Masalın fısıldadığı hayattır! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Burnumuzdan gitmeyen o güzelim kokular; sade, alçakgönüllü, iddiasız yaşamlar; çocuklukta kaldığını sandığımız, umarsız terk ettiğimiz düş dünyamız, hayallerimiz... Nazlı Eray, Naz ve Köşkteki Vampir'de (Everest Yayınları) kendine özgü “büyülü gerçeklik” rotasında ve pırıltılı anlatımıyla işte o kocaman ve sahici dünyayı anımsatıyor bize; yetinmiyor, hepimizi kucaklayıp o dünyanın kapısına kadar taşıyor, yorulmadan, yüksünmeden... İllüstrasyonlarıyla Oğuz Demir’in bu yolculuğa kattığı hoşluğu da unutmayalım.

Yayınlanma: 23.07.2022 - 00:02
Abone Ol google-news

Desenler: OĞUZ DEMİR

CERYAN!

Isınmanın, ısıtmanın, aydınlatmanın, pişirmenin, yolculukların... Aklınıza ne gelirse neredeyse hepsinin aynı kaynaktan, elektrik denilen “mucize”yle karşılandığı bir çağa eriştiğine tanık olduk insanlığın, şu kısacık zaman diliminde.

Oysa çok değil, elli-altmış yıl önce adı bile anılmazdı bugün hepimizi her yandan kuşatan “elektrik” denen “mahir”in. “Ceryan”dı adı. Sıklıkla kesilir, bir gitti mi de saatlerce dönmeyi bilmezdi. Beş gün de sürmezdi belki “geldim işte” demesi ama işler eski usul kotarılıverirdi o kesinti anlarında.

Sobalar, kuzineler, fırınlar, ocaklar, tandırlar tat verirdi her pişene. Reçel de öyle, pekmez de öyle, salça da öyle; ekmek-yemek de öyle... Ve her birinden daha pişerken yükselen o nefis koku, aylar sonra da terk etmezdi sofraları, evleri...

ODUN ATEŞİ, İNSAN SICAĞI!

Naz’ın dedikleri çıkardı beni geçen yüzyılın ortalık yerine doğru bir yolculuğa. Bakın...

“O kokuyu bir daha hiç duymadım. Hiçbir yerde yoktu hayatımın ilerleyen yıllarında. Dünyanın en güzel kokularından biriydi diyebilirim. Çocukluğumla, bahçeyle, yeşilin ve mavinin tüm parlaklığıyla, o zaman hayatımda var olan kişilerle karışıyor ve eşsiz bir şey oluyordu. Onu her zaman duyabilmenin olasılıksız olduğunu büyüyünce anlamıştım. Onun içinde bir babaanne, bir eski köşk, bir dut ağacı, bir gül perisi vardı. O kokuyu algılayabildiğim sürece bir çocuktum. Bunu anlamak müthişti.”

Ya sizin belleğinizde saklı kokulara sinenler? O sınır-duvar bilmez hayallerimizle çocuk olmalarımızda; o çocukluğu kuşatan, besleyen varlıklarla mı açıklamalı unutulmaz kokuları, tatları?

Naz’da bu sorunun da yanıtı var: “Sonraki yıllarda karşılaştığım kavanozlanmış hazır gül reçellerinde bu yoktu. Çocukluğumu içine koymamışlardı.” Bugün çoktan “ceryan”a kavuşmuş şehirlerimizde çoğu fırının, lokantanın camında dikkatimize sunulan “odun ateşinde pişmiş” vurgusu hepimizi o kokulara çağırmıyor mu?

“Şimdi nereden çıktı o güzelim kokular? Niye sızlatırsın burnumuzun direğini?” dediğinizi duydum. Haklısınız, söylemedim değil mi beni bu zamanda yolculuğa çıkaranın sevgili Nazlı Eray’ın “Naz ve Köşkteki Vampir”i olduğunu? Naz’ı da bildiniz işte!

EKSİLENLER, YİTİP GİDENLER!

Murathan Mungan’ın, o çocuk sıcaklığıyla “Biz büyüdük ve kirlendi dünya...” el sallayışının ötesinde bir eksilmedir Nazlı Eray’ın “büyülü masal”ında altını çizdiği.

Biliyorum, biz “büyüyünce bozulmadı büyü”! Naz’ın düşler sahnesine ustaca çıkan kahramanların/karakterlerin (Hızır’ın, Gül Perisi’nin, Romalı gladyatör heykelinin, plaktan çıkıp konser veren Elvis’in...) taşıdığı pankartlarda okuduklarımızın özeti; bahçede olup biten her şeyi gören Dut Ağacı’nın anlattıkları da bu işte.

Evet, bugün -hâlâ çoğumuz hak ettiğimizce erişemesek deteknolojinin sağladığı inanılmaz bir kolaylıklar dünyasında sürdürüyoruz yaşamımızı. Okul tahtalarımızdan telefonlarımıza her şey “akıllı”, hepsi bizim yerimize ve bir solukta ayağımızın altına seriveriyorlar ne istersek, ne dilersek!

Ya uğraşmanın, didinmenin, birlikte yapmanın, imecenin sevinci... Onu da günümüzden bir güzel çocuk, dört yaşındaki Poyraz anlatsın.

Geçmişler annesiyle televizyonun karşısına, yemek programı izliyorlar. Mantarlı-tavuklu makarna yapıyor ekrandaki konuk. Poyraz, hadi diyor; bir koşu çarşıya... Gereçleri alıp mutfağa geçiyorlar. Tarif üzerine, mantarlı-tavuklu makarna yapıyorlar güle şakalaşa, birlikte. Ve annesi, “Hadi, oturup yiyelim!” diyor. - Yemeyeceğim ben anne. - Ee, istedin ya? Uğraştık o kadar. Poyraz sarılıyor annesine: - Ben seninle yapmak istedim!

NAZLI ERAY’IN ANIMSATTIĞI!

Bir yanda burnumuzdan gitmeyen (aklımızdan çıkmayan mı yoksa) o güzelim kokular; bir yanda sade, alçakgönüllü, iddiasız, çevresini de düşünen yaşamlar; bir yanda çocuklukta kaldığını sandığımız, sessizce geçen yıllara gönüllüce/umarsız terk ettiğimiz düş dünyamız, hayallerimiz...

Nazlı Eray, o kendine özgü “büyülü gerçeklik” rotasında ve pırıltılı anlatımıyla işte o kocaman ve sahici dünyayı anımsatıyor bize; yetinmiyor, hepimizi kucaklayıp o dünyanın kapısına kadar taşıyor, yorulmadan, yüksünmeden, söylenmeden.

İllüstrasyonlarıyla Oğuz Demir’in bu yolculuğa kattığı hoşluğu da unutmayalım. Naz’ın babaannesinin, “Tanrı misafirisiniz. Bu gece sizi köşkte misafir edelim” çağrısına uyduğunuz, Naz’ın düşsel (aslında inanılmaz varsıl ve bir o kadar da sahici) dünyasına konuk olduğunuz için çok sevineceksiniz.

Ve “vazoda ne zaman bir demet sarı kırmızı lale görseniz, bir yusufçuk ötse, mor bir salkım ilişse gözünüze” ya da Elvis Presley’in o kadife sesi dolsa kulağınıza kendinizi Anadolu’da bir köy fırınının önünde, çocukluğunuzun erken alaca sabahlarından birinde kır çiçeklerine kesmiş bir bahçede Nazlı Eray’ın Naz’ıyla koşarken/söyleşirken bulacaksınız.

Naz ve Köşkteki Vampir / Nazlı Eray / Everest Yayınları / 144 s. / 10+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler