'Kurak Günler' ile gelen Emin Alper: Linç kültürü ürkütüyor

Cannes Film Festivali’ne “Kurak Günler” adlı son filmiyle gelen Emin Alper ile Cannes’da buluştuk. Festivalde ‘Çiğdem Mater’e Özgürlük çağrısı yapan Alper “Arkadaşlarımızın tutsaklığı bizi üzüyor” diyor.

Yayınlanma: 27.05.2022 - 04:00
Abone Ol google-news

Fotoğraf: Stephanie Cornfield

İlk kez Cannes Film Festivali’ne gelen Emin Alper yorgun olduğunu gizlemiyor. Günlerdir hem kendi filminin çeşitli etkinliklerine katılan hem de fırsat buldukça başka filmlere gittiğini söyleyen yönetmen Cannes’a dair beklentileri göz önüne alındığında biraz hayal kırıklığı yaşadığını ama buradaki kalabalıktan ve tempodan da etkilendiğini belirtiyor.

Biz de tam Festival sarayı’nın karşısında bulduğumuz bir cafedeki söyleşimize buradan başlıyoruz haliyle.

- Nasıl buldun Cannes’ı?

Buradaki şaşaayı ve gösterişi çok merak ediyordum aslında ama gördüm ki Berlin ya da Venedik gibi daha önce katıldığım festivallerden çok farklı değil. Ama çok kalabalık, bütün dünyanın gözü burada ve burada olmak sinemacılara büyük bir tanınırlık sağlıyor, basamak atlamak gibi bir şey. Diğer festivallerden bu anlamda farklı, Cannes’da filminiz gösterildiyse artık herkes adınızı ve filmlerinizi biliyor.

- Tepkiler nasıldı filmle ilgili?

Çoğunlukla çok olumlu... Gerçi bu pek bir şey ifade etmiyor, yani beğenenler çok olur ama jüri 5 kişilik bir grup ve onların kararı çok farklı olabilir. Yine de şunu söyleyebilirim, bugüne kadar en çok olumlu eleştiri yazılan filmim bu oldu.

- Filmde kuraklık olgusu güçlü bir metafor, neredeyse Türkiye’de eksikliğini hissettiğimiz her şeyin yerine koyabiliriz. Bir çok meseleye de değiniyor film, yani kadına şiddet, yargının yozlaşması, homofobi, anti-demokratik uygulamalar vb. Ama senin en çok öne çıkartmak istediğin neydi?

Bunların tek bir tanesini değil de bunların toplamını ön plana çıkartmak istedim. Tabii bu da riskli bir şeydi aynı zamanda çünkü her şeyi anlatmak isterken hiçbir konunun hakkını verememek en korktuğum şeydi. Ama benim de temel derdim bütün bu konulara değinerek şu yaşadığımız günlerdeki siyasi karabasanı, yani bizim gibi daha ilerici insanların diyelim, yaşadığı karabasanı bütün bunların toplamından üretmekti. Bunun da biraz daha evrensel bir tarafı olduğunu düşünüyordum, bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Elbette Türkiye’deki izleyici çok daha fazla ilişki kuracak, yabancı seyirci pek çok nüansı kaçıracak ama burada gördüğüm kadarıyla bütün dünya seyircileri filmle ilişki kurdu ve bunu eleştiri yazılarında da görüyorum.

‘LİNÇ TÜRKİYE’DE HEP VAR’

- Film henüz Türkiye’de izlenmedi ve ben de çok anlatıp ipucu vermek istemiyorum ama özellikle çok güçlü bir finali var filmin... Bu anlamda Türkiye’deki linç kültürüne dair ne düşünüyorsun?

Linç çok ürkütücü bir şey. Ürkütücü, dehşete düşürücü, korkutucu... Yaşı yetenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır, madımak’tan bu yana, daha öncesinde Maraş’tan bu yana periyodik olarak yaşadığımız çok bizi üzen ve çaresiz hissettiren, bu ülkede yaşamanın bedeli gibi hissettiğin bir şey linç kültürü. Son dönemlerde daha çok Kürtler buna maruz kalıyor, ya da işte göçmenler maruz kalıyor biliyorsun.

Somut linçlerin ötesinde bir de linç kültürü var ki, son zamanlarda sosyal medyaya taşındı bu... Çok daha masum gibi gözükse de benzer bir ruh hali sosyal medyada da hakim. Linç beni oldum olası çok ürküten bir şey ve bunun bir şekilde yok olmasını, tarihe karışmasını çok istiyorum. Bu aslında tam bir kanunsuzluk hali ve Türkiye’de hem bir taraftan adaletin ve hukukun yerlerde süründüğü bir dönemde bizzat hukukun uygulayıcıları bir tür linç atmosferi yaratıyorlar hem de zaten bunun dışında halkta lince hazır bir potansiyel var.

GEZİ’NİN SESİ OLMAK

- O zaman son olarak burada protestosunu yaptığınız Çiğdem Mater ve diğer Gezi davası tutsaklarını soralım. Buraya gelirken planladığınız bir şey miydi bu eylem?

Dava sonuçlanıp karar açıklandığı andan itibaren bizim dengemiz bozuldu zaten. Hemen her hafta, haftada iki gün görüştüğünü bir insanın beklenmedik bir şekilde sizden koparılması, bu kadar adaletsiz bir şekilde 18 yıl cezaya çarptırılması zaten bizi allak bullak etti. Zaten Osman Kavala bu adaletsizliğin yıllardır mağduru, benim çok sevdiğim ve kıymet verdiğim Ayşe Buğra da aynı şekilde sevdiklerinden koparıldı, tüm bunlar insanı delirtiyor.

Şimdi bunlara bir de yeni arkadaşlar eklendi. Dolayısıyla onları düşünmediğimiz bir an yok ve Cannes’a gelirken de tabii ki bir şeyler yapmak istiyorduk, yapmasak olmazdı... Bu konuda sesimizi duyurmak için de her fırsatı değerlendiriyoruz.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler