Issız dünyada tek başına... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Sorunu her ne olursa olsun, nasıl bir ıssızlık-yalnızlık belasıyla karşılaşırsa karşılaşsın, ateşi kendi içinde, dünyayı yerinden oynatacak istence, iç gücüne sahip bir akıllı varlık insan. Bu yüzden yalnızlıkların üstesinden gelip bununla baş edebiliyor, bilim-felsefe-sanat vb. üreterek var ettiği kaynaklarla tek başınalığını görece de olsa koruyabiliyor.
İnsan, yalnız ya da yalnızlığa koşullandırılmış değil elbette, ne ki gerek doğanın zoruyla gerekse kendi üretimiyle, ama sonuçta yaşamı boyunca doğanın kucağında, örsünde deneylerden geçip öğrenerek bileylenip tek başınalık bilincine erebiliyor yine de.
Doğa, insanın yalnızlaşmasından yana değil, onu yalnızlaştırıp ıssızlığa sürükleyen, öteki insan, yasayı yapan ya da bozanın da insan oluşundaki gibi.
Peki bu insan, doğanın insan tekine kazandırıp donattığı “tek başınalık” yetisini niye bozup dağıtmaya girişiyor, aileydi, devletti şu bu örgütlenmeyle tutumunu kurumlaştırıyor? Çok açık; insanı ıssızlaşmış kitleye dönüştürüp sömürü eyleminin nesnesi kılmak için.
Bir tür “karşı-insan” olarak adlandırabilecek bu sömürgen, insan tekinin içini boşalttıkça boşaltıyor. Depremde yaşanan yalnızlık-yalnızsızlık da bu. İşte sanat, edebiyat, insandaki o özü, bağışıklığı açığa çıkarıyor hep.
MESUT ÇİFTCİ: ‘BIÇAK ISLIĞI’
Mesut Çiftci’yi, Bıçak Islığı’yla (İnkılâp, 2022) tanıdım. Yaşamöyküsüne göre belgesel senaryoları olan yazar, örtük bir senaryo izdüşümü getiriyor yine.
“Bıçak ıslığı”, “Azrail’in ıslığı” (33) anlamına geliyor. Sokaklardan gelen, cinayet dahil, suça bulaşsalar da kötülere karşı hep iyiden yana tutum sürdüren, sonradan ayakları üzerinde durabilecekleri işler kurarak kendi yalnızlıklarında dostluklarıyla kenara çekilmiş üç kafadar var romanda.
Mesut, üç yalnızı kol kola girdirerek müthiş bir güç birliği sergiletirken okura da damardan yalnızların birlikteliğiyle bunun nasıl aşılabileceğini gösteriyor.
Günün birinde, rastlantıyla belaya bulaşmış bir genç kadın kapılarında yığılıp kalacak, üçlü bu kez de kadının peşine düşenlerin peşine düşecektir. Yazarın, 1960’lar sinemamızda sıkça görülen bir tür “mahalle ahlakı” anlayışı temelinde anlatı çatıladığı söylenebilir pekâlâ. Bu yanıyla metnin, yaygın rastlantısallıkla örülmesi, anlatıdaki inandırıcılığı alabildiğine zedeliyor oysa.
Nitekim yazar, üçlüden genç adamı dinleyen kadına, “Sadece romanlarda olur sanıyordum böyle tipler,” (49) diye söyletirken, bu sıkıntının görece ayırdında olduğunu da sezdiriyor.
İlginç olan Mesut’un, günümüzde çok somut biçimde ortaya çıkan siyaset-mafya ilişki ağına dönük yapı kurmaya girişmesi. Son yıllarda polisiye kalıbındaki romanların neredeyse birer “siyasal polisiye” olarak kurulduğu düşünülürse, roman bunun ardılı bağlamında da alınabilir.
Ülkemiz, zengin ayrıntılara sahne olan bir plato zaten neredeyse. İlişkilerin bu yönde ortalığa saçılıp yaşananların uluorta seyredildiği bir çürümenin içinden geçiyoruz çünkü.
Yazar, romanda üç kabadayı aracılığıyla, “Ulan hep kötüler mi kazanacak be? Yo, bu kez olsun, bir kez olsun öyle olmayacak. … [B]u hesabı biz sormasak kimse de sormaz,” (106) gibisinden dayanak getirirken görece çizgisellikten kurtaramadığı, herhangi kavramsallık üretemediği nahif bir kurmacayla çıkmış oluyor okur önüne. Yenilerini bekleyeceğim kendisinden.
DÜNYA DAMLASI…
P. HANDKE: ‘KARANLIK BİR GECEDE SESSİZ EVİMDEN ÇIKTIM’
Dünya edebiyatının sıra dışı yazarlarından Peter Handke, Türkçede de okurun süreğen ilgisiyle karşılaşan bir imza oldu hep. Onun, yine bir öykücü kalem, çeviri yazınımızın önde gelen imzalarından İlknur Özdemir’in özgün dilinden Türkçeleştirdiği Karanlık Bir Gecede Sessiz Evimden Çıktım (Sia, 2022) adlı romanının da ilgiyle okunması olası elbette.
Belliğimden İlknur’un Senin Öykün Hangisi (2004) başlıklı öykü demeti geçti romanı okurken. Öykücünün el attığı Handke romanındaki hikâyeler, birbirine farklı sarmalanırken anlatı, yeniden yapılandırılıyorcasına bir boyut kazandı sanki.
Ayrıca Handke’nin “abisi” sayılacak Demir Özlü’nün, bu özgün sokak gezicisinin “boğuntulu sokaklar”ından herhangi birinden geçilerek de okunabilecek bir roman Handke’nin yapıtı. Doğrusu biraz da öyle yaptım ben kendi payıma.
Handke, bize ailece, toplumca, devletçe hatta kişinin kendisince yapılan baskılamayla bireye yaşatılan yalnızlaştırma/yalnızlaşmaya dönük bir zulüm toplamıyla hikâye sarnıcı sunuyor yapıtında; etkileyici, sarsıcı, şaşırtıcı.
Baştan beri öyle inşa edilip üzerine tuğla eklenen çağın modern gettosu sayılabilecek Taxham’da, Taxham’ın eczacısıyla, “onu asıl koruyan” (22) yalnızlığıyla burgaçlanıyor anlatılanlar.
Derinlerde usulca ama sürekli akan bir alaysamayla ortaçağ dehlizlerinden geçen “binbir yolculuk”la örülü eşsiz bir gerçeküstü yalnızlık söyleni getiriyor.
Bir de eczacıyla konuşup bu hikâyeyi kaydediyor görünen anlatıcı kullanıyor yazar, o kim, “kendi kendine” (38) satranç oynayan eczacının çıkışması, bunu apaçık gösteriyor: “Siz kayıtçısınız, hikâyemin efendisi olmamalısınız. Zaten ben kendim de hikâyemin efendisi değilim.” (46)
Derin bir koyak açıyor Peter Handke yapıtında; okuru bu koyakta kar tepikleyip sıkıştırırcasına baskılayıp kurduğu evrende, eczacının yalnızlık güncesi bağlamında okunsa da bunun sıradan öznelerine dönüştürüyor bizi de. Bu Handke şöleninden mahrum etmeyin derim kendinizi.
ÖYKÜDENLİK…
GAMZE EFE: ‘YİNE DE BİR ŞANSIMIZ OLMALI’
Gamze Efe, iyi bir öykü kurucu olarak kendini gösterdiği dikkat çekici bir ilk kitapla geliyor: Yine de Bir Şansımız Olmalı (Everest, 2022). Bize yalnızlıkları aşmaya dönük şansımızı gösteriyor hem de.
Gamze’nin öykülerinde iki yan dikkati çekiyor; öykü evreni, öykü kişisi. Bu yanıyla çok sağlam çatınca metni, gerçektenlik duygusunu da alabildiğine yükseltip öykülerini birebir inandırıcılıkla pekiştiriyor.
Kurulmuş olsun diye uydurulmuş evren değil, öykü kişilerinin duyguları bu sağlam temelli evrenlere çok ince iplerle, duyarlıklarla teyelleniyor. Üstelik yazar, bunu öykülerinde çok ustaca denge içinde gezindiriyor.
Evet, geleneksel anlatı üzerinden kuruyor öykülerini Gamze, ancak hemen her öyküsünde yine de taptaze hava estirmeyi başarıyor; uçarı ama alabildiğine duyarlı, içli ama saltık saflıkla temellendirdiği bir anlatımla.
Sımsıkı birbirine kaynaştırdığı bu yaklaşımıyla, öykülerinde ne gereksiz şişkinliğe yer veriyor ne de tıkız kalmış bir eksiklik göze çarpıyor.
Gereksinirlikleri yerli yerinde bir öykücülük Gamze’ninki; öykümüzde onun da adı var artık.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
En Çok Okunan Haberler
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Ayşe’yi siz öldürdünüz!
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Erdoğan dönemi artık kapandı'
- AKP’li üyeler bütçe oturumunu terk etti
- Mansur Yavaş'tan jet yanıt!
- İstanbul'da metro yangını
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne soruşturma!
- 'Vız gelir tırıs gider'