Mine G. Kırıkkanat: ‘Aşk varsa, gerisi teferruattır!’
"Aşk imiş her ne var âlemde" demiş Fuzûlî, boşuna değil... Öncesiyle sonrasıyla hayatımızı derin biçimde etkisi altına alan durumlardan birisi aşk! İlk karşılaşmadan flörte, kur yapmadan kıskanmaya, aldatmadan ayrılığa her şey aşka dahil. Ve Mine G. Kırıkkanat bu kez aşktan söz ediyor Aşk Olsun (Kırmızı Kedi Yayınevi) adlı öyküler toplamında, aşkı ve aşkın insanlara yaptıklarını anlatıyor. Türkiye, Fransa, Amerika hattında yaşanan ve kurmaca ile gerçeğin bir arada olduğu, İsimsiz Aşklar ve İsimli Aşklar adıyla iki bölümden oluşan kitapta, edebiyat tarihimizin ünlü aşk kavgasının aslını da okuyacaksınız.
‘AŞKIN HALLERİ OLMAYAN BİR YAŞAM ÇOK YAVANDIR!’
- Aşka dair aşka aşık, yarası derin, yareni tuzla buz, “Ah seni neden sevdim ben?” sorusunun türlü duygusu işlendiği kontra öyküler... Hem de nasıl! Soralım, nasıl?
Temel içgüdüleri bir yana bırakırsak, dünyaya gelmiş geçmiş ve gelecek tüm insanların her anlamda ortak tek bir duygusu vardır: Aşk. Aşk cinselliği de içerir, ama cinselliği aşan, hatta kimi kez cinsellikten bağımsız gelişen bir duygu selidir. Böylesine çok sesli bir haz ya da acı senfonisini, ruhumuzda başka bir duygu ya da içgüdü tetikleyemez.
Bu saptamanın doğruluğunu anlamak için de insanın iç dünyasını yansıtan sanata bakmak yeterlidir. Başta müzik, tüm güzel sanatlarda ana tema aşktır. Hayatımızda her şey biter, sevmek ve sevilmek gereksinimi kalır. İşte bu gereksinim aşktır, ruhumuzu kanatlandırır. Bazen uçar, bazen yere çıkılırız, bazen kırar, bazen kırılırız. Ama aşkın halleri olmayan bir yaşam çok yavandır…
- Özellikle salgının bitmeye yüz tuttuğu ve yaşamın kıyasla normalleşmeye gittiği bugünlerde evrensel temalı kitabınızın amacı, derdi, umudu, okuyucuya yansımasını öncelediğiniz nedir?
Türkiye öylesine zor bir süreçten geçiyor ve yarınlar öylesine çok bilinmezli ki; umutsuzluğa kapılan okurlarıma savaşta ve barışta, varlıkta ve yoklukta hiç bitmeyen duyguyu, aslonanı anımsatmak, onları moral bozan gündemden biraz olsun uzaklaştırmak istedim.
Aşk varsa, kavuşulamayanı bile umut içerir çünkü… Aşk varsa, gerisi teferruattır.
- Öykülerinizi İsimsiz Aşklar ve İsimli Aşklar adlı iki bölümde yazmanızını nedenini anlatır mısınız?
Aşk Olsun’da, okurlarıma kendi deneyim ve gözlemlerimden yola çıkarak ‘çektiğiniz aşk acısına çok da aldırmayın, geçer’ demeye çalıştım.
İtiraf ediyorum: İsimsiz aşklar büyük ölçüde kendi yaşadıklarımdan, bir ölçüde de yakınlarımın yaşadıklarından gözlediğim, imbikten damıtır gibi özünü çıkardığım öyküler.
İsimli aşkların zaten kahramanları belli. Adlarıyla sanlarıyla yaşadıkları deneyimler, benim aşka bakışımı değiştirdi, belki okuyanlara da bilgelik katar diye düşündüm. Umarım öyle olur, okurlarıma da iyi gelirler.
‘ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA!’
- Aşk Olsun’daki öyküler kimi hüzünlü ama karanlık değil; içsel, duygusal / duyusal ama yıkılmış değil; dobra ama geveze değil; kadim ama efsanevi değil; anlık ama geçici değil... Kentsoylu ama yerel değil... Kurnaz ama çakal değil... Sürprizli ama büyük ödüllü değil...
Tezatların cümlesi, ezberlerin bir tamam bozumu... Kimi zalim ama inceden sızılı... Sonra anımsarım Meral ablanın (Okay) sözünü; “Aşk bir sızma halidir”. Tıpkı öyle kimi bağımsız ama yerleşik ki ne! Neler ekler yazarı?
Öyle güzel özetlemişsiniz ki, anlaşıldığımı anlamak gerçekten büyük keyif. Benim okur kitlem, yazmaya başladığım ilk günden beri iletişim dilinde A grubu diye adlandırılan üst düzeyde özgür ve aydın beyinlerden oluşuyor.
Dilimi, ne demek istediğimi, sezdirmelerimi anlayan okurlarımla adeta bir sembiyoz, bütünleşme halindeyiz.
Örneğin Meral Okay, benim dostum ve okurumdu. Onu çok özlüyorum. Büyük aşkı bilirdi, yaşamak şansına erişmiş ve kaybetmişti. Zaten ölümü bile büyük aşkının peşinden gitmekti…
Bu öyküleri bir anlamda Meral Okay gibi derinlikli insanları aşk acılarına güldürerek, ‘aldırma gönül aldırma’ tadında teselli için yazdım. Gülmek, acı ve hüznün en etkili tedavisidir. Aşk Olsun’un, sevdayı acısıyla tatlısıyla umuda dönüştürmek gibi tuhaf bir misyonu var. Bir okurumu bile teselli edebildim, bir okuruma bile umut verebildimse ne mutlu!
‘AŞKIN HER HALİ KAZANDIRIR!’
- Terk edilmişliğin bereleri... Değişimin adımlamaları... Güven bunalımı... İhanet... Ertelemeler... Yardan ve serden geçmeler.. Ve aşkın kötülük hali... Ya bu duyguya dair neler işli öykülerde?
Aşkın her hali kazandırır. En azından benim deneyimlerime göre -ki çok kez aşık oldum- pragmatik bir yaklaşımla bile kazandırır, aşk…
İhanete uğrarsınız, insanları tanımayı öğrenirsiniz. Ertelersiniz, beklemeyi öğrenirsiniz. Yardan ve serden geçersiniz, fedakarlığı… Ve kötülüğü. Evet, kötülüğü de tanımak gerekir. Aşk, değerli bir öğretmendir. Yapmam dediklerinizi yaptırır. Tükürdüğünüzü yalatır. Vazgeçemezseniz, sevdiğiniz insanı başkasıyla paylaşmayı, ihaneti sineye çekmeyi bile öğretir.
Aşkın getirdiği sevinçleri ve acıları olduğu gibi kabul etmeyi, bir bütün olarak benimsemeyi öğrenirseniz, bilge olursunuz, artık hiç bir haline üzülmez, çekilen acılara güler, aldığınız zevke sevinirsiniz. Bu da büyük bir kazançtır.
Şahsen her aşktan, kalbim paramparça olsa bile kazançlı çıktım. Kalemimi, karakterimi aşk yonttu, diyebilirim. Garip ama gerçektir, her aşık olduğumda, yaşamın öteki kapıları da şansa açıldı. Şansım kapandığında, aşkım da can çekişiyor olurdu.
Zaten bitmiş bir aşkı geride bıraktığımda, hep oh dedim, yepyeni umutlara yelken açtım. Aşk bana güzel öyküler yazdırdı, yaşama tutunmama yol açtı. Daha ne olsun?
‘AŞK BİTER, FLÖRT KALIR!’
- Ya flört... Özgüvenle razı gelmek sonu belirsizliğe ve bir daha aynı kişi olmamaya, terk edilmeye, terk etmeye, yıkılmaya, yıkmaya, sevmeye, sevilmeye hazır olduğu kadar hazırlıksız da olmak... Yokluğu dünyayı çölleştirecek kişiyle aşkın provasına ilişkin neler bekliyor okuyucuları?
Flört, salt flört olarak kaldığında bencileyin aşkın hiç eskimeyen, çünkü sonuçlanmayan en diri halidir. Arzularsınız, ama o ya da bu nedenle olmayacak biridir, flörtle yetinirsiniz. Kavuşamayınca aşk olur derler ya, işte flört böyle heyecanlı bir umuttur… Bazen ulaşılmış aşktan bile zevkli olup, çok uzun sürebilir. Doğrusu böylesini ‘aşk biter, flört kalır’ diyecek kadar çok severim!
Ama okurlarıma, aşkın provası olarak da flört dilerim. Hazırlıksız yakalanmak, aşk için güzel bir sürprizdir ve flört, bu sürprizi taçlandıran prova sayılır.
‘KİMİ ÖYKÜLERİMİN KAHRAMANI BENİM!’
- Paris ve aşk... Kafeler... Anlık tanışmalar, tesadüfler, istasyon gibi dopdolu insanlar, insancıklar, türlü türlü öyküler, olasılıklar... Paris’te aşk nasıl da başkadır?
Paris, sevgililere hoşgörülü olduğu için aşk kenti diye anılır. İnsanların aşka duyduğu saygıyla öne çıkar. Parislilerin öpüşen, el ele tutuşan, Seine nehri kenarında ya da bir barda, kahvede sarmaş dolaş oturan sevdalılara gösterdiği şefkat ve anlayış, bizim ülkemizdeki hoyratlıkla taban tabana zıttır.
Hayatın en güzel tiyatrosunun aşk olduğu düşünülürse, her tiyatro gibi aşkın da mizansen ve sahnesi önemlidir.
Ve Paris, kentsel güzelliğiyle aşıklara çok güzel bir sahne sunar. Dünya da bunu anlamıştır.
Bir örnek vermek gerekirse, ‘Dinozorlar’ başlıklı öyküm benim sonuncu büyük aşkımın başlangıç öyküsü.
Tümüyle gerçek. Böyle tuhaf ve kışkırtıcı bir başlangıç, ancak Paris’te yaşanabilir. Yakın zamanda bitti. Ama çok güzel yaşandı, dolu dolu yaşandı, sonuna kadar yaşandı ve hoş anılar bıraktı. Biterken de hiç acı vermedi, çünkü ikimiz için de tükenmişti.
Keza ‘Flört’ başlıklı öykümün kahramanı yine benim. Kitabını okuduğunuz İtalyan yazar, Paris’ten başka hangi kentte bir kahvede yanınızdaki masaya oturur ve sizinle flört eder ki?
DEVLERİN AŞKI BÜYÜK OLUR!
- Aşkın hakkını tüm olanca veren sanatçı ve yazarların izini de sürüyorsunuz ikinci bölümde.. Kimleri anıyorsunuz bu bağlamda?
Sanatçılara ilişkin bir saptamam var. Büyük sanatçıların hepsi büyük aşklar yaşamış, vasatlar ise önemsiz ilişkiler… Sinema dehası Louis Bunuel, edebiyat devleri Edmond Rostand, Victor Hugo, Andre Gorz aşkı hem çok iyi analiz etmiş, hem de büyük yaşamış kişiler. Ben bu büyüklere, Marlon Brando’ya olan platonik sevdamı, annem ve babamın aşkını, Elizabeth Taylor ile Richard Burton’un ne seninle ne de sensiz ikilemini ekledim, yazdım. Umarım okurlarım da benim yazarken aldığım keyifle dolarlar.
MELİH CEVDET ANDAY VE ÇETİN ALTAN PARİS’TE NEDEN BOĞUŞTU?
- “Melih Cevdet Anday ile Çetin Altan’ın dostlukları açısından trajik biçimde sonuçlanan bu nefis komediyi, uzun yıllar kimseye anlatmadım.” dediğiniz ve ömürlük bir anıyı paylaştığınız muhteşem bir finali var kitabınızın.
24 Aralık 1979 gecesi, Türk edebiyat tarihinin en ünlü güreşi Melih Cevdet Anday ile Çetin Altan arasında, Paris’te yaşandı. İki devin unutulmaz lezzet ve komiklikteki boğuşmasının bir numaralı görgü tanığı bendim. Bu gerçek öykünün kurgusunu, bırakalım Aşk Olsun’un okurları ‘Kara Etli Erkeklerin Aşk Düellosu’ bölümünde keşfetsinler…
- Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi.
Hayatımın romanını yazıyorum. Aşkları, kavgaları ve bir insan ömrüne sığmayacak maceralarıyla birkaç kişilik yaşadığım düşünülürse, ansiklopedik boyutta bir çalışma sayılır. Acılardan kahkaha damıtmak peşindeyim. Dolayısıyla epeyce zaman alacak. Umarım başarırım.
En Çok Okunan Haberler
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi
- Beşiktaş'tan Talisca açıklaması: 'Karar verilmiştir'
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!