeri “Türklerle Savaş”.

Nirengi noktalarından biri 1699 da imzalanan Karlofça Anlaşmasıdır. Bu anlaşma Osmanlının gerilime döneminin başlangıcı sayılıyor ve Avrupa’nın büyük devletlerinin Türklerin iç işlerine müdahale niyetlerinin işaretlerini taşıyordu.

1774 Küçük Kaynarca Anlaşması Osmanlı tarihinde o zamana kadar imzalanan en kötü anlaşmadır ve Rusya’nın Türkiye’de yaşayan Ortodoksları himaye etme hakkına kavuşturulmasını içeriyordu.

1820’li yıllarda Yunan bağımsızlığını amaçlayan ayaklanmaya Rusya’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın verdiği büyük destek de nirengi noktalarından biri sayılabilir. Napolyon’un Rusya ile birlikte Türkiye’yi parçalama projesi not düşmemiz gereken önemli bir tarihtir.

1853 yılında Rus çarının İngiliz büyükelçisine Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşma önerisi bir dönüm noktası olmuştur. Islahat fermanının yazılışında başta İngiltere olmak üzere yabancı ülkelerin müdahalesi devletin yarı sömürge haline gelişinin önemli bir aşaması olarak nitelendirilebilir.

Daha sonra Düyunu Umumiye’nin kuruluşu ekonomik açıdan da yabancıların etkinliğini büsbütün arttıran önemli bir aşama olmuştur.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Berlin Anlaşması devletin çökmekte olduğunun işaretidir. Daha sonra Sevr Anlaşması büyük devletlerin Osmanlı devletini paylaşma amaçlarının resmen ortaya konulduğunun göstergesidir.

- Napolyon’un Türklere karşı tutumu ve politikalarında neler dikkat çekmektedir?

Napolyon’un Türklere karşı yaklaşımında inişler çıkışlar olmuştur. Başlangıçta genç subayken Türk ordusuna katılarak Türkiye’yi güçlendirmeye katkıda bulunmak istemiş ama kısa bir süre sonra Türklerin egemenliğindeki Mısır’ı ve Gazne’yi ele geçirmek için büyük bir harekat yapmıştır. Daha sonra da Ruslarla Türkiye’nin paylaşılması için temaslar yürütmüştür.

- Almanya, Osmanlının sinesine nasıl sızmıştır?

Bismarck döneminde Almanya, Türkiye’ye karşı mesafeli bir politika izliyordu. Ancak Alman imparatoru II. Wilhelm Türkiye ile yakın ilişki kurmayı Almanya’nın hedeflerine daha uygun gördü ve bir yakınlaşma politikası izledi.

Bu durumun esas sebebi Almanya’nın hasmı olan İngiltere’nin egemenliği altında bulunan ülkeleri ele geçirmekti. Bu ülkelerde çok sayıda Müslüman yaşıyordu. Wilhelm Osmanlı Padişahının cihat ilan ederek onları ayaklandırabileceğini düşünüyordu. Ancak, 1890’lardan itibaren bazı üst düzey Alman yetkilileri Osmanlı yönetimini Almanya’nın nüfuz bölgesine katamaya çalışmışlardır. Kitapta bunun örneklerine yer verdim.

Bunların arasında özellikle Von der Goltz’un ve Büyükelçi Wangenheim’ın denetim altına alarak Türkiye’de her zaman Almanya’yı destekleyen hükümetin iş başında bulundurulması düşüncesi yer alıyor.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

- Osmanlı’dan Cumhuriyet’e 200 Yıllık Mücadele’de ortaya koyduğunuz üzere Osmanlı çağdaş uygarlık düzeyini özellikle hangi kırılma noktalarında ve tarihi eşiklerde kaçırmıştır?

Osmanlı İmparatorluğu özellikle Fatih, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinden sonra adım çağdaş uyarlık düzeyinden uzaklaşmıştır.

Atatürk 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında yaptığı konuşmada: “Osmanlı İmparatorluğunun İstanbul’un fethinde gösterdiği kudret, aşağı yukarı aynı tarihlerde bulunan matbaanın 300 yıl boyunca bağnaz hukukçuların direnişi nedeniyle Türkiye’ye getirilmesini başaramamıştır” diyor.

Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu bir yandan Aydınlanma Çağını bir yandan Sanayi Devrimi kaçırmıştır. Böylece askerlik de dahil olmak üzere pek çok alanda batı ülkelerinin gerisinde kalmıştır.

Bu siyasi, güvenlik ve ekonomik alanlarda büyük kayıplara yol açmıştır. Özellikle III. Mustafa döneminde etkinliği artan ve önemli kararlar alınırken padişahı etkileyen müneccimlik 1924 yılına kadar kaldırılamamıştır.

Osmanlı İmparatorluğunu birçok alanda geriye gittiğini kabul eden padişahlar bile onun sebebini dini kurallardan ve şeriatlardan uzaklaşmak olduğunu düşünmüşlerdir.

Örneğin Abdülmecit zamanında yayınlanan Tanzimat Fermanın bu husus açıkça beyan edilmiştir. Meşrutiyet’in 1876 yılında ilanından bir yıl sonra II. Abdülhamit’in meclisi kapatmasıyla Osmanlılar 1908 yılına kadar meşrutiyet idaresinden de mahrum kalmıştır.

- Lozan Barış Antlaşması’nın sömürülen ve sömüren uluslara topyekûn emsal özelliklerini burada da anlatır mısınız? Lozan Barış Antlaşması nasıl bir “mühür”dür, Atatürk’ün tarihe geçen sözlerini burada da anarsanız neler söylersiniz?

Atatürk: “Lozan Antlaşması, Türk milletine karşı yüzyıllardan hazırlanmış ve Sevr Anlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildiren bir belgedir. Osmanlı tarihinden benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir” diyor.

Lozan Anlaşması’ndan önce Atatürk’ün Anadolu’yu istila etmeye çalışan Yunan ordusuna karşı yürüttüğü büyük kurtuluş savaşının aslında İngiltere’ye karşı bir savaş olduğunu daha sonraki yıllarda belirtmiştir. Aynı görüşü İsmet Paşa da başka bir vesileyle ifade etmiştir.

Lozan Antlaşması Türkiye’nin emperyalizmle mücadele ederek kazandığı bir siyasi zafer olmuştur. Lozan’da gerek İngiltere’nin gerek Fransa’nın gerek İtalya’nın Türkiye üzerindeki emperyalist emelleri açıkça ortaya çıkmıştır.

Özellikle kapitülasyonların kaldırılmasına karşı direnmeleri Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu gibi yarı sömürge olarak varlığının sürdürmesinin amaçlandığını açıkça ortaya koymaktadır.

Aynı şekilde borçlar meselesinde Osmanlılar tarafından verilen imtiyazların sürdürülmesini amaçlayan girişimlerde büyük devletlerin aynı amacı güttükleri görülmüştür.

- Türkiye, Lozan’da özellikle ülkemizin bugününe ibret şekilde nasıl bir devlet yapısı ve iradesiyle temsil edilmiştir?

Lozan’da Türkiye ulusal egemenliğinden ve bağımsızlığından hiç biz taviz vermemiştir. Lord Curzon İsmet Paşaya: “Şimdi kabul etmediğiniz tavizleri cebimize koyuyoruz. İlerde bizden borç istediğiniz zaman bunları birer birer çıkaracağız.” demesi emperyalist ülkelerin Lozan anlaşmasını içlerine sindiremediklerinin bir işareti olmuş ve ileride ekonomik konuları siyasi baskı aracı olarak kullanmaya niyetli olduklarını göstermiştir.

1950 yıllardan itibaren Türkiye’nin hızlı kalkınma amacıyla aşırı bir borç yükü altına girmesiyle yabancı ülkelerin ülkemize yönelik siyasi amaçlarını gerçekleştirme arzusunda oldukları görülmüştür.

Bugün de Türkiye’nin giderek artan borç yükü altına girmesinden yararlanan bazı devletlerin aynı siyasi baskılarla Türkiye’yi etki altına almaya çalıştıkları görülmektedir.

LOZAN VE MİSAKI MİLLİ!

- İsmet İnönü’nün başkanlığındaki Türk Heyeti’nin izleyeceği tutumun -İsmet İnönü’nün her vesileyle vurguladığı Misak-ı Milliye bu maddeler arasında önemle yapılan atıflarıyla burada da anarsanız- esasları nelerdi?

İsmet Paşanın Lozan’da her vesileyle savunduğu Misak-ı Millinin ana hatları özetle şöyledir:

- Osmanlı Devleti’nde 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin kabulüyle Osmanlı Devleti’nin düşman ordularının işgali altında kalan bölgelerinin geleceği halkın serbestçe vereceği oylara uygun olarak belirlenmelidir.

- Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimler birbirlerinden ayrılmayacak bir bütün oluşturmaktadır.

- Batı Trakya’nın hukuki durumu da halkın özgürce beyan edeceği oylara uygun olarak belirlenmelidir.

- İstanbul şehri ile Marmara denizin güvenliği her türlü saldıra karşı dokunulmaz olmalıdır. Bu esas mahsus kalmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaretine ve ulaşılmanın açılması konusunda bizimle birlikte diğer müttefik devletlerin birlikte verecekleri karar geçerli olacaktır.

- Azınlıkların hakları komşu memleketlerdeki Müslüman halklarının aynı haklarda istifade etmeleri ilkesine uygun olarak benimsenip güvence altın alınacaktır.

- Milli ve iktisadi gelişmemizi sağlamak için tam bir özürlüğe ve bağımsızlığa kavuşmamız varlığımızın ve geleceğimizin ana ilkesidir. Bu nedenle siyasi, adli, mali ve benzeri alanlarda gelişmemizi önleyici kapitülasyonlara karşıyız. Belirlenecek borçlarımızın ödeme koşulları da bu ilkelerle çelişmeyecektir.

İsmet Paşa Lozan’da Misak-ı Milli’nin bu hedeflerini gerçekleştirmek için büyük bir çaba göstermiş ve bunların büyük bir çoğunluğunu gerçekleştirmeyi başarmıştır.

Bu çerçevede özellikle adli kapitülasyonların kaldırılmaması için İngiltere, Fransa ve İtalya konferansın sonuna kadar direnmiştir ve kapitülasyonlar kaldırılsa bile başka isimle onların yerine alacak yazımlar önermişlerdir.

İsmet Paşa bütün bu girişimler karşı çıkmış ve kapitülasyonları kayıtsız şartsız kaldırılmasını sağlamıştır.

Bu Türkiye için o kadar önemlidir ki Lozan’a giderken Atatürk’ün İsmet Paşaya verdiği 14 maddelik talimatın bir maddesi bu konuyla ilgilidir ve kapitülasyonların kaldırılması konusundaki talebimiz karşımızdaki tarafından kabul etmediği takdirde İsmet Paşa’ya Ankara’dan talimat dahi istemeyi gerektirmeden konferansı kesip Türkiye’ye dönebilirsiniz demiştir.

- Türk Heyeti’nde kimler yer alıyordu ve heyetin yapısını, oluşumu nasıldı?

Lozan’daki delegasyonumuzda Baş delege İsmet Paşanın yardımcısı olarak Rıza Nur ile Hasan Saka yer almıştır. Heyette 6 millet vekili vardı. Bunlar Zekayi Apaydın, Zülfü Tiğrel, Veli Saltık ve Celal Bayar’dı. Bu isimler mecliste teker teker oylanmıştır.

Ayrıca dışişleri bakanlığından hukuk müşaviri Münir Ertegün, siyasi işler müdür Hikmet Bayur, maliye bakanlığında genel müdür Fuat Ağralı ve daha sonra içişleri bakanı olana Şükrü Kaya bulunmaktaydı.

Heyette ünlü yazarlar Ruşen Eşref Ünaydın ve Yahya Kemal Bayatlı bulunmaktaydı. Heyetin genel sekreteri Raşit Saffet Atabinen’di. Heyette ayrıca dışişleri bakanlığının memurları da yer almaktaydı.

- İncelemenizde karakteri, hırsları, hınçlarıyla tam bir profilini de verdiğiniz ve İsmet İnönü karşısında taktikleri sonuç vermeyen, adeta allak bullak olan, ezberi bozulan, ilk perdede çıkmaza sokacağı Lozan Konferansı’nda en büyük mücadele adeta kendisine karşı verilmiş Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya sözleri ileriye dönük (hatta bugüne) Türklere karşı hangi kozları “cepte” bulunduracağını ortaya koymaktadır?

Lord Curzon İngiltere’nin eski Hindistan genel valisiydi ve konferans boyunca İsmet Paşaya ve Türk heyetini baskı altına alarak emperyalist ülkelerin hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmıştır.

Ancak İsmet Paşa’nın gösterdiği direniş sonucunda bu amaçlara ulaşamamıştır ve 1923 yılının ocak ayının sonunda İsmet Paşa’ya 150 maddelik ültimatom niteliğinde bir anlaşma metni vermiş: “Ya bunu kabul edersiniz ya reddedersiniz. Ben 4 şubatta İngiltere’ye dönüyorum” diyerek İsmet Paşa’yı zaman baskısı altına almaya çalışmıştır.

İsmet Paşa yine ustaca bir diplomatik cevap vermiş ve müzakereleri boyunca bütün tarafların kabul ettiği maddeleri içeren bir muhtırayı karşı teklif olarak sunmuştur.

Lord Curzon yapmak istediği baskı sonuç vermeyince konferansı terk etmiş ve konferansın 2. bölümüne katılmamıştır. Ancak Londra’da dışişleri bakanı olarak Lozan’daki İngiliz delegasyonuna kendi baskılarını ve yaklaşımı sürdürecek talimatlar göndermiştir.

Özellikle konferansın sonunda İstanbul’daki iltifat devletleri çekildikten sonra bile müttefik devletlerinin ikişer zırhlı bulundurmalarını kabul ettirmeye çalışmış ama İsmet Paşanın tek bir zırhlı sandalı bile kabul edemeyiz cevabıyla karşılaşmış ve istediklerini yaptıramamıştır.

İSMET İNÖNÜ’NÜN YILDIZININ PARLADIĞI EN ÖNEMLİ ANLAR!

- Lozan Konferansı’nda İsmet İnönü’nün büyük devlet adamlığının, yıldızının parladığı en önemli anları burada da anarsanız neler söylersiniz?

İsmet İnönü’nün yıldızının parladığı en önemli anlardan biri konferansın şubat ayı başında kesilmesinden hemen önce Lord Curzon ile yaptığı görüşmedir.

Orada Lord Curzon’un “Türkiye’ye dönünce meclise ve halka ne söyleyeceksiniz?” sorusuna karşılık “Konferans Lord Curzon yüzünden sonuçsuz kalmıştır. Çünkü o sonuçsuz bırakmak için mücadele etmiş ve her talebimize karşı çıkmıştır.” demiştir.

Bu sözlere Lord Curzon büyük bir tepki göstermiş ancak İsmet Paşa geri adım atmamıştır.

İsmet Paşa’nın başarılı mücadelesi Konferansın sonunda diğer ülkelerin Heyet Başkanları tarafından da saygıyla karşılanmıştır.

17 Temmuz 1923’te sonuçlanan konferansın kapanış konuşmasını yapan Fransız baş delegesi General Pelle “İsmet Paşa mükemmel bir asker olduğu kadar mükemmel bir diplomattır” demiştir.

İtalya baş delegesi de “Lozan konferansında Türk heyetinin temsilcisin üstünlüğü kesindi. İsmet Paşa her açıdan konferansa hakimdi. Büyük askeri başarısından sonra Türk tarihinde örneği olmayan bir siyasi zafer kazandı. Şahsen onun bu konferansta oynadığı büyük siyasi role hayranım” demiştir.

- Lozan Konferansı’nın ikinci perdesinde çözüm bekleyen öncelikle sorunlar nelerdi?

Konferansın 1. bölümde pek az sorun çözüme kavuşabilmişti. Sorunları neredeyse tamamı 2. bölümde ele alınmıştır.

Bu arada özellikle kapitülasyonlar konusunda konferansın sonuna kadar tartışmalar sürmüştür.

Aynı şekilde borçlar konusunu ve yabancı şirketlerin Osmanlı imparatorluğundan aldığı imtiyazlarla ilgili meselelerde de görüşmeler devam etmiştir.

Edirne’nin Karaağaç ilçesinin Osmanlılara verilmesi de konferansın son aşamasından sağlanabilmiştir.

- Türkiye’nin Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’nın da konferansa davet edilmesini önerdiği Konferansta barışın sağlanıp sağlanamayacağını belirleyecek en önemli konulardan biri olan Boğazlar sorununa ilişkin mücadele nasıl verilmiştir?

Türkiye, Lozan Antlaşması’nın bir parçası olan Boğazlar Sözleşmesi’ni, bazı kısıtlamalar içermesine rağmen hangi düşüncelerle kabul etmişti?

Türkiye’nin talebi üzerine Konferansın Boğazlar konusu bölümünde Türkiye’nin talebiyle Rusların da katılması talep edilmiştir.

Rus delegesi Çiçerin boğazlar konusunda Türkiye’nin tam yetkili kılınmasını desteklediğini belirten bir konuşma yapmıştır.

Daha sonra İsmet Paşa kendisiyle yaptığı iki görüşmede desteğine teşekkür etmiş ancak bu yaklaşımın savunulması halinde konferansta bir sonuca varılmasının mümkün olamayacağını söylemiştir.

Neticede Türkiye izlediği yapıcı ve kararlı tutumun sonuncunda bir yandan Türkiye’nin çıkarlarını güçlü biçimde savunmuş, bir yandan da boğazlar konusunda bir çözüme varılmasına yardımcı olmuştur.

- Konferansta Yunanistan ve Venizelos’un talepleri, adeta kan parası olarak Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesi konusunu açarsanız; nasıl bir gelişim göstermiş, yer bulmuştur?

Yunanistan temsilcisi Venizelos konferansta ülkesinin beklentilerinim destek bulamaması ve sonuç alamamasından sonra İsmet Paşa ziyaret ederek kendisiyle bir görüşme yapmıştır.

Bu görüşmede Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmasını destekleyen ve teşvik eden devletlerin Lozan’da kendilerini ortada bıraktığı ve o devletlere güvenerek yola çıkmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu anladığını söylemiştir.

Yunanistan ve Türkiye arasında dostluk ilişkilerinin kurulmasını arzu ettiklerini belirtmiştir. Yunanistan’ın Türkiye’ye savaş tazminatı ödeyecek mali güce sahip olmadığını ifade etmiştir.

Neticede Yunanistan tazminat ödemeyi kabul etmiş ancak bunu parayla değil Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesi yoluyla yerine getirmek istemiş ve bu noktada görüş birliği sağlanmıştır.

İsmet Paşa anılarında bu görüşmeyi ayrıntılarıyla anlatıyor ve daha sonra ve Ankara’da ve Atina’da yaptıkları görüşmelerin gerçekten Türkiye ve Yunanistan arasında dostluk ilişkileri sağlanmasına yardımcı olduğunu belirtiyor.

- Venizelos’un İsmet İnönü’ye ortak Slav tehlikesine karşı işbirliği teklifinin arka planını bugünle de bileştirerek yorumlar mısınız?

Venizelos, İsmet İnönü’ye Yunanistan’ın bütün komşularının tehdidi altında olduğunu söylüyor.

İsmet Paşa’nın görüşünü soruyor. İsmet Paşa Türk-Yunan dostluğunun bu açıdan önem taşıdığını eğer iki ülke arasında sağlam dostluk ilişkileri kurulduğu takdirde Yunanistan Türkiye’den hiçbir tehdit beklemeyeceğini bu neden diğer komşulardan gelebilecek tehditlere karşı daha güçlü olacağını söylüyor.

Yunanistan Lozan’dan sonra Venizelos döneminde Türkiye’ye karşı dostluk ilişkileri kurmasının arkasında kuşkusuz Yunanistan’ın güvenlik çıkarları yatıyor.

Fotoğraf: KAAN SAĞANAK

- İncelemenizde ortaya koyduğunuz gibi Lozan’da İsmet Paşa’nın başarıyla yürüttüğü diplomatik mücadele sonucunda Türkiye’nin büyük bir zafer kazandığı yaygın bir düşünceydi.

Fakat İnönü’nün aynı düşüncenin Ankara’daki hükümet tarafından da paylaşıldığına ilişkin kuşkuları vardı.

Öyle ki Başbakan Rauf Orbay bu kuşkuları doğrulayan tavırlarıyla ilk elden dikkat çekiyordu. Anlatır mısınız?

Özellikle konferansından son aşamasında Başbakan Rauf Orbay’la Lozan’daki Türk delegesi arasında bazı sorunlar yaşandığı doğrudur.

Konferansından en son aşamasında Yunanistan’ın savaş borcunu parayla ödeyemeyeceği anlaşıldığı sırada İsmet Paşa ve delegasyonun diğer üyeleri Yunanistan’ın Karaağacın Türkiye bırakılması ile borcunu ödeme çözümünün yegane gerçekçi çözümü olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır.

Ancak Rauf Orbay aksi görüşteydi. Lozan Antlaşmasının her noktası üzerinde mutabakatıyla varıldıktan sonra Lozan’da anlaşmaya varıldığını Atatürk’e bildirdi. Atatürk bu haberi sevinçle karşıladı ancak Rauf Orbay İsmet Paşa’yı dönüşünde garda karşılamayacağını o tarihte seçim bölgesinde bulunacağını söyledi. Atatürk’ün ısrarına rağmen bu tutumundan vazgeçmedi.

Ankara’dan imza için birkaç gün talimat gelmemesi İsmet Paşa’yı çok üzdü ve Atatürk’le doğrudan doğruya başvurarak durumu anlattı. Atatürk çektiği telgrafta anlaşmayı imzalamasını ve sonucunu bildirilmesini istedi. İsmet Paşa bundan büyük mutluluk duydu, sevinci Atatürk’e coşkulu bir teşekkür mesajıyla belirti ve anlaşmayı imzaladı.

İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelişinde kendisini karşılayanların başında Atatürk ve diğer devlet yetkilileri vardı ancak Başbakan Rauf Orbay yoktu. Birkaç gün sonra Rauf Orbay, başbakanlıktan ayrıldı.

İsmet İnönü anılarından o dönemde görüş ayrılıklarına düşenlerin daha sonra dostluk içinde çalışmaya devam ettiklerini söylüyor.

ATATÜRK VE İNÖNÜ’NÜN DİLİNDEN LOZAN!

- Atatürk’ün ve İnönü’nün Lozan Antlaşması’yla ilgili değerlendirmelerini burada da dile getirmenizi rica ederim.

Türkiye’nin 1. İnönü zaferinden itibaren itilaf devletleri iki farklı anlaşma tasarı sundular. Atatürk bu anlaşmaların Sevr’in yumuşatılmış şeklinde olduğunu ve Türkiye’nin bunları ret ederek Lozan’a varıldığını söylüyor.

Nutuk’ta bu 4 metni madde madde kıyaslayarak Lozan Antlaşması’nı niçin bir zafer olduğunu kanıtlıyor. Lozan Antlaşması’nın değerini öğrenmek isteyenlerin Nutuk’un bu bölümünü dikkatle okumaları uygun olur.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Atatürk Lozan’ın Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış suikastı engellemiş olduğu ve Osmanlı tarihinde örneğini görülmemiş bir zafer olduğunu dile getiriyor.

İsmet Paşa da anılarında şunları söylüyor:

“Mudanya Mütarekesinden sonra Lozan Konferansı milletin Avrupa ortasında davet olunduğu büyük bir imtihandı. Türkiye medeni alem ortasında, davası açık ve kesin olarak müdafaa edecek medeniyet ve siyasi bir seviye midir? Acaba ortadaki manzara Anadolu’nun dağlarından şu veya bu tesadüfün veya Türkiye ye hasım devletler tarafından işlenen şu veya bu hatanın tesadüfü sonucu mudur? Yoksa bir milletin belli bir hedefe doğru giriştiği şuurlu bir mücadele midir? Lozan imtihanında işte bu soruların cevabı verilmiştir.”

DÜNYA ÇAPINDA TARTIŞMASIZ BİR ZAFER!

- Dünya Lozan’ı nasıl karşılamıştır ve Lozan’dan ne bekliyorduk ne elde ettik?

İngiltere’nin en önemli devlet adamlarından Churchill, “Dünya Bunalımı” isimli kitabında şunları yazıyor:

“Lozan anlaşması Sevr Anlaşmasının kesinlikle karşıtı oldu. Daha önce Türkiye, barışı dikta etmekle kalmayıp Türk devletini ölüme mahkum etmeye de hazır olan büyük devletler, şimdi eşit koşullardaki görüşmelerde bulunmak zorunda kaldılar.

Türkler İstanbul’u yeniden ele geçirdiler ve Doğu Trakya’nın önemli bir bölümünü geri aldılar. Tabancı devletlerin her türlü denetim ve yönetimi yok edildi. Kapitülasyonlar kaldırıldı.

“Lozan’da ABD’nin gözlemcisi olan John Grew Lozan’ı şöyle değerlendiriyor:

“İsmet Paşa Lozan’da büyük bir diplomatik zafer kazanmıştır. Bütün İtilaf devletleri diplomatların sırtını yere getirmiştir. Bu olayı inkâr etmenin yararı yoktur. Belki bu, tarihte kazanılmış en büyük zaferdir ve daha başlangıçta İsmet Paşa’nın bütün kozları elinde bulundurmasıyla sağlanmıştır.”

Rusya Dışişleri Bakanı Çiçerin “Lozan Konferans’ı ve Dünyanın Durumu” başlıklı makalesinde: “12 yıl süren savaşlardan sonra zayıf düşmüş kabul edilen Türkler dünya güçlerini dize getirdi.” demiştir.

Ünlü tarihçi Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu isimli kitabında Lozan’dan şöyle söz ediyor:

“Aylarca diplomatik çekişmeler oldu. Onun Türkiye için en büyük önemi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin içine aldığı bütün topraklarda Türk egemenliğinin tam olarak kurulmasıdır… Aynı zamanda uzun yıllar boyunca bir aşağılama ve boyunduruk sembolü olarak öfke kaynağı olan kapitülasyonlar kaldırıldı. Böylece Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nın yenilmiş devletleri arasında kendi yıkıntısı içinden yeniden ayağa kalkmayı başaran tek ülke oldu. Galip güçlerin kendisine dayattığı barış şartlarını reddetmiş ve kendi şartlarını kabul ettirmişti.”

Başka bir ünlü tarihçi olan Toynbee 1926 yılında K.P. Kirkwood ile birlikte yazdığı Türkiye-Bir Devletin Yeniden Doğuşu başlıklı kitabında Lozan Antlaşması hakkında şöyle diyordu:

“Türk Delegasyonu Misak-ı Milliyle belirlenmiş olan toprak konuları, kapitülasyonlar, borçlar ve diğer milli çıkarlar konularında bir adım bile geri atmamıştır. Hemen her konudaki milliyetçi istekleri Lozan’da İtilaf devletleri tarafından kabul edilmiştir. Dünya tarihinde bir eşi olmayan bir olayla karşılaşılmış, yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en iyi ulusları ile eşit şartlar içinde karşı karşıya gelmesi ve bu büyük savaşın galiplerini dize getirerek istediklerini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydir. Neticede Lozan’da Türkiye büyük bir zafer kazanmıştır, yeni bir devletin ötesinde bir millet oluşturmuştur.”

Toynbee İsmet Paşa hakkında da çok olumlu şeyler söylüyor.

“Bu düello da kazanılan başarının en büyük onur payı kulağı ağır işiten fakat her şeyi son derece iyi hesaplayan inatçı devlet adamı ve asker İsmet Paşa’ya ait bulunmaktadır. Ayrıca Türk baş delegesinin gerilemek bilmez karakterinin arkasında bulunun bir cumhurbaşkanı, bir parlamento ve Anadolu halkının azmiyle desteklenmiştir. Lozan da İsmet Paşa değil Türkiye’yi konuşuyordu.”

İNÖNÜ: ‘GÜZEL, KUTSAL, HER TÜRLÜ HAYAT ŞARTLARINA MALİK VATANIN GELİŞMESİNİ SAĞLAMAYA DERHAL BAŞLAMAK LAZIMDIR!’

- İnönü, aydınlarımız ve gençlerimizin antlaşmayı nasıl bir düşünüş biçimiyle değerlendirmesini önermiştir?

İsmet İnönü’nün 23 Ağustos 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Lozan’da elde edilen kazanımlar hakkında söyledikleri aydınlara ve gençlere verilmiş bir mesaj niteliğindedir.

İnönü o konuşmasında şöyle diyor:

“Birlik içinde bir vatan, bunun içinde dışa karşı şu gayrı tabii kayıttan ve hükümet içinde hükümet ifade eden iç ayrılıklardan arındırılmış bir durum tabii olmayan mali yükümlülüklerden kurtulmuş bir hal, savunma hakkı mutlak, kaynakları bol ve serbest bir vatan. Bu vatanın adı Türkiye’dir. Türkiye’yi bu antlaşmalar ifade etmektedir. Bu araçlar ve kaynakları işletmek için, milletin büyük bir geleceğe yürümesi için imkan veriniz. Barış devresi gelmiştir. Tarif ettiğim güzel, kutsal, her türlü hayat şartlarına malik vatanın gelişmesini sağlamaya derhal başlamak lazımdır.”

İnönü’nün bu sözleri aynı zamanda gelecek kuşaklarda Türkiye’de görev yapacak siyasetçilere, bilim adamlarına, devlet görevlilerine ve basın mensuplarına verilmiş bir mesaj gibidir.

‘LOZAN ANTLAŞMASI TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GELECEĞİNE IŞIK TUTAN BİR METİNDİ!’

- İrdelediğiniz gibi “Lozan Antlaşması onaylandıktan sonra yapılacak önemli işler vardı. Türkiye kabuk değiştiriyordu. Antlaşma yürürlüğe girdikten sonra Atatürk’ün zihninde gerçekleştirilecek pek çok hedef vardı.

İsmet Paşa bu hedeflerin hayata geçirilmesinde onun en büyük destekçisi olacaktı.” Bu bağlamda antlaşma Atatürk Devrimlerinin gerçekleştirilmesinde nasıl bir rol oynamıştır?

Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ışık tutan bir metindi. Türk temsilciler orada Türkiye’nin nasıl özgür, egemen, demokrat ve çağdaş bir ülke olacağının işaretlerini vermişlerdi.

Lozan’dan üç ay sonra ilan edilen Cumhuriyet devletin şeklini, yapısını, ilkelerini ve hedeflerini ortaya koymuştur.

Yüzyıllar boyunca Büyük devletler tarafından Osmanlı İmparatoru’nu içeriden çökertmek için bir vasıta olarak kullanılan Azınlıklar konusu, Türkiye ve Yunanistan arasında, varılan mutabakatla büyük ölçüde çözüme kavuşturulmuş.

1924 Anayasası ile hangi dinden, mezhepten ve kökenden gelirse gelsin Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayarak ülkemize her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılacağını ortaya koymuştur.

- Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Montrö’ye giden süreçte Türkiye açısından tamamlanması gereken üç önemli konuyu nasıl ortaya koyuyorsunuz?

Lozan Antlaşmasının Boğazlar Sözleşmesi birçok açıdan eskisine nazaran önemli bir ilerleme olmakla birlikte bazı noktalarda Türkiye’nin beklentilerinin gerisindeydi.

Özellikle Boğazlar ve Marmara’nın sahillerinde oluşturulan askersizleştirilmiş bölgenin günün değişen şartları içinde kaldırılması Türkiye’nin güvenlik çıkarları için gerekliydi.

Ayrıca Türkiye’nin başkanlığında da olsa Boğazlardan geçişi düzenleyen bir komisyonun varlığı da sorun yaratabilecekti.

Yeni bir dünya savaşının bulutlarının dolaştığı bir dönemde Yakın bir savaş tehlikesinin varlığı halinde Türkiye’nin haklarını ve yetkilerini düzenleyecek bir madde de yoktu.

İşte Montrö Sözleşmesi, Lozan’ın Boğazlar Sözleşmesinin yerini alarak bütün bu eksiklikleri gidermiş ve ülkemizin güvenlik çıkarlarına hizmet etmiştir.

- Lozan Antlaşması’ndan sonra yaşanan özellikle hangi gelişmeler dikkat çekicidir?

Lozan’dan kısa bir süre sonra Ankara’nın Başkent oluşu, 1924 yılında Hilafetin kaldırılarak Türkiye’nin laik bir devlet olma yolundaki kararlılığını ortaya koyması, 1924 yılında Mecliste kabul edilen çağdaş, özgürlükçü, demokratik anayasanın kabul edilmesi. Fransa ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerinden yıllarca önce kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması...

Büyük bir hukuk devrimiyle Türkiye’nin medeni hukuk, ceza hukuku, ticaret hukuku gibi alanlarda çağın en ileri düzeylerine getirilmesi, Latin harflerinin kabulü, eğitim devrimi kıyafet devrimi, şapka devrimi, takvimin, tartıların, ölçülerin Avrupa ülkeleriyle ahenkli hale getirilmesi, bütün bu devrimlerle medeni milletler arasında yerini alması, çok partili rejimin temellerinin atılması... Hepsi Lozan Antlaşmasından sonra gerçekleştirilen devrimlerin sadece bir kaçıdır.

- Günümüzde ülkemizde hüküm süren bağımsızlık tavrı, iç ve dış politika anlayışı ve hatta düzeyine ilişkin görüşleriniz nelerdir?

1950 yılında gerçekleştirilen seçimlerden sonra iktidarın barışçı biçimde seçimi kazanan partiye devredilmesi Türkiye’nin en önemli devrimlerinden biri olmuştur. İsmet Paşa bunu hayatının en büyük hizmetlerinden biri saymıştır.

Ancak O tarihten sonra bazı alanlarda Cumhuriyetin gerçekleştirdiği devrimlerden ve yeniliklerde geriye gidildiği görülmüştür. Özellikle demokrasi alanında zaman içinde Türkiye zemin kaybetmiştir.

Daha sonra askeri müdahaleler nedeniyle demokrasinin kesintiye uğraması daha sonra ülkenin siyasi istikrarının yeniden oluşturulmasında güçlükler yaratmıştır. Bütün bunların ekonomik ve mali alanlarda da olumsuz sonuçları olmuştur.

Son yıllarda büyük devletlerin kendi çıkarları gereğince başka ülkelerin iç politikasını etkilemeye yönelik manevraları, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de sıkıntı yaratmıştır.

Türkiye bütün bu dönemlerde, özellikle dış politika alanında Atatürk’ün ilkelerini ve cumhuriyetin kurucu değerlerini izlediği zamanlarda kazançlı çıkmış, bunlardan uzaklaşıldığı dönemde sıkıntılar yaşamıştır.

Başta egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğü konularında her dönemde duyarlı olmak, ülke yönetiminde Anayasası’nın değişmez maderine güçlü biçimde sahip çıkmak, Cumhuriyetimizin geleceğini güvence altına alacak ve Türk milletinin refahının, mutluluğunun ve esenliğinin güvencesi olacaktır.

- Sonraki incelemeniz üzerine birkaç ipucu vermenizi rica ederek bitirelim söyleşimizi.

Son Yazdığım Çöküşten Zafere Lozan kitabı benim 12. kitabım oldu. Bütün bu kitaplarda başta dış politika olmak üzere, Türkiye’yi yakından ilgilendiren konularda gençlerimizle, aydınlarımızla, siyasetçilerle, basın mensuplarıyla ve toplumun diğer kesimleriyle araştırmalarımı ve düşüneceklerimi paylaşmaya çalıştım.

Bundan sonra da bu çalışmalarımı sürdürmeyi düşünüyorum. İlk olarak değerli kuzenim Altan Öymen’le birlikte, Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinde Türk eğitim hayatına büyük katkılarda bulunan amcam Hıfzırrahman Raşit Öymen ve babam Münir Raşit Öymen’in hayatlarını ve eserlerini anlatacak bir kitap yazmayı planlıyoruz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler