Modern yalnızların sesi ve özgür kadının rehberi

“Lobotomi”den kıl payı kurtulmuş, “Yazım beni kurtardı” demiş yurdunun münzevi ama uluslararası üne sahip yazarı Yeni Zelandalı yazarı Janet Frame (28 Ağustos 1924-29 Ocak 2004), trajedilere boyun eğmediği yaşamının kaydını tuttuğu ve anlatı şablonlarını yerle bir ettiği yapıtlarıyla hem modern yalnızların sesi hem de aklını pusulası kılan özgür kadının rehberidir. Z. Doğan Koreli’nin yazısı…

Modern yalnızların sesi ve özgür kadının rehberi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.09.2022 - 00:02

Fotoğraflar: Jerry Bauer

TOPLUMDAN “DELİ” DİYE DIŞLANAN KIVIRCIK KIZIL SAÇLI KÜÇÜK KIZ, BÜYÜK YAZAR!

Kurmaca metinleri, yazarın yaşam öyküsüyle ilişkilendirirken Jules Renard’ın “Yaşamımı kitaplarıma fazlasıyla yansıttım. Kemirilmiş bir kemikten başka bir şey değil miyim ben?” vargısını usta yazar Janet Frame (28 Ağustos 1924-29 Ocak 2004) anlatıları için de düşünmemek olanaksız. Kişisel biyografisi de buna denk düştüğünden olsa gerek -ki kendisi çoğunlukla kabul etmese de- aslında kurgudan çok, olanı yazmış gibidir.

Trajedilere boyun eğmediği yaşamının kaydını tuttuğu kitapları bugün hem modern yalnızların sesi hem de aklını pusulası kılan özgür kadının rehberidir.

Toplumdan “deli” diye dışlanan, Yeni Zelanda’nın münzevi ama uluslararası üne sahip yazarı Janet Frame, çoğu insanı tımarhaneye düşürecek çilelere katlandıktan sonra büyüyüp ülkesinin en iyi yazarlarından biri olan kıvırcık kızıl saçlı küçük kızdır...

İroni şu ki o zaten yıllarca tımarhanededir. Oamaru’daki çocukluğu; iki kız kardeşinin farklı zamanlarda boğulup ölmesi, erkek kardeşinin epilepsi nöbetlerine tanıklık, baba şiddeti başta olmak üzere çeşitli travmatik olaylarla geçer.

Fotoğraf: Reg Graham

LOBOTOMİDEN KIL PAYI KURTULUŞ!

Öğretmenken yaşadığı bir panik atak nedeniyle yerel hastanenin nöropsikiyatri servisine, hiçbir değerlendirme ve teste bağlı olmadan şizofren tanısıyla yatırılır. Burada iki yüzden fazla elektrokonvülsif şoka maruz bırakılır. Sürekli “deli” muamelesi görür. Sadece depresyon ve anksiyete sıkıntısı olduğunu bir türlü kabul ettiremez.

Lobotomi ameliyatına alınacağı günlerde çıkan ilk kitabının Yeni Zelanda’nın en prestijli ödüllerinden birini alması üzerine bu ameliyat yapılmaz. Hatta bir doktorun dikkatiyle şizofren olmadığı fark edilerek sekiz yıl tutulduğu klinikten kurtulur.

Frame’in akıl hastanesinde zamanı geçirmek için kullandığı yazma uğraşı bu işkenceden kurtuluşunu sağlar. “Yazım beni kurtardı.” demesi boşuna değildir.

‘SOFRAMDA BİR MELEK’

Frame’in bütün bu duygusal fay hatlarını olanca yansıttığı Soframda Bir Melek (Çev. Ayça Çınaroğlu / YKY) adlı otobiyografisi alışılmışın dışında yoğun bir iç dökümü sunar.

Jane Campion tarafından sinemaya da uyarlanan kitapta geri dönüşlü referanslarla geçmişi çağırır yazar. Üç bölümden oluşan yapıtta yaşananlar allanıp pullanmadan doğaçlama anlatılır. Bir yazar olarak elde ettiği uluslararası başarıların ve kitaplarının hangi şartlar altında yazıldığının izi sürülür.

Gotik psikiyatri hastaneleri, hastaları bu hastanelere yönlendiren zihinsel kusurlar ele alınır. Yazar, burada, ruhunu boy aynasında yansıtır. Toplumsal iletişim sorunları yaşamanın, aileyle anlaşamamanın bir anormallik göstergesi olmadığını vurgular.

Ama nafile... Kahraman, onu anormal olarak tanımlayanlar tarafından gittikçe yalnızlığa itilir. O da başka insanlarla kaynaşmaktansa yazı yazmayı, hayal dünyasını keşfetmeyi tercih eder. Yapıtlarına tutunur. Okuyucuyla göz teması kurar.

‘SUDAKİ YÜZLER’

İki farklı akıl hastanesinde yaşanan olayları anlattığı Sudaki Yüzler’de (Çev. Ayça Çınaroğlu / YKYFrame, marjinalize edilip toplum dışına itilen ve insani haklardan dahi yoksun bırakılan Istina Mavet’in hikâyesine yoğunlaşır.

Romanın Cassandra metaforlu anlatıcısı Istina Mavet, belirtilmeyen nedenlerle akıl hastanesine kapatılır, günlük yaşamdan koparılır. Küçücük tek kişilik odada kısılıp kalır. En fazla on santim açılan pencereden kiraz çiçeklerine bakabilir sadece.

Pembe üniformalı uğursuz personelin kemerine taktığı anahtarların sinir bozucu şıngırdamasını duyar hep. Hemşireler her sabah, elektroşok uygulanacakların isimlerini bağırır. Istina Mavet, defalarca bu işkenceyi çekmiştir. Ona göre bu işkence insanları susturmanın ve emirlere uyulması gerektiğini anlamalarının yeni moda yoludur.

Bu elektro şoklama sırasında şakaklara ıslatılmış pamuklar sürülürken, yatakların arasına çiçekli perdeler çekilir. Yastıklar açılı yerleştirilirken hastalar bu acıya çığlık çığlığa boyun eğer ve yavaşça bilinçlerini kaybetmeye başlar. Artık dış dünyanın kapıları üzerlerine kapanmıştır.

‘ISTINA’ VE TRAJEDİNİN UMUDA EVRİLİŞİ!

Istina ise, “aklının kesilmesini” ve “otomatik itaati” şiddetle reddeder. Bütün bu talimat ve eylemlerden az da olsa şiirsel bir öz damıtabilirim diyerek kendini yazmaya adar. Trajediyi umuda evirir.

Sudaki Yüzler’de Istina’nın kendi sesinden verilen iç monologlar, geçmiş ve şimdi çatışmasını da gözler önüne serer:

“Hastaneye yatırılmışım; çünkü diğer insanlarla aramdaki buz tabakasında büyük yarıklar açılmış ve ben, çekiç başlı köpek balıkları, foklar ve kutup ayılarının yan yana yüzdüğü mor renkli bir denizde onların dünyalarının benden gittikçe uzaklaşmasını seyrediyorum. Buzun üstünde tek başımayım.”

Janet Frame aynı zamanda romanda, akıl hastanesindeki düzeni eleştirirken bir yandan da sistemin kokuşmuş yanlarını ve yaşamdaki paylarını örtülü taşlamalar halinde sunar. Ayrıca benlik nedir, kimlik nasıl kazanılır, bir olmak ne anlama gelir gibi sorulara yanıtlar arar. Başkalarının delilik olarak gördüğü şeyin olağanüstü yaratıcı dehanın belirtisi olabileceğini gösterir.

ŞİİRLE DÜZYAZININ BİRLİKTELİĞİ VE ‘BAYKUŞLAR ÖTERKEN’

Bir arkadaşının küçük bahçe kulübesinde tamamladığı ve bazı eleştirmenlerin ülkenin uzun zamandır beklenen başyapıtı olarak düşündüğü Baykuşlar Öterken’de (Çev. Z. Ceyil Özmen / YKYFrame, bir Yeni Zelanda kırsalındaki Withers ailesinin öyküsüne odaklanır. Roman özellikle anlatım çeşitliliği ve şiirle düzyazının birlikteliği gibi bağlamlarda büyük ses getirir.

Sanatçı bu romanında karmaşık bir zihin dünyasını dışa vurabilmek yolunda kimi zaman dil bilgisi kurallarını, anlamı, mantığı, noktalamayı ve sentaksı bilinçli olarak bozar. Çoğunlukla bir rüyada izlenimi uyandıran ilgisiz cümleler, eylemler sıralar. Yer yer aklın sınırlarını zorlayan betimlemelerde bulunur.

Sığınılan anılar ve zamanlar arası göndermelerle çok boyutlu bir dünya yaratır. Anlatı, belirgin bir olay örgüsüne sahip olmasa da imgelemlerle yüklü şiirsel ifadeler dikkat çeker.

Francie, Toby, Daphne ve Chicks’in mutlu çocukluklarına bakış atarak başlar roman. Fakat bu mutluluk uzun sürmez. İki kardeşin ayrı kazalarda ölümü, birinin nörolojik nöbetleri, sonunda demir yolu işçisi ailenin çözülüşü ve yoksulluk 14 yaşındaki Daphne’nin hayal dünyasından yansıtılır.

Doktorlar, Daphne’nin duygu dünyasının aslında ciddi bir hastalık belirtisi ve gerçek dünyadan sapma olduğunu söylerler ve bu tehlikenin önüne geçip Daphne’yi diğer insanlar gibi yapmak ve beynini değiştirmek için onu yanlış tedavilere kurban ederler. Roman, Francisco Goya’nın gotik gravürlerine göndermeler yaparcasına karanlık göstergeler üretir.

ÖZGÜR BİR ZİHİN, ÖZGÜR BİR YAZIN: ‘BİR BAŞKA YAZA DOĞRU’

Frame’in tekil ve çoğunlukla kapalı yazımı, zihinsel göç hareketlerinin aykırılıkları, ayrıca geleneksel kurgu düzeninden uzak yapıtları, yazında ona sınırsız özgürlük alanı açar.

Yaşarken yayımlanmayacak kadar kişisel bulduğu Bir Başka Yaza Doğru (Çev. Z. Ceyil Özmen / YKY) romanında da bütün bu özgürlük alanından yola çıkarak fantezi ve gerçeklik arasında gidip gelir.

Sanatçı romanda, belki de kendi yazma süreciyle ilgili düşüncelerini formüle etme isteğini meta-kurgu olarak ortaya koyar. Yeni romanını yazarken tıkanıp kalan kahramanın zihin haritası okuyucuyu, anlatıcının yarım kalan romanını tamamlama isteğiyle karşı karşıya getirir.

Grace Cleave, Yeni Zelanda’dan Londra’ya yazar olma hevesiyle gelir. Güney güneşi altında bir zamanlar kızıl alev alan saçları, bu yeni ülkede solmakta ve toz rengini almaktadır maalesef. Mutlu değildir. Yeni romanını yazarken cümleler boğulur ve yürümez.

Bu sırada gazeteci Philip Thirkettle ile tanışır. Philip, Grace’i ailesiyle yaşadığı Relham’daki evlerine davet eder. Ancak bu nazik davete karşılık vermek; insan içine çıkma, seyahat etme ve iletişim kurma konusunda sorunlar yaşayan Grace için hiç de basit değildir. Çünkü “tehlikelerle dolu dış dünyadan korunaklı gizli iç dünyaya getir götüre koşturan bir gezgin”dir o.

Sonunda kararını verir ve yola koyulur. Relham’da, Thirkettle ailesinin Yeni Zelanda kökenli olmasının yarattığı çağrışımlarla anıları tetiklenir. Evdeki eşyalar, kitaplar, aile yaşantısı onu, memleketine ve çocukluğuna çeker. “An”ı bir türlü yaşayamaz. Bir fincan kahvede, bir kitabın arka kapak tanıtımında göklere ve geçmişine uçup gider.

“Hatırlatma” işiyle meşgul birinin “unutmak” isteyen bilinçaltıyla çatışması olarak okunabilecek romandaki psikolojik derinlikler, “Hangi taraf haklı?” diye sorgulatır.

SUSKUNLUĞUNU YAZILARINDA PATLATAN DİRENGEN BİR UMUTLU!

Bütün hayal dalgalanmaları arasında kararını verir: Bir göçmen kuş, o. Bu insanlar ve topraklar arasına sıkıştırılmış bir kuş. Sonunda bir kabulleniş ve rahatlamayla edebiyata sığınarak yarım kalan romanına döner ve insanların dünyasından öteye, çok uzaklara kanat çırparak Thirkettleları ziyaret ettiği hafta sonunun hikâyesini yazmaya koyulur.

Janet Frame için sanat ve hayal gücü, deneyimin, deliliğin ve belleğin sarmal bir gerçekliğe çağrılmasıdır. Suskundur o; ne var ki suskunluğunu yazılarında patlatır!

Psikiyatri hastanesinde dayatılan kimliksizlikten uluslararası alanda tanınan bir yazar olmaya geçişi sağlayan yapıtlarıyla Janet Frame, klostrofobik kurgu evreninde okuyucusunu zorlar. Sudaki Yüzler’deki Istina gibi, yaşamın zorlukları karşısında ise ayakta durmanın bir yolunu daima arar ve umudunu hiç kaybetmez.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler