Kerr vizyona girdi: ‘Dünya deliliğin sınırlarında’
Ödüllü filmin yönetmeni Tayfun Pirselimoğlu ve başrol oyuncusu Erdem Şenocak Cumhuriyet’e konuştu. Pirselimoğlu “Yaşadığımız kabus elbet bitecek ama yeniden başlayacak” diyor
İzleyiciyle ilk kez Antalya Film Festivali’nde buluşan ve geçen hafta 41. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma’sında En İyi Yönetmen ve En iyi Sanat Yönetmeni (Natali Yeres) ödüllerini alan “Kerr” bu hafta sonu vizyona girdi. “Kerr” babasının cenazesi için doğup büyüdüğü kente geri dönen Can’ın, burada tanık olduğu bir cinayetin ardından, kendini bir yandan absürt bir yandan da karanlık bir girdapta buluşunu anlatıyor. Filmin yönetmeni Tayfun Pirselimoğlu ve başrol oyuncusu Erdem Şenocak ile hem filmi hem de günümüz dünyasının yaşadığı açmazları konuştuk.
Fotoğraflar: Kaan Sağanak
Kendi romanınızdan hareketle senaryosunu yazıp çektiğiniz “Kerr” İstanbul Film Festivali’nin ardından vizyona girdi. Öncelikle şunu merak ediyorum, romanı yazarken günün birinde filmini çekeceğinizi düşünüyor muydunuz? Yoksa nasıl başladı film fikri?
Tayfun Pirselimoğlu: Bir hikâye, roman yazarken onu az çok bir film akışı içerisinde tahayyül ediyorum. Ancak bu ilerde film olur maksadı taşımıyor. “Kerr” her nedense daha sonrasında kafamın içerisinde bir film senaryosuna dönüştü. Fakat film romana önemli ölçüde yaslansa da yaptığım değişiklikler ve başka hikayelerimden ödünç aldığım ögeler de var. “Kerr”in de böyle bir kaderi olacakmış demek.
- Filmin çok güçlü bir atmosferi var ve bu da en çok görselliğiyle kendini belli ediyor. Bu tasarımla ilgili neler söyleyeceksiniz?
T.P.: İfade ettiğim gibi roman yazarken tasavvurum biraz da yönetmen tarafımdan faydalanıyor. Her ne anlatıyorsam onun imgelemimde bir karşılığı, akışı oluyor. Diğer taraftan görüp etkilendiğim pek çok mekânı biriktiriyorum; o mekânları zihnimde kaydediyorum. “Kerr”dekilerin bir kısmı benim biriktirdiklerimden. Ama film büyük ölçüde yeniden tasarlayıp oluşturduklarımızdan oluşuyor. Bu konuda Andreas ve Natali ile verimli bir şekilde çalıştık diyebilirim. Zamanın ve mekânın belirsizliği filmin dokusunda önemli; bu tasarımı etkileyen unsurlardan.
- Bir yandan aynı adlı serginiz de İstanbul Konsept Galeri’de başladı. Buradaki işleriniz romanın filme aktarılması aşamasında mı yapıldı?
T.P.: Yok. Sergi hem romandan hem de filmden bağımsız. Bizatihi ‘’kerr’’ in manası üzerine kurulu. Yani tekrar eden, sürekli dönüp duran kavramlarla alakalı. Bu bağlamda resimlerin bir kısmı da eskiden yaptıklarımın üzerinden yeniden ürettiklerim. Sergi ‘’Her şey tekrar ediyor’’ diyor…
- Filmde oyunculuk performansları bir hayli sıradışı... Rıza Akın çok değişik bir tiplemeyle karşımızda örneğin. Karakterleri oluştururken oyuncularla nasıl bir çalışma yürüttünüz, onları ne kadar özgür bıraktınız?
T.P.: Oyuncularla olan ilişkim daha önceki filmlerimde olanlardan farklı değil. Provalardan, biteviye hazırlık çalışmalardan uzak, oyuncunun sezgilerini bileyen ön konuşmalara, mesafeye önem veren bir yöntem. Bu filmde sinemadan uzun süre uzak kalmış yetenekli oyuncularla ve yine bazı amatörlerle de çalıştım. Rıza Akın, biliyorsunuz hemen her filmimde var. Ona Natali’nin de katkısıyla yeni bir suret yarattık diyebilirim. Oyuncular belirlediğim karakterin sınırları içerisinde dolaştıkları bir serbestlikleri var tabii ki. Bu belli bir denge dahilinde gerçekleşiyor.
‘TUHAF ZAMANLAR BUNLAR’
- Dediğiniz gibi, film zamansız ve bir ölçüde mekansız bir yapıya sahip. Yine de Türkiye’yi anlattığı çok açık. İzleyici nasıl bir memleket manzarası görecek filminizde?
T.P.: Bütün bir dünya olarak deliliğin sınırlarında dolaşıyoruz hissiyatındayım. Akli olanın buharlaştığı bir dönem. Bunun içerisinde, onun bir parçası olmak idraki de hırpalıyor. İzleyicinin filmde bulabileceği aşinalık kendi içinde bulunduğu tuhaflığı işaret ediyor biraz da. Hakikaten tuhaf zamanlar bunlar. “Kerr” bunun bir iz düşümü diyelim.
- Herkesin gördüğü, bildiği suçlar işlense de buna dair bir şey yapılamaması filminizin önemli bir meselesi, ama aynı zamanda günümüz Türkiye’sinin de yadsınamaz bir gerçeği. Suç, ceza ve adalet gibi kavramlar hakkında bir sinemacı ve yazar olarak ne düşünüyorsunuz? Yaşadığımız bu kabustan bir uyanış mümkün olacak mı?
T.P.: Bunlar yazmaya, çizmeye, film çekmeye başladığımdan beri, en başından bir şeyler üretme çabasına girdiğimden beri cebelleştiğim kavramlar. Bunların vicdanla olan ilişkisi ve bireyin içinde olduğu çaresizlik. Nihayetinde dönüştükleri hikâyeler bir çare üretmeye yönelik değil tabii olarak; belki huzursuzluğumuzun kaynağını işaret etmek gibi bir işlevleri olabilir. Sizin ifadenizle kabusumuzu tarif ediyorlar. Bu kâbus bitecek mi sorusunun karşılığı tabii ki evet. Lakin, sonra tekrar ve bir kere daha bitmek üzere yeniden başlayacak. Kerr, temsil ettiği hakikat adına gerçekten önemli bir kelime!
ERDEM ŞENOCAK: ‘KERR’ TÜRKİYE’Yİ İMLİYOR
- “Kerr” ile yolunuz nasıl kesişti, oradan başlayalım mı? Senaryo nasıl geldi size, Tayfun Pirselimoğlu’nun romanını okumuş mudunuz, onunla nasıl bir konuşma geçti aranızda? Ve en önemlisi sizi bu filmde oynamaya ikna eden sebep/ler nelerdi?
“Kerr” ekibine filme iki hafta kala dahil oldum. Başrol için düşünülen oyuncunun programındaki bir değişiklik, benim şansım oldu ve Tayfun Pirselimoğlu’ndan bir davet aldım. O sırada henüz Tayfun Pirselimoğlu’nun ne filmleriyle, ne kitaplarıyla tanışmıştım ki filme dahil olduktan sonra kitaplarını okuyup filmlerini izlediğimde bu dünyayla bu kadar geç tanışmış olmaktan dolayı hayıflandım. Senaryoyu henüz okumadan Tayfun Bey’le bir kafede buluştuk. “Kerr” ile ilgili değil de daha çok sinema, sanat ve hayat hakkında uzunca sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Bildiğimiz anlamda bir audition değildi; o gün role dair bir okuma, deneme vb. bir şey yapmadık. Tayfun Bey’i beni filminde oynatmaya ikna eden şey neydi bilmiyorum ama o ilk sohbette kurabildiğimiz ortak dil, beni filmde yer almaya ikna etmeye yetti.
- Canlandırdığınız karakter sürekli bir arayış içinde olan, karşısına çıkan her yeni kişi ya da mekanla bazı şeyleri yeniden keşfeden ya da anlamaya çalışan biri. Böyle bir karakteri canlandırmak bir oyuncu için zorlayıcı da olabilir. Siz nasıl bir deneyim geçirdiniz?
Elbette oynadığım karakterin zorlayıcı tarafları vardı; ancak sizin de soruda gayet doğru şekilde tarif ettiğiniz üzere, karakter “sürekli arayış içinde” ve “her yeni kişi ve mekanla bazı şeyleri yeniden keşfediyor”. Bunlar aynı zamanda bir oyuncunun sahnede ya da kamera önünde yapması gereken şeyler; yani içinde bulunduğu durumu gözlemek, anlamaya çalışmak ve rol arkadaşlarını dinlemek. Bu açıdan baktığımda işimin kolay olduğunu da söyleyebilirim. Oyuncu olarak yapmam gerekenlerin bir bölümünü (rol arkadaşını dinlemek ve her yeni şeye açık olmak gibi) yerine getirdiğimde karakterin gerekliliklerinin bir bölümünü de yerine getirmiş oluyordum. Bazen, biz oyuncular çok konuşan, çok eyleyen karakterler oynadığımızda sanatımızın önemli bir parçası olan durmayı ve dinlemeyi unutuyoruz. Ancak bu karakter az konuştuğu ve çokça dinlediği için bu rol bana bunlar üzerine çalışma fırsatı verdi; çalışma zorunluluğu getirdi de diyebiliriz. Karakterin az konuşmasının yanı sıra Tayfun Bey’in oyunculardan beklentisi de daha minimal bir oyunculuk olduğu için çekim süreci boyunca küçük detaylar üzerinde ince ince çalışmaya çabaladım. Oyunculuk maceramda önemli bir durak olarak görüyorum o yüzden “Kerr”i.
'FİLM İNSANIN TEMEL KORKULARINI ELE ALIYOR'
- “Kerr” güçlü bir Türkiye alegorisi sunuyor bir yandan da. Film sizce memleketi hangi yönleriyle yansıtıyor ve tuttuğu bu ayna ne kadar gerçekçi?
Filmde varolan, adaletsizliğin normalleşmesi, sıkıyönetim uygulamaları vb. birçok tema, Türkiye’yi imliyor ne yazık ki. Dolayısıyla birçok başka okumaya olanak sunmasının yanı sıra filmin bir Türkiye alegorisi olarak okunmaya açık olduğu bir gerçek. Hem romanda hem filmde özellikle karakol, savcılık, morg vb. devlet dairelerinin tasvirinde Türkiye resminin çok iyi çizildiğini düşünüyorum. Ancak bir Türkiye portresi çıkarmak, filmin birincil amaçlarından biri mi, emin değilim. Filmin insanın temel korkularını ele alması bağlamında varoluşsal bir okumaya ve aslında birçok başka okumaya da açık olduğunu düşünüyorum -ki bir eserin farklı okumalara açık olması, onun büyük bir eser olmaya yaklaştığının işaretlerinden biri bence. Karakteri canlandırırken oyunumu herhangi bir alegori üzerinden kurmadığımı da belirtmeliyim.
-Netflix dizisi “Uysallar”da da kısa ama çok önemli bir rolünüz var. Nasıl bir deneyim oldu “Uysallar” sizin için?
“Uysallar” yayın tarihiyle olmasa da çekim tarihi itibariyle yer aldığım ilk dizi. Tiyatroda ve oynadığım bağımsız filmlerde oyunumu daha iyi hale getirmek için mümkün olduğu kadar çok prova yapmaya alışkın bir oyuncuyum. Sektörün şartları nedeniyle dizilerde bunun pek mümkün olmadığını duyuyordum hep. “Uysallar”da bunun böyle olmadığını, şartlar elverdiği ölçüde büyük bir titizlikle çalışıldığını ve bunun da sonuca yansıdığını düşünüyorum. Bu anlamda, dizi sektörüne “Uysallar”la adım atmak, benim açımdan büyük bir şanstı. İyi bir senaristle; işini çok seven, oyuncuya ve oyuna yakın ilgi gösteren bir yönetmenle ve oyunculuğuna hayran olduğum Öner Erkan’la çalışmaktan ve birçok başka değerli oyuncuyla aynı projede yer almaktan dolayı çok mutluyum.
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- Türkiye bağlantıları dikkat çekti!
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Özlem Gürses'e ev hapsi!
- SMA'lı bebeğin babası intihar etti!
- Türkiye'nin en ünlü tekstil devi kapandı
- Fenerbahçe'den Jose Mourinho kararı!