Ödüllü yönetmen Fikret Reyhan: En büyük çatlak içimizde

Yıl boyunca katıldığı festivallerde övgü ve ödül toplayan filmlerden “Çatlak” şu sıralar MUBI’de izleyici karşısında. Henüz salonlarda vizyona girmeyen filmin yönetmeni Fikret Reyhan ile sizin için söyleştik.

Ödüllü yönetmen Fikret Reyhan: En büyük çatlak içimizde
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.12.2021 - 04:00

Fikret Reyhan’ın ilk gösterimini 2020’de Antalya Film Festivali’nde yapan ve kendisine Jüri Özel  Ödülü’nü kazandıran filmi “Çatlak” geçen yılın en beğenilen filmlerinden biriydi. İlk uzun metrajlı filmi "Sarı Sıcak" ile 2017'de İstanbul Film Festivali'nde Altın lale dahil 4 ödül alan ve en son 40. İstanbul Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini alan Reyhan yeni filmi "Çatlak"da ağır bir borcun altında çatlamaya yüz tutan bir aileyi mercek altına alıyordu. 

İnce örülmüş senaryo matematiği, titiz oyuncu yönetimi ve son derece verimli mekan kullanımıyla dikkat çeken film bu hafta MUBI’de izleyiciyle buluştu. Biz de bu vesileyle Fikret Reyhan’a ulaştık ve filmi konuştuk.

“Çatlak” tamamı neredeyse tek bir mekanda, birbirleriyle aynı apartmanda altı üstlü oturan geniş bir ailenin baba evinde geçen bir film. Üstelik topu topu birkaç saatlik bir zaman diliminde… İlk nüveleri nasıl atılmıştı filmin sizin kafanızda ve tek mekan, tek gün fikri başından beri var mıydı?

Kardeşimin arkadaşının başından geçen bir olayı bize anlatmasıyla "Çatlak" filminin ilk nüveleri atıldı aslında.  O arkadaş aynı apartmanda içi içe yaşayan bir aileye yüklü miktarda borç para vermişti ve anlattıklarından yola çıkarsak o parayı kaptırmış görünüyordu ama o hala ümidini yitirmemişti. İşte o borcun istenme sürecinde yaşanan trajikomik durumlar bu filmi yapmama kıvılcım oldu. Öncelikle bütçesel nedenlerden dolayı böyle bir mekân ve zaman seçimine gittim diyebilirim. Her ne kadar bütçeden tasarruf edemesek de  bu anlatım tercihi bize daha kompakt bir film yapma şansı verdi diye düşünüyorum. 

“Çatlak” deyince benim aklıma iki farklı çatlak gelir hep; içine suyun sızdığı ve her şeyi çürüttüğü çatlak ve bir de içine ışığın sızdığı ve her şeyi aydınlattığı çatlak. Sizin hikayedeki çatlak ilkine örnek daha çok. Ve çatlağı oluşturan şey de yüklü bir borç. Sizce para her şeyi çatlatan bir meta mı?

En basit haliyle düşündüğünüzde karnımızı doyurabilmek için paraya gereksinimimiz var. Hayatta kalmak için de karnımızı doyurmaya... Paranın asıl sıkıntılı kısmı olan güç ve lüksten hiç bahsetmesek dahi sadece yaşama güdüsüyle kazandığı anlam ve karmaşıklık bile insanı derin bir bencilliğe itiyor. Öyle ki söz ettiğiniz tüm çatlakların ve tartışmaların özünde de bu bencillik var aslında. Parayı metalaştıran da bu bencillik duygusu bence.  

'AİLEDE ÇATLAKLAR KAÇINILMAZ'

Aile denince bizde akan sular durur genellikle. ‘Aile değerleri’ denen ve her ne hikmetse kutsallaştırılan bir takım kavramlar var malum… Oysa sizin filminiz bu sizde değerlerin aslında ne kadar da pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyor. Birbirine her fırsatta laf sokan eltilerden tutun da  yumruklaşmak için fırsat kollayan kardeşlere kadar… Aile nedir size göre, nasıl tanımlarsınız?

Genel anlamda birlikte yaşamanın getirdiği korunma güdüsünü saymazsak, tarım toplumundaki aile tanımıyla, günümüzün sanayi toplumundaki aile tanımı birbirinden çok farklı. Tarım toplumu bize kalabalık ve içine dönük aileler vaad ederken, günümüzdeki aile biçimi kapitalizmin işleyişine uygun olarak varlığını daha çok biyolojik olarak sürdürüyor ve dışa dönük. “Kutsal aile” ve “aile değerleri” gibi kavramlar biraz da tarım toplumunun üretim ilişkilerine uygun olarak şekillenen kavramlardı.  Benim filmimde de olduğu gibi, Anadoludan İstanbul’a göç etmiş, tarım toplumu zihniyetiyle günümüzün kapitalist sistemine de kendini bir şekilde adapte etmeye çalışan bir ailenin gerek inanç gerekse gelenek anlamında deforme olmaması bir hayli zor.  Hele Çatlak’taki gibi içi içe yaşamanın getirdiği klostrofobik yapıyı ve bireyin varoluşsal bencilliğini de hesap ettiğinizde, aile içi büyük çatışmaların ve çatlakların oluşması kaçınılmaz oluyor. 

Filmde tam bir ‘ensemble’ çalışması var. Rejiyi tasarlarken de önden uzun bir çalışma yaptığınızı düşünüyorum. Nasıl bir süreç oldu çekim öncesinde? Oyuncular hangi aşamada dahil oldular?

Cast’ı belirledikten sonra, tek tek tüm oyuncularla senaryonun üzerinden geçtik ve "Çatlak"ta görmeyi arzu ettiğim oyunculuk tarzını oturttuk. Kayıt öncesinde ise gerek mizansenleri gerekse zamanlamayı birbirine uydurmak için mekânlarda yoğun bir şekilde provalar yaptık. Filmin sürecini düşündüğümde, provalara çekimden bile daha fazla zaman ayırdık diyebilirim.

'DOĞAÇLAMA HİÇ YOK'

Giray Altınok gibi, Gülçin Kültür gibi komedi yönü çok güçlü oyuncular da var kadroda. Doğaçlamaya açık bir şekilde mi çektiniz “Çatlak”ı?

İyi bir oyuncu için komedi ya da dram oyunculuğu diye bir şey yoktur. Giray ve Gülçin her çeşit rolün altından kolayca kalkabilecek oyuncular. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bütün cast seçiminden bir hayli memnun kaldım. Doğaçlama yapıp yapmadığımız sorusuyla ise çok karşılaştık. Doğrusu filmin doğaçlanmış hissini vermesi beni bayağı mutlu etse de hiçbir şekilde doğaçlama yoluna gitmediğimi de belirtmek isterim. Senaryoda yer alan tüm diyaloglar belirli bir ritim ve sinerji oluşturacak şekilde yazıldığından, cümlelerin uzunluğu ve kelimelerin söylenme tınısı bile filmimiz için çok önemliydi. 

Senaryolarınızı yazarken hangi unsurlar daha çok öne çıkıyor kafanızda? Hikayenin özü mü, karakterler mi, kurgu mu?

Yazılan senaryoya göre önceliklerim değişiyor aslında, bunun belirli bir kıstası olduğunu düşünmüyorum. Örneğin "Sarı Sıcak"ta önce karakter, ardından hikâye geldi. Çatlak’ta ise, önce hikâyenin özünü ve anlatmak istediğim arka planı oluşturdum. Buna hizmet edecek karakterler ise bu özün içinde kendilerini var ettiler. Kurgu ise senaryo yazımının her anında var zaten.

Toplumsal meselelere uzak durmayan bir sinemacısınız… Bugün Türkiye’ye baktığınızda hangi çatlaklar çarpıyor gözünüze? Toplumu çürüten çatlaklardan bahsediyorum en çok…

Toplumsal kırılmalar ve dönüşümler üzerinde düşünmeyi ve bunları belgeleyip geleceğe taşımayı bir sinemacı olarak önemsiyorum tabii. Ama bir yandan da değişimin bu denli hızlı yaşandığı bir dönemde ne kadar etkili bir şekilde bunu başarabileceğimle ilgili de şüphelerim var. İnsan olarak geleneksel yapımız bu yoğun değişime ayak uydurma konusunda bu kadar acizken en büyük çatlakların içimizde yaşanması kaçınılmaz oluyor. İçimizde oluşan bütün bu çatlaklar ise bir bakıma toplumsal çatlakların da fay hattı gibi. Bu çatlaklar gerek insanı gerekse toplumu çürütmekten çok onları sistemin istediği yere doğru dönüştürmeyi hedefliyor. Bunun için de değişimin olduğu yerde her alanda çatlaklar olacaktır.

'FİLMİMİZ SALONLARA DA ÇIKACAK'

Filminizin salonlarda değil de MUBI gibi bir dijital platformda izleyiciyle buluşmasına ne diyorsunuz?

Pandemi koşulları sebebiyle sinema izleyici sayısının geçmişe nazaran çok düşmesi bizi bu yola doğru yöneltti. Çatlak uzun zamandır beklenen bir filmdi. Hızlı bir şekilde daha çok izleyiciye ulaşmak için Mubi’yi tercih ettik diyebilirim. Tabii gene de "Çatlak"ı sinemada izlemek isteyen seyirciler için bir vizyon tarihimiz olacaktır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler