Maxim Biller’den ‘Bruno Schulz’un Zihninin İçinde’
1938’de Naziler tarafından henüz işgal edilmemiş olan Polonya’nın küçük kasabası Wehrmacht’ta tuhaf bir yabancı belirir. İlk zamanlar değilse de bir süre sonra kasaba sakinleri yanaklarında allık, ayakkabı boyasıyla boyanmış bir bıyık ve yırtık bir perde kordonuyla tutturulan, kan kırmızısı İran işi bir kaftan giyen ve Thomas Mann olduğunu iddia eden bu yabancıya inanır. Anlatının ana kahramanı Bruno Schulz hariç! En azından başlangıçta... Maxim Biller’in Polonyalı yazar ve ressam Bruno Schulz’un 1938’de ünlü Alman yazar Thomas Mann’a yazdığı hayali bir mektupla başlayan ve Livera Yayınları tarafından yayımlanan kitabı Bruno Schulz’un Zihninin İçinde yazarın dilimize çevrilen ilk yapıtı.
ÇOK SAYGIDEĞER BEYEFENDİ THOMAS MANN’A MEKTUP!
“‘Pek muhterem, saygıdeğer ve sevgili Bay Thomas Mann,’ yazdı yavaşça ve büyük bir itinayla not defterine ufak tefek, zayıfça ve ciddi ifadeli adam. 1938 Kasım’ının şaşırtıcı derecede sıcak bir sonbahar günüydü, hemen sonra yazdığı cümlenin üstünü karaladı.
Öğleden sonranın ilk saatlerinden beri babasından kalma, hayli alçak yazı masasının önündeki, aynı şekilde hayli alçak ve usul usul gıcırdayan döner sandalyesinden kalktı, sabah jimnastiği yaparcasına kollarını birkaç kez başının üstüne ve iki yana kaldırdı, sonra iki üç dakika boyunca, hiç durmadan tepe penceresinin önünden geçen Florianska Caddesi’nde yürüyenlerin ayakkabılarına, bacaklarına, şemsiye uçlarına ve eteklerine baktı.
Sonra yeniden masaya oturup işe koyuldu. ‘Çok saygıdeğer Beyefendi...!’”
BRUNO SCHULZ’UN KUŞKULARI
Maxim Biller’in dilimize ilk çevrilen kitabı Bruno Schulz’un Zihninin İçinde (Livera Yayınları) Polonyalı yazar ve ressam Bruno Schulz’un 1938 yılında ünlü Alman yazar Thomas Mann’a yazdığı hayali bir mektupla başlıyor.
Bir zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olan Drohobycz, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Polonya’ya geçmiş, ardından Hitler-Stalin Paktı’nın bir sonucu olarak Sovyetler Birliği’ne katılmıştır. Daha sonraysa 1941’de Alman ordusu Wehrmacht kasabayı ele geçirecektir.
1938’de Naziler tarafından henüz işgal edilmemiş olan Polonya’nın bu küçük kasabasında tuhaf bir yabancı belirir. İlk ortaya çıktığında yıpranmış giysileri ve ağır vücut kokusu kuşku uyandırsa da kasaba sakinleri bir süre sonra yanaklarında allık, ayakkabı boyasıyla boyanmış bir bıyık ve yırtık bir perde kordonuyla tutturulan, kan kırmızısı İran işi bir kaftan giyen ve Thomas Mann olduğunu iddia eden bu yabancıya inanır.
Bir tek anlatının ana kahramanı Bruno Schulz’un kuşkuları, en azından öykünün başlangıcında, kolay kolay yatışmaz.
GERÇEK SCHULZ’UN TRAJEDİSİ
Bu noktada kısaca gerçek Bruno Schulz’un yaşamına bir göz atalım: 1892 doğumlu sanatçı, çevrildiği birçok dilde bir klasik olarak kabul edilen “Tarçın Dükkânı” gibi edebi yapıtların yanında, ressam olarak da başarılı ürünler verdi.
1941’de Almanlar kasabayı ele geçirince diğer Yahudilerle birlikte Schulz da bir gettoda yaşamak zorunda kalır. Bu sırada villasının duvarlarına freskler yaptırmak isteyen bir SS subayının himayesinde çalışmaya başlar, ancak bu koruma uzun süreli olmaz ve 1942’de bir Gestapo üyesi tarafından sokak ortasında vurularak hayata gözlerini yumar.
HAYATIN KENDİSİNDEN KORKMAK!
Maxim Biller’in 72 sayfalık bu kısacık anlatısı, Bruno Schulz’un tam anlamıyla bir biyografisi değil, onun üstünden anlatılan büyük ve bastırılmış bir korkunun öyküsüdür.
Anlatının kahramanı hayatı boyunca her şeyden korkmuş bir adamdır, henüz uzak bir tehlike olan Nazilerden değil, hayatın kendisinden korkar o:
“…Bruno – adı buydu uçurtma suratlı adamın, kendini bildi bileli her sabah korkuyla uyanırdı. Korkusuyla birlikte Lisowski’nin çayhanesine kahvaltıya giderdi, korkusu ona okula kadar eşlik eder, cesaretini yitirmiş oğlan çocukları ona beceriksizce çizdikleri hayvan resimlerini ya da kendi sevimli kafalarının üstü siyah parmak izleriyle kaplı alçıdan modellerini gösterirken, omzunun üstünden çocuklara bakardı. Ders aralarında diğer öğretmenlerle sohbet ederken de orada olurdu korkusu…”
Fotoğraf: NEIL MCQUEEN
MAXIM BILLER: ‘KORKU GÜNÜMÜZDE DE YAŞAMIN TEMEL UNSURUDUR!’
“Korku günümüzde de yaşamın temel unsurudur” diyor yazar Maxim Biller, “insanlar yoksulluktan, terörizmden korkuyor. Gerçek anlamda bir korku endüstrisi var toplumumuzda”. Biller’in yarattığı Bruno Schulz ise belki de tarihin getirdiği en büyük korkuyu önceden sezip, ona karşı bir savunma mekanizması geliştiriyor.
Herkesin korkuyla başa çıkma biçimi farklıdır. Onun başvurduğu yöntemse cinsel boyun eğme fantezilerine ve yok oluş hayallerine sığınmak olur.
Bu fantezilerinde, resim öğretmeni olarak çalıştığı yerel ilkokulun iri kıyım ve sarışın spor ve felsefe öğretmeni (“üstün ırk” safsatasına bir gönderme olmasın?) tarafından okulun loş bir odasında bağlanıp dövülmekten haz almakla kalmaz, sonunda sahte olduğuna kanaat getirdiğimiz Thomas Mann tarafından bir at arabasının koşumuna çırılçıplak bağlanarak oteline kadar sürüklenmesine de izin verir. Korkusunu yendiği ender anlardır bunlar.
Nobel Ödülü sahibi, dünyaca ünlü Thomas Mann’ın sahtesi kasabadaki son derece sıradan bir otelde kalmaktadır. Kasabanın ileri gelenlerinin toplandığı otel odasının banyosuysa hiç de sıradan değil, özel olarak hazırlanmış bir mekândır. Banyoda lavabo ve küvet yoktur, yalnızca çıplak beton tavandan sarkan birkaç duştan ibarettir.
Bruno Schulz’un korkularından kurtulduğu bu tüyler ürpertici mekân hiç kuşkusuz Alman toplama kamplarındaki gaz odalarına yapılan bir göndermedir.
Fotoğraf: FRANK RÖTH
GERÇEK THOMAS MANN’A YAZILMIŞ MEKTUP İSE MUAMMA!
Prag doğumlu, Moskova asıllı bir ana babanın oğlu olarak Almanya’da gazetecilik yapan ve kendisi de bir Yahudi olan Maxim Biller’in seçtiği kahraman Bruno Schulz’un gerçek bir kişilik olmanın ötesinde, yaşadığı dönemde Zürih’te yaşayan gerçek Thomas Mann’a bir mektup yazarak, kendi kaleme aldığı Almanca bir metni okumasını istediği biliniyor.
Ne yazık ki mektup ortada olmadığından içeriği bir muamma. Thomas Mann bu metni okudu mu, okuduysa nasıl bir yanıt verdi, tüm bunlar bilinmiyor.
Bunun da ötesinde, Maxim Biller’in kitabında da yer alan ve Schulz’un elinden çıkan kara kalem çizimler kitapta yer alan sado-mazo fantezilerin (çıplak bir kadının önünde yere serilmiş zayıf bir adam, kırbaçlama sahneleri, yine bir kadının ayağını öpen çıplak adam gibi..) yalnızca yazarın kullandığı bir metafor olmadığının işaretlerini de veriyor.
Ana babasının, doğduğu ülkenin ve yaşadığı ülkenin farklı kültürlerinin etkisinin yazısına yansıdığını belirten Maxim Biller, “Yazında en sevdiğim tarzı hem yazarken hem de okurken, klasik olarak tanımlayabilirim.” diyor ve ekliyor:
“Modern klasik! İnsanların ne yazdığımı anlayabilecekleri gibi anlatmaya, ama aynı zamanda olup bitenlere şaşırmalarını da sağlamaya çalışıyorum. Bu kitap da farklı değil. Son derece gerçekçi başlıyor, daha sonra, belki daha gerçeküstü bir biçimde daha gerçekçi oluyor.”
Bruno Schulz’un Zihninin İçinde / Maxim Biller / Çeviren: Levent Tayfa / Livera Yayınları / 72 s. / 2022.
En Çok Okunan Haberler
- Diğer oğlu da tutuklandı!
- 'Erken seçim' ve 'Demirtaş' yanıtı
- Görevlerine son verilmesi talebiyle dava açıldı
- İddia: Reza Zarrab Miami'de evleniyor
- Yılmaz Özdil kalp krizi geçirdi
- Oğluna sahip çıktı, Özel'e hakaret etti!
- İşte 2 milyon liranın aylık faiz getirisi
- ‘Öcalan istedi, heyete katıldı’
- Özel'den 'Beşiktaş Belediyesi' tepkisi!
- CHP, belediye operasyonlarına karşı kartını çekti