'küçük İskender, şiir tarihimize kalıcı olarak müdahale etti!’

Araştırmacı, yazar ve eleştirmen Ahmet İlhan, Klaros Yayınları’nca yayımlanan kitabında Küçük İskender’in cinsel kimliğinin, bunu temsil eden bedeninin ve Queer estetiğinin şiirinde nasıl yer aldığını irdeliyor. Küçük İskender’in şiirini Foucault, Butler, Kristeva, Bataille, Spinoza, Schopenhauer, Nietzsche, Bachelard gibi filozof ve düşünürlerin fikirleri ışığında, post-yapısalcılık, Queer cinselliği, post-modernizm ve felsefi bağlantıları içine alan okumalar sunuyor.

'küçük İskender, şiir tarihimize kalıcı olarak müdahale etti!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.02.2023 - 10:38

‘KLİŞELERİ VE MAGAZİNSEL ARGÜMANLARI AŞMAK İSTEDİM’

- Biliyoruz ki çok yönlü bir yazarsınız. Sizi, şiir, roman, deneme ve şairler üzerine yaptığınız tematik çalışmalardan tanıyoruz. Özellikle Ahmet Arif üzerine yaptığınız okumalar dikkat çekiciydi.

Tematik çalışmalarınızda Batı edebiyat ve felsefe terminolojisine sadık kalarak analojik pek çok soruşturmanın altına imza atma çabasındasınız.

Bu, günümüz eleştiri alanında pek görülmeyen bir yeğinlikle karşımıza çıkmakta. Çalışmanızın bu yönünü önemsediğimi belirtmeliyim. Çünkü günümüzde bu çapta araştırmalarla ne yazık ki sık karşılaşmıyoruz. Sizi bu tür çalışmalara iten merak neydi?

Aslında yazma serüvenine birçok kişi gibi şiirle başladım. Fakat hızla da uzaklaştım, çünkü etrafa baktığımda müthiş bir şiir ve şair kalabalığıyla karşılaştım ve işin kötüsü de birbirlerinin ne dediğiyle, ne de yazdığıyla ilgilenen vardı. Tam bir keşmekeş.

Diğer taraftan, gerek şiir gerek roman, öykü veya düşünce metinleri olsun, bunların içeriğiyle, yapısıyla, diliyle ilgili çok az kişinin eleştirel/yorumsal analizlerle uğraştığını fark ettim.

Belli sayıdaki akademik çalışma ise gerek metodolojisi gerek içine kapandığı dar ilişki alanı bakımından yazınsal alana etki etmiyor gibiydi.

Yönelimimin meraktan çok, bu ihtiyaçtan kaynaklandığını söyleyebilirim. Örneğin şiir sever herkesin en az bir şiirini ezbere bildiği Ahmed Arif şiiri ile ilgili doğru dürüst bir çalışma yapılmamıştı. Yapılanların çok büyük bir kısmı, biyografik, magazinsel bilgiler ve belli klişelerle düzenlenmiş sayıp dökmelerden ibaretti.

Beni bu alana iten asıl dinamik, işte sözünü ettiğim bu ciddi düzeydeki ihtiyaçtı. Küçük İskender şiiri üzerinde çalışmam da bu tür bir ihtiyaçtan kaynaklandı.

Okumalarımı edebiyat kuramları, felsefi, düşünsel metinler üzerinden yaptığımdan gerek Ahmed Arif gerek Küçük İskender çalışmamda bu okumalardan yararlandım. Zira her iki şairin şiirsel semantiğinin bu türlü çok katmanlı, derin okumalara izin verdiğini düşünüyorum.

‘ŞİİRİMİZDE HETEROSEKSÜEL SÖYLEM TEKELİNİ YIKTI!’

- Çalışmanızda sizin için küçük İskender’in bir şairden çok yaşadığımız modernleşme paradoksunun yaşantısal karşılığı olarak öne çıkarıldığını gördüm.

Yani modernleşme bağlamında kalırsak; arkaik, puriten ve geleneği çağrıştıran kipler karşısında küçük İskender şiirinde antroposen dönemin queer amaçları temellendirmek istemesi bir ‘masumiyet’ meselesi olarak okunabilir mi?

Modernleşme son üç yüz yılda olumlu veya olumsuz birçok yönüyle tartışılagelen geniş, derin bir etki yarattı. Daha önce farkında olmadığımız, adını bilmediğimiz veya adını koymadığımız sayısız bilgi nesnesi, gündelik yaşantımıza dâhil oldu.

Bu durum, gerek toplumsal gerek bireysel yaşamı tanzim edişimizde hem kolaylıklar sağladı hem de ciddi paradokslar üretti. Bu, modernleşmeye içkin bir girdi olarak kaçınılmazdı.

Bu girdilerden biri de cinsel yönelimlerimizle ilgili farkındalıklardı. Bu yönelimler yeni ortaya çıkmamıştı elbette ama örneğin Foucault, eşcinselliğin tarihini çok eskiye dayandırmasına rağmen buna dair teorik kuramların, terminolojinin 19. Yüzyıldan sonra ortaya atıldığını söyler.

Belki bu, eşyanın adını doğru ve tam koyma çabamızla ilgiliydi veya belki de antroposen dönemin de bir hakikati olarak Foucault’un da savladığı gibi biyopolitikalarla ilgili bir iktidar üretme aracı olarak iktidar kurucuların özel çabasıydı.

Bu mesele, spekülatif bir tartışma teması olarak sürüp gider ama somut olarak ortaya çıkmış olan şey, artık geçmişin normatif değer yargıları, kategorileri, dili ve algısıyla hareket edemiyor oluşumuzdu.

Bu nedenle erkek egemen heteronormatif/heteroseksüel değer alanına karşı alternatif ciddi bir Queer müktesebatı oluştu. Queer estetiği, duyarlılığı, dili ve imgelemi heteronormatifin karşısına özgüvenli ve yüksek tonda bir sesle çıktı ve söyleyeceklerini sakınmadan söyledi. Bir tarihsel tekeli yıkmış oldu.

Bu bağlamda benim için k. İskender’in şiirsel dehasının yanında Queer duyarlılığına, estetiğine ilişkin Don Kişotvari yaptığı bu yürekli hamleler de çok önemlidir. Bu anlamda İskender’in, Queer kanon kurucu bir öncü olarak şiir tarihimize kalıcı olarak müdahale ettiğini söyleyebilirim.

- 90’lı yıllardan günümüzü yoğun ve hızlı bir sanayileşme, kentleşme olgusu yaşandı. İdeolojik açıdan da büyük çöküşlerle yüz yüze gelindi. Yeni toplumsal ayrışmalar, kimlikler öne çıktı veya görülür hale geldi. Bu dönemi ‘belirsizlik’ çağı olarak da yorumlayanlar var.

k. İskender’in edebi müktesebatını çok geniş kültür coğrafyasından beslediğini de biliyoruz.

Şiir- ideoloji ilişkisi düşünüldüğünde k. İskender’in ideolojiye karşı mesafesini nasıl tanımlarsınız, dönemselin bir dayatması mıydı, yoksa entelektüel sorgulama mı buna neden olmuştu?

k. İskender, Deleuze’vari dillendirirsek ‘oluş öznesi’ olarak zamanı mı bozdu, zamanın sözcüsü mü oldu?

90’lı yılardan sonra, internasyonal ultra kapitalizmin ve dijital çağın çok yönlü gelişkin araçlarının hızlı, ani ve travmatik müdahaleleriyle bireylerin, toplumların, siyasal sistemlerin ve kadim ideolojilerin ciddi bir varoluşsal krize, değer bunalımına, zemin kaybına ve giderek boşlukta savruluşlara sürüklendiğini biliyoruz.

Bu savruluşlar karşısında gerek bireysel gerek toplumsal referans alanlarının yitimi gerek toplumsal ilişki ağlarının tahribi ile paralizasyonun örseleyici cebrine maruz kalmış olan bireyin aidiyet krizleri ile daha arkaik, otantik kültürel fetişlere yöneldiğini de gördük.

Fakat aynı zamanda daha önce bastırılmış, yok sayılmış, yasaklanmış ve şiddete maruz kalmış kimi kimliklerin de daha kararlı ve bilinçli olarak yaşama müdahale ettiklerini de gördük. Bu kimliklerden biri de Queer kimliği idi.

K. İskender, Türkiye’de verili hiçbir düşünce hareketinin, buna sol da dâhil, kendisinin de içinde bulunduğu Queer topluluğa, düşünceye ve duyarlılığa yeterince açık olmadığını, ilaveten bazılarının da doğrudan düşman olduğunu fark ettiğinde, tek başına da olsa kendi yolunu çizmekten başka bir çözüm göremedi.

Bu da onu, dönemin ideolojik, kültürel habitatıyla bir anlamda mesafelenmeye, giderek kendi habitatını oluşturmaya itti. Çünkü bu vasat, onun şiirinde, düz yazılarında ve söyleşilerinde kullandığı bilgiye, estetik form ve içeriğe ve yakaladığı algı düzeyine çoğunlukla erişemiyordu.

Bu da doğal olarak bir çeşit yalnızlaşmayı zorunlu kılıyordu. Bu anlamda sizin deyişinizle zamanı bozdu, demek daha doğru olur.

‘ETOS’U MESELE EDEREK İLERLEDİ!

- J. Ranciere atıfla İskender şairden çok ‘etos’ kahramanı olarak görülebilir. O sanattan daha önemli şeylerin varlığını gördü. Önce hayat diyenler kuşağında yer aldı ve yaşamı şiirleştirdi.

Örneğin tıp fakültesini radikal bir kararla terk etmesi aslında şiir için değil sisteme eklenmemek için bu kopuşu yaşadı ve bunun da bedelini ödedi.

‘Belirsizlik’ çağının bir şairi olarak buna karşı tercih ettiği ‘öznel’ yaşantı yoluyla, ‘öznel’ duyuşla kendi varoluşunu anlamlandırdı. 80 Kuşağı şiirine küçük yaşta eklemlendi, ama kısa sürede de kendi otonomisini kurdu.

Yeni bir ‘gelenek’ yarattığı söylenebilir. Her ne kadar ‘beatnik’ kuşakla ilişkilendirilse de kendi monomanisini terk etmeden, kendi hakikati içinden söz aldı.

Sanırım bu sizin de kitapta mikro ölçekte detaylandırdığınız ‘beden ve gueer’ temasıyla da ilgili. Bu bağlamda neler söyleyebilirsiniz?

İskender ve şiiri için, sorudaki belirlemelerinize “bedel ödedi” kısmı hariç büyük oranda katıldığımı belirterek başlayayım. Daha önce Ahmed Arif için farklı bir bağlamda kullandığım “tekil kanon” nitelemesini İskender için de kullanabilirim.

Çok az şairde A. Arif ve k. İskender’de olduğu gibi şiiri ile özel yaşamı, kişiliği-kimliği arasında bu denli büyük bir uzlaşı, özdeşim bulunur. Bu anlamda hayatını mı şiirleştirdi, şiirini mi hayata çevirdi tartışması gereksiz kalır. Benim de ilgimi, daha çok bu tür şairler çeker.

Şiirini yaşamın derin, değişken, sıcak, canlı dokusundan; yaşamını da şiirin büyülü, çarpıcı, yaratıcı kadim yapısından çıkaran-yaratan şairler, hep büyük şairdir diye görürüm.

İskender, benim bu çalışmamda üzerinde en çok durduğum “ Queer beden”i şiirinin hem semantik hem de yapısal dokusuna derin bir biçimde yerleştirerek, biz okurları kaçınılmaz bir biçimde kendi özgün ve öznel ontik ve semantik zeminine çeker.

Bunu özellikle yapar çünkü cinsel kimliğini sahiplenmeyi ve savunmayı, salt bir özgürlüğü kullanma hakkı olarak görmez. Bunu, bu kimliğe sahip olmayanlar için de daha varoluşsal bir mesele olarak görür/ göstermeye çalışır.

‘ŞİİRİ VAROLUŞ ÇABASININ TEMEL DAYANAĞIYDI’

Heteronormatifin baskın monizminin yaşama dair tutumda hayati bir yanlışlığa/ sapmaya dönüştüğünü düşünür ve bu nedenle eşcinsel kimliğini yalnız kendisi ve kendisi gibi olanlar için değil, hiç öyle olmayanlar içinde anlaşılır, okunur ve ulaşılır kılmaya çalışır.

Bu çabasını bazen teolojinin, bazen ideolojinin bazen de postmodern düşünce akımlarının algı kalıplarını kullanarak yapar. İskender’in bu çabasında şiiri, basit bir ifade aracı değildir. Aksine şiiri bu varoluş çabasının, Spinoza’nın deyişiyle “conatus”unun temel bir dayanağıdır.

- Türk şiirinde ideoloji ve politika kanonların oluşumunda her zaman belirleyici olmuştur. k. İskender hâkim ‘estetik ve poetik’ duyarlılıklardan uzak kaldı. Ancak en ‘iyi’ dağıtım ağlarında ürünlerini verdi. Bir ölçüde edebiyat dünyasına eklemlendiğini iddia edenler de oldu.

Oysa bugünlerde onun pek anılmadığına tanık oluyoruz. Ben bunu iki nedene bağlıyorum: Birincisi bugünün Türkiye’sinin oluşturduğu muhafazakâr ve milliyetçi atmosfere, diğeri de katı ve ısrarcı kanonlara...

80 şiirini aşıp, kendi poetikasını kurmuş bir şair politik veya edebi kaygılarla antolojiye terk edilebilir mi, terk edilirse toplumun, edebiyatın ve şiirin kaybı olmaz mı, ne dersiniz bu konu hakkında?

Bu terk edilme kaygısını taşımıyorum, tersine İskender’in şiirini daha yeni okumaya başladığımızı düşünüyorum. Arkası gelecektir. Çünkü iyi şiirin gücü dönemsel yönelimlerin, engellerin gücünden daima daha güçlü olmuştur.

Kaldı ki herkes İskender’in şiirsel konumunu, sözünü ettiğiniz “iyi” dağıtım ağları üzerinden sürdürmesini, salt kendi şiirsel gücüyle elde ettiğini bilir. İyi şairi, şiiri ne resmi kanon yapıcılar, ne baskın kanonik grup ve cemaatler unutturabilir.

Bir başka hakikat de şiirin her dönem uçsuz bucaksız bir azınlığa seslendiğidir. O azınlık var oldukça iyi şiir de var olacaktır.

* Heteroseksüel veya cisgender olmayan, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim veya her ikisini de içine alan bir şemsiye terim. LGBT tanımlarını tekrar yapan; bunların cinsel olduğu kadar sosyolojik, entelektüel ve politik açılımlarıyla tarihsel, kültürel gelişimlerini de anlatan teori.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon